16 Ocak 2015 Cuma

Senin evin neresi?

---- Kurtlarla Koşan Kadınlar, Fok Derisi-Ruh Derisi masalı ve daha fazlası ----

Kitap kulübünde ayda bir, bir kitap tartışmaya özen gösteriyoruz. Ama birbirimizi o kadar çok özlüyoruz ki iki kitap arası bir masal buluşması bize çok iyi geliyor, tam da en ihtiyacımız olan anda Sıla bize Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabından bir masal anlatıyor, anlatmakla da kalmıyor, canlandırıyor. Daha önce anlatmıştım, Sıla bir tiyatro sanatçısı ve bir masal anlatıcısı. Aslında kendisini bu blog sayesinde tanıdım ve kulübe girmesine önayak oldum, yani böyle bir değerin (ki teker teker her kadın kulüp için bir değer) aramıza katılmasına vesile olduğum için dötüm kalkabilir :P

Her masal buluşması öncesi soruyoruz, “bak yoruluyorsan sadece masalı da tartışabiliriz”. “Yok” diyor Sıla, “müthiş zevk alıyorum, hatta bana faydası oluyor”. Ha bu arada, Sıla profesyonel yaşamına masal anlatıcılığı ile devam ediyor ve Yakın Kitabevinde, Kedi Kitabevinde ve daha birçok yerde yetişkinlere ve çocuklara masal anlatıyor. Benden duymuş olun, müthiş anlatıyor… Düşün ki o akşam geç gelmişim, karnım zil çalıyor, önüme bir lahmacun konmuş ama ben kokusunu bile duymuyorum, tek lokma almak aklımdan geçmiyor, hipnotize olmuş bir çocuk gibi Sıla’nın performansını izliyorum. (Lahmacun ne deme yav, ORA Lahmacunda toplanıyoruz, özel odamız var, Ora’ya gidip de lahmacun yemeyecek miyiz yav, yanına acılı şalgam, ayran, üstüne çay Leyla tatlısı, dondurmalı?)


Sıla’nın performansı kadar masallar hakkında verdiği bilgiler de etkiliyor beni. Biz, yeni nesil ana-babalar olarak vaktiyle analarımızdan ninelerimizden dinlediğimiz masalları travma müsebbibi olarak ele almaya başladık, hatta aman Hansel ve Gratel’i okumayalım, aman avcı kurdun karnını deşmesin aman ha… diye diye söylenir olduk. Hatta o akşam Emine’nin kızı masalı dinlediğinde ve annesinin çocuğunu bırakıp gittiğini düşündüğünde düştüğü dehşetten bir oda dolusu anne olarak irkildik. “Hayır” dedi, Sıla, 

“çocuklar için masallar travmatik değildir. Masallar bizim korkularımızla yüzleşmemizi sağlarlar. Gerçek hayata bizi (çocuklarımızı) hazırlarlar. Masalları çizgi film olarak izletmek başka anlatmak başkadır ve nasıl anlattığın çok önemlidir. Vermek istediğin mesaj anlatımında gizlidir ve çocuk bunu alır. Üstelik izlediğinde değil, dinlediğinde, çocuk, kendisi kendi zihninde canlandırır masalı, sağlıklı olan budur.” 

Vay ampul gibi aydınlandım şerefsizim!

Masallar hakkında bu derin bilgilendirme kadar masal da etkiliyor bizi o akşam….

