4 Ocak 2011 Salı

Çocuklar ne işe yarar?



Madem istedik, doğurduk, büyütüyoruz, elimizdeki malzemeyi verimli kullanalım, heba etmeyelim.

Çocuklar köşe yastığı değildir, etinden sütünden faydalanabiliriz.

Günün çorbası ailesi çocuk denen canlıdan faydalanma kılavuzunu iftaharla sunar!!!

- Güldürür, eğlendirir: Bu canlı türünün konuşanı pek makbuldür. Eğlencenin etkisi o uyuduktan sonra da devam eder. Kendi aranda "ay şöyle dedi, ay böyle dedi" diye tekrarlarla neşeni bulursun

- Kitap sevgisi aşılar, daha doğrusu zorla enjekte eder : Kitap okumayan insan türleri üzeride ciddi bir yaptırımı vardır çocuğun. Ömrü hayatında okumadığı kadar çok kitabı bir gecede babasına okutarak öğretmenlerinin bile başaramadığını başarır. Azimli bir türdür.

- Sevmediğin misafire bahane olurlar : Misafirin geldi, sevmiyor musun, yanlarında durmak istemiyor musun? Kolayı var. Alırsın bebeni “ay çok uykusu gelmiş, bi uyutup geleyim” dersin bir saat odada takılırsın sonra “bi türlü uyumak bilmedi” diye kıvırırsın. Genelde konuşamadıklarından ve anneyle başbaşa geçirilen vakitten hoşnut olduklarından gönüllü suç ortağı olurlar.

- Sosyal olmanızı sağlar : Başka bebelerin anneleriyle dostluk kurarsın, yeni arkadaşlar edinirsin. Ev ziyaretleri, oyun grupları derken bakmışsın sosyal olmuşsun!

- Zorunlu egzersiz yaptırır : Bu canlının özellikle henüz ayaklanmış türleri yürüme bandı etkisi yaparlar bünyeye, illa ki 3-5 kalori yaktırırlar.

- Tüketim çılgınlığınıza bahane olur: napalım çocuğun ….si eksikti aldık, ….sız mı gezsin bebem?

- Blog mu yazıyorsunuz? konu sıkıntısı çekmenizi engellerler: en basitinden yedi içti zıştı yazısı karalayabilirsin, bi de fotoğraf koydun mu tamam!!

- Tespitlerin efendisi yaparlar (Hülya :) ): Hele de şöyle bir 1 yaşını geçti mi kendini hafiften tecrübeli sayarsın ya tamam işte!! Gelsin tespitler, gitsin gözlemler

- Bir çocuk doğurmuşsundur ama artık uzman doktorsundur, yerine göre eczacı, yerine göre pedegog… her şey hakkında ucundan kıyısından bir şeyler söylersin

- Yaratıcılığınızı geliştirirler: En son ilkokulda elinize aldığınız boya kalemleri ile (kisd senden bahsetmiyorum) kendinizin bile inanamadığı şaheserler çıkarırsınız. Yeri gelir hamur heykeller, yeri gelir bloklardan binalar... Bir bakmışsın heykeltraş, bir bakmışsın mimar, hey yavrum hey!!

- Sizi dünyanın merkezinde gören bu canlı tattığı ilk aşk duygusu ile tanrılaştırır sizi, o hamur olur siz sanatçı yoğurur şekillendirirsiniz, egonuz şişer, şişer şişer şişer...

Aman dikkat!
2 yaş dolaylarında PATLAR!!!

Hani bize dün Agora'da "merhaba" diyen...

Anne ve tatlı minik var ya...

Okuyorsanız teşekkürler, sizi kanlı canlı tanıdığıma çok sevindim:)

Damdan düşer gibi oldu, hikayeyi başa saralım.

Arca hala yazın aldığımız spor ayakkabılarını giyiyor.

Hayır utanmıyorum!

İçi yumuşak ve sıcak tutan cinsinden, üstelik Arca’nın ayakları hala 22,5 numara, eh ayakkabı desen taş gibi, üstüne İzmir’in bitmek bilmeyen ılıman sonbaharı eklenince Ocak ayı geldi biz hala bot tarzı bir ayakkabı almadık.

Hani burun hafiften dayanmasa kışı çıkarttıracağım ama soğuk yağmur çamur, dedik ki tasarrufun b.kunu çıkarmayalım.

Hafta sonları sevmiyorum alışveriş merkezlerini. Daha doğrusu sadece sabah seviyorum. Çalışanlarla birlikte açılış yapıp öğlen 12 dedin mi kaçacaksın AVM’den. Bırak Arcayla gitmeyi yalnızken bile daral geliyor. Bu hafta sabahları totomuzu kaldıramayınca pazartesi akşamına kaldı. Hızlıca yemek yedik, Arca’yı giydirdik, İlknur’u da kaptığımız gibi doğru Agora’ya. Güzel oldu bence, bomboştu, sakindi, Arca motor takmış gibi oradan oraya koştu. Akşamları da gidilebilir.

Önceden gözümüze kestirdiğimiz ayakkabıcıda indirim var. Ballı lokma tatlısı: ) O mu olsun bu mu olsun bakarken, birisi Arca’yı tanıdı, dahası ismimi söyledi ve hatta ötesi burasını okuyormuş!!

Çok salaklaştım. Yok ciddi salaklaştım. Ya biliyorum tabii yorum yazanlar, karşılıklı mesajlaştığımız dostlar oluyor. Çok eski dostlarımı, blog yazarı arkadaşlarımı saymıyorum bile. Ara sıra Nurturia’ya link verdiğimde okuyanlar da oluyor. Elbette birileri okuyor. Sanal ortamda birbirimizle tanıştığımız, yazıştığımız anneler oldu. Sonradan gerçek hayatlarımıza girdik birbirimizin dost olduk (Özge canım:)) Ama hiç beklemediğim bir anda böyle bir diyalog üstelik kanlı canlı karşımda bir anne ve tatlı kızını görmek çok salaklaştırdı beni. O anki şaşkınlığımı tarif edecek başka bir kelime varsa çekinmeden söylesin yoksa ömür boyu sussun: )

İnsanın bir hobisinin (evet yazmak benim hobim! boş zamanlarımızı sadece tiyatroya sinemaya giderek, kitap okuyarak, bisiklete binerek değerlendirecek değiliz, benim gibi arıza tipler yazarak da gönlünü eğleyebiliyor) başkalarına dokunabilme şansı vermesi çok ama çok özel bir şey.

Bu arada yanaklarım al al olmuş, salak salak sırıtarak dükkandan çıktığımızda, kıl İlker’in “sen bizi artık tanımazsın” geyiğini huzurlarınızda bir defa daha esefle kınıyorum.

Sonra o dükkana dönüp ayakkabı aldık Arca’ya, ilk baktığımız kahverenginin mavi-gri renklisini. Rahatmış, öyle diyor: )

3 Ocak 2011 Pazartesi

Dersimiz : Çalışan anne

İster istemez çocuğuna kötü söz söylediğin veya bağırdığın olur. Her zaman dişlerini sıkmayı ve çileden çıkarıldığın zamanları geçiştirmeyi başaramazsın. Anne olmadan önce de insandık, hala insanız.

Anne olmak bizi ne insanüstü yaptı ne de insanlıktan çıkardı.

Sadece bir insan yavrusu dünyaya getirdik, bu yavrunun bir insana dönüşmesine tanıklık ve rehberlik ediyoruz. Hani öyle aman aman abartılacak bir şey yok. Peşinen söylüyorum zira blog dünyası anaları nedense diğer ana türlerinden kendini farklı bir yerde görür, yok öyle bir şey. Önce insanız.

Blog anaları demişken, çok okur çok araştırırız ya, pek severiz bilimsel araştırmaları. Severiz kendimizden bir şeyler bulalım isteriz, illa ki buluruz. Bilmem kaç tane denek üzerinde yapılan bilmem ne araştırmasında % bilmem kaçlık kısma girer bizim hal vaziyetlerimiz.

Etiketlemek etiketlenmek, bunun üzerinden sonuçlara varmak en birincil keyfimizdir. “Çalışan anne” en sevdiğimiz etikettir. Pek çok şeyin açıklamasıdır.

“Eh çalışan anne tabii ne yapsın akşama kadar evde yok.“
“Eh anası çalışıyor tabii her istediğini yapar çocuğun”

Bizim çocukluğumuz zamanını hatırlıyorum, çalışan annelerin çocuklarına burun kıvrılırdı. Öyle ya bakıcı bakar büyütür, ya da daha şanslı ise anane babane elinde şımarır, kaç evin çocuğudur, şımaracaktır elbette. Öğretmen çocuklarına biraz daha sempati ile yaklaşılırdı. Eh onların anaları daha fazla süre evde.

