“Hobisini işe
dönüştürmek” diye bir tabir var ya, gerçek anlamda yapmak istediği şeyi değil
de başka işleri meslek edinmiş kimselerin hayalidir, etrafımızda pek çok
örneğini görürüz. Peki ya “işini hobiye dönüştürmek”? Sizi bilmem ama benim
aklıma bu sınıflandırmaya giren tek kişi geliyor: babam. Emekliliğini ilan
ettiğinden beri işi tamamen hobiye dönüşmüş durumda. Yıllardır atmadan
biriktirdiği her parça malzeme, eşya da bu hobi öyküsünde birer karakter.
Bu kış projesi, atölye ve
depo olarak da kullandığı yazlığın bahçesindeki kulübeyi genişletmekti. Böylece
bisikletlerimiz için daha uygun bir yer açılmış, raflar eklenmiş, kulübe (yeni
boyutlarıyla artık müştemilat diyebiliriz) iyice ferahlamıştı. Tam orada köşede
en üste bir dolap koymuş babam. Gözüm bir yerden ısırıyor. Ahşap kapaklar kare
ızgara şeklinde, uzandım kulpuna boyum yetmedi, o ızgaralardaki boşluklara
parmaklarımı geçirerek kapağını açtım. Tabii ya! Bizim otuz senelik banyo
dolabının kapağı! Boyum o zaman da yetmezdi kulpa ve yine parmaklarımı o
ızgaralardan geçirerek kapağı açardım. Bizimkiler o dolabın durduğu evden
taşınalı on sene oldu neredeyse, dolabı ne yaptı bilmiyorum ama kapaklarını ne
yaptığını artık biliyorum!
Yarattıklarının “eldeki
malzemeler”le yapılmasına son derece önem veren babamın geri dönüşümcü akımın
öncüsü, “do it yourself” çılgınlığının babası olduğunu rahatlıkla iddia
edebilirim.
Dün akşam itibariyle
muhteremle birlikte start verdiğimiz sadeleşme girişiminde anladık ki
istifçilik konusunda babamın kızıyım! Her şeyin bir hatırası, her parçanın bir “değerlendirilebilirliği”
var benim gözümde. Sorun şu ki bende babamdaki geri dönüşümcülük yeteneği
olmadığı için yaşadığım ortamları sadece çöp eve dönüştürüyorum.
Sadeleşme girişiminin
amacı belli. Çıkmaz ayın son çarşambası taşınacağımız evimize yerleşirken
gereksiz yüklerden arınmış olmak. Nasıl olsa vakit bol, nasıl olsa evin planı
bizimki ile aynı, yani sığardık sığamazdık gibi soru işaretleri yok diyerekten
planlarımızı yaptık, temizleyelim, düzenleyelim, yeni evde bir tek yerleştirmek
kalsın, dedik.
En bela oda dolap odası,
diğer bir deyişle “tıkıştırma odası”. O odayı evimizin her şeyi IKEA’dan
aldığımız dolaplarla, daha fazla saklama alanı yaratarak düzenli hale
getireceğimiz düşüncesi tatlı bir rüyaydı. Zira saklama alanı büyüdükçe
sakladıkların artıyor. Misal mail kotamı artırsın diye IT uzmanımızdan ricada
bulunmuştum, sağ olsun artırdı, peki ne oldu? Yine kotam yetmiyor. Bizim dolap
odası da o hesap.
Dün Arca’yı anneanne ve
dedeye bırakıp erkenden İzmir’e döndük. Derhal odaya daldık. Vakumlu torbalara
konacaklar, yazlığa sepetlenecekler, atılacaklar… Ooopps orada dur bakalım,
atılacaklar mı? OOO YOO!... Sevmiyorum atmayı, attırmayın bana!
Bu işe tek başıma girişseydim çöp dahi atmaz sadece dolapları
temizleyip düzelttiğimle kalırdım. İlker bu işe tek başına girişseydi, bugün
kıçımıza giyecek don bulamazdık. Onun atılacaklar diye ayırdıklarını
didikliyorum, yok onu kullanırım, yok bunun hatırası, berikinin değeri derken
birkaç parçayı muhterem görmeden dolaplara gerisin geri tıkıyorum. Ben
telefonla konuşurken bakıyorum tıktıklarımı çıkarmış, hesap soruyor bana. Düşün
yani nasıl eğlenceli bir akşamdı. Yok yav latife etmiyorum, harbi çok
eğlenceliydi. Ne zamandır bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum.
