“Uzun zamandır buralara
uğramamıştım…” cümlesiyle başlayan blog yazısı gördüm mü, tıklamıyorum, gönül
koyuyorum sitem ediyorum kendimce. Hani öylesine yazmakla başla işte diyorum,
gerisi gelir diyorum. O yüzden bir haftadır yazmadığımdan, hatta bir haftadır,
yazmadığımı bile yeni fark etmiş olduğumdan bahsetmeyeceğim (hayır hayır bak
bahsetmiyorum puhahahah)
Biz blogla eski dostlar
gibiyiz, hani senelerce görmezsin, haberleşemezsin ama bir araya geldiğinde
sanki dün ayrılmışçasına kaldığın yerden devam edersin - ki dostluk işte tam da
budur – benim blogla olayım da o hesap.
Neyse şükür kavuşturana…
Ekim tam da tahmin
ettiğim gibi yoğunluklarıyla geldi, geçti ve hiç tahmin etmediğim gibi üzüntüler
getirdi. Belki de bu yüzden ben çok içime kapandım. En azından sosyal medyaya
fazla bulaşmadım. Ve okudum, çok okudum. Ekim bitmeden beş kitap bitirmiş, bir
başucu kitabından da bölümler okumuştum bile. Edebiyat olmasa nasıl dayanırdık
yeryüzüne, değil mi Tezer’im:)
Şöyle bir dönüp baktım da
Ekim bana büyük üzüntülerle başa çıkmaya çalışan insanlara saygı duymayı,
kıyısından köşesinden empati kurmayı öğretti.