30 Temmuz 2017 Pazar

Lost in transportation in Brussels

Ay geldi ecnebi memlekete hemen de yabancı dil yumurtluyor diye düşünene dalmayacağım, hakkımda atıp tutmak serbest, lakin bilin ki, Lost in Translation filmine gönderme yapıyorum (entellektüelitemlen ezmeyeyim de...).

Sondan mı başlayalım, yoksa toz ve bulut evresinden mi? Her şekilde toz ve bulut evresine geçeceğimi hepimiz biliyoruz, değil mi?

Peki, tamam kaldığımız yerden başlıyorum.
İşyerinin benim için ayarladığı otel bence şahane. Çünkü çok merkezi bir yerde, işyerine, şehir merkezine ve ev bakmak istediğim muhitlere ulaşım çok rahat. O kadar merkezi bir yer ki, havanın gece ona kadar aydınlık olduğu bu günlerde, otelin hemen önündeki havuzun etrafı insanlarla dolu. Birasını, şarabını peynirini alan havuzun etrafında oturuyor. Bir de bu ecnebi gençler hep yerlerde. "Ayol çocuğum oralara ayakla basıyorlar, üstün başın kirleniyor, mikrop kapacaksın" ya da "taşa oturma çocuğun olmaz" diyerekten kollarından tutup kaldırasım geliyor, sesimi çıkaramıyorum. Fransızcaya acilen hakimiyet kurmalıyım. Kursları araştırıyorum. Duolingo yükledim. Bonjour Madam! Otelin internetini hunharca kullanıyorum. Whatsapp görüşmeleri, dizi izlemeler, ev aramalar, app yüklemeler... Yaşasın free wifi:) Bak yine daldan dala atlıyorum. Atlama Yeliz sırayla git.

Otel demiştik. 25 metrekare bir oda. İnsan burada nasıl yaşanır diyor ama düzenini kendine göre ayarlayınca yaşanıyor. Düzen şart, yoksa zaten döt kadar odada bile dağılabilirsin. Her yeri kendime göre düzenledim. Bir de üşenmedim, videolar çektim:) Ha bu arada bloga yorumumda youtube kanalı açmamı öneren bhtr (Bihter mi?) çok teşekkür ederim, pek güzel oldu. Evet yüklemeyi başarabildiysem, işte ben:)


Bu da salon puhahah. Ne salonu ya... Masa başında oturmaktan yorulunca götümü kaldırıp bir adım atıp hop biraz da koltuğa geçiyorum, o kadar. O komidin kenarda fazla duruyordu, önüne çekiverdim, salon dediğim bu işte, bir koltuk, bir sehpa, bir de pencere önü manzarası.


Yatak odası da iki yatak bir komidinden ibaret zaten... Yıllanmış evliliklerin çiftleriyle ilgili bir tespit var, iki kişilik yatakta tek başlarına yatsalar bile yayılamazlarmış, ben böyleyim ama İlker ben yataktayken bile yayıldığından (evet bazen suratımda bir kolla uyanıyorum) onun için geçerli değil. Neyse işte yatağın birinde bendeniz birinde şehir haritası yatıyoruz.


Ve çalışma odası. Youtube'ta benim videodan sonra Buse Terim'in çalışma odasının turu(!) var. Benimki on saniye onunki on dakika:)))) Neyse artık evimiz olunca ezeriz Buse'yi. Burada Delhaize (benim kaba telaffuzumla delhayze ama aslında kibarca delheyz deniyormuş) diye bir market var. Ürünleri çok ucuz ve markasından hangi ürünü aldıysam güzel çıktı mesela bu çikolatalar yummm...


Mutfak da gerçekten her şey işe yarıyor. Allah için güzel düşünülmüş. Ocağı, mikrodalga fırını, tenceresi, tavası, makarna süzgeci, sürahisi çaydanlığı, tirbüşonu, konserve açacağı, her şey var... İzmir'den gelirken french pressimi (hem kahve hem de bitki çayı için), tea&pot'tan aldığım bitki çaylarımı, tarhanamı, kefir mayamı ve maya için gerekli plastik süzgeçle, plastik kaşığımı getirmiştim.