Masal eve dönmek üzerine… Özüne dönmek, bir olmak üzerine... (Masalı internette buldum, yazının altına yapıştırdım-merak edenlere;))

Önce geçmişimize döndük, kimler bizim derimizi çalmıştı, farkında mıydık bizden çalınanların? Bile isteye mi çaldırmıştık derimizi? Peki ya kuruduğumuzu ne zaman hissetmiştik? Ne zaman “yeter”i çekmiştik? Aramızda boşanmış olanlar için çok netti cevaplar. Bir de kırk yaş civarı olanlarımız vardı, kuruyorduk, hayatta her şey birer birer önemini yitiriyordu, eve dönüş için bizi çağıran bir şeyler vardı, bizden yaşamımızdan daha yaşlı, başka her şeyden daha yaşlı bir şey…

Peki illa ki büyük bir şey mi olmalıydı? Hayatımızda dengeyi kurabilmemiz için illa ki tekrar geri gelmemek üzere mi “eve dönmeliydik?” Hayatımızdaki dengeyi koruyabilmemiz için ara sıra küçük dönüşler yetmez miydi? Bunu sordum ben, sizin kaçışlarınız ne? “Nasıl eve dönüyorsunuz?” “Sizin eviniz neresi?”

Kimimiz için okumaktı, kimimiz için çalışmak, kimimiz için yazmaktı, kimimiz için meditasyon yapmak, kimimiz için işi bırakmaktı, kimimiz için dikiş dikmek, …

Kaynak olmamaktı, birileri için değil kendin için bir şeylere tutunmaktı. Anda olmaktı, eve dönmek, anı yaşamaktı. Mutluluk dediğimiz ibadet de  bir “an” değil miydi?

Durduk bir an ve baktık birbirimize, birbirimize sarıldık...
“evimizdeydik” :)

Peki sizin eviniz neresi?

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Not:
Masalın internetten kopyasını yapıştırıyorum, vakti olan okusun:)

