İlginç bir hafta sonu.
İlker hala İzmir’de.
Ana oğul takılıyoruz. Görevlerini (çöp atmak, depodan su vs getirmek, ders çalışmak) yaptığı sürece ilişmiyorum, malum sınav zamanı. Ders çalışırken konsantre olmak için odasında futbol topuyla garip hareketler yapmaya ihtiyaç duyduğunu fark ettiğimden beri, odadan çıkmamak, top sektirmemek ve alt kat komşuları şikayet ettirmeyecek seviyede tutmasına sesimi çıkarmıyorum. Biliyorum İlker olsa izin vermez. İlker olsa, donla gezmesine de izin vermez. Ama işte hava otuz derece, Türkiye’deki karşılığı kırk. Ve çabalıyor, allah için bir ergene göre gayet de çalışıyor, bana düşen onun işini kolaylaştırmak.
Akranları Türkiyede LGSye girdiler, kimsenin işi kolay değil, Türkiyede olsaydık o da o yolun yolcusuydu şimdi. Ama bakma ne kadar küçümsesem de buranın eğitim sistemini, buranın da kendi ayarında bir baskısı var. Başaramadın mı, yallah meslek lisesine! .
Ergenim Arca’nın sınavları başlayacak diye bu cumartesi en sevdiği hamburgercide rezervasyon yaptırdım. Evet canım, hamburgerciye ben geldim diyemiyor, rezervasyon yaptırıyorsun! Meğer maç var mıymış? Muhterem olmayınca bizim ofisteki gençlerden öğrendim. Eh madem hepsi biliyor bu maç Belçika ligi olamaz dedim, meğer büyük olaymış final mi ne? Arca rezervasyonu buna göre ayarlamış olduğuma beş yıldız verdi. Evet İlker yokken favori ebeveynliğe oynuyorum! Hamburgercide tavuklu salata yemem bile zirveden indiremedi beni, hey yavrum hey.
Dün buzdolabına dizdiğim sıra sıra meyveler (muz ananas çilek üzüm) ve hamburgeci akşamı, bugün pancake, sucuklu yumurtalı turşulu tost, üstüne pilav et sote ve iki porsiyon dondurma müsaadesi de zirvedeki yerimi sağlamlaştırmazsa ne sağlamlaştırır bilemiyorum!
Arca bir yana, ben bu hafta sonu, tüm hafta masabaşı geçirilmiş, beyin mikleyici her şeyi nötürlemek için kendimi paralarcasına ev bahçe işine nasıl daldım nasıl manyakça hiç oturmadan dinlenmeden ırgat gibi çalıştım, ona şaşırıyorum.
Sabahın erkeninde kalkmalar, kendini bahçecilere atıp iki saat o çiçek senin bu ot benim dolanmalar, eve varmadan markete girip bir saat de orada haftalık ihtiyaçları halletmeler, yetmeyip evi temizlemeler, o da yetmeyip en son altı ay önce temizlenmiş mutfak dolaplarına girmeler, terastaki çiçekleri, bostandaki sebzeleri dikmeler… üstüne haftalık yemekleri pişirmeler, çamaşıra ütüye dalmalar…. Aman yarabbi, domestiğe feci bağlamalar. Bana bir kadınlık geldi hemşire :)))
Arca bile bana dedi ki, “anne sen temizlik manyağı olmuşsun haberimiz yok”
İlkerle gururla paylaştım da kocama bir gülme geldi. Anam ben en son bu kıvam bir delirmeyi altı ay önce yapmıştım. Benim evle ilgili delirmelerim zaten daha sık olamaz, niye?