Bunları çok duyduk ama yine de çalışan kadın olmak üzere yetiştirildik!

Öte taraftan çalışan annenin suçluluk duyduğu öyle çok dile getirilir ki suçluluk duymuyorsan, bu defa suçluluk duymadığın için suçluluk duyarsın ve vicdanın sızlar. O vicdan var ya o vicdan illa ki sızlatılacak.

Çocuğuna oyuncak, kitap vs alırken biraz daha düşünürsün, olmadı savunmaya geçersin, ama ama ama.. lar uzar gider.

Dersin ki yok öyle değil böyle! Yok benim derdim daha çok oyuncağı olsun değil, yok ben tüketmiyorum, ahan da filancanın anası çok şey satın alıyor, yok ben ikinci el alıyorum, beriki ucuzluktan almış, ha o zaman iyi, güzel.

Etrafına bir çeşit kendini ifade etme tuzağına düşersin.

Yazık ki sen ne kadar çok kendini ifade etmeye çalışırsan ne kadar debelenirsen o kadar batarsın.

Dünya kadar araştırma var gülüm sen kime konuşuyorsun! Biz seni bilmiyor muyuz? Sen çalıştığın için, yeterli sevgiyi vermediğini düşündüğün için çocuğun doyumsuz, sen tüketicisin, çocuğuna sınır koyamıyorsun, suçluluk duyduğun için daha pahalı oyuncağı alıyorsun.

Ve sen istediğin kadar…

“Yok benim vicdanım sızlamıyor, ben sadece iş haricindeki zamanlarımı ondan ayrı geçirirsem, vicdanım sızlıyor ve iş haricindeki her dakikamı onunla geçirmek, ondan çalmamak istiyorum” de,
İstediğin kadar “çocuğuma sınır koyuyorum, kesinlikle şımartmıyorum”
“ama benim velet tam kitap kurdu, Noel baba ne getirsin diye sorunca kitap diyor Allah canımı alsın” diye savunmalara geç,

Sesin, toplum tarafından kabul görmüş yaftalar arasında cılız bir tondan öteye geçemiyor.

Yani benim sesim: )

Pek yapmadığım bir şeyi yaptım, bu durumun üzerinde pek çok düşündüm, kafa yordum. Kendimi acımazsızca masaya yatırdım. Öyle ya, bir şekilde kendimle bu yafta-savunma işini çözmeliydim.

Ya savunmalarıma devam edecektim, ya da “evet abicim, para benim keyif benim hatta çocuk benim alırım da şımartırım da” deyip dayılanacaktım ya da…

Ya da… anneliğin tadını çıkaracaktım!

Kötü bir anne miyim?
Çocuğuma yeterli sevgi, ilgi, özgüven verebiliyor muyum?
Çalıştığım için suçluluk duyuyor muyum?

Hep kendime sormuştum, hep kendi içimde ya da İlkerle tartışmıştım bu konuyu, hiç birinci dereceden önemli insan yavrusuna danışmamıştım.

22 aylık el kadar bebe, araştırma sonuçlarından daha mı iyi bilecekti?

Öğleden sonra yaklaşık iki buçuk saatlik öğle uykusundan sonra, yarım tencere tavuk çorbasını mideye indiren Arca’nın kudurması gelmişken, Göztepe parkına gitmeyi totom yemediğinden, kapalı alan oyun-park yerine apartmanın önüne indiğimizde…

Evlerine dönmekte olan apartman sakinlerinin şaşkın bakışları arasında…

Hava sıcaklığı yaklaşık 8 C…

Lahana Arca ev hali beni böcekli eldivenleri ile zor tuttuğu kaynana zırıltısı ile kovalıyor…

Çığlık çığlığa yakalıyor…

Astronot Arca kavuşamayan kolları ile bacağıma sarıldığında, buz yanağından öptüm, döndü, iki adım attı, “seni seviyorum biliyorsun di mi” dedim. Tekrar dönüp sarıldı.

Ben cevabımı aldım, anneliğin tadını çıkarıyorum :)

30 Aralık 2010 Perşembe

Dumur diyalog #3

Şerefsizim ağzının tadını biliyor.

Balık var yemekte. (Balık yiyebildik ya sonunda artık hemen her post anlatırım:) ) Arca yedi, “doydim” dedi. Neyse ısrar yok, boya hamur oyalanıyor mama sandalyesinde, biz de buz gibi beyaz şarabımızı açmışız, mezeler tamam, demleniyoruz İlkerle.

Ben balık kafası sevmem, hiçbir hayvanın kafasını sevmem. İlker bayılır, yok efendim balığın en lezzetli yeri kafasıymış, yok efendim balığın kafası ile bir 70 lik bitermiş, miş miş miş…

Arca’ya yanak kısmından verdi. Arca önce itiraz etti, sonra yedi, hmmm…

Sonra İlker beynini çıkardı merhumun, Arca’ya dedi ki “al babacım, beyin bu, çok lezzetli”

O doymiş düdük beyni götürdü. Sonra yine yanak verdi, “yanak babacım al”

Arca “ıh beyin!” buyurdu.

İlker döndü, başka bir parça alırmış gibi yaptı, aklı sıra Arca’yı kandıracak. “Al babacım beyin”

Arca yedi, ama “yemedi” : ) “ıhhh beyin!!” diye tutturdu.

Hadi bakalım anlat şimdi koca balıktaki beynin minicik olduğunu!

29 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Kar Masalı

Burada hiç kar yağmaz!

Küçükken Bornova'nın tepelerinde kar yağdı mı, hemen atlar arabaya Sabuncubeli'ne giderdik. Birimiz eldivenini mi unuttu (İzmir'de pek eldiven de giyilmez), hemen paylaşılır, bir el cepte bir el kartopunda deliler gibi oynardık.

İlla ki küçük bir kardan adam arabanın ön camının önüne yapılır, karda oynamış olmanın verdiği rehavetle İzmir'e dönülürdü. Lakin daha arabayı park etmeden erirdi, kardan dostumuz.

Çok acıklıdır benim kar anılarım çook!

Üç kadın, üç anne çok fena dokundular kar anılarıma...

Biri, gebeşken tanıdığım, sevdiğim, okuduğum, paylaştığım dost
Biri, Nurturia sayesinde tanıdığım sevdiğim kalemini takdir ettiğim harika kadın
Biri, uzaktan sevdiğim, takip ettiğim güldüğüm "alemsin" dediğim, bildiğin OIP!



Aylardır "sürpriz" derlerdi de meğer bir anda duygu patlaması yaşanmasın diye alttan alta ısıtıyorlarmış bizi.

Aniden habersiz çıkıp gelivereydi ne olurdu halimiz?

Kitap istiyorum ben kitap!! Yoksa Iphone'dan da bilgisayardan da koparamam Arca'yı! Haberiniz ola!!

Şaka bir yana ne zaman istersem tıklayayım (tıklayalım) diye hemen yazılarımın yanıbaşında "Bir kar masalı", başucu masalı...

Birisi burada sizinle gurur duyuyor :P

28 Aralık 2010 Salı

Bir haftasonu anatomisi Vol.3 : Mike Tyson

Her seferinde diyorum ki “yok bu en beteri, bundan daha kötüsü olamaz”. Ama oluyor, her seferinde daha kötü, daha şiddetli, daha korkutucu, daha ömür yiyici!

Pazar öğleden sonra Arca uyanınca, market alışverişi yaptık, artık market alışverişleri bile eğlenceli! Sonra manava uğradık, Arca göz hakkı mandalinayı lüpletti tabii. Geçerken mezeler aldık, balık ziyafeti çekeceğiz kendimize, nihayet: ) Tam arabayı park ettik, elektrikler gitti. Hem de Narlıdere’den Karşıyaka’ya kadar neredeyse İzmir’in yarısı “black out”! Önce acayip küfrettik şansımıza, ev 8. Katta! Sonra üç dakika önce gelsek asansörde kalırdık, yine ucuz atlatmışız dedik. İlknurlara gittik. Arkadaşları vardı. Arca bol bol mum üflemece oynadı, güzel ablalara hava attı, numaralarını gösterdi. Elektrikler gelince daha da keyiflendi.

Tam içimden ne tatlı bir çocuk oldu canım oğlum diye geçirirken, İlkerin yanında İlknurun koltuğuna geçmeye kadar verdi, kırıta kırıta koşarken ayağı kaydı ve 22 aylık hayatının en şiddetli kapaklanmasını yaşadı. Gözümün önünde. Yüzünün şakağa yakın yanak ve göz hizasını yere çarptı, bütün vücudunun ağırlığı ile! Gözünün kenarı ve kaşı anında şişmeye başladı. En nefret ettiğimiz buz olayı tam yaygaraydı.