En çok takıştığımız
kısım, Arca’nın sanat eserleriydi. Eli kalem tutmaya başladığından beri çocuğumun yaratımlarının bir sayfasını atmamışım. Hangi kutuyu açsam, hangi çekmeceye
baksam hep Arca’nın faaliyetleri, resimleri, elişleri… Önce direndim, “Bunları
ayıracağız, Arca gelince onun rızasını alıp öyle atacağız” dedim, ama İlker Nuh
dedi peygamber demedi. “Tabii ki atmayalım diyecek, saklayalım diyecek, ama
bundan beş sene sonra sakladım bunları dediğinde sana deli gözüyle bakacak!”
şeklindeki sağlam argumanıyla mantık hücrelerime dokundu allahsız! Direnecek oldum, “Susan Stricker” dedim, o bana “saçmalama” dedi.
Ben “pedagoji” dedim, o “yürü git” dedi. "Sanat" dedim, “hadi len”, dedi.
Tahmin
edileceği üzere, her evlilikte olması gerektiği üzere asgaride anlaştık. Ben kocaman bir kutu en özel çalışmalarını ayırdım (Yok artık anneler günü, babalar günü resimlerini de atacak değildim!), İlker de direnmedi. (yani aslında direnecekti de baktı, kendimi o kutuya bağlayıp "beni de kutuyla birlikte atarsın!" diyeceğimi anlayıp bıyık altından güldü, deliliğime verdi kanımca)
O gözüm gibi
baktığım kutuyu sakladım ama aklımın ruhumun bir köşesi hala Susan Stricker’a,
Arca’nın sanatına, sanata ve sanatçıya ihanetimizi affedemiyor. Ah ulen İlker
bizim oğlan sanatçı filan olamazsa yeminle senin yüzünden olamayacak!
15 yorum:
Aynı senin gibiyim ya. Abartmıyorum kilo aldığım için üzerime olmayan kıyafetlerimi bile saklayıp zayıflayınca giyerim diyorum. Çocuk geldi 9 yaşına ben hala zayıflayacağım da onları giyeceğim. Peh peh peh... Ama atamıyorum işte. Bir de bazı eşyalarn güzel kutularını atmayıp sakladığım da doğrudur. Durumum vahim anlayacağın.
Ahu
:)
Ne varsa atarım! :) Acımam! :)))
Her 2-3 ayda bi' evden 2-3 koli eşya çıkarırım :)
Tek bi' tişörtü bile, eğer bi' sezonda giymemişsem veya 1-2 defa giymişsem, yok kilo almışsam dar geliyorsa veya kilo vermişsem, bol geliyorsa: heeemmen yardım kutusunu boylar! :)
Elimin altında her zaman kullandığım, her daim kullanacağımdan emin olduğum şeyler durur.
Bu kuralın istisnası kitaplarım, defterlerim ve de fotoğraflardır. Tavsiye ederim, ferah ferah yaşıyor insan... eheh :)))
Vallahi saygı duydum:)
Bakarım ve sorarım "gecen sene kaç defa giydim?" " benim giydiğimden daha çok giyebilecek var mı?" "giydiğinde benden daha mutlu olacak var mı?" diye verilecekler arasına karışır kıyafetler.
Her 2-3 ayda bir 2-3 koli esya cikarabiliyosan belki de atmayi degil almamayi denemeye baslamalisin :))
Beni etkileyen bir belgesel var, Temizlik Hastaları adı, trt-hd kanalında, izlemediysen internet üzerinde de izleyebilirsin, onu izledikçe evdeki eşyayı azaltmaya başladım, alışveriş yaparken de iyice düşünüyorum.
ben de bazılarından ayrılamıyorum.. bir defa bile giyeceğimi bilsem veremiyorum:( ah evet aynen koca bir kutu, hediye kutusuymuş, atmamışız ilker kafama geçirecekti boş kutuyu:))
evet sittirellam ben de o ferahlığı seviyorum, bir süre sonra hop başa dönülüyor ama olsun o his güxzel:) takdir ettim.
