günlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
günlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2008 Salı

bir yol hikayesi - bölüm 3 : SÜRPRİİİİİİİİZZZZZZ!!!

deliler gibi planladığımız tatile 10 gün kalmışken, hazırlıklar tam gaz devam ediyorken bu ağzımızı sulandıran organizasyonu ikinci plana atan nedir??? hadi bakalım???
yarı final maçını tufanda izlemeye karar verdik, kızarmış patates ve tavukla 2 birayı yuvarladım, buz gibi sular içtim üstüne. ertesi sabah bir mide ağrısı, üstelik midem de bulanıyor. mideyi fena üşüttük dedim. bu sıkıntı bütün gün sürerken, birden bir ampul yandı kafamda... ilkeri aradım, gerekli testleri al, evde buluşalım!! eh beni acayip tanıyan bir kocam var, 2 tane almış. POZİTİF!!! ama beni tatmin etmedi tabii ki. ertesi gün kan testi ve ultrasonla kesinleşti. 2 ay kadar önce olmuyor işte diye kuduruyordum, şimdi hiçbir şey hissetmiyorum.
ilker çıldırdı, hemen herkese söyleyelim diye tutturdu. Bir sen bir ben bir de bebek şarkısı dilinden düşmedi bütün gece. annemlerin yazlığına gittik, ilker duruyu organize etti haberi ona verdirtti. herkes acayip mutlu oldu tabii. sonra ertesi gün ilkerin annesine gittik kahvaltıda ilknurun yardımıyla söyledik, çıldırdı sağı solu aramaya başladı. Taze meyve suları mis gibi yemekler gönderdi eve.
tatil dostlarını aradık sahilde çay içmeye çağırdık. dedik ki "tatilde 7 kişi olmamız lazım biri daha geliyor" yaklaşık 15 dk kim bilemediler, istemiyoruz kimse kim gelmesin dediler. ilker "mecbur gelicek seçeneğiniz yok" deyince zeynep atladı "hamilesin sen!!!"
bu aralar muhabbet bu kısacası... tatilin pabucu damda:)

29 Haziran 2008 Pazar

bir yol hikayesi - bölüm 2 : hazırlıklar - kocamın içine kadın kaçmış!!!

yani herhalde dünyada bizden daha deli bir çift yoktur tatil konusunda!!
ben organize işler kadını, tatil için defter tutmaya başladım. Ama defterde neler yok!!
otellerde görüşülen kişilerin isimleri, cepleri, banka hesap noları, web siteleri... minibüs kiralama şirketleri, tur şirketleri bilgileri, giden görenlerin yorum notları, alınacak listesi, fiyat listesi, yemek listesi, hazırlanacak kahvaltılıklar listesi,listesi... telefonlar lazım olur diye defteri yanımda götürüyorum ofise.
aklıma geldikçe, zeynepi, gülü arıyorum, termos var mı? çay ayrı, su ayrı olsun... buzluk soruşturuyorum eş dosttan. yolluklar için ilkerin annesini bile ayarladım, ıspanaklı börek tabii ki!!! ilk öğle yemeği benden, soğuk sandviç.
ilk işlerden biri selülit kremi, işe yarıyor mu göreceğiz. 2 haftadır hergün 2 defa kullanıyorum, boşum yok selülitim çok!! 1 hafta daha kaldı, gayret.
ilkerin zoruyla 3 torba dolapları boşaltınca giyecek birşey kalmadıydı. vakit buldukça mecburi alışverişlerdeyim, mudo outletten şort aldım, kesmedi, salı pazarından parçası 5 YTL ye güzel birşeyler buldum. kısa şort, atlet, pijama altı vesaire...
en karlısı ucuzcu Mangodan aldığım beyaz kapriyle penye oldu galiba, oraya sabah 11 gibi gittin mi ferah ferah alışveriş yapabiliyorsun. Sonra artık lastikleri eskimiş mayonun yerine yenisi alındı, mecburen.
bu arada ilker boş durmuyor, pazartesi boynerden aldığım bikiniyi değiştirmek için uğramıştık, kendini raflar askılar arasında kaybetti. ertesi gün için sözleştik. akşam evde buluştuk, ayağımıza terliklerimizi geçirip doğru Boynere gittik. Vakit kaybetmemek için onun arabasında benzin yok diye benimkini aldık ve de evde yemek bile yemedik. Yüzlerce T-shirt'e baktık, onlarcasını denedi. sabık tekstil mühendisiyiz ya, arada yok ribana yok suprem gibi terimlerle eziyor beni. allahın penyesi işte:) Allahım bir erkek bu kadar mı alışveriş düşkünü olur??? oluyor işte.. Hani bazen diyorum ki kocamın içine kadın kaçmış hem de en alışveriş manyağı cinsinden!!!

Güneş kremleri, plastik bardaklar, plaj çantası, terlikler, deniz yatağı tamam... havlular yıkandı.
Tam hazırız tatile derken...

21 Haziran 2008 Cumartesi

Hesap Lütfen!!!