Kefir mayama ben yokken ilgi gösterilmeyeceğini biliyordum, herkesin işi başından aşkın maya mı düşünecekler:) İyi ki de getirmişim. Yalnız ilk gün aceleyle marketten çıkarken süt aldım, daha doğrusu aldım sanıyorum ama hayır meğer ayranmış. (pek de iğrenç allah günah yazmasın) Neyse ki canım mayam bir gün daha suda bekleyiverdi. Üretime geçip İzmir'deki gibi eşe dosta dağıtmalı. Neden? Çünkü mayanı çoğaltıp dağıtacaksın ki, bir gün senin mayan ölürse, evvelden yavrularını dağıttığın arkadaşlarından birinden alabilesin. Ne? Ne yani? Kendimi düşünmeyeyim mi? Nerelere gitti bu mayanın yavruları, Brüksel'e gelmiş çok mu?


Uzun lafın ve uzun videoların kısası, gayet güzel yaşanıyor abicim, 25 metrekare deyip küçümseme. Üç ev gezince küçük alanlara sığışmaya psikolojimi hazırlamam gerektiğini fark ettim de, bunlar hep alışma çabaları.

Ev dedim ama hayır henüz oraya gelmeyeceğim, sırayla gidiyorum.

İşle ilgili ilk günler, yabancılama oldu tabii. Tamam evvelden yaptığım işle alakalı ama üreticisin artık, yani işin mutfağındasın ve ne de olsa her şeye bir anda hakim olamıyorsun. Kısaca günlerim toplantılarla, tanıtımlarla geçti ilk hafta. Yorucu ama güzel. Üç aylık koca bir tatilden sonra çalışmak iyi geldi bile diyebilirim (sonra yani şikayete başladığımda bana bugünleri hatırlatmak serbest:)) İşle ile ilgili güzel olan başka bir şey de ofiste çok sayıda Türk olması. Aynı departmanda çalıştığım arkadaşımla zaten komisyon toplantılarından ve başından beri tüm süreçten tanışıyorduk, ama onun dışında da çok Türk olması iyi. Her konuda yardım ediyorlar, akıl veriyorlar, sağ olsunlar. Bir grup bizim yaş civarı, bir grup da bizden epey genç olanlar otuz yaş altı. Cuma akşamı hep birlikte Türk lokantasına gittiğimizde tanımadıklarımı da tanıma fırsatım oldu. Sadece Türkler değil, İtalyanlar, Yunanlılar... pek çok milletten insan var ofiste. Öyle işte...

Müthiş yoğun ve yorgun geçen ilk günün ardından salı günü, bankada hesap açtırmam gerekiyordu, erken çıktım. Hesap açtım, emlakçı görüşmeleri ve özellikle google maps için gerekli olan GSM hattı, sınırsız kullanım yapabileceğim toplu taşıma kartını da halledince keyfim yerine geldi. Artık ev aramak için tüm teknik donanımım hazırdı.

Brüksel için tipik Avrupa şehri diyorlar, öyle sanırım. Bana Avrupa iyi geliyor. Düzen, tertip, saygı, açık hava müzesi gibi binalar, sanat eserleri, sokak çalgıcıları, parklar, ormanlar, havuz başında sohbet eden insanlar, yaya geçidinde yol veren araçlar, bisikletler, metro ve tramvay hatları... Seviyorum ben. Her işimi halledebildiğim o gün de, Leffe Blonde ve bir kap patates kızartmasını duvarında heykeller olan binaya karşı götürürken bir başıma bunların tadını çıkardım. İlla ki zor zamanlar olacak illa ki özlemler olacak ama dediğim gibi bana bu havalar iyi geliyor... Evropa ah evropa:)

Bir taraftan da İlker ve Arca'nın vizesi için buradaki şirket bir şey yapabilir mi diye sıkıştırıyorum, bir şey çıkar mı bilemiyorum tabii ama işte elimizden ne gelirse... İlker de İzmir'de deli gibi işlerini bitirmeye çalışıyor, gerçi vize çıksa da hemen ertesi günü gelemeyecekler ama bir an evvel çıkması için dua ediyoruz. Her şeyde bir hayır var derler ya, galiba benim onlardan önce gelmem iyi bile oldu. Arca'nın beni özlemekten başka keyfi çok yerinde zaten. Geçen haftayı annemlerle geçirdi, sesinden mutlu olduğu belli. Gelseydi, ben zaten bütün gün işte onlar ev peşinde pek keyifli olmayacaktı.