Adsızcığım yorumuna güldüm, katıldım ama şu var ki kıyafet için konuşuyorum eski kalite ve dayanıklılık yok kıyafetlerde. on yıldır atmadığım giysilerim de var ama bazıları bir sezonda giyilemeyecek hale geliyor. Üstelik ben trend moda şeyler almam zamansız parçaları severim yani sıkılmaktan ya da modası geçtiğinden değil de gerçekten giyilemeyecek hale gelince atmak zorunda kalıyorsun:(
evet ben de aynı düsturu benimsiyorum. Uzmanlar da bunu yapıyor.
teşekkürler serpil, bakacağım. eşyayı en aza indirip sadeleşmek en büyük ferahlık. Yaz geldi diye halıları kaldırdık o bile rahatlattı:)
Asla biriktirmem.Hiç bir eşyaya bağlanmam.Evde lazım olur diye de saklamam çünkü lazım olduğunda gidip alıyoruz:) O eşya yığını arasında ölürüm ben sıkıntıdan.
Çocuk sanat eserlerini saklamak için ise : https://www.artkiveapp.com/
Sevgiler.
Hep atacagim diyorum ama sonra bir bakiyorum birikmis de birikmis.
Ama tasinirken nasil dert oluyor o esyalar anlatamam Yeliz. At arkadasim at atabildigin kadar
Bende de öyle bir oda var işin içinden çıkamadığım . Duru nun eserlerinin hepsini saklamam mümkün değil çünkü her gün onlarca şey yazıp çiziyor. Bu işe şöyle bir çözüm buldum. Fotograflarını çekip pinterestte oluşturduğum gizli klasöre kopyalıyorum. Şimdilik çok çok özel olanlarını ise kağıtolarak saklamaya devam ediyorum.
"Adsız" gibi, anında teşhisi koyanlara gelsin...
Manyağım ben. Her gün gidip poşetler dolusu eşya alıp sonra da her 2-3 ayda bi' oturup 2-3 koli eşya eliyorum.
Çünkü para bok... Çünkü alışveriş benim için bi' çeşit spor...
Bende o beyin yok çünkü; "almazsam, atmak zorunda da kalmam" düşünemiyorum. İyi ki benden zeki insanlar var da böyle aydınlatıyorlar beni, sağ olsunlar.
Teallam yareppim.
Dur, sonuna gülücük de koyayım da çok sempatik-pek sevimli dursun :))
Yeliz'e...
Yelizcim, eşimin annesi tam bi' stokçu. Psikolojik rahatsızlığından ve her ay kendine almakla kalmayıp bize de koli koli gönderdiği eşyalardan aylar önce blogda bahsetmiştim. Evine gittiğimizde açtığım her kapaklı mobilyadan üzerime devrilen eşya yığınlarını gördükçe boğulacak gibi hissediyorum. Belki de bu tetiklemiştir bendeki "tutma, at!" durumunu.
Evde halı bile -kedi kızlarımdan dolayı- kullanmıyorum. Eşime ve bana gelen promosyon malzemeler bile daha elimize ulaştığı an "şurada kullanılacak" veya "hemen atılacak" diye etiketleniyor kafamızda.
Senden daha çok ihtiyaç duyan insanlar varken hiçbi' şeyi evde tutmamanı ısrarla tavsiye ederim. Kullanılmayan eşyalar dolap beklediğinde bu ihtiyaç duyanlara da biraz haksızlık oluyor. (tamamen şahsi görüşüm,uzmanlar da böyle düşünüyorsa negzel)
Hafifleyeceksin... Madden, manen...
Arca daha nice sanat eserleri döktürecek nasılsa. Dokuz odalı saray yavrusunda yaşasanız yetmez... Her şeyi kayda almanın imkânı var artık; dijital arşiv meselesini düşünmelisin. Bi' tarayıcı, bi' de 2 teralık saklama alanı yeter tüm resim, video ve diğer fotoğraflara...
Yani... teknoloji sağ olsun.
Yorum Gönder