Eve gelip lasonil sürdük. Bütün akşam hareketlerini kontrol ettim, defalarca kafasına baktım. Ömür törpüsü. Onlar şahsen değil de yaşattıkları, yaşatacakları… Bu sebepten bu kadar sevilesi bu kadar güzel masum bu kadar ömrümüze ömür katan varlıkları var. Törpüledikleri ömrümüze biraz telafi: )

Tabii kuyruğu doğrultunca duramadık hemen geyiğe vurduk! Surat Mike Tyson modeli oldu! Hey yavrum hey doğuştan boksör: )

Bir haftasonu anatomisi Vol.2



Fotoğrafçılık kursunun son dersi.

Kordon'da pratik eğitimi.

Panning tekniği çalışılıyor.

Tüm kursiyerler Körfez'i arkasına almış, tek sıra halinde yan yana dizilmişler, herkes en iyi pan tekniği ile çekilmiş pozu yakalamaya çalışıyor (ki ilk defasında yapabilmek neredeyse imkansız)

Hoca konu mankeni olarak hızla bir sağa bir sola yürüyor.

Derken bu miskin Kordon sakini, İzmir'i yıkayan yağmurdan arta kalanların tadına bakmak için kursiyerlerin arasında başını uzatıyor.

Ben niye mi panning çekim yapmaya çalışmıyorum?

Eh ben köpeklerin her türlüsünden korkarım, ve ortamda köpek varsa her hareketini göz hapsinde tutarım ki bacaktan bir lokma almasın. Göz hapsinde tutuyorum arkadaşı : )

27 Aralık 2010 Pazartesi

Tea & pot


Çayın bir seremoni olduğunu Kore seyahati sırasında öğrenmiştim. İki yudumluk yeşil çayın hazırlanması, sunulması on beş dakikadan fazla sürmüştü. Belki bu sebepten tadı bir başkaydı.

Cumartesi günü resmen açıldı.

Tea & pot.

Aylar süren titiz çalışma, hemen her anına tanık olduğumuz için belki de, çok bizden bir işti. Herkes çok pozitifti. Herkes çok keyifliydi.



Eltinin biri gıda mühendisi, diğeri iletişimci. Elti gücü: ) Onlar İlker’in kuzenlerinin tatlı eşleri, soyadımız aynı, ben de elti oluyorum değil mi, uzaktan elti : )

Çoğunlukla Çin’den olmak üzere sayısız çay getirdiler, minicik sıcacık bir butik café’de buluşturdular, özenle misafirlerine sundular. Sunumları eşsiz bir seremoniydi. Her detay iki samimi kadının ince ince işlediği oyaları gibiydi. Antika mobilyalar ve fincanlar, özel çaydanlıklar, ev yapımı pasta ve kurabiyeler …



Yasemin çayı içtim, aklım kaldı. Sizin de aklınız kalırsa, bir paket de evde pişirmek için satın alabiliyorsunuz, hatta o dibinizin düştüğü çaydanlıklardan bile kendinize, sevdiklerinize hediye edebiliyorsunuz.



Hani Gazi İlkokulu’nun arkasında bir yol vardır, Efes Pastanesine birkaç dükkan kala, işte orada. Nihan’ı bulun ve size eşsiz çaylarını sunmasını isteyin, çayı fincanınızdan önce tatlı tatlı kelimelere dökmesini, nasıl içilirse keyiften dört köşe olacağınızı anlatmasını isteyin.



Çok keyifli çok…

26 Aralık 2010 Pazar

Bir haftasonu anatomisi Vol.1

Oyun grubu ile ilgili endişelenmeye başlamıştım. Her çocuk doğuştan girişken olacak değil, kimisi için zaman uygun olmayabilir, belki de Arca için erkendi. Belki uyku saatiydi, belki hastaydı... derken öğleden sonraki grubu denemeye ve hatta vazgeçmeye karar vermişken...

Arca deli gibi oyun grubu sayıklamaya başladı.

Y: rüyanda ne gördün annecim?
A: oyun guubu

Y: Nereye gidelim annecim?
A: oyun guubu

Y: Aaa ne güzel resim yapmışsın, ne çizdin bakalım?
A: oyun guubu

ÜA: Ay bütün gün oyun grubu diye tutturdu, annen götürecek dedim, dinletemedim
Y : Aman Ümit abla, bilmeyen de bayılıyor sanacak, sanki zorla götürmüşüm gibi beni de içeri istiyor, yoksa sürekli çıkmak istiyor.
ÜA: Yok ablacım götürün siz bunu, gazını alın, aklı kalmış.

Sonra Elfanam da vazgeçme dedi.

Hadi dedim gidelim, ama öğlen uykusunu alsın sonra götüreyim dedim, ama kuzenlerin açılışı çıkınca vaktinde oradaydık.

Bir özlemiş, bir özlemiş! Attı kendini oyunun kollarına!
Fazla kalabalık değildi, Arca en sevdiği ablasını taktı koluna, baktı kendi dalgasına!

İki çift laf bile ettim. Öğretmen anneleri kahve içmeye başka bir yere davet etti. Dedim Arca'nın sabıkası kalabalık, nasıl olur? Üstelik ben single mom takılıyorum, diğerlerinin analarını alsan babaları orada, ben gidince kimse kalmayacak. Olur olur, hem bu da bir deneme bakalım bırakabiliyor muyuz. Bıraktık. Cep telefonu elimde tabii.

Bizimkilerin yaşına uygun bazı konu başlıkları üzerinde durdu, yemek, sınır koyma vs.. Elfanamın tavsiye ettiği, benim epey önce okuyup sonra bir daha bakarım dediğim "Çocuğunuza Sınır koymak" kitabını önerdi. Hatta kitaptan sohbet ettik.

Henüz yarım saat geçmişti ki telefon çaldı, ağlamamış ama mızırdanmış. Gittiğimde ablalarla resim çiziyordu. Bana nerelerde oynadğını gösterdi. 4 yaşında Burak adında bir çocuk vardı, Arca ona "Berk" dedi, birlikte saklambaç oynadılar, "Berk"i top havuzuna gömdüler, zıpladılar, ancak "Berk" giderken gitmeye ikna oldu. "Berk"in anne babasına teşekkür ettim, çok tatlı bir çocuk dedim. Şok oldular, genelde küçüklerle takılmazmış, "kardeş yapalım" bile dediler.

Demek ki neymiş, tecrübeli annelerin ve uzmanların görüşlerine kulak asmalıymışız, sabırlı olmalıymışız, üzmeden zorlamadan tekrar denemeliymişiz. Bizim oğlan da böyle işte ancak iyice kendini güvende hissetmesi gerekiyor, öncesinde temkini elden bırakmıyor.

Başak da demişti, ben şu sınır koyma kitabını bir daha okuyayım, hadi yattım, uyudum.

22 aylık anne gelişimi

Arca 22 aylık oldu da ben 22 aylık anne olmadım mı?

2 yıllık anneliği doldurmaya 2 ay kala ibreyi anneye çevirelim, bakalım ne gibi gelişmeler var?

Kaba motor gelişimi : TAM NOT!

Bu ay itibari ile son derece hızlı panter kaleci özelliği bünyeye dahil olmuştur. Misal; Arca koltukta zıplamaktadır, Yeliz yanındaki koltukta oturmakta ve ortamı güvenli hale sokmaya çalışmaktadır. Arca’nın ayağı kayar ve kafa üstü yere kapaklanacakken Yeliz bir panter kaleci olarak zıplar ve Arca’yı ayak bileğinden yakalayıp kafasını yere değil koltuğa çarpmasını sağlar. En az zararla hadise atlatılır.

İnce motor gelişimi:
Bir taraftan kendi yemek yerken bir taraftan Arca’nın ağzına tıkıştırabiliyor, sağ ve sol el ile yemek yeme ve yedirme konusunda olduğu kadar Arca’nın üzerini kirletme konusunda da başarılı.
Arca kendi yemek yediği zaman daha az üzerini kirletiyor! Ancak bu gerçeği görmezden geliyor, çaba gösterdiği için anneye aferin veriyoruz!

