1 Kasım 2019 Cuma

Bir "Yeliz san" kolay yetişmiyor

Bu hafta çok yoğun geçti, çünkü ofiste bizim departmandan tek kişiydim. Okulların tatil olması veli çalışanlarına uzun haftasonunu haftaya tamamlattı, ofis neredeyse boşaldı. Bir ben, bir çocuksuzlar, bir de Japonlar tabii ki... Hani zaten eve gidiyorlar mı merak ediyorum. Sabah erken geliyorum, oradalar, akşam geç çıkıyorum yine oradalar. Bir keresinde arabayı alacaktık, hafta sonu uğradım, yine oradalar. Şikayet de etmiyorlar.

Bu bakımdan en boktan millet biziz ofiste. Hem şikayet ediyoruz hem de çalışyoruz. Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça! Ya çalış, işini sevdiğin için çalış, gerekirse Japonlar gibi 24 saat çalış ama şikayet etme, ya da diğerleri (ofisteki diğer 27 milletten çalışan gibi) uzun çalışmaktan şikayet edeceksen, mesai saatleri içinde çalış, sesini çıkarma. Bizim Türkler, ben de dahil, hem çalışıyoruz eşek gibi, hem şikayet ediyoruz. Bizi diğer tüm milletlerden ayıran bu işte, şikayet. (tespitim geldiyse demek)


Ben biraz Japonlar gibiyim, şikayeti bırakalı çok oldu. Hani bekar ve çocuksuz bir insan olsam, kesin işkolik olurum, ofiste yatar kalkarım. Japonluk benim genlerimde var, bana hitap ettikleri gibi: "Yeliz san". Neyse ki, canım muhterem kocam ile yer cücesi var da, evimi hatırlıyorum, hadi diyorum, yallah kızım evine git de insan ol.

Ne diyecektim? Bu hafta hem tek kişi olmam hem de Japonların olması ve Japonyaya sunulacak bir rapor olması beni epey kilitledi. Peki ya ne diyordum? Şikayet etmiyorum.

Bir defa daha anladım ki, ben iyiden iyiye erkenci kuş olmuşum. (Arca sağ olsun). Hayatımın hiçbir döneminde uykuyu sevmedim ve evet uykuyu tam bir zaman kaybı olarak gördüm ama tam bir erkenci kuş olmam Arca'dan sonraya denk gelir. Kendisi "erken yatan erken kalkangil"lerden olduğu için bizim düzenimiz de yıllar içinde, önce mecburiyetten sonra da alışkanlıktan erkenci kuşluğa evrildi. sabah uykusunun tatlılığı ağır bastığında bıkbıkladığımız çok oldu ama sonradan fark ettik ki, bir güne erken başlamak büyük bir fırsat. Mesela Türkiye'de yaşarken erken kalktığımız için pazara erkenden gidip en iyi sebzelere konmak gibi, AVM'ye gideceksek çılgın kalabalığın olduğu 12:00'ye kadar işimizi halledip eve dönmek gibi...

Gerek esnek çalışma saatleri olsun (istersen 07:00'de başla 16:00'da çık ofisten, ister 10:00'dabaşla 19:00'da çık, sana kalmış) gerek yaşamın dinamikleri ("dükkanlar erkenden kapanıyor" efsanesi gerçek, 18:00 dedin mi, dükkan yok), bilmeden kendimizi Avrupa'da bir hayata hazırlamışız meğer.

Şimdi ise benim için bir yaşam şekli halini aldı.

Sabah 06:00'da kalkıyorum. (Biraz daha erken kalkabilirim aslında, Netflix dizilerine dur diyebilirsem, 22:00'de yatakta olabilir, 05:00'te uyanabilirim) Fırına ekmek atıp kahvaltımı hazırlıyorum. Gününe göre ya duş alıyorum ya da meditasyon yapıyorum. Arca benden erken kalksa da sabahları daha az rahatsız ediyor artık, gerçekten beş on dakika bile olsa meditasyon yapabiliyorum. Keşke sabah rutinine yogayı da dahil edebilsem ama ofise erkenden gitmeyi tercih ediyorum. Neden? Çünkü fark ettim ki, ofisin en güzel zamanları 7-9 arası. Bir ben, bir akşam üzeri erkenden çıkan (15:00 gibi) birkaç arkadaş, bir de Japon Vice President oluyoruz ofiste.

Bak mesela, ofiste Flamanca dersi aldığımız Pazartesileri bir saat fazladan kalıyorum ve 18:30'u geçiyor çıkmam, aman yarabbi o ne goygoy o ne muhabbet. Herkes birbirinin masasında, kahkaha sohbet gırla. Kaldıramıyorum ben sesi, konsantrasyon yerlerde.