Sorun şu ki, ben bu yaşıma kadar hiç ev aramadım, ev tutmadım kendi başıma. Şaka yapmıyorum, gerçekten! Neden? Çünkü üniversite hayatım yurtta geçti. Sonra ben İzmir'deyken evlendiğimizde yerleşeceğimiz evi İlker aradı buldu. Bakırköy'deki canım evim, hala bazen rüyalarıma girer, çok severdim. İzmir'e taşınmaya karar verince ben İstanbul'da çalışırken İlker, İzmir'e gidip ev bulmuştu. Son evimiz de zaten aynı apartmanda kiralık evimizin aynısı olduğu için bu yaşıma kadar ev bulmuşluğum yok. Aslına bakarsan, yine evleri İlker buluyor. Internet üzerinden favori listesi oluşturduğu evlerden bir excel tablosu hazırlamış, bana gönderdi, özellikle görmemiz gerekenleri işaretlemiş. Tabloda detaylar müthiş, ulaşım, ilana link, hangi belediyede olduğu, fiyatı, odaları, ekstra giderleri, kendine göre yorumları... Kocam diye demiyorum muhterem bu işlerin detaycılığında en yakın rakibine tur bindirir. Ayol adam bir bisiklet alacak, sekiz ayrı karşılaştırmalı tablo yaptıydı, şimdi sor bisiklet alacağım de mesela, sana çarşaf çarşaf excel tablosu çıkarsın, ev tutacağız, yapmayacak mı? Ama işte akarı kokarını o ilanlardan göremiyor, bana bak diyor. Hey allahım, ben ne anlarım. Ofisten Melike, duvarları elle dedi, nem var mı yok mu, sonra tesisata bakmamı önerdi, artık nasıl anlayacaksam. Anlamıyorum tabii, ama donanımlıyım. Sormam gereken soruları ezberledim, kontrat detayları filan, dediğim gibi müthiş donanımlıyım.

Neyse uzatmayayım, İlker'in git gör dediği tüm evler için randevu istedim, bir kısmı dönüş yaptı, hemen randevulaştık. Cumartesiye üç randevu. Birini zaten çok beğenmemiştik ama emlakçıyla tanışmak istiyordum, başka evleri bana önceden haber vermesi için anlaşmak istiyordum iyi de oldu.

İyi olmayan şey, ulaşım içinde kaybolan ben! Evet hazırlanın, "Arca senin annen bir salaktı evladım" serisine malzeme geliyor. "Lost in transportation" derken bunu anlatmaya çalışıyorum, zoru başardım ve bu kadar user friendly bir ulaşım ağında saçmaladım.

Her şey çok planlıydı aslında. Sırt çantama suyumu, öğle yemeği için sandvicimi ve ara öğün elmamı bile koydum. Şarj kablomu, haritamı hatta şemsiyemi bile unutmadım. Yola çıktım, hangi istasyon olduğunu biliyorum gel gör ki, hat farklı yani tramvay, istasyon içinde üç dört kere döndüm dolaştım, allahtan sınırsız toplu taşıma kartım var yoksa bütün bütçem bilete gidecekti. Dakikalar sonra tramvaya ulaştım ama google maps normal insanlara göre süre tahmini yapıyor, benim o sürelere minimum yarım saat ilave etmem lazım. Bir tramvay ve bir otobüsten sonra yaya gideceğim 3 dakikalık yolu da dön dolaş on dakikada aldıktan sonra ilk eve vardım.

Ev yeni harbi yeni, yani 7 yaşında filan, 1920 yılından kalma evlerin bulunduğu bir şehir için bebek ev. Beğendim ama yeri bir garip, pek emin olamadım. Hem ilk elin günahı olmaz, fazla uzatmadan ikincisine doğru yola çıktım. Salaklığımdan tecrübeliyim, kırk dakika tahmini süre vermiş olmasına rağmen kendi emniyet payımı da ekleyerek buluşma saatinden doksan dakika önce yola koyuldum. Her şey yolunda gidiyordu, ta ki o dört yol ağzına kadar... İndiğim yerden başka bir tramvaya binmeliyim, ama binemiyorum, üç kere aynı lokantanın önünden geçtim, dışarıdaki masalarda biz muhteremle oturuyor olsak benim gibi bir salağa epey gülerdik. Aha tam buldum derken gözümün önünde tramvay kaçtı iyi mi! Tabii burası ecnebi memleket kendini atamıyorsun aracın önüne, kös kös durağa gidiyorsun, giderken de kaçana el sallıyorsun. Nitekim durakta iken daha, on beş dakika gecikeceğim kesinleşmişti. Ev sahibini arayıp haber verdim, ne yani, daha yeni gelmişim, yanımda navigatör kılıklı muhterem yok ki elimden tutup gezdirsin, gecikeceğim elbet! Allahtan tatlı bir kadındı telefondaki, telaffuzundan da Belçikalı olmadığı belli (bence İspanyol veya İtalyan). Fakat o mahalleye girince benim bir yaylarım gevşedi, allah seni inandırsın bacım, lavanta çiçeklerine konan arıların vızıltısı duyuluyor, şehrin göbeğinde doğanın sesi daha doğrusu sessizliği ve kokusuyla mest oluyorsun. Biz mart ayında buralarda muhterem ile gezmiştik. O zaman da bayılmıştık. Düşün ki apartmanın kendi özel orman parkı var. Çıta ilk günden dağları aştı ve bu pek iyi olmadı. Ev gerçekten şahaneydi ama İzmir'deki evin neredeyse yarısı kadar. Yaşanmaz mı yaşanır ama sığılır mı, bilemiyorum. Binaları 1969 yılında yaptıranlar hala oturuyormuş yani tahmin edersiniz ki, pek çocuk yok. Muhtemelen bizi kovalarlar zaten, Arca'yı hepimiz tanıyoruz. Olur da bütçeyi denkleştirip tutacak olursak o evi, Arca'yı yatmaktan yatmaya eve sokmayı planlıyorum.