Sanatsal faaliyetler:
Resim çok kötü, Arca’nın karalamaları bile daha başarılı.
Hamurdan heykel yapmak zayıf! Tostoramanı yaptığını söylüyor ama Arca “kirpi” olduğunda ısrar ediyor. “Aman çok biliyorsan kendin yap be senle mi uğraşacağım” cümlesi ve hayal kırıklığı ile bu aktivite direkt Ümit ablaya kaktırılıyor.
Müzik? Arca’ya göre şahane! "bi daha bi daha!" tezahuratlarıyla defalarca "Nane limon kabuğu" şarkısını söyletiyor.

Müzik konusundaki ciddi çabalara rağmen orta!

Kitap okuma:
İyi! Sadece okurken daha az uyuyakalmalı, bu konuda desteğe ihtiyacı var. Arca’nın dürtüp “oku” buyurması her zaman işe yaramıyor.

Masal anlatma :
İyi! Uydurma güzel ancak sonunu getirmede olayları bağlamada biraz destek almalı. At çiftliğinden küçük tayın nasıl kaçabildiği hala soru işareti.

Sosyallik:
10 NUMARA! Eve sürekli misafir gelsin, sürekli bir yerlere gidilsin, Arca bir şekilde oyalansın, anane babane her daim hayata dahil olsun.
Hatta parktaki anneler, sanal gerçek her ortamda sosyal olabilme becerisi yüksek!

Paylaşma :
Süper! Özellikle ev işlerini başkalarının üzerine kaktırmak suretiyle görev paylaşımı yapma konusunda çok gelişti. Hemen her ev işi Ümit ablaya, toz alma Arca’ya, yerleri süpürme İlkere, Pazar alışverişi babaneye, sofrayı toplamak gelen misafire itinayla kaktırılır.

Özbakım becerileri:
Gelişti.
Lohusalık dönemindeki kendini tanıyamaz anne yerini ayda bir saç kestiren kırışık önleyici kremlerini düzenli kullanan anneye bıraktı.

Kilo-boy gelişimi :
Boy artık uzamaz lakin yüksek topuklularla irtifa kazanılabilir.
Kilo standartın altında ki bu bir anne için iyi bir gelişim!

Organizasyon:

Gelişmekte!
İlker giyininceye kadar (ki en fazla 10 dakika) 2 koluyla ahtapottan daha ahtapot Arca’yı giydirip, eşyalarını, oyuncakları seçmesini sağlayıp, hazırlayabilmekte, bu arada kendi eşyalarını hazırlayıp giyinip makyaj yapabilmektedir.

Uyku düzeni:
Arca daha az uyanırken Yeliz’in gece uyanmaları arttı. Önlem almalı dikkat etmeli!

Rahatlık :
Gelişmekte. Daha bir “saldım çayıra ama illa ki kollana” halleri. Olacak olacak ümit var!

Olaylara bakış açısı:
İyimser, 2 yaşına 2 kalmış bir çocuğun penceresinden bakabilme becerisi kazanmaya çalışıyor. Umut verici.

Donanım:Okuduğu sayısız kitap ile "terrible 2" sendromlarını "lovable 2" durumlarına çevirme konusunda donanım sahibi. Teori desen zehir gibi pratik dersen sallanmakta! (Ali desidero)

Dil gelişimi:
Ortamdan etkileniyor. Arca ile olduğu vakitler yaşının çok altına takriben 2 yaşa kadar düşüyor. Tek kelimelerle konuşuyor. Normal yaşamında dil gelişimine özen gösteriyor.

24 Aralık 2010 Cuma

EMZİRME REFORMU GEREKLİ!

Blogcuanne Elif’i çok seviyoruz, takip ediyoruz. Çok güzel bir reform için kolları sıvadı, hepimize önayak oldu.
Bir mim başlattı, Özgüranne’den bize bir sobe geldi, hemen yanıtlıyorum.

Kimler yanıtlamak ister?

Başakçım, Hülyam, kisd, İlknur (çok uğraştığını biliyorum, bana ilham olmuştun)
bir el atsanız canlar: )

Sorular şöyle:
(1) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı sizce yüzde kaç? (*)
Çok düşük olduğunu (%1,3) sonradan öğrenip şok olmuştum, tahminim %50 filandı.

(2) Siz bebeğinizi ne kadar süre anne sütü ile beslediniz?
6 ay sadece anne sütü aldı. Sonra 1 yaşına 10 gün kala tamamen bitti.

(3) Kaç ay doğum izni kullandınız?
16 hafta kullandım.

(4) Yasal süt izninizi kullanabildiniz mi?
Evet ama bilinenden farklı bir yöntem ile. Şöyle ki;

39 hafta boyunca günde 1,5 saat izin kullanmak yerine 13 hafta boyunca günde 4,5 saat izin kullandım. Yani sabahtan öğleye kadar çalıştım, öğleden sonra evdeydim. Şirketim önce anlamadı, yok bildiğimiz usül olsun dediler. Yılmadım güzel güzel anlattım, akıllarına yattı. Çünkü matematiksel olarak onlara giren çıkan bir şey yoktu. Sonra ben kendimi biliyorum, o 1,5 saat erken çıkmaları bir süre sonra yapamayacaktım, hiçbir zaman mesai saatlerine uyamadım, yanacaktı izinler. Belki de şirkete batacaktı 39 hafta hergün erken çıkışım, çünkü benzer tecrübeler gördüm evvelden. Sonuç olarak böylesi çok iyi oldu. İş yerinde süt sağdım, erken de çıkınca 6 ay ilave hiçbir şeye gerek olmadan anne sütü ile tamamlandı. Sonra da stoklar ve sabah akşam gece emmeleri ile devam etti.

(5) Emzirdiğiniz ya da süt iznini kullandığınız için iş yerinde mobbing (tepki, işi bırakmanız için baskı) ile karşılaştınız mı?
Hayır kesinlikle karşılaşmadım. Kurumsal bir Alman şirketi olduğu ve kanunlara çok uyduğu için hakkım ne ise aldım. Ne eksik ne fazla. İş ortamında da sorun yaşamadım. Ama yaşayanlar oldu, gördüm, erken çıkışlara, süt sağmak için ofisten ayrılanlara iş arkadaşları tarafından tepki gösterilenlere tanık oldum önceden. Biraz da ben laf gelmesin diye şartlarımı çok zorladım belki bu sebepten karşılaşmamışımdır.

(6) Bebeğinizi toplum içinde, dışarıda emzirmeniz gerektiğinde sıkıntı yaşadınız mı?
Hiç yaşamadım. Bir pareom vardı, gerekli durumlarda onu örttüm üstümüze. Emzirme odalarını kullandım bol bol. Hatta Alsancak’taki Mothercare mağazasının arka tezgahları bizi iyi tanır: )

(7) Emzirme konusunda desteğe ihtiyacınız oldu mu? Gerek emzirme danışmanlığı, gerekse psikolojik olarak yeterince destek bulabildiniz mi?
İnternet ve bu yolda beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımın çok desteğini gördüm, ayrıca eşimin. Çok araştırdım, kendimi çok motive ettim. Ancak profesyonel bir destek almadım.

(8) Emzirdiğiniz süre boyunca etraftan “sütün yetmiyor, mama ver, bu çocuk meme emmek için çok büyük” şeklinde baskı gördünüz mü?
Arca ilk ayda doğum kilosunun çok altına düştüğünde doktorumuz henüz anne sütüyle devam edelim demişken etraftan “pek küçük mama verelim, toparlansın” dediklerinde üstlerine yürümüşlüğüm vardır. 1 yaşına yaklaştığında büyük insan gibi yediği ve anne sütünü sadece süt olarak içtiği için kimse pek karışmamıştı.

(9) Emzirme Reformu’nu biliyor musunuz? Sizce Emzirme Reformu neden gerekli?
Biliyorum, sadece annelerin değil, herkesin bilinçlenmesi için çok gerekli. Çocuğun sağlıklı yetişmesi sadece annenin sorumluluğunda değildir, toplumsal bir sorumluluktur.

(10) Emzirme Reformu’nu web sitesinde desteklediniz mi? Destek olmak için www.emzirmereformu.com adresindeki formu doldurmanız yeterli
Ben Blogcuanne’ye yorum bırakmıştım ama web adresindeki formu atlamışım hemen doldurdum.

Yukarıdaki soruları yanıtladıktan sonra, veri takibi yapabilmek açısından yazınızın linkini bilgi@emzirmereformu.com adresine gönderiniz.

(*) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı yüzde 1,3. (Kaynak UNICEF Türkiye). Annelerin yüzde 98′i doğumdan sonra emzirmeye başlıyor, fakat ilk iki aydan sonra genel emzirme sorunları veya işe başladıklarında yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle emzirmeyi ve anne sütüyle beslemeyi sonlandırabiliyorlar.