Kolayca dikkatinin dağılması ve çalışırken tenhalığa ihtiyaç = içedönük karakter özelliği

Ben bunu daha ziyade on beş sene kendime ait bir ofiste çalışmama bağlıyor, açık ofis beni zorluyor diyordum.

Fakat fark ediyorum ki, bu benim için yeni bir şey değil, ben yalnız ve sessiz sakin çalışabildiğinde odaklanabilen birisiyim. Bak mesela ablam, üniversiteyi televizyon izlerken bitirdi. Hayır açık öğretim değil, anlı şanlı eğitim fakültesi! Bir Demet Tiyatro izlerken İngilizce öğretmeni oldu. Ben? Ben söyleyeyim, lisedeyken akşamüzeri uyur, herkes televizyon karşısına veya odasına çekildiğinde dersin başına otururdum. Gece iki üç, fark etmez, yeter ki sessizlik olsun.

Üniversite de böyleydi. Yurttaki dört kişilik odamda ders çalışmışlığım yoktur, etüt odasında çalışırdım, masamı paylaşmaya gelenin burun çekmesinden tut da, tıksırmasına kadar her şeyine gıcık olurdum. Bundan sebep yine sabaha karşı çalışmayı adet edinmiştim, oh be tüm salon benim! Yaz okuluna kaldığım 1999 senesinde depremin başından sonuna her saniyesini hissetmemin sebebi de budur, evet gece 03:18'de ertesi gün yapılacak finalime hazırlanıyordum.

Ne diyordum?

Açık ofis - bence - yaratıcılığı öldüren, iş üretmeyi baltalayan, konsantre olmak için kulağında kulaklıklarla çalışmaya kasanların konsantrasyonunu, iş yerinde network kurmayı, onun bunun masasına giderek başında dikilip on dakikayı geçen sohbetler yapmak sanan, dahası masasına gittiği kişinin rütbesi büyüdükçe, ses seviyesini yüksek, süreyi uzun tutanların piç ettiği çağ dışı bir uygulama. Bence. Ben kimim ki? "Get a room!" dememek için kendini zor tutan sefil bir içedönük :)

Hayır yani,  11 dakikalık yoğun bir çalışmanın müdahaleye uğramasının ardından aynı konsantrasyon 25 dakikadan önce yerine gelemiyormuş. Ben demiyorum, bilimsel araştırmalar diyor.

Aman neyse ne? Çalışmak oldu mu mesele, ben çalışacak bir delik, bir kabuk illa ki bulurum. Ne de dolsa bir Yeliz san* kolay yetişmiyor!

*: san Japoncada hanım - bey anlamına gelen hitap şekli.






5 yorum:

Kaystros Tyrha dedi ki...

Çalışırken sessizlik arayangillerden biri de benim. O yüzden geceleri daha çok severim:)

Evde Yazar dedi ki...

Ben de kesinlikle sizgillerdenim :) İçedönük, sessizlik arayan, gürültüden nefret eden, müzik dinlerken kitap okuyamayan, akşam 10'da yatıp sabah 6'da kalkan:)
Yoksa blog yazmamızın sebebi de mi bu :)

yeliz dedi ki...

Bizler sakinlikten besleniyoruz demek ki:)

yeliz dedi ki...

Aynen! Ama kimileri çok sessiz olursa çalışamıyorlar. Televizyon açık olacak mesela, ya da ancak arkadaşıyla iletişim halindeyken çalışabilenler... tamamen kişilik özelliği ve evet bence o yüzden yazmayı seviyoruz çünkü yazmak yalnızlık istiyor ve biz bunu çok keyifli buluyoruz:)

okuyanguzel dedi ki...

Ben de senin gibiyim :) Sözlü müzik dinlerken kitap bile okuyamam.

Yalnız şu uyku konusu varya benim zaafım. Daha az uyumak isterdim çünkü haftasonunun yarısını yatakta geçiriyorum. Bu seferde kalktığımda günün yarısı bitmiş oluyor. Geçen hatfa sonu hep erken kaltığım için bu hafta sonu cumartesi 12'de pazar 13.20'de uyandım. Düşün yani :)

Ama erken kallarsam uykumu almadığım için hafta sonundan zevk alamıyorum. Durum vahim yani anlayacağın. Yaşlandıkça uyku azalır diyorlar ama o bende yok. Sanırım Toprağın bebekliğinde ki eksik uykuları tamamlıyorum :) Çünkü Toprak doğmadan önce de böyleydim.

Ne çok yazdım :)