Bir zamanlar var olmuş, artık sonsuza kadar yok olan ve çok yakında geri gelecek olan bir zamanda,günler beyaz gökyüzünün,beyaz karların altında geçermiş…ve uzaklarda görünen ufak lekelerin hepsi insan,
köpek ya da ayı imiş.
Buralarda isteseniz de bir şey yetişmezmiş. Rüzgarlar o kadar sert
eserlermiş ki, insanlar parkalarını ve mamlek’ lerini (çizmelerini )
artık bile bile yanlamasına giymeye başlamışlar. Buralarda sözcükler
açık havada donar ve söylenenlerin anlaşılabilmesi için konuşanın sarf
ettiği cümlelerin dudaklarından çözülüp ateşte eritilmesi gerekirmiş.
Buralarda insanlar, yaşlı Annuluk’un , yaşlı büyükannenin, bizzat
Yeryüzü olan yaşlı büyücünün beyaz ve gür saçlarında
yaşarlarmış…İşte bu topraklarda bir zamanlar bir adam yaşarmış…O
kadar yalnız bir adammış ki , gözyaşları yıllarca yanaklarında derin
yarıklar oymuş.
Gülümsemeye ve mutlu olmaya çalışırmış. Avlanırmış. Tuzaklar kurar ve
rahat uyurmuş. Ama bir insanla arkadaşlık yapmak istiyormuş. Kimi
zaman kayığıyla sığlıklarda gezerken bir fok yanına yanaştığında,
fokların bir zamanlar insan olduğuna dair eski öyküleri anımsarmış.O
günlerin tek hatırlatıcısı ise fokların o akıllı ,vahşi ve sevecen
bakışlarına ev sahipliği yapmasını bilen gözleriymiş.Adam bu anlarda
kimi zaman öyle  şiddetli bir yalnızlık acısı duyarmış ki, gözyaşları
yüzündeki yıpranmış yarıklardan aşağı süzülürmüş.
Bir gece karanlık iyice bastırana kadar avlanmış, ama bir şey
bulamamış. Ay gökyüzünde yükselirken ve denizde yüzen buz kütleleri
parıldarken,  denizin ortasında büyük, benekli bir kayaya rastlamış ve
keskin gözleri sayesinde, bu yaşlı kayanın üstündeki belli belirsiz ,
ama çok zarif hareketleri seçebilmiş.
Yaklaşmak için yavaşça ve sessizce kürek çekmiş;orada, kocaman kayanın
üstünde küçük bir grup kadın,annelerinin karınlarına ilk düştükleri
günkü kadar çıplak bir halde dans ediyormuş.  Evet, o yalnız bir
adammış ve belleğindekiler dışında hiç insan arkadaşı yokmuş ve orada
durup olanları izlemiş. Kadınlar ay sütünden yapılmış varlıklara
benziyorlarmış, derileri ilkbaharda somonların üzerindeki küçük gümüş
benekler gibi parlıyormuş, ayaklarıyla elleri uzun ve zarifmiş.
O kadar güzellermiş ki, adam botunda afallamış bir halde kalakalmış ve
su hafif hafif sallanarak onu kayaya giderek yaklaştırıyormuş.Bu
muhteşem kadınların gülüşlerini işitebiliyormuş…En azından gülüyor
gibiymişler, yoksa gülme sandığı bu şey, kayanın kenarlarına vuran
suyun sesi miymiş?? Adamın şaşkınlıktan kafası karışmış.Ama göğsünün
üzerinde ıslak bir post gibi ağırlık yapan yalnızlık, bir biçimde
çekip gitmiş ve neredeyse hiç düşünmeden, sanki önceden planlanmış
gibi, kayanın üstüne atlayıp orada duran fok derilerinden birini
çalmış.Bir çıkıntının arkasına saklanmış ve fok derisini qutnguq’
unun(parkasının) içine sokmuş.
Derken kadınlardan biri o zamana kadar duyduğu en güzel sesle
bağırmış…şafağa seslenen balinalar gibi…ya da hayır belki de ,
pınarda yuvarlanan, yeni doğmuş kurtlar gibi…ya da ama hayır,
hepsinden daha güzel bir sesle, ama bunun bir önemi yok, çünkü… bir
dakika, kadınlar  o sırada ne yapıyorlarmış ?
Fok derilerini giyiyorlarmış ve fok kadınlar neşeli çığlıklar atarak
birer birer denizin içine kayıyorlarmış.Biri dışında ..En uzunları bir
aşağı, bir yukarı bakıyor, fok derisini arıyor, ama hiçbir yerde
bulamıyormuş. Adam yüreklendiğini hissetmiş- nedenini bilmiyormuş.
Kayadan yürüyerek inerken kadına seslenmiş. “Kadın ..  benim ..
