19 Mayıs 2018 Cumartesi

Şikayetler, sosyal medya, blog, hayvansız belgesel ve diğerleri

Mayıs ayı, tatil ayıymış burada. Benim gibi mayıs çocukları için ne şans! Önce doğum günümü ve işçi bayramını kutlayalım diye 1 Mayıs tatildi. Haftasına başka bir bayram, hop iki gün tatil. Bu hafta yine bir başkası. İzmir'den arkadaşlarımız geldiydi, gezdiydik derken arayı açtık. Olsun n'apalım gönüller bir olsun. Ne yapıyorum, ne ediyorum merak edenlere bir ara sıcak yazısı geçelim ;)

Önce şikayetler!


Her şey iyi güzel de bu memleketin havası ne bok kardeşim ya! (A-ha Kanada'dan kaçan İzmirliye bağladı bağlayacak!) Günden güne değişmekle kalmıyor, sabahtan akşama değişiyor şerefsiz. Internetten baktım okyanusal iklimmiş. Bence fırıldak iklim. Üstelik ters! Mesela o gün en yüksek sıcaklığın 22 derece olacağını görüyorsun, normalde bunun öğlen saatlerinde olacağını umarsın değil mi? Değil! Akşam üzeri 6 civarı en yüksek hava sıcaklığına ulaşıyor. Ters işte!

İki arada bir derede yine grev yaptılar. Toplu taşıma iptal. Halbuki seviyorum ben otobüsle işe gitmeyi (araba kullanmayı sevmiyorum desem daha doğru olur :P). Kitap okumak için en iyi fırsat ya da Fransızca çalışmak için, ya da sosyal medyaya bakmak için.

Demişken... Belçika'da sosyal medya alışkanlıklarım değişti. Facebook'a evvel ezel pek bakmazdım, hala da çok bakmıyorum ama burada yaşayan Türklerin grubuna ara sıra girip yeni şeyler öğreniyorum. Instagram'a sadece fotoğraf koyacaksam girer oldum. Orasının dünyası bana yapmacıktan öte saçma geliyor. Takip listemi elden geçirsem iyi olacak.

Twitter. Beni sosyal medyada ararsanız orada bulabilirsiniz. Gerçi tweet atma olayında çok başarısızım ve evet bazılarını yine yapmacık buluyorum ama Gezi'den beri haber alma kaynağım olan bu mecrada yine de hala okuyacak, bilgilenebilecek bir şeyler buluyorum.

Blogdan bahsetmedim bile fark ettiniz mi? Blog sosyal medya mecrası değil sanırım belki de bu yüzden. Ayrıca üzülerek fark ediyorum ki, ben bile blog okuma alışkanlığımı yitirdim, çünkü pek kimse bir şey yazmıyor. İyi de, sorarlar adama günde üç yazı patlatan kadın gitti, yerine ara sıra koklatan geldi. Yalan değil. Fakat yadsınamaz bir gerçek var ki, o da, insanlara faydalı içerikler sunarsanız, yazılarınız, üzerinden yıllar geçse de okunuyor.

Vize ile ilgili yazılarımı okuyan birçok kişi ile mailleştik mesela. Mesela yıllar evvel yazdığım chocolate chip cookie tarifinin yer aldığı yazıda, tarifi aldığım yabancı blogun linkini vermiştim, o link benim yazımdan çok trafik alınca, başka bir site benimle irtibata geçti, tariflerini deneyip blogda yer vermemi rica etti. Ay nerde bende o vakit?

Vakit yok cidden. Olsa blogla ilgili ne gibi taslaklarım, projelerim var bir bilseniz. Muhteremin yemek tariflerini fotoğraflıyorum, hatta bazen video çekiyorum ama şöyle öyküsüyle görüntüsüyle bloga aktarmayı bir türlü başaramıyorum. İkna edebilsem youtube kanalını tamamen onun tariflerine vereceğim ama maalesef. Kamera önünü sevmiyor. Kitap kulübüne fiziksel olarak katılamasam da, geriden de gelsem bütün kitaplarını okuyorum, onları yazmak istiyorum. Öyle işte...

Şimdi vakit bulup da uzun uzun kafa şişiriyorsam, bu fırsatı İlker'in yeni zombili oyununa borçluyuz. Yancısı cüce ile birlikte zombi avlıyorlar, ben de soğuk ve bulutlu cumartesiyi pijamalarımla ve blogumla geçiriyorum, mis...

İşten ve bizim evin oğlanlarından arta kalan vakitlerde bol bol okuyorum, işbölümünün üzerime düşen en önemli görevlerinden çamaşır ve ütüyü aksatmamaya çalışıyorum. Dengeler şaştı mı sakat, kıçımıza giyecek don bulamayız vallaha. Neyse ki ütü dizim var. Ufak tefek cinayetler. Biliyorum nefretlik oldu, biliyorum gına geldi, kalite pembe dizilerinin kalitesinin de altına indi lakin ütü denen illet başka türlü çekilmiyor. O dizi de zaten pür dikkat izlenecek bir halt değil, ütü olmasa, twitter ile birlikte anca gidiyor, öyle böyle takılıyorlar.

Yoksa ben hep belgesel hep belgesel :)

Hele, bizim oğlanlar. Vallahi hayvan izlemekten şiştim, izlemiyorum zaten. Yok o, onu yemiş, yok bunu berikini bilmem ne yapmış. Bizim muhterem alıştırdı bu cüceyi, a-ha bakınız te seneler evvel yazmışım, o vakitler yeni annelik heyecanı bunlarla belgesel bile izliyormuşum (Laf aramızda iyi ki de izlemişim, allahın memeli fokuna o zamanlar fok balığı diyormuşum, ay ne cahillik!)

Benim izlediğim yegane belgesel Wild Wild Country. OSHO'yu okuyanlar eminim çoktan izlemiştir, atlayanlar için, buyurunuz trailer:
 

"Belgesel mi? Bana bunlarla gel kardeşim!" deyince cüce şiddetle karşı çıktı! Savunması son derece basitti: "Bunda hayvan yok! Hayvansız belgesel olmaz!"

1 yorum:

Nil dedi ki...

Ben de blog dünyasını sosyal medyadan ayrı tutuyorum ve diğer mecraların hiç birini kullanmaıyorum ig hariç.
Blogların yeri bende ayrı, eskisi gibi sıkı takipçi olamasam da.