Portekiz maçını dışarda friends le birlikte izlemiş, yenilmiştik:( sonrasındaki 2 maçı ilkerle evde izleyip bir de kazanınca bu maçı da başbaşa izleyelim, uğur olsun derdindeydim. Akşama doğru tufan güzelbahçede balığımızı yerken, püfür püfür biramızı yudumlarken izleyelim teklifinde bulununca benden yana başlarım uğuruna görüşü ağır bastı. Şimdi bir cuma akşamı, yorulmuşuz, hava da sıcak, kaçar mı böyle organizasyon!! ama kıl orçun her zamanki gibi uğur yapıcam abicim evde izlicemle son noktayı koydu. hatta siz de evlerinizde izleyin bak sonra kaybederiz diye uyarıda bile bulundu. Tınmadık tabii. biz kokoş çifti aldık kaçtık serinlere. halde balığımızı kalamarımızı aldık, Reis'te televizyonun karşısına şöyle bir kurulduk. tufanla ilker maça odaklanmışken biz zeyneple dedikodulara daldık. derken maçın sonlarına doğru konsantre olmuşken dilimde hep aynı cümle "1 tane atalım, üstüne yatalım:)" ama olmadı, atan Hırvatlar oldu. bu arada tüm maç boyunca ne zaman ekrana baksam hep hırvatlarda bir şansızlık, bir beceriksizlik dikkatimi çekiyor, salak bunlar diyorum ama bir türlü nasıl üstünlük sağlayamıyoruz anlamıyorum. hırvatların golünden sonra hemen hesabı istedik, omuzlar çöktü, hesap ödendi, tam kalkıp gidiyoruz, GOOOOOOOOL! ilk yorum tabii şu oldu; "bizim birilerine gol atabilmemiz için önce yememiz gerekiyor!!!" gerisi malum...
yollar insan kaynıyor, tek yürek türkiye... bir maçlarda böyle nedense...
tüm uyarılara rağmen maganda kurşunları yine can aldı. ne zaman cinayetsiz bir sevinç yaşayacağız??

17 Haziran 2008 Salı

cimri kadının alışveriş manzaraları

cimri kadınım ben!! hem de nasıl! dolabımda üzerime giyecek birşeyler varsa ilker sayesindedir. bir de çöpçüyüm, eskiciyim. Yıllarca beden ölçülerim değişmedi. Üniversitedeyken ilkokul 5. sınıf şortlarımı giyerdim. Hatta 1996 model 1-2 yüksek bel şortuma hala girebildiğimden atmaya vermeye kıyamıyordum. Derken 1-2 ay önce ilker dellendi ve bütün dolabı boşalttırdı bana. Kimisini de giymiyorum boş boş dolap bekliyor. Onlarla vedalaşmam saatlerimi aldı.torbalara doldurduklarımdan birkaç parçayı ilkere çaktırmadan tekrar çekmecelere tıktım. İlker bana 8 sene önce bir hırka almış, hatırası varmış, yok berikini evde giyermişim, ötekinin paçalarını kesersem kapri oluşmuş muş muş muş!!
bu defa da dolaplar bomboş kaldı. alışveriş yapmak lazım ki ben alışveriş konusunda acayip zorum. bir parçayı almak için 3 defa dolanır, 5 dükkan gezer, baktım fiyatı yüksekse almam çıkarım. hani zamanı olmayan bir kadın için alışveriş ciddi mesai!! sabah alışverişe diye çıkıyorum, ellerim boş eve dönüyorum. Çünkü beğeni kriterlerimde sadece üzerine uyması, kalıbı, modeli vs. yok! en önemli kriter fiyatı. hani kadınlar alır dener, beğenirse fiyatını sorar ya ben önce fiyatına bakıp sonra deniyorum, vakit kaybı olmasın diye:)
bir akşam ilkerle göztepede dolaşıyoruz. vitrinde bir ayakkabı gördüm. evet dedim işte bu!! süper bişey, tam istediğim gibi, beyaz-yeşil rahat falan filan... ama dükkan kapalı olunca soramadık fiyatını. dedik ki öyle puma nike filan değil, olsa olsa 80-100 YTL dir. bir taraftan da ayakkabılar acayip tanıdık geliyor bana, çıkaramıyorum. kemeraltı esnafı eşrafından mı acaba diye geçiriyorum aklımdan. yine birgün dükkanın önünden geçerken içeri daldım ayakkabıların fiyatını sordum 170 YTL!! OHA!! hadi be dedim, vermem o kadar para tiger mı ne!!! duymamışım zaten adını bile!!! hatta direkt ilkeri aradım, tabi o karıcığına kıyamaz çok beğendiysen al dedi. var mı bende o kadar para vercek göz!! 40 kere düşünür 1 kere almam öyle lanet cimriyim ben!!! neyse bu arada dünya kadar puma, nike, adidas deniyorum, yok aklım o yeşillerde:) birgün ilker dayanamadı, girdi dükkana baktık birlikte. eviriyoruz çeviriyoruz neresinden baksak 170 YTL lik bişey göremiyoruz. hele ayakkabının altı plastik dümdüz bişey... neyse