23 Aralık 2010 Perşembe

Ne tatlı bir yorgunluktu



Aldık aldık sonunda :)

Yemekten hemen sonra

'90 hits kanalı açıldı...

Arka planda Arca dans etmekte...

İlker süsleri hazırlamakta, uçlarına kanca takmakta ve
"fotoğraf çekmenin sırası mı kadın! kalk yardım et" şeklinde çemkirmekte...

Bense ağzım kulaklarımda mutluluktan uçmaktayım!!

Sonunda benim de gerçek bir çam ağacım oldu!

da...

şimdiden koca ağacı nasıl kutusuna geri koyup saklayacağız derdi sardı!

21 Aralık 2010 Salı

Geçmiş zaman olur ki

Hamarat insanlara çok özeniyorum. Hani her şeyi kendi yapan, eline her iş yakışan insanlar vardır. Bir poşetten bir oyuncak bebek yapabilir böyleleri. Annem böyledir mesela.

Konfeksiyonun bugünkü kadar kolay ulaşılabilir ve ucuz olmadığı yıllarda bütün kıyafetlerimizi annem dikerdi.

Dikiş, çocukluğumun en güzel anılarından biridir.

Annemin çok güzel dikiş dikmesinden midir yoksa dikiş malzemelerinin her daim ortalıkta olmasından mıdır bilinmez, çocukken terzi olmak isterdim. Annem Burda dergilerinin bütün sayılarını alır, içindeki patron kağıtlarından kalıplar çıkarırdı. Eski sabunları atmaz, kumaşı bu sabunlarla çizerdi. En çok da Duru elmalı yeşil sabun! Salonun geniş yerinde oturur, kumaşa ilk makası vurmadan hemen önce beni çağırırdı, “ oturma odasından koşarak gel” derdi. Çocukluğun heyecanı ile uzun koridoru patır kütür koştururdum. Mutlaka boynuna sarılırdım. “Ay tamam dur makas var elimde” değişmeyen cümle. Koşar gelirsem dikişin hızlıca biteceğine inanırdı(k).
Ben çok küçükken Singer dikiş makinası vardı annemin, altı dolap olanlardan, içine girip saklanırdım.

İşte bu resimdeki gibi…



Kumaşı iğnesinin altından geçirip sedefli beyaz ojeli parmaklarıyla iki tarafından gerdirdiği geliyor gözümün önüne, gözümü kırpmadan seyrederdim. Hep bir dikiş makinem olsun istemiştim. Parmaklarımı anneminki gibi iki tarafında çeke çeke tutturayım kumaşımı, makine bızt diye diksin.

O zamanlar cadde üzerinde olan Nokta kırtasiyesi, oyuncak da satardı. Nicedir vitrinden bakıştığım bir dikiş makinası vardı. Hem pilli hem de kollu. Minicik pembe beyaz. bayram harçlarımı biriktirmiş, üzerine de annemler eklemişti, kalbim küt küt, alıp eve gelmiştik. O zamana kadar elle yaptığım makine dikişini artık makinemle yapabilecektim, Allahım ne mutluluk. Annem ne zaman dikiş tezgahını kursa, ben de kendi malzemelerimi dökerdim. Saatlerce dikiş diktiğimi hatırlıyorum. Öyle tasarım harikaları değil tabii ki, oyuncak bebeğin annemin artan kumaşları üzerine yatırılarak çıkarılmış kalıplardan elbiseler, etekler. Keserken bez bebeğimin kolunu kesmişim, hadi bir dikiş de ona.

Terzilik çocukluk hayali olarak kaldı. Sonraları lisedeyken annemle şahane elbiseler, bluzlar diktiğimizi hatırlıyorum. Tabii o dikerdi ama ben de onunla Kemeraltı’na iner Tatarlar’dan Hacılar’dan köşedeki parça kumaşçıdan kumaş seçerdim. Sağda solda gördüğüm modelleri anlatırdım, annem yine Burda dergilerinden çıkardığı kalıplarla uydurur, dikerdi. Defalarca prova defalarca oynama, kurcalama. Çok keyifli günlerdi.

Sonra sonra hazır giyim ucuzladı, dikmek külfet gelmeye başladı anneme. En son ablama hamile kıyafetleri diktiğini hatırlıyorum. Öyle bıkmış ki dikmekten şimdilerde dikiş desen “aman pazarda 3 kuruşa alasını alıyorum, ne gereği var, o kadar zaman harcamanın” der. Belki de ben odadan koşup gelmiyorum ya artık tadı kalmamıştır dikişin:)

O zamanlardan kalma bir alışkanlıkla, alışverişe çıkmadan önce dergi karıştırırım, satın alacağım kıyafetleri önce kafamda giydiririm kendime. Sonra butikteki tezgahtarlara anlatırım, şurası şöyle burası böyle diye. Genelde anlamazlar, başka bir şeyler önerirler. Kabinde denediğim kıyafetlerin hemen hiç biri aklımdakiyle örtüşmez, pek çok defa elim boş dönerim.

Alışveriş dönüşü İlker ne aldığımı sorar, çoğu zaman "hiç" derim, nasıl bir şey aradığımı anlatırım, "hadi" der "nerde gördüysen gidip alalım". Alamayız ki kafamın içinde gördüm ben o kıyafeti.

Geçende alışverişe gittiğimde yine bu geldi aklıma, keşke annem gibi derdimi anlatabildiğim bir terzi olsa elimin altında, istediğim elbiseleri anlatabileyim, istediğim kumaşları birlikte seçelim, sonra dikelim. Ya da keşke vaktim, becerim, sabrım olsa, kendim diksem eski günlerdeki gibi.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Çocukluğumda hiç çam ağacı süslemedim ben!

Neden bilmiyorum, yani ağacımız yoktu hiç olmadı. Hani yılbaşı kutlamayan bir aile miydiniz deseniz, yooo hem öyle bir acayip kutlardık ki öff! Sofralar kurulur, tombalalar çıkar, video olduğu yıllarda eğlence illa ki kaydedilir, ertesi günlerde de seyredilir, hatta dansözlü kısımlar geri sarılarak defalarca izlenir, Zeki Müren heyecanla beklenir, Zeki Müren de bizi görecek sanılır: ) Harika geçirirdik yılbaşlarını. Kokinamız eksik olmazdı. Bir de ablamla mutlaka gramafon kağından yaptığımız kedi merdivenleriyle, para biriktirip köşedeki kırtasiyeden aldığımız balonlarla, süslerle evi süslerdik. Demek ki o yıllar yılbaşı ağacı süsleme olayı pek moda değilmiş diyeceğim bu durumda. Ha bir de minik not, şimdi annemlerde devasa bir ağaç her yıl süslenir.

İlk yılbaşı ağacımı İlker aldı bana. Okuldayken anlatmışım özencimi demek ki, yılbaşı hediyesi olarak almıştı. Yıllarca o maki (20 cm kadar olunca ağaç demek pek saçma geldi) evimizi süsledi. Hatta hiç unutmam, İlker askerdeyken annemler bana gelmişlerdi, yılbaşı arifesi hadi dedim çıkaralım ağacımızı süsleyelim, itina ile paketlediğim diplerden çıkarıp, özenle kutuyu açıp içinden bu çalı çıkınca annemler kocaman ağaç kuracağımı ummuş olacak epey dalga geçmişlerdi, hala özenle kutusundan çıkarışımı taklit edip gülerler. Gülsünler napalım benim ilk yılbaşı ağacımdı o!

O küçük makinin üzerine ağaç koklayamadık bak seneler geçti. Geçen yıl özenip büyük alacak olduk hadi dedik Arca’nın anlayacağı zamana bırakalım.

Cuma günü izin aldım, arabanın alım satım işleri devlet daireleri, arta kalan zamanda İlkeri ayarttım, çam ağacı alacağız. Bornova’da işimiz vardı, gitmişken İkea’ya girdik. Şahane süsler var, ağaçtan önce süslere daldık. Hatta ağaç devrilmesin diye bir düzenek yapmışlar, ondan bile aldık.

Ağaçları bir türlü beğenemedik. Kipa’ya geçtik, yok, en iyisi Koçtaş’a da bakalım dedik, elimizde süslerle döndük.

Pazar sabah erkenden önce Koçtaş’a gittik, yok güzel değil. Sonra AVM’deki oyuncakçıya baktık, yok buradaki de vasat. Tekrar Kipa’ya gittik, artık kesin ağacı alacağız. İstediğimiz ağaç kalmamış. Bastık Bornova’ya gittik, orada da yok. Yine İkea’ya girdik, yok yine içimize sinmedi, dünya para ama yapraklar seyrek seyrek! Alsancak’a inecektik, dönüşte Gaziemir Kipa’ya girdik. Orada da kalmamış! İlker “var mısın Karşıyaka?” dedi orada kopmuşum!! Çok ama çok kıl bir çift olduğumuza İzmir’in yarısını turladıktan sonra karar verdik.

