“Uzun zamandır buralara
uğramamıştım…” cümlesiyle başlayan blog yazısı gördüm mü, tıklamıyorum, gönül
koyuyorum sitem ediyorum kendimce. Hani öylesine yazmakla başla işte diyorum,
gerisi gelir diyorum. O yüzden bir haftadır yazmadığımdan, hatta bir haftadır,
yazmadığımı bile yeni fark etmiş olduğumdan bahsetmeyeceğim (hayır hayır bak
bahsetmiyorum puhahahah)
Biz blogla eski dostlar
gibiyiz, hani senelerce görmezsin, haberleşemezsin ama bir araya geldiğinde
sanki dün ayrılmışçasına kaldığın yerden devam edersin - ki dostluk işte tam da
budur – benim blogla olayım da o hesap.
Neyse şükür kavuşturana…
Ekim tam da tahmin
ettiğim gibi yoğunluklarıyla geldi, geçti ve hiç tahmin etmediğim gibi üzüntüler
getirdi. Belki de bu yüzden ben çok içime kapandım. En azından sosyal medyaya
fazla bulaşmadım. Ve okudum, çok okudum. Ekim bitmeden beş kitap bitirmiş, bir
başucu kitabından da bölümler okumuştum bile. Edebiyat olmasa nasıl dayanırdık
yeryüzüne, değil mi Tezer’im:)
Şöyle bir dönüp baktım da
Ekim bana büyük üzüntülerle başa çıkmaya çalışan insanlara saygı duymayı,
kıyısından köşesinden empati kurmayı öğretti.
Geçen ay sonunda kendimce
planladığım bir çok şeyi yapmışım aslında. Ev planlaması, gardırop düzenlemesi,
battaniyeler ve hatta yorganlar… Çalışma odasına mantar pano ve ofise
mikrodalga fırın ile aile ve arkadaşlarla buluşma… Hepsini yapmışız. Bir
bisikleti getiremedim yazlıktan, çünkü gidemedik, bir de teleferiğe çıkamadık.
Havalar böyle gittikçe onları da yaparız, iş mi allasen…
Ekim ayında biz en çok
veli olmayı öğrendik aslında. Veli olmak anaokulu çocuğu anası babası olmaya
benzemiyor, veli olmak, ilkokul çocuğu velisi olmak başka bir boyut.
Toplantılar, buluşmalar, etkinlikler hiç bitmiyor. Okul açıldı, ilk gün
toplantı, sonra o hafta bu defa sınıf toplantısı, aradan bir ay geçmedi, kaynaşma brunch’ı. Biz
kaynaşamadık kocamla. Ben dötümle balon patlattım, İlker halat çekme
ekibindeydi filan ama iki çift sohbetten başka bir kaynaşmamız olmadı. Bir de "benim çocuğun bilmemnesi bilmem kimde kalmış mı" şeklinde soruların sorulduğu
whatsapp grubu. Allahtan burada öğretmenler de var, "canikom"lu, "hayatım"lı, "hadi
bu sabah bize kahveye gelin"li muhabbetlerle meşgul edilmiyoruz. Ben bu
mesajları görmemek için whatsapp bildirimlerimi kapattım bir süredir. Şarj
dayanmıyor, psikolojim hiç dayanmıyor. Neyse, veli diyordum… Hah tam
toplantılar oldu, brunch da oldu, artık rahatız dedik, rehberlik öğretmeni
görüşmeleri başladı. Peki, gittik. Daha üzerinden bir hafta geçmedi, okul aile
birliği toplantısına çağrıldık (gitmedik tabii ki) ve daha üzerinden birkaç
gün geçmedi bu defa rehberlik çayına davet edildik. Tamam iyi hoş güzel de
arkadaş ana babadan bir kişinin sürekli bunlarla ilgilenmesi lazım, hangisine
yetişeceğiz! En son cumhuriyet bayramı kutlamalarında bizimkiler dans
edecekmiş, gelin dendiğinde (sabah bu arada ve 28 ekimde) çalışan annelerden
isyanlar başladı. Ben her etkinliğe izin alsam benim patron beni kapının önüne
koyar şerefsizim! İlker de gitmeyecekti ama sonra yolu okula düşünce gitmiş,
nasıl sevindim anlatamam, en azından birimizin izlediğini bildi yavrucak.
Ekim bizim için tam bir “gece
bir kabus gördüm” deyip sabahına veli olarak uyandığımız bir deneyim oldu.