Ben anamın değil babamın kızıyım. Ben ortamda toz kir pislik olsa takmam, görmem, benim temizlik standartlarım o kadar düşüktür ki, ben eve temizlikçi almam (zira Avrupa entegrasyonunda benim gibisi görülmemiştir), hijyenimiz tehlikeye giresiye kadar ya da misafir gelesiye kadar tuvalet temizlemem. Annemin bize gün aşırı ovdurduğu lavabolara haftada bir ilişirsem iyi, yoksa ancak leşlik beni rahatsız ederse… Ki sizi temin ederim, benim temizlik eşiğim epey yüksektir, görmem, görmediğim için de temizlemem. Temizleyene de bir şey demem.
İşte mutfak dolaplarında o eşik aşılmış olacak ki, daldım. Nitekim yaz süresince misafirimiz eksik olmayacak. Ablamlar temmuz sonu gelecek, o ocak ayında getirdikleri kestane tezgahın ardında tost makinasının arkasında çıksa iyi mi olur ? Olmaz, arada temizlemek lazım.
Nitekim temizledim, çok affedersin götüm çıktı temizlerken. mutfak dolaplarının içleri temizlendi, son kullanma tarihi geçenler sepetlendi, bir nevi arındık, temizlendik, mis. İnşallah altı ay sonra yine mutfak dolaplarında buluşmaca.
Babasının kızı derken ciddiyim. Geçen İzmir’deyken, ablamlar filan hep beraber, babamın atölyesine gittik. Babam, elinde kalan malzeme, takım, makina ne varsa satmak istiyordu. Annem demiş ki, “elin ayağın tutarken değerde sat, çocuklar bilemez, ölür kalırız, malın mundar olur” akıllı kadın. Babam da mantıklı bulmuş, birkaç aydır ufak ufak satıyormuş. Lakin bir gün dedi ki, sizin koliler var, kitap vs, ben onları bilemem, bakın da işinize yaramayanları bağışlayalım. Gittik atölyeye.
Babamın kırk sene iş yaptığı, hepimizi geçindiren bizleri okutan büyüten ekmek teknesi. Hey gidi… o gün Mahallenin berberine tesadüf gelmiş Emin abi, babamın ustası koştu geldi, sarıldık, benim doğduğumu bilir, Emin abi. Atölyenin önünden gelir geçermiş de bizi görünce giriverdi, geçmişe döndük, gözler yaşardı. O da emekli oldu bizden, çocuklarını büyüttü. Benim kırmızı pinokyo bisiklet boyum uzayınca onun benden birkaç yaş ufak oğlana kaldıydı, ne sevinmiştim, zira boyum uzamıştı, ben ablamın beyaz bisanına sarkacaktım da, kardeşim yoktu, kim kullanacaktı gıcır gıcır baktığım pinokyomu?
94 krizinden sonra beli bükülen babam, akepeden sonra seksenlerdeki işlerini taahhütlerini alamaz olduydu. Eh 2000’lerin başında ikimiz de evliydik hatta ben artıl İstanbul’daydım, bakacak kimsesi de olmayınca istemeyerek emekli oldu, iyi oldu tabii o yaştan sonra ne uğraşacak. Attı kendini yazlığa, oyalandı mis. Lakin atölyeyi de hiç elden çıkarmadı. Hani işler düzeliverirse … ama … Öylece depo gibi kaldı. Evet depo gibi ama bir yandan da hiç düzeni bozulmadan müze gibi…
Küçücükken seke seke inip çıkardım merdivenleri, babamın bürosu kırk senedir aynı. Aynı kalır mı ya? Aynı. Tek fark benim İTÜ makina mühendisliği diplomamın çerçeveletip asılmış olması, Kepli fotoğrafımın yanına. Ben çerçeveletmemişim, babam sen ne yaptın!
Babamı devlet parasız yatılıda İstanbulda devlet okutmuş, meslek lisesinden birincilikle mezun olmuş babam. Hem çalışıp hem de makina mühendisliğinde okumuş İzmirde ama parasızlıktan üçüncü sınıfta bırakmış mezun olamamış. Hep gurur duydu benimle, “kızım Teknik Üniversitede makina okudu” diye… baksan ben onun mühendisliğinin tırnağı olamam. Ama o asmış benim çerçeveli diplomamı.