Eve elimiz boş döndük.

Arca çok keyifliydi ama … arabada Barış Manço’nun nane limon kabuğu şarkısını defalarca çaldırıp "hapşuuu" diye eşlik etti, her durakta dışarı çıkıp yağmurda yürüdü, birikintilere şap şap yaptı, hatta Kipa’da tırtıla bile bindi.

Hadi biz sabrederiz de işin kötüsü Arca süslere hasta oldu, oynamak istedi. Ne kadar gıcık bir çift olduğumuzu, kıçı kırık bir çam ağacını bile beğenemediğimizi anlayacak durumda değildi.

Bari nefsi körelsin diye, akşamın ilerleyen saatlerinde emektar çam makisini törenlerle kutusundan çıkardık.

Arca büyülendi. Noel Babalara hediye paketlerine bayıldı.

Bir de şu düdükler (ne deniyor onlara bilmiyorum) kalmış geçen yıldan, yaklaşık bir saat birbirimize üfürttük, çok neşeliydi çook! Yılbaşı öncesi eğlence provası oldu.


Süsler hazır, yeri belirlendi, sabit tutacak kaidemiz mevcut, bir de süslemek için deliren bir sabırsız Arca var elimizde! Tek eksiğimiz bir çam ağacı şimdilerde!

Ah hülya canım hülya

Hülya harika bir iş için çorbada tuzu olsun istemiş, çok da güzel bir kampanya düzenlemiş. Biz de çorbaya biber ekelim mi daha da lezzetli olsun?

hemen buraya bir tık.

16 Aralık 2010 Perşembe

Görmemişin Yılbaşı Çekilişi

Onları ilk defa 23 Nisan buluşmasında tanıdım. Güzel gözlü güzel yüzlü bir kadın ve afacan bir oğlan. Arca daha ilk adımlarını atıyordu ama Berk’in topuna musallat olmuştu. Tabii biz birbirimizi ilk defa gören iki anne, aman bebelerimiz birbirine zarar vermesin aman öbür bebenin annesine ayıp olmasın falan diye pek kibar gülümseyerek anlaşmıştık aramızda. O gün Elvan bizimle olduğu için çok kalamamıştık.

Nurturia sayesinde dostluğumuz gelişti. Hemen her görüşmemizde aralarında çok güzel bir elektrik doğdu Arca ile Berk’in, hep birlikte (paralel) oynadılar. Bildiğin kanka işte! Tuna’dan sonra en en en bi samimi arkadaşı oldu Berk!

Arca ve Berk dostluğundan birkaç kare ...




Gelelim yılbaşı çekilişine… Nurturia güncellemelerini çok iyi takip edemiyorum, Allahtan çekilişi Özge organize etmiş de son anda farkına vardım, katıldım. Bize çok tatlı bir minik kitap kurdu çıkmıştı da hiç tanımıyorduk. Hediyemizi gönderdik, arkadaşlık teklif ettik, kargo takibi yaptık, ses yok. Ay noldu acaba derken mail ve mesajla yerine ulaştığını öğrendik, sevindik.

Bu arada Özgeyi sıkıştırıyorum, Arca kime çıktı diye. Ser verip sır vermiyor.

Artık Özge’nin organize ettiği çekilişlere katılmayacağım, daha ağzı gevşek bir arkadaşın organizatör olmasını istiyorum!

Bir taraftan gelen arkadaşlık tekliflerini kabul edip duruyorum, lakin tanımadığımız birilerinin hediye göndereceğinden nerdeyse eminim. Hatta o kadar eminim ki gün içinde Ümit abla ile görüştük, paket geldi, açalım mı dedi, dedim yok beklesin akşam fotoğraf çekeceğiz, tam gönderici adını okuyacaktı, boşver dedim nasıl olsa tanımadığımız birileridir.



Derken Nurturia’daki güncellemeleri okuyasım geldi, pek adetim değildir. Nil uzun uzun yazmış, yok teslim alanın adını biliyorum, yerine ulaşmış, yok insan bir evi arar, yok niye ev adresi veriyorsun, işini versene… Yok dedim, ama jeton düştü. Ümit ablayı aradım, gönderen NİL!!!


Nasıl bir heyecan, döndüm bütün güncellemeleri tek tek okudum.

İşte Nil'in güncellemelerinden çekiliş heyecanı:

1 hafta önce, çekiliş sonucu açıklandığında:

Yihuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu:))))))))) ballıyım ballı ballıyım ballııı :)))) lay lay lommmmmmm:)))))ay çok sevindim. hepinizi ayrı ayrı seviyorum ama yok daha fazla ip ucu vermeyeyim ohh yandan yandan zor tutuyorum kendimi ne zaman yollayacağız hediyeleri zamanı var mı?

ben heyecanlıyım.gerçekten.Berk kime çıktı bilmiyorum.Ben hangi yavruma alacağım onu biliyorum.Hepimiz ben dahil ben kime çıktım yapıyoruz:)

Annelere değil,kuzulara odaklanın valla bak mutlu olacaksınız.Buradaki tanıdığım her annem bir çocuğu illa ki mutlu eder.Bizler de hediyeyi yavrularımıza iletirken tezahurat yaparsak ohh keyfe bak.ay hadi yaaa yarın gönderek.tamam tamam 15 inde:)))

6 gün önce

Akşam hediyesini alacağımız yavruma,hediyesini Berk'e seçtirdim.kendini abi,arkadaşını kaadess ilan etti.goncamın aldığı makinayla hemen
fidyoladım:)))aynen tekrarladı mutlu oldum:))




13 Aralık pazartesi

Çekilişte bize çıkan kuzuma hediyesini aldık.Çok eğlendik.
Berk yaptı seçimleri,ben sadece doğru yere yönlendirdim:)))ilk hediyesini seçti,kime aldığını bilerek.Kaptığı gibi hediyeyi,kasaya koştu.ben de peşinden.Kasadaki adama
"Abiii,adım.Derk adıı." dedi kasaya koydu.(Abi ben aldım)
"Annee,Derk .... adııı.Derk?(anne aldık arkadaşıma:) (adını söylüyor) ikinci Derk deyişi banada alalım.
Gurur duydum oğlumla.Çekiliş gününden beri akşam hediye alacağımız kuzumun adı dilimizde.Olayı eğlenceye dönüştürdük.Hadi hediye alacağız,kadeş sevinecek Paketi açacak ne diyecek?
-Derk adııı.Tekeddüm (Berk almış,teşekkür)
Bugün de alışverişi yapınca hiç huysuzlanmadı,gayet eline alıp alıp bu ,bu diye sordu bana.Berk'e sadece bir hediye alıp çıktık,hakkının bir tane olduğunu çok tekrarladım.Resmen eledi eledi bir tane beğendi.Bugün sanki büyük bir adamla alışveriş yaptım.Gurur duydum.
uleyn Özgeee:)))benim gibi içinde tutamayan birine yapılır mı bu:)))Güncelleme de yapmadan duramıyorum:))


2 gün önce:

Özür dilerim yazmak zorundayım,oğlum hediye aldığı kuzumdan tel bekliyor,dün akşam tutturdu,..... araaaaa diye:)))))) yarın paket elinizde : akşama Berk'i ararmısınız? çünkü ben bilmeden sana teşekkür edecek,çok sevinecek diye kafasını şişirdim.Puhaaaaa yarın anlayacaksın sevgili arkadaşım bu yazdıklarımı.Berk'i takiptesin biliyorum bu sebeple telefon manyağı olduğunu zaten biliyorsun.

Dün:

Kargom saat 12.00 de teslim olmuş,ah annem ah,niye ev adresini veriyorsun, akşama evde süpriz var.allahtan alıcıyı da ismen tanıyorum:))))
off yaa,sabırsızlanıyorummmmmm.


saat 14.49 hala almadınız mı yaa:((

Hala bu kadar güncellemeyi okuyup da nasıl kafamın basmadığına şaşırıyorum.

Hemen İlker’i aradım, “ooo Arca’nın kankası Berk, super!!” dedi. Hemen plan yapıldı, İlker video çekecek ben diğer makinayla fotoğraflarını çekeceğim. Deli Nil, deli bağlar gibi paketlemiş, elim ayağım titredi, bıraktım İlker açtı. Koyduk Arca’yı önüne, önceden de bunları sana Berk göndermiş dedik. Nasıl sevindi. Ne büyük şans, tanıdığı sevdiği bir arkadaşından hediye almak!