karım…ol. Ben .. yalnız… bir adamım.
“Ah, ben eş olamam ” demiş,”çünkü ben ötekilerdenim, temeqvanek’te
(aşağıda) yaşayanlardanım.”
“Benim…karım…ol “diye ısrar etmiş adam. ” Yedi yaz içinde fok
derini sana geri vereceğim, o zaman sen de ister gider, istersen
kalabilirsin .”
Genç kadın fok adamın yüzüne uzun uzun öyle gözlerle bakmış ki, asıl
kökeni insanmış gibi görünmüş.İstemeye istemeye şöyle demiş: “Seninle
geleceğim, yedi yaz sonra karar verilecek.”
Derken zamanla bir çocukları olmuş ve adını Ooruk koymuşlar. Çocuk
çevik ve besiliymiş. Kışları annesi, Ooruk’a denizin altında yaşayan
yaratıklara dair masallar anlatırken, babası da uzun çakısıyla beyaz
taşın üstünde bir ayı ya da kurdun derisini yüzermiş.Annesi küçük
Ooruk’u yatağa taşırken ona baca deliğinden bulutları ve onların
binbir şekle girişini gösterirmiş.Ne var ki kuzgun’un, kurdun ve
ayının şekillerini değil, morsun balinanın , fokun ve somonun
öykülerini anlatıyormuş ona..çünkü o bu yaratıkları tanıyormuş.
Ama zaman geçtikçe vücudu kurumaya başlamış. Önce pullanmış, sonra
çatlamış. Gözkapaklarının derisi soyulmaya, kafasındaki saçlar
dökülmeye başlamış. Naluaq (en soluk beyaz) haline gelmiş .Tombulluğu
azalmaya başlamış.Uzuvlarını gizlemeye çalışıyormuş.Her gün hiç
istemese de , gözleri daha da donuklaşıyormuş. Görme duyusunu da
giderek yitirdiğinden, yolunu ancak el yordamıyla bulabiliyormuş.
Bir gece küçük Ooruk bağırtılar yüzünden uyanmış ve içinde uyuduğu
deriye sarınmış bir halde dikilip oturmuş. Bir ayı gibi kükreyen
babasının, annesini azarladığını duyuyormuş .Taşın üstünde yuvarlanan
bir gümüş gibi ağlayan annesini duyuyormuş.
“Yedi uzun yıl önce fok derimi sakladın ve şimdi sekizinci kış geliyor
bana ait olan şeyi geri
Vermeni istiyorum “diye ağlıyormuş fok kadın.
Koca ,”İyi de kadın, onu sana geri verseydim beni terk ederdin ” diye
gürlüyormuş.
” Ne yapardım bilmiyorum, tek bildiğim ait olduğum şeye sahip olmam
gerektiği.”
“Ve beni karısız bırakırdın, oğlanı da annesiz. Sen kötüsün.”
Kocası bunu der demez posttan yapılmış kapıyı yararak çıkmış ve
gecenin içinde kaybolmuş.
Oğlan, annesini çok seviyormuş.Onu kaybetmekten korkmuş    ve bu
yüzden uyuyana kadar kendi kendine ağlamış..Onu sadece rüzgar
uyandırabilmiş.Tuhaf bir rüzgar..Ona şöyle seslenir gibiymiş: Ooruk,
Oooruuuk.”
Yataktan o kadar hızlı çıkmış ki, parkasını ters giymiş, mukluklarını
da ancak yarı yolda çekmiş.Bol yıldızlı geceye dalarken,tekrar tekrar
adının çağrıldığını duyuyormuş.
“Ooooooruuuuk .”
Uçuruma doğru koşmuş, yukarıdan suya doğru bakmış. Orada,uzaklardaki
rüzgarlı denizde, çok büyük , düzensiz kıllarla kaplı, gümüş bir fok
seçiliyormuş.Kafası kocamanmış, bıyıkları göğsüne iniyormuş ve gözleri
koyu sarıymış.
“Ooooruuuk.”
Uçurumdan zorlukla inmiş.Dipte, kayadaki bir yarıktan ileri doğru
fırlayan bir taş-yo,yo,bir taş yığını- nedeniyle tökezlemiş.Saçları
buzdan binlerce dizgin gibi yüzünü kamçılıyormuş.
“Ooooruuuk “
Taş yığınını iyice silkelemiş – bu, annesinin fok derisiymiş.Ah
annesini artık istediği zaman koklayabilirmiş.Fok derisini yüzüne
sarıp kokusunu içine çekerken, ruhu içinde yeni çıkmış bir yaz rüzgarı
gibi çırpınıyormuş.
Ahhh” diye bağırmış acı ve sevinçle ve deriyi tekrar yüzüne kaldırmış
ve annesinin ruhu tekrar içinden geçmiş.”Ahh” diye bağırmış tekrar,
çünkü annesine bitmeyen bir sevgiyle doluymuş. Yaşlı gümüş fok da
kayarak… yavaş yavaş suyun altına dalıp gözden kaybolmuş.
Çocuk ,uçurumu tırmanmış,arkasından uçuşan fok derisiyle eve doğru
