25 Kasım 2017 Cumartesi

Çocuklar

İlker'siz bir haftayı sağ salim bitirdik. Arca da hayret etti, "atlattık vallaha" dedi. Artık benimle baş başa hayatın ne tür bir cehennem olacağından endişelendiyse... Gerçi ben de çok rahat değildim.

Arca'yı okula erken bırakıp, birkaç saat fazla okulda kalacağını anlatmak kolay değil. Anlamadığından değil, istemediğinden. İlk gün okul yolunda yürürken epey sızlandı. Hatta okul sonrası için ipadi bırakmamı istedi. Okulda ekran tamamen yasak. Okul müdürü, sıkılmayacağını garanti etti, dediği gibi de oldu. Zira okuldan sonra ödevlerini yapmışlar ve bahçede oynamışlar. Sonra ikindi kahvaltılarını yapıp anaokulunun oyuncaklı bölümünde vakit geçirmişler. Her yaştan onlarca çocuk olunca Arca'nın tabiriyle "korktuğu kadar korkunç" geçmemiş.


Tam haftayı atlattık derken perşembe akşamı Arca elinde bir cümlelik replikle çıkageldi. Cuma günü yapılacak aile kutlamasında rolü varmış. Tamamen unutmuştum! Arca sonradan geldiği için rol kalmadığından (sanki kalsa yapabilecek kıyamam) bir cümleyi verivermişler. "Ve kırmızı başlıklı kız sonsuza kadar mutlu yaşadı" gibi bir şeyler. Bütün gece rolüne çalıştı, Flamancadan soğudum yeminle. Şu an Fransızcaya sempati duyuyorum!

Ya harbi bizim bu dil meselesi ne olacak? Bizim şirkette çok fazla Flaman olduğu için galiba ben Flamanları biraz daha yakın buluyorum, Flamanca öğreneyim deyip duruyordum. Ama Flamanca pratik yapmak namümkün! Hemen İngilizceye döndürüyorlar. Fransızca için ise pratik yapmaktan başka çaren yok, zaten başka dil konuşmuyorlar. Bir de günlük hayatta sadece Fransızca konuşuluyor. Yani ilerletemezsen eşeksin!.

Biz her şekilde İngilizce ile hayatta kalabiliyoruz ya, bu dil meselesinin gerekliliğini fazla idrak etmiyoruz. Özellikle de ben. Şirkette herkes İngilizce konuşuyor, dahası çok Türk var ve anadilde iletişimde sorun değil. Ama resmi bir daireye gittiğinde kendini ifade edememek çok sıkıntı. Dün de okuldaki etkinlikte Arca'yı çok iyi anladım. Tüm gösteri Flamanca'ydı tabii ki, veliler ve öğrencilerin hemen hepsi Fransızca konuşuyordu. Memlekette konuşulan dillerden birini bilmen lazım, yoksa yerel halkla sosyalleşemezsin.

Arca'nın sıra arkadaşı Ines ile tanıştım. Şahane bir kız, benim kafayı düşün hah işte aynı bonus kafa ama esmeri. Tiyatroda uzun bir rolü vardı, teklemeden oynadı. Öğretmenle bıcır bıcır konuşuyor, kız çocuğu doğası gereği zaten sürekli konuşuyor, bayıldım. Tramvayda birlikteydik, baktım elinde çizgi roman. Arca'nın Belçikalı ve de kız versiyonu. Bizim durakta inerken tarzanca Arcanın evi burası demeye çalıştım, anlaştık. Arca'ya sordum, konuşuyor musunuz, Ines'le anlaşıyor musunuz? Pek değilmiş, Ines çok konuşuyormuş, tamam işte bundan güzel şans olur mu?

Öğlen okula girerken içimden dua ediyordum, Allahım ne olur Arca'yı bir köşede yalnız görmeyeyim, oynuyor olsun, kaynaşmış olsun... Çünkü kapıda kız çocukları vardı, sohbet ediyorlardı. Kızların dünyasında kendini kelimelerle ifade etmek önemlidir, iletişim sohbetle olur, çünkü hepimiz biliyoruz ki dişiler erkeklerden daha gelişmiş bir tür. Bunları düşünüp dua ederken bir yandan ağaçların arasından Arca'yı görmeye çalışıyordum. Ve işte orada, futbol oynuyor, üst baş derbeder, yanaklar kırmızı, onu gördüğümü fark etmedi, bana çaktırmadan yaklaşıyor. Oh içim rahatladı. Neyse ki bizimki oğlan ve oğlan çocuklarının dünyasında kelimelerden ziyade iletişim seviyesi topla ve futbolla sınırlı, neyse ki...

Gelip gelemeyeceğimden emin değildi, beni görünce acayip sevindi. Ve ben onun neler hissettiğini anladım. Etrafımda anlamadığım dillerle çevriliyken... Öğretmeni ile konuştum, çaba gösterdiğini söyledi, bu iyi haber hatta cümle kurmaya çalışıyormuş. Bazen anlamadığı için sıkılıyormuş ama yine de çabalıyormuş. Bu da yeter şimdilik, daha ilk ay... Tiyatro bitip de tüm çocuklar serbest dans edip takılmaya başlayınca uzaktan Arca'yı izledim. Babası kılıklı tabii ki dans etmedi ama en azından oynadı, başka çocuklarla beden diliyle de olsa iletişim kurdu. Hatta arkadaşlarından birinin küçük kardeşi Arca'nın üzerine çıkıp yanaklarını sıkıştırdı. Çocukların birbirini yadırgamaması, aralarında hemen yer açmaları ne güzel. Biz yetişkinler de bu kadar hoşgörülü müyüz?

Sanmıyorum. Eve giderken yaşlı bir hanım bize yol sordu. İngilizce konuşabilirseniz yardımcı olalım dedim. Tam da bizim binanın yanındaki binayı arıyormuş. Çok kötü İngilizcesiyle anlaşmaya çalıştık. Dedim ki, bizim bu bina çok yeni pek kimse bilmiyor, siz nasıl biliyorsunuz dedi. Biz burada yaşıyoruz dedim. Dedi ki, elli yıldır öğretmenlik yapıyorum, bence bir ülkeye taşınıyorsanız gelmeden önce dilini öğrenmelisiniz.

"Sen memleketinin tüm dillerini biliyor musun, Flamanca konuşabiliyor musun mesela, ya Almanca? Ne kadardır burada yaşadığımız hakkında bilgin var mı, ya da ne kadar burada kalacağımız? Sen bizim hikayemizi biliyor musun? Peki acaba farkında mısın, senin memleketinde sana yolu ben tarif ediyorum hem de içtenlikle, saygıyla yardımcı oluyorum ama sen bana akıl veriyosun" diyebilirdim ama demedim, demek ki çocukların arasında olmak bana da biraz onların hoşgörüsünden bulaştırmış. Yoksa biz yetişkenler hoşgörü konusunda onların eline su dökemeyiz :)

(bu arada yaşlı teyzeye katılmama rağmen belki tavrından belki üslubundan rahatsız olmuşum galiba biraz da gıcık olmuşum, içimde kalmış, yazdım rahatladım. Fakat benden ne çekiyorsunuz be! allah yardımcınız olsun:))

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Canımsın,idolümsün :) Herşeyi başarabilirsiniz ailecek. Sevgileer..

okuyanguzel dedi ki...

Hiçbir şey çekmiyoruz senden. Çok keyif aldığımız yazılarını okuma keyfini yaşattığın için teşekkür ederiz. :)

Gulcin dedi ki...

ay o ukala tavirlar. kesin flamandir! bak sinir oldum!