Atölye toz içinde.
Annemle ablam hiçbir yere dokunmuyorlar, bir parmak toz! Ben takar mıyım, her yere girip çıkıyorum. Benim evden hallice……
Babama diyorum, “otur da şöyle bir patron selfiesi çekelim,” çekiyoruz. Hepsini anlatıyor, kırk sene önce bile nasıl çalışırlardı, nasıl işler yaparlardı, o kazanı sığdıramamışlardı da atölyenin dışında kaynaklarını yapmışlardı, ha Emin!” Emin abi onaylıyor “ ha patron caraskal taktıydık da kaldırdıydık… ne günlerdi be…”
Annem uyarıyor, fare filan çıkabilir, ben kolilere dalıyorum, leş kir.
O gün benim kırk dört yaşımın son günüydü, alacaklarımı aldım kolilerden, çocukluğumun atölye günlerine veda ettim, Emin abiye sarıldım, babamın anılarını dinledim, çok güzeldi, çok dokundu.
Bugün leş toz içinde evi temizlerken… aklıma geldi, ben evin her köşesi tertemiz olan anamın değil, bir parmak toz içinde anılarıyla, toprağı eşeleyip çiçekler diken, çiçeklerine karşı serin serin oturup da bir kadeh yorgunluk içkisi içen, içerken de bir sohbet edelim yav deyip kızını arayan, hayattan her daim keyif almayı kendine amaç edinen, kimseyi sallamayan, sadece kendi için yaşayan kendini seven babasının kızıyım. Ne mutlu ki öyleyim…
8 yorum:
Ne mutlu sana :)
Çok güldüm okurken. Temizlik konusunda senden biraz halliceyim diyeyim. Eşime yardım ediyorum ara sıra. Baba konusunda çok şanslıymışsın bizim öyle ilişkimiz olmadı ne yazıkki. Hülya
Çok duygulandım ben yahu, gözlerimi yaşarttın Yeliz, duygularına bereket...
Babana sağlıklı, uzun bir ömür diliyorum...
Çok duygulandım hem yazdıklarınızdan hem de hatırlattıklarından dolayı. Çünkü ben de babamın kızıyım, aynı gamsız, neşeli , 7 kralla barışık kişilik. Nur içinde yatsın. Babanıza ve annenize sağlıklı uzun ömürler, daha uzun yıllar birlikte olun inş
Çenebaz
Şu sıralar babam da atölyesini kapatmakla meşgul, biz de atölyeye gidip tıpkı sizin gibi eşyaları gözden geçirdik, hatıraları aldık. Artık emekli olacak, makinelerini tek tek elden çıkarıyor bu ekonomik koşullarda daha fazla yıpranmasına gerek yok, artık bahçe işleriyle uğraşacakmış:) Temizlik konusuna gelince hiç sevmediğim şey ama mecburiyetten yapıyorum işte:))
canım yelizim,
çok yakın hissettim kendimi sana ondan bu samimiyet,
ev hijyeni konusunda aynı kulvardayız, neşe içinde geçen yazının sonu roman tadında devam etti, anlatımın, fotoğraflar, babacığın, hepsine bayıldım, gözlerim doldu. bi süredir bloguna bakmamışım, özlemişim sesini, hep mutlu kal.
platonik arkadaşın baisy:)
Ahucum 🥰
Canım Hülya, şans evet bence ebeveyn tamamen şans. Teşekkürler
Evde yazar. Ben de okudum tekrar gözlerim yaşardı :))
Canım Nurşen ablacım çok teşekkürler
Sevgili Çenebaz, çok teşekküler
Sevgili Fatma işte aynı babam! Çok iyi yapıyor baban. Gerçekten yıpranmasına gerek yok, baksın keyfiine, uzun sağlıklı ömürler dilerim
Sevgili Baisy
Çok teşekkür ederim, sevgiler
Yorum Gönder