Bütün cumartesiyi geçireceğimden neredeyse emin olduğum yerdeydim. Kanepe üstü battaniye altı. Üzerime iki beden büyük gelen eşofman altım ve tüylü kazağımdan oluşan kombinimle bol bol sıcak çay, kitap, netflix ve sosyal medya sarmalından bildirmeye hazırdım.
Hormonlarıma kulak veriyordum, evet ihtiyacım olan tek şeyi bilmenin güveni içindeydim: kanepe üstü battaniye altı.
Üstelik az önce İlker Arca’yı maçtan almaya gitmişti, evin sessizliğinde, çayımı içerken novellayı bitirdim: Sınır.
Önceki gece bitiremeden uyuyakalmıştım, tam da olayların çözümlenmeye başladığı yerde ve rüyamda kitabın sonunu yazmıştım, huzursuz bir geceydi, huzursuz bir son.
Novellanın bana ulaşması da, sonu da, konusu da kitap her şeyiyle ilginçti.
İzmir’deyken bir gün devasa alışveriş merkezine gittim. Giysi dükkanlarının hiçbiri ilgimi çekmedi, dümeni kitapçılara kırdım.
Sonunda dilini anladığım kitapların kokusu içinde kaybolmak, raflardan kitapları çekip sayfalarını karıştırmak, arka kapaklarını okumak (okuyabilmek) iyi hissettirmişti.
Girdiğim son kitapçıda daha fazla oyalandım, çünkü zincir kitapçılar gibi oyuncak ve hediyelik eşyalardan ziyade tavandan zemine kocaman raflarıyla yüzlerce kitap vardı. Özellikle yeni çıkan Türkçe kitaplardan birkaç tanesinde karar kıldım, kolumun altına sıkıştırdım.
İlginçtir, kitaplarımı genelde Belçika’dayken önden araştırma ve internetten sipariş etme gibi bir alışkanlığım vardır, lakin bu gelişim son ana kadar belirsizliğini koruduğundan sipariş bile vermemiştim.
İşimi bitirmiş kasaya doğru ilerlerken bir çalışan yanıma yanaştı, önce Murat Gülsoy’un söyleşisinden bahsetti, cuma günüydü, gelmez miydim? yazık ki dönüşüme denk geliyordu, katılamayacaktım. Sonra Sınır’ı uzattı bana, “mutlaka okuyun” dedi, filmini izlemiş çok etkilenmiş, kitabı daha da vurucuymuş, çok ilginçmiş falan filan…Kuzey Avrupa edebiyatını sevdiğimden mi, adamın efendi ve bilgili oluşundan mı bilmem, ilgimi çekti ve bu novellayı da aldım.
Ablamın dersten çıkmasını beklerken de aynı kitapçının kafesinde bir kahve içeyim dedim. Sonra ne dürttü bilmem hellimli salata söyleyiverdim. Hani şu İlkerle Arcanın beni şiddetle kınadığı salata! O koca avmde dönercisinden kebapçısına bir dünya yiyecek yer varken ne diye kitapçının kafesinde yemişim…. Neyse oraya dönmeyelim. Ben o meşhur salatayı yerken bu novelladan birkaç sayfa okuduydum. Sonra ablam geldi, sonra ben kitabı bir daha hiç elime almamıştım. Demek o birkaç sayfa sarmamış beni. Hatta bagaj sınırını aştığım için İzmirde bırakıverecektim de baktım incecik atıverdim el çantama. Ama uçakta da okumadım, dönüşte de, tatilde de…
Sonrasında akşamları azar azar içine çekti. İlginç ve hayal gücünün sınırlarını aşan bir konusu var. Şimdi anlatmaya başlasam spoiler vermeden geçemeyeceğim o yüzden sustum. Fakat rüyama girmesi de huzursuz etmesi de ilginç.
Özellikle Kuzey Avrupa edebiyatı ilginizi çekiyorsa, okuyun, ilginç ;)