Heyecanla açtı, önce arabaya hasta oldu. O dandik ittaiye arabası dediğimiz oyuncağın yanında bu Cars arabalarından koymuşlar, en çok bu çekiciyi sevmiş ancak Arca’nın haşin sevgisine zavallının ömrü yetmemiş çöpü boylamıştı. Şimşek makkiin de bizim nam-ı diğer bip bip arabamız olduğundan pek sever, makkiinin arkadaşı der. Nitekim kudurdu. Miki Fare!! Hem kitap hem miki fare delisi, Berk’in harika seçimi, hemen açıp baktı resimlerine. Yine Cars’ın aletli kitabı! Of nasıl sevdi nasıl bayıldı!

Yazık ki Arca teşekkür etmeyi bilmiyor, sadece kafayı öne ıh diye eğiyor, bir bakıma selam veriyor. Tabii Berk canım benim telefonda bunu duyamadı, sadece “Berk, kitap” dediğini duydu. Berk Arca yerine de teşekkür etti, nasıl güzel bir duygu, adam oldu arkadaşından hediye alıyor, arkadaşı ile telefonda konuşuyor. En komiği yemek yiyeceğiz deyince bütün hediyelerini mama sandalyesine taşıdı, 2 tane etli enginarı götürdü hediyelerin aşkına. Gece boyunca oynadık, arabasını yatağa aldı. Sabah da en az 4 defa daha Miki Fare’nin kitabını okuttu.

Hele o mektup, defalarca okuduk, Arca’nın özel kutusunda saklıyoruz.

Nil, Berk, Murat ne harika insanlarsınız, size çok seviyoruz : )


Y: Arca, Şimşek Mcqueen ne renk annecim?
A: KI-MI-NIIIII

:P

14 Aralık 2010 Salı

Arca'ya hayvanları sevdirme procesi

Çocukluğuma kısa bir dip dalış yapsak, köpeklerden korkmam için yeterli sebebim olduğunu herkes kabul eder. Pek çok köpek saldırısına maruz kaldım. Ama bu kediler ve diğer tüylü hayvanlara dokunamamamı açıklamıyor. Evet ben hayvanlara dokunamıyorum, tüylü olanlara. Böceklerle aram iyidir.

İlker tam tersi. Eve böcek girdiyse gazete ile bile öldüremez sheltox yeliz devreye girer. Diğer taraftan tam bir köpek delisidir.

Ben ölesiye korkarken ve yolumu değiştirirken okul zamanlarında Rotweiler cinsi bir köpek edinmişti. (hmm beni uzaklaştırmaya çalışmış galiba ama ben azimle yapışmışım adama : ) ) Arthur sayesinde biraz dokunabilir olmuştum. Ama lanet hayvan bacaklarıma tırmanıyordu ve acayip rahatsız olduğumdan yaz sıcağında pantolonla dolaşır olmuştum. Epey sıcak bir yazdı!

Neyse… Hayvanlarla münasebetim yok, ilgim de yok. Gezegenimizi bu dostlarla paylaşmaya lafım yok ama ilişkimizi asgaride tutarsak sevinirim… derdim. İnsan anne olunca öyle hödö hödö konuşamıyor. Hayvanları sevsin, gezegendeki tüm canlılarla iyi anlaşsın istiyor anne yüreği. Bebek odası konseptini bile hayvan üzerine yapmıştık. Arca daha doğmamışken dünyanın parasını verip National Geography peluş hayvanları ile doldurduk odasını. Hep bir hayvan teması var hayatımızın içinde. (İncelenesi bir aileyiz?)

Bir gün İlker belgesel izliyor (ay pek entel dantel bi aileyiz, biz dizi izlemiyoruz, belgesel izliyoruz:)) ) ben hiç hazzetmiyorum. Yok o onu yemiş yok bu öbürüyle çiftleşmiş, zinhar ilgimi çekmiyor.

Kaplumbağa ile kurbağayı bile birbirine karıştırırım, ötesi var mı!

Hayvanlar filan Arca ilgilendi tabii, koştu geldi seyrediyor. Hani ben de öğretici anne olacağım ya başladım ahkam kesmeye. (bir de televizyon izliyoruz bari iletişimimiz olsun, TV başında kilitlemeyelim telaşındayım, biri beni vursun, nolur!!)

Yeliz: Aaa Arca bak keçilere!
Arca: Keçi
İlker: ya Yeliz antilop o, yuh!
Yeliz: (istifimi bozmuyorum) Afrika keçisi annecim, antilop, söyle bakim
İlker: yürü git Yeliz ya
Yeliz: sus bakim, ben de öğreniyorum işte!

………….

Yeliz: arca koş fok çıktı, fok

Arca koşar peluş fok balığını alır, gelir.

İlker: Babacım nolur annene bakma deniz fili o!
Yeliz: lımbır lımbır sürünüyor işte fok balığı gibi
İlker: Görmüyor musun hortumu var!
Yeliz: Hadi be öyle hortum mu olur ç.k kadar hortum! Bak öbürü hortumsuz o fok işte
İlker: O da deniz aslanı
Yeliz: Aman be, ne diye bildiğin fok belgeseli çekmiyorlar! Fili aslanı ayrı çek foku ayrı çek, hem küçük çocuk ne anlar deniz aslanından. Fok annecim o sev sen fokunu, ooo cici

Bu arada Arca bir elindeki foka bakar bi televizyona bir şey anlamaz tabii.
Tam o sırada köpek balığı gelir, Jaws’tan biliyoruz köpek balığını!

Yeliz: Köpek balığı geldi annecim baaak
Arca: BA-Lİ-NA!
Yeliz: Al işte artık beni takmıyor artık!

Bık bık bık… derken bazı vahşi hayvanlar bazı sevimli hayvanları yemeye yeltenir, Arca kucaklanır, ortamdan uzaklaştırılır, belgeselle ile hayvanları sevdirme projesi rafa kalkar.

Bu kadar hayvan muhabbetine buyrun Arca'nın son klibi!

“A” de bakim “AAA” bi de “YE” de “YEEE” …..

ayı from yeliz minareci on Vimeo.

13 Aralık 2010 Pazartesi

kısa... kısa...

Arca kar ile tanıştı. Cumartesi sabah serpiştirdi, tam hadi bari balkona çıkalım diye giyinirken durdu, vazgeçtik, pencere kenarına ilişip seyrettik. Ara sıra durdu, Arca’ya karı bizim yağdırmadığımızı söylememişiz, “bi daha ! bi daha!” diye çıldırdı.

Oyun grubunda bu defa daha iyiydi, en azından ağlamadı, kendi isteği ile ayrıldık, giderken ablalara “hokkayay” dedi. İnkilap kitapevinde daha çok eğlendiğini söyleyebilirim (entel çocuğum öyle hoppidi zıppidiler olgun evladıma göre diil - bir geyik sıkıştırmazsam olmaz) Nurturia’daki çekilişte bize 12 aylık bir tatlı oğlan çıktı, tanımıyoruz, ilgi alanı kitaplarmış, aman pek sevindik. Arca’nın o aylarda sevdiği kitaplardan aldık, umarız o da kitapla yolculuğunda bu yeni yol arkadaşlarını sever.

Pazar günü iki saat düz vites araba çalıştık İlkerle. Sanıyorum sigarayı bırakmasının kötü bir zamanlama olduğunu fark etmiştir. Önceki iki denemeye göre iyiydim. İlker “gaza bas! Gaza!!” diye haykırırken arkada Arca da “gaza! Gaza!” diye tempo tuttu. Bir ara “in anne ben geçicem direksiyona” cümlesiyle dile geleceğini sandım. Yokuşlar tahminimden iyi sadece ben trafiğe çıkacaksam sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli ki etrafta benimkinden başka araç olmasın. Olduğu an panik anne devreye giriyor.