Pazartesi ve salı günleri de dört beş tane ev gezeceğim, en azından ev bakma konusunda tecrübe kazanıyorum bu da bir şeydir. Ve sadece ev bakmakla kalmıyorum, muhitin etrafını geziyorum, mahallenin okuluna bakıyorum ve bazen çok keyifli kareler yakalıyorum:)

Buraya kadar okumaya üşenmeyenlere gelsin, hadi bana eyvallah....










10 yorum:

Evde Yazar dedi ki...

Ne güzel bir heyecan. Yenilik, tazelik... Evler de çok güzel görünüyor. Benim bile taşınasım geldi:)

Unknown dedi ki...

Yolunuz açık olsun Yeliz :) Habrlerini heyecanla bekliyoruz :)

bhtr dedi ki...

selam ;) videoları görünce çok sevindim video hep çek daha uzun çek zaten gittikçe uzayacak potansiyeli biliyoruz :) sevgiler, Bihter

Julide dedi ki...

Biz Bruksel'deyken tipik Turk evlatlari gec yatiyormusuz.
Artik komsular gelip bizimkilere kizmislar. "Cocuk dedigin 9da yatar" diye. O gun bugundur 40 yasima ragmen erken uyurum. En gec 22:30 :)

Kakuleninbebekleri dedi ki...

Oyle bazen tesadüfen yakaladıklarımi okumak kadar keyifli bir sey yok hayirli olsun çok keyifli ve yorucu bir süreç ama yenilik iyidir. Su gibi okudum valla hic sıkılmadan sevgiler

okuyanguzel dedi ki...

Kolaylıklar diliyorum. Her şey çok güzel olacak :))

elvan dedi ki...

Canım arkadaşım senden haber almak süper ☺️ Yaz böyle uzun uzun. Umarım en kısa zamanda istediğin evi bulursun. Küçük evin de faydası var az iş oluyor ;) bu arada kefir çoğaldıkça birazını deepfreez e atıyorum gerektiğinde alıp kullanıyorum ☺️ Öptüm çok

Gokyuzu99 dedi ki...

Su gibi okudum hem de.. Kolay gelsin, bir an evvel evine ve İlker ile Arca'nın vizelerine de kavuşun... Öpüyorum hasretle.

Işın dedi ki...

Bence alışmışsın bile ve yazıdan pozitif ve mutlu bir his geçiyor. Ve evet bana da Avrupa çok ama çok iyi geliyor Yeliz. Bir haftalık yağmurlu ve serin bir Avrupa seyahatinden yeni döndüm. Oradayken hiç bir şeyi özlemedim, güneşi bile. İnsan kendini iyi ve değerli hissediyor. Her şey sorunsuz işliyor.
Bence sizin için de öyle olacak. Ve ileride neden sanki gençken daha çok uğraşıp gitmedim diye pişman olmayacaksın benim gibi. Tadını çıkar

Unknown dedi ki...

Yeliiizzzz küçük ev iyidir anacım ya, işi çabuk biter hop kendini atarsın bisiklete hop geçersin komşu bir ülkeye...Az iş daha çok gezmek öyle düşün, içimden bir ses vizeler bayrama kadar gelecek diyor, Arca'da keyifle tatilini geçirmiş olacak, sen evi tutmuş olacaksın...Oh ne güzel, kolay gelsin arkadaşım, her şey gönlünce olsun...