koşmuş,nefes nefese içeri girmiş ve yere düşmüş.Annesi onu ve deriyi
yerden kaldırmış ve her ikisi de güvende olduğu için şükranla
gözlerini yummuş.
Annesi fok derisini üstüne geçirmiş, “Ah , hayır anne ! ” diye
bağırmış çocuk.
Çocuğu iki eliyle tutup kaldırmış, kollarının altına sıkıştırmış, ve
yarı koşarak yarı tökezleyerek gürleyen denize doğru koşmuş.
“Ah anne hayır ! Beni bırakma ” diye bağırarak ağlamış Ooruk.
Bir an için çocuğuyla birlikte kalmak istediğini söyleyebilirsiniz;
evet , istemiş ama aynı zamanda onu çağıran bir şey varmış, hem
ondan , hem adamdan hem de zamandan daha yaşlı bir şey…
“Ah , anne, hayır, hayır” diye ağlıyormuş çocuk.Fok kadın gözlerinde
müthiş sevgi dolu bir bakışla ona dönmüş.Oğlunun yüzünü ellerinin
arasına almış ve tatlı nefesini onun akciğerlerine üflemiş; bir kez ,
iki kez, üç kez. Sonra onu değerli bir paket gibi kollarının altına
alarak denize dalmış, aşağılara, en aşağılara, en derinlere. Fok kadın
ve çocuğu suyun altında kolaylıkla nefes alıyorlarmış.
Fokların su altındaki koylarına girene kadar , suyun derinliklerinde
var güçleriyle yüzmüşler. Orada her türden yaratık, yemek yiyip, şarkı
söylüyor,dans ediyor ve konuşuyormuş.Gece denizden Ooruk’a seslenmiş
olan büyük gümüş  fok, çocuğu kucaklamış ve ona torunum diye
seslenmiş.
“Yukarıda nasıl yaşıyorsun, kızım? ” diye sormuş büyük gümüş fok.
Fok kadın uzaklara bakmış ve, “Bir insanı incittim..bana sahip olmak
için her şeyini veren bir adamı..Ama ona geri dönemem, çünkü dönersem
bir mahkum haline gelirim” demiş.
“Ya çocuk ?” diye sormuş yaşlı fok.”Ya torunum?” Bunu öylesine bir
gururla söylemiş ki sesi titremiş.
“O geri dönmeli baba. Burada kalamaz.Henüz burada bizimle olmasının
zamanı değil.” Ve ağlamış. Birlikte ağlamışlar.
Böylece günler ve geceler geçmiş. Tam olarak söylersek, yedi gün ve
yedi gece.Bu sırada fok kadının saçlarındaki ve gözlerindeki parıltı
geri gelmiş. Teni güzel, koyu bir renge dönüşmüş, görmesi düzelmiş,
vücudu tombulluğunu yeniden kazanmış ve doğru dürüst yüzmeye
başlamış.  Ancak, oğlanın yeryüzüne geri dönme zamanı gelmiş, O gece
yaşlı büyükbaba fok, ve oğlanın güzel annesi çocuğu aralarına alarak
birlikte yüzmüşler. Orada Ooruk’u ay ışığında yavaşça kayalık kıyıya
bırakmışlar.
Annesi onu yüreklendirmiş; “Her zaman senin yanındayım. Benim
dokunduklarıma dokun, çıralarıma ulu’ma (çakmak) ,fok ve su
samurlarını gösteren taş oymalarıma dokun yeter; şarkılarını söylemen
için akciğerlerine bir rüzgar üfleyeceğim.”
Yaşlı gümüş fok ve kızı , çocuğu bol bol öpmüşler. Sonunda istemeye
istemeye ayrılmışlar ve yüzerek denize açılmışlar, oğlana son bir kez
bakmışlar ve suların altında gözden kaybolmuşlar. Ve Ooruk zamanı
gelmediği için orada kalmış.
Aradan zaman geçmiş, çocuk büyümüş ve çok iyi bir davulcu, şarkıcı ve
öykücü olmuş ve söylenenlere bakılırsa, bütün bunların olmasının
nedeni, çocukken, büyük fok ruhları tarafından denize taşınmasına
rağmen, hayatta kalmasıymış. Bugün bile, sabahın gri sisi içinde bazen
kayığı kıyıya bağlanmış halde hala görülebilirmiş : denizde belli bir
kayanın üstüne diz çökmüş ve sık sık kıyıya yaklaşan belli bir dişi
fokla konuşurken görülürmüş. Birçokları bu foku avlamaya çalıştıysa
da, her seferinde başarısız olmuşlar. O Tanqigcaq (akıllı olan, kutsal
olan ) diye bilinir ve her ne kadar bir fok olsa da, gözlerinin insan
bakışlarını; o bilge, vahşi ve seven bakışlarının temsil ettiği
söylenirmiş…