Arca inanılmaz bir kriz yaşadı. Böylesine hiç tanık olmamıştık. O salya sümük ağlar ve çığırırken biz İlkerle birbirimize soran gözlerle bakakaldık. Pazar günü öğle uykusuna çok geç yattı, Orçunlara gidecektik ve artık kalkması gerekiyordu. Perdeyi açtım, a uyandı dedim, yok henüz afyonu patlamamış. Biraz kucağımda kestirdi. Neyse uzun zamandır görmediği Orçuna gideceğiz deyince sevindi, hadi giyinelim dedik. Pantolon giymek istedi, üzerine 2 kazak koydum, seçsin diye. “kımını”yı seçti. Buraya kadar her şey normal. Pijamasının altını çıkardım. Başladı ağlamaya. O an anlamadım zaten. Anlasam anında pijamayı geçiririm, hiç inatlaşmam da, öyle bir hal aldı ki olay, Arca ağlıyor, ne demek istediğini anlatmıyor, ben elimde pantolon istersen öbürünü giyelim diyorum. Tam inatlaşma! Bir taraftan kucağımda. Bu arada çantaya koyduğu oyuncaklarını rahatlık olsun kendi taşısın diye sırt çantasına koyuyoruz, ağlıyor, başka torbaya koyuyoruz daha çok ağlıyor. Sürekli kucağımda, kendini sakinleştirmeye çalışıyor. Böyle bir yarım saat gitti, ben ömrümdense 1 yıl! Bir şekilde sakinleşti, pijamayı gösterdi, giydirdik, sanki yarım saat böğüren çocuk o değilmiş gibi laylalom arabaya bindi, mezeciye giderken elmaları götürdü, Orçunlarda gayet keyifliydi, anlattık, inanamadılar. Neyse ki şarap iyiydi, mezeler iyiydi, akşamın geri kalanı neşeli geçti. Arca ilk defa haydari yedi, “naneli yoğurt” şeklinde tanıştırdık kendilerini. Yakında rakı balığa başlarız: )

Balık demişken hala yiyemedik desem : )))))

10 Aralık 2010 Cuma

Arca'ya masallar .. Miki ile tiki ormanda

Hülya’nın ilginç bir lafı vardı, ormanda kaybolmakla ilgili fantezilerimiz var diye, ne gülmüştüm. Dikkat ettim benim masallar bir şekilde ormana yönleniyor. Bir nevi kırmızı başlıklı kız sendromu. Ya da hayvanlarla iletişimi kopuk ananın bebesine hayvan sevgisi aşılama telaşı, eminim pek eğreti duruyordur.

Son zamanların favori masalını paylaşıyorum, dikkat! hiç bir hakkı saklı değildir, -hiç sanmıyorum ama- olur da beğenen olursa bebesini bu masala maruz bırakabilir.

Miki ile Tiki bir gün ananelerini ziyarete gitmeye karar vermişler. Ananelerine ulaşmak için ormandan geçmeleri gerekiyormuş. Konuşa konuşa ormanda gezerken Kunduza rastlamışlar, havadan sudan, dereden tepeden derken Kunduzun değneklerden yaptığı evi yıkılmış.

---nasıl diye sormayın, ben de o kısmı uyduramadım---

Kunduz çok üzülmüş. Miki ile Tiki demişler ki “gel beraber yapalım evini birlikten kuvvet doğar” Hemencecik evi yapmışlar, Kunduz çok sevinmiş, demiş ki “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa “HA Hİ HO deyin” ben hemen gelirim.” Miki hadi len demiş içinden sen daha kendi evini yapamıyorsun nasıl yardım edeceksin bize. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.

Bir ördekle karşılaşmışlar, “senin ne işin var burada gölde olman lazım “ demişler, ördek de “kayboldum, gölü bulamıyorum” demiş, bizimkiler hemen yardım etmişler, ördeği göle götürmüşler, ördek çok sevinmiş, demiş ki “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa “HA Hİ HO” deyin ben hemen gelirim.” Miki yine hadi len demiş içinden, canımız portakal soslu ördek çekerse portakalları da kap gel deriz, yoksa sana ne ihtiyacımız olacak demiş. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.

Bir yavru atla karşılaşmışlar.

---Arca her seferinde tay diye düzeltiyor, kıl oluyorum, biz öğrettik onu sana oğlum sen kime satıyorsun hey??--

“senin ne işin var burada annenin yanında olman lazım “ demişler. Tay ise “aman ben sıkılıyorum onlardan kaçtım, kafama göre takılıyorum” demiş. “aman olur mu öyle şey, hadi bakalım doğru annenin yanına” demişler ve katmışlar ufaklığı önlerine annesine götürmüşler. Anne at çok sevinmiş ve demiş ki, “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa HA Hİ HO deyin ben hemen gelirim.” Miki yine içinden küçümsemiş, sen önce bebene sahip çık bacım demiş içinden. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.

Bir yılan çıkmış karşılarına “tsss” demiş, “ee?” demişler. “sokacaktık da” demiş

---burada Cem Yılmaz’ın el hareketi yapılır, odada İlker varsa yarılır gülmekten bu sahne hemen atlanır---

“Yürü git” demişler, gitmiyor illa ki sokacak.

---Arca hala uyumadığı ve her HA Hİ HO kısmını buraya kadar defalarca anlattırdığı için artık baymıştır ve anne kendine eğlenecek bir şeyler aramaktadır.---

Neyse… Tiki “HA Hİ HO” demiş, bir ördek sürüsü gelmiş, yılanı gagalamış kaçırmışlar, bizimkiler bir oh çekmiş.

Sonunda ananenin evine varmışlar. Bakmışlar anane çok hasta, hastaneye götürülmesi lazım. Ne yapsak derken yine Tiki “HA Hİ HO” demiş, anne at koşmuş gelmiş. Demiş ki; “ben ananeyi götürürüm ama at sırtında çok zor olur, bir at arabasına ihtiyaç var” Saksıyı çalıştırmışlar ve hop Tiki yine “HA Hİ HO” demiş, Kunduz gelmiş. Hep beraber bir araba inşa etmişler, ananeyi içine koymuşlar, doğru hastaneye gitmişler.

Miki hayvan dostlarını küçümsediği için çok üzülmüş, hepsine teşekkür etmiş.

Sonra da gitmiş yatmış uyumuşşş, hadi Arca iyi uykular

Arca : HA Hİ HO BİYA!
Yeliz : hayır annecim bir daha ha hi ho anlatamam, ışığı kapatıyorum, sen uykulara dalıyorsun rüyanda miki ile tikiyi görüyorsun.

Arca : HA Hİ HO
Yeliz : hay dilimi eşek arıları şeetsin, annecim bak bugün Hülyayla konuştum, Tuna o kadar büyümüş ki uyu deyince uyuyormuş (artık bu muhabbeti pek yemiyor)

Arca : Berk?
Yeliz: evet annecim Berk çoktan uyumuş biliyorsun okula gidiyor

Arca: Ela?
Yeliz : Ela bu masalı dinleyince hemen gözlerini kapatıyormuş, hadi gözlerini kapat bebeğim ben şimdilik buradayım

Arca : ha hi ho ha hi ho…
zzzzzzzzzzzzzzzzzzzz

Sol ayağım

Film değil ama film gibi …

Benim sol ayağım! Yıllardır kullanmadığım sol ayağım.

Aslında bu sabahki yaklaşık 40 dakikalık yolculuğumuz “sol ayağım” adında bol kahkahalı, biraz gerilimli, çok da stresli bir film sayılır! Kullanmaya kullanmaya körelmiş.

Debriyaj diyorum! Ah diyorum yaktın beni diyorum.

İlker gaza geldi, ders almama gerek yokmuş, düz vites araba ile 3 gün işe beraber gidelimmiş, o bana süper öğretirmiş. Sen öğretirsin gülüm benim, ben öğrenebilir miyim? İşte sanırım bunu hesaba katmadığı için günün bu saatlerinde epey pişmandır.

İlk günün bilançosu:

* Bismillah daha arabaya bindiğimde hödük gibi arabayı çalıştırdım, pat stop etti.
* Yokuşta kaldım, 10 dakika en az 3-4 defa stop ettirdim.
* Yolda giderken 3’e takacağıma 1’e taktım ki İlker’e göre üstün başarı madalyasına hak kazanmışım!
* Otobanda araba sollarken gaza basacağıma frene bastım.
* Debriyajın yerini unuturum diye sol ayak bilekten kıvrık ama balataları yemeyeyim diye debriyaja da basmıyorum, az sonra basacağım diye havada öyle duruyor, yer çekimine yenilmiyorum ama bilek bir süre sonra zonklamaya başlıyor.

Yani yapılmaması gereken ne varsa yaptım!

Ve tüm bunlara rağmen akşam yine ben kullanacağım hem de Cuma trafiğinde.

Çarem yok, arabayı düz vitesli aldırdım mı? Aldırdım!

Otomatik olanı da sattık mı? Sattık!

Bundan gayrı yapacak bir şey yok öyle böyle öğrenilecek.

Özel ders alma fikri bu sabahtan sonra aklıma daha bir yattı nedense. Maksat 8 senelik evliliğim yıkılmasın! Derdim o!