Bugün blog yazmak için üçüncü girişimim içindeyim. Öncekilerin her birinden ağzımın payını aldığım için bundan da umutlu değilim ama işte bakacağız.
Sabah…
Nefis bir yağmura uyandık. Hafta sonu için bundan daha güzel bir başlangıç düşünemiyorum. Kahvemi aldım sabahlığımla terasa çıktım ve yüzümü gökyüzüne çevirdim, yüzümü yağmur yıkadı. Ablamların bir haftalık ziyaretlerinin sona ermesi bile neşemi kaçıramaz çünkü burda oldukları süre içinde biriktirdiğimiz anılar, kahkahalar, kimseden daha yakın olamayacağımı bildiğim birinin yanında olması hissi o kadar güzeldi ki, ancak şükredebilirim. İyi ki geldiler ve fakat her şey gibi bunun da sonu geldi.
Brüksel kış ayları hava ya ılık ama yağmurlu ya da soğuk ama güneşli olur. Çoğu ikincisini tercih ederken ben ilkine bayılırım. Soğuk hala alışamadığım uzak bir evlilik yoluyla akraba gibi, ama yağmur öz kardeşim. Canım yağmur. Canım toprak kokusu. Bu hafta çok zordu, belirsizlikler, hatalar, evin kalabalığı, işteki rutinimin dağılması derken dinlenmeye ihtiyacım olduğunu iliklerimde hissediyorum.
Derken yoğun yağmurun altında maç izlememeye karar veren muhterem yeni demlenmiş kahvenin haberini alınca oğlanı sattı, damladı eve. Kahve sohbet derken hadi market alışverişi yapalım dedik, ne de olsa diyet öncesiydi, diyette ne yenecek, diyetten önce son çıkışların menüsünde ne olacak düşünmeliydik, ablamlarla yemenin bokunu çıkarmıştık şimdi diyetin tam zamanıydı…
Sebzeler alındı, planlar yapıldı, haftalık menüler tasarlandı ve Arca’yı alıp eve döndük, beyran gömmeye. Gömdük de nitekim.
Üstüne çayımı içip blog yazayım dediydim, üstüne çayımı içip iki buçuk saat uyumuşum nasıl ama!? Bu da ikinci girişimim.
O kadar uyumuşum ki, akşam olmuş. Biraz ütü biraz yemek derken kendimizi “Cunk on Earth” izlerken bulduk ve günün yorgunluğuna direnemeyen muhterem üçüncü bölümü müteakip affını istedi, an itibariyle uyuyor.
Gerek akşamın 21:38’i olması gerekse uzun programda çamaşır makinasını çalıştırmam gerçeklerini alt alta koyacak olursak, ben blogda birkaç post yazarım gibi geliyor, hadi bakalım muhteremin kanepedeki horultularına ne kadar direneceğiz? Ya da Arca’nın “annneaaa sırtımı kaşı” nidalarına?
Ocak ayını yoğun kapattık, şubatı yoğun karşıladık. Herkes ve sürekli birbirine ne kadar yoğun olduğundan şikayet ederken, bir yandan Betül Mardin kulağıma çalınıyor: “Hep çalışacaksın üreteceksin, beynin meşgul olacak hep koşturman gereken işler olacak.”
İşte o vakit boşver diyorum, kafayı yemeyecek kadar meşgulse beynin ama hala üretiyorsa, güzel devam.
Ocak o kadar yoğunmuş ki söz verdiğim İstanbul yazısını bile yayınlamamışım. Yayında efendim, az sonra…
Bitirirken…
Diyetten önce son çıkışta mantarlı kremalı penneyi bir şişeye Şyakın şarapla gömmenin haklı ve mutlu gururunu yaşıyorum. Pazartesi ola hayrola
1 yorum:
Ne güzel tadını çıkarmışsın. Sevindim :)
Yorum Gönder