18 yorum:

Öykücü dedi ki...

Masal değiştirmekten anam ağladı inan Yeliz.Hansel ve Gretel'i ormana babası ve üvey annesi değil bakıcıları bırakıyor.

Pamuk prenses ölmüyor sitenin bahçesinden bir tavşanın peşinden çıktığı için kayboluyor,yedi cücelerin evine giriyor{ki yabancıların evine girmesi çok yanlış} onlarda pamuk prensesin babasını cepten arayıp kızının nerede olduğunu söylüyorlar, neyse ki Pamuk da Duru gibi babasının cep telefonunu ezbere biliyor:)

Masallar madem çocukları kötü etkilemiyormuş bende doğrusunu anlatayım artık:)

Sevgiler.

Adsız dedi ki...

Yeminlen yaa çocuğa o bizim büyüdüğümüz masalları anlatmamak için (hani çocuğun gelişimini etkiliyor yaa!) kırk takla atıyordum.Derin bir nefes alarak huzur içinde anlatabilirim yani :)))
Adile

oytunla hayat dedi ki...

Masalları hiç bu açıdan düşünmemiştim. Çocuklara yada bize nasıl masallar yazılıyor/anlatıyorlar derim. Ama düşününce evet olması gereken belki bu...
Not:Paylaştığınız masal şahane. teşekkürler.

Duygu dedi ki...

Ne müthiş bir masal bu. Bir solukta okudum. Ve aklıma şunu getirdi, nedendir bilmem:

"Tanrı bizi birer heykel gibi yontar, bizi biraz daha güzelleştirmek, inceltmek için vurduğu çekiç darbeleridir acı. Her darbeyle çizgilerimiz biraz daha incelir. Bir kaya parçasıyla bir heykeli birbirinden ayıran, o darbelerle yaratılan acılardır. Tanrı bizi yontarken çekicini hep bir mutluluğun arkasından indirir, daha keskin olsun ve daha iyi yontsun diye. Siz, daha az acı çekmek için talepkar olamazsınız."

Dünkü yazınla birlikte okudum bu yazını da. İyi bir öğrenciydim ben.. Okudum, yüksek lisans yaptım, doktoranın kıyısından döndüm çalıştığım işyeri desteklemediği için, çalıştım, çok çalıştım, hala çalışıyorum, ama daha az artık.. Kadınların okuması, çalışması, sürekli savaşması, sürekli kalkanlarıyla dolaşması, bu kadar erkek söylemin içinde kadın kalabilmeye çalışması çok yorucu. Ben erken emeklilik insanıyım galiba. Hani insanların 50'sinden sonra hayalini kurduğu şey var ya, ben 18'imden beri onu yaşayabilmeyi istiyorum.
Bir sahil kasabasındayım, Foça mesela. Sevdiklerim yanımda, balkonu yıkıyorum yüzüme vuran sabah güneşiyle ve aklım birazdan bahçeden topladıklarımla yapacağım salatada.. Çalışmak şart mı o gün? Aklımın ucundan bile geçmiyor. Bütün hayatımı orada, o anda geçirebilirim. Çünkü benim evim tam da o tabloda gizli..

Gulcin dedi ki...

ben bu masali okumayacagim cunku biliyorum cok aglayacagim.
gercekten benim evim neresi :(

yeliz dedi ki...

gülçin oku masalı:) hatta bu kitabı okumalısın:)
senin benim derimiz kurumadı daha, çalınmış olabilir, saklanmış olabilir ama kurumadık biz daha. dengeleri kurabiliriz, dengede kalmanın yolu eve dönmek. Eve dönmek = sadece sana ait çalınmamış zamanlar yaratmak demek... Dünyanın neresinde olursan ol ev senin içinde. ona dön Gülçinnnnn

Gokyuzu99 dedi ki...

oooh, ağzına sağlık Yeliz'ciğim... Toplantıyı yeniden yaşamış gibi oldum, ki tadı yine damağımda kalmıştı. Bu masallar ve çocuklar konusunda (daha önce yazın bir toplantıda konuşmuştuk, ama sen yoktun belki) LeGuin'in Kadınlar, Rüyalar ve Ejderhalar isimli deneme kitabında bir makalesi var... Tavsiye ederim...

Gokyuzu99 dedi ki...

Çocuk ve Gölge makalenin ismi

Unknown dedi ki...

Ama ben diyorum ki yine de çocuğa göre değişir:) Ki Sıla'da anlatıcıya göre değişir demişti:) Ben yine de temkinli olmaktan yanayım, Jung-cu olmadığımdan değil, tamamen bu konudaki karşıt görüşleri de baz alarak diyorum bunu:)))

Sıla Topçam dedi ki...

Çok güzel anlatmışsın yelizcim buluşmayı, tadı damağımda kalmıştı zaten. Anlatıcıya göre değişeceğini düşünüyorum ama elbette ki dinleyenin neye odaklandığı da önemli ve ayrıca her dinlediğimizde ve her anlattığımızda da farklı şeyler algılarız.

Bezen Hindistan dedi ki...

Iyi, o zaman kibritci kizi okuyuo da larayi aglattim diye kendimi kotu hissetmeyeyim:) gormek bile istemiyor o kitabi su an:))

Adsız dedi ki...

Yeliz ne kadar özel bir insansın sen. İnsana unuttuklarını hatırlatıyor, şöyle bir silkinmesini sağlıyorsun. Seni gerçekten seviyorum...
Sezen

Adsız dedi ki...

Ben Andersen'in masallariyla buyudum. Sanirim bir gazete ek olarak verirdi. Once okuturdum, sonra ben okumaya basladim. Bir de televizyonda cizgi filmleri cikardi, sonu guzel sonla bitirilen Disney versiyonlari degil, bilgidigin Andersen huznuyle bitenlerinden. Yas 4 bilemedin 5.Tas gibi oturur muydu icime, otururdu. Ama simdi geriye baktigimda bugunku bana dair gurur duyacagim ne varsa -- guclu, kuvvetli olmak, hayata kafa tutmak adina-- sanki dayanagi o masallar ve icimde yarattigi firtinalar. Bu yuzden cok cok sevdim ben Kurtlarla Kosan Kadinlar'i. Cogu cocuklugumda okudugum masallardi. Hisleri hala capcanliydi ama o hislerle ne yapacagimi bilemedigim donemlerde (korkularla yuzlesemedigim, yenik dustugum diyeyim) o masallarin alt metinlerini incelemek ve uzerinde dusunmek cok iyi geldi, ilham verdi.

Hayat toz pembe degil yav! Sonu prensle evlenip sonsuza kadar mutlu yasamak uzerine kurulmus masallari oldum olasi sevmedim. Oysa bir kibritci kiz, Kucuk deniz kizi, kar kralicesi, cirkin ordek yavrusu, prenses ve bezelye oyle mi! Ya ben bir kucuk drama kralicesiyim, ya bu masallarla oyle yogrulmusum ki kucuklugumden beri, daha az yarali bereli (arizali!) bir insan nasil olunur bilmiyorum diye atip tutuyorum! :)

Deniz kizinin bir erkege aski ugruna saclarini kesip herseyini feda etmesi, duygularina karsilik bulamayip kopuk olup okyanusta kaybolup gitmesi... Ustelik ikinci bir sans verilmisken. Az kadinin yaptigi sey mi?