Önümüzdeki 12 yıllık maratonu düşününce epey geriliyoruz.
Arca, Ekim ayında
basketbolla iyice haşır neşir oldu. Sorun şu ki bence sevmiyor, yani o
futbola gitmek istiyordu fakat okulda futbol kursu olmayınca basketbola kaldı.
Topu sürmüyor, tokatlıyor, sürerken tepesi atıyor, öğretmenin bakmadığı bir
anda ayakla bi koyuyor topa, duvarda patlıyor. Sonra da sanki yapan o değilmiş
gibi sürmeye devam ediyor. Zaten itiraf etti; “evde futbol oynamama izin
vermiyorsunuz ki, napalım biz de burada top tepiyoruz!” Kenardan izliyoruz,
bakalım bu basketbol hevesi ne zaman bitecek?
Heves demişken, en can
arkadaşı Poyraz da piyano dersleri almaya başlayınca bizimkinde bir heves bir
heves… Akşamları piyano filan çalıyor. Allahım sana geliyorum.
Ben bir de Ekim’de çay
demlemeyi öğrendim. Tabii ki bildiğimiz çay değil yav:) Onu ocağın altını
yakmayı öğrendiğimden beri bilirim ve de güzel çay demlerim söylemesi ayıp! Bu
bahsettiğim şifalı bitki çayları. Aybaşında Tea&Pot çay atölyesine
katılmıştık, püf noktalarını öğrenmiştik. Ne zamandır aklımda olan döküm
demliği sipariş ettim. Ahanda işte bu. Ama kızlar ev hediyesi olarak verdiler,
nasıl incesiniz yav… Demlik deyip geçme, son derece berrak ve güzel demliyor. Demlenirken
çayın ısısını muhafaza ediyor. Biz İlkerle hemen her gece bir bitki çayı çeşidi
deniyoruz. Favorimiz White peony ve gül. Ben dün tarçın da ekledim harika bir
aroması oldu. Sonra Çinliler sağ olsun, Oolong çayı getirmişler, memleketten,
onlar bile benim çay manyağı olduğumu biliyorlar.
Ekim değişik lezzetlerin
de keşif ayı oldu bizim evde. Mesela bayatlamayan mayalı poğaça, İlkerle Arca akşamüzeri
ikindi kahvaltılarında reçel sürüp yediler, bayıldılar. Tarifini buradan aldım,
meraklısına… Bir de İlkerlerin bu yaz bolca tuttuğu kalamarlardan, bizim
balıkçımıza geldiğinde tazesinden ayırttığımız karideslerden nefis bir makarna
sosu yaptı muhterem, yemez koynuna alır seversin, o derece nefis!
Ve bence Ekim ayının en
mutluluk verici olayı, Kumkurdu serisini tamamlamaktı. Arca ile okumaya
başladık. Ha bir de Arca’nın bize kitap okuması… bu ay için kayda değer
ilklerden biri. Bir akşam geç olmuştu, ben de kitap okumaya vakit kalmadı,
direkt uyuyoruz demiş, Sakar Cadı Vinileri tatilde bir gün yataktan çıkmayıp
hepsini okuyacağıma söz vermiştim. İlk tatil fırsatında yığdı kucağıma seriyi.
Bir iki üç ay dilim damağım kurudu, hafiften de hasta gibiyim, “bir tane de sen
oku” dedim, okudu vallaha… El yazısı okuyamıyor ama normal kitap okuyabiliyor,
kıyamam… Ama bu da iyi bir şey, okulda yeni bir şey olmasa çok sıkılabilirdi.
Ekim, iş hayatında türlü
sıkıntılar getirdi, çözüm bekleyen problemler, kötüye giden bir Pazar… Allah
sonumuzu hayır etsin. Hele ki önümüzde boylu boyunca uzanan bir seçim süreci
var. Geçen toplantı yaptığımız Çinlilere bile hazır Türkiyedesiniz oy atın
dedim, boşa gitmesin…
Ekim tüm yoğunluğu ile
geride kalırken, Kasım bize yeni umutlar getirsin. Kasım güzeldir, ablamın
doğduğu ay, kışa ısınma turları, kısa günler uzun geceler… Kasım bize
güzellikler getirsin…
Çorbacının Ekim'i :) |
1 yorum:
Evet Kasım güzeldir. ama kötü başladık. Çok umutsuzum bir yandan umudunu kaybetme diyorum ama dokunsan ağlayacağım o kadar. İstikrar sürecek ama değil mi?
Yorum Gönder