Yanlis suruye dogdugu icin kendini cirkin hisseden, guzelliginin ve yapacaklarinin farkinda olmayan kucuk ordek yavrusu...

Yaktigi her kibritte hayallar kuran, o hayaller icinde sogukta eriyip giden kibritci kiz..

Her biri hakkinda saatlerce konusabilirim! (Hayir ne kitap kulubunuzu ne masal bulusmalarinizi ne yediginiz lahmacunlari kiskaniyor degilim!!!) :)

Sevgiler, Burcu



Post gibi

Julide dedi ki...

Masali okuyacagim ve senden bir talebim var. Chelinclarina ekler misin bilemicem. Bana masal ogret! Cunku yeni masallari bilmiyorum ve masal anlaticiligini simdi ogreniyorum.
Blogda yazmasan bile, mail at, bana masal ogret :((
Sunu yaziyim, aklimda kalmasin.
Simdi masala geciyorum. Hazir cocuk kitaplarina donmusken. Cem'in Annesi de kitap oneriyor, boyle boyle takipteyim simdilik ikinizi.

Adsız dedi ki...

Deniz kizi sesini mi veriyordu yoksa yaw bu arada? Sanirim buyuleyici sesinden vazgeciyordu evet!

Bak bir de Fransiz cizgi filmi vardi, Clamentine. Safi korku! Bizim kusagin psikopatlik derecesini artmissa yegane sebep. Ama iste onda ana fikir, mesaj, gercekcilik yoktu bana kalirsa. Sila'ya katiliyorum o yuzden: mesaj anlatimda gizli ve cocuk deyip gecmemek lazim, cocuk o mesaji alip koyuyor bir yere. O yuzden Andersen masallari hep bas taci ama Clamentine dusman basina! :) Burcu

rosehearted dedi ki...

oyy bu kitap cok farklı bir kitap ben de şahsen hic gormediğim ama sürekli haberleştiğim izmirde yaşayan theta healing uzmanı birinin tavsiyesi ile okudum bu kitabı, bunu mutlaka sen okumalısın demişti bana, cok etkilendim boyle demesinden hemen bulup aldım, ozümüzü hatırlatan bir kitap resmen! hatta bazı bolümleri kaldı tamamlasam iyi olacak

TUĞBA'NIN DÜNYASI dedi ki...

Masalı keyifle okudum, tanıdık da geldi belki başka bir yerde de okumuştum. Çocukken de çok severdim masalları, onlarla büyüdüm ve bu yüzden hayal gücü yüksek biriyim ve mutlu bir çocukluk geçirmiştim. Kendi çocuğuma da büyüdüğüm masallardan anlatmak hayali kuruyorum her zaman. Çok acayip çocuk kitaplarına denk geldim, zaman zaman alıp okuyorum çünkü. Değiştirilmiş olmaları çok fena geliyor bana, pek de yersiz ve komik yapıyorlar bazı yerlerini. Şu zamana kadar beni en çok etkileyen mutlu eden değiştirilmiş masallar ortaokulda öğretmenlik yaptığım yıllarda sınıftaki çocuklarımın bir sınav sorusu olarak bir masalın sonunu yazmalarını istediğimde akıllarından yazdıkları masallardı. Çoğu masalı bilmediğinden yazılı olarak verdiğim giriş gelişme kısmından kendilerine göre bir son yaratıyorlardı, bazen baştan sona da yazardık. Bu deneyim onları hem tanımamı hem de daha çok sevmemi sağladı. Masalların çocuklara zarar vermeyeceğine sonuna kadar inanıyorum. Masalsız bir çocuk ve dünya da hayal edemiyorum.
Sevgiler

okuyanguzel dedi ki...

Son yazılarına yorum bile yazamıyorum. Çünkü tekrar tekrar okuyup, iyice sindirip, düşünmeye başlamam gerekiyor.

Bu kadar derin yazmak zorunda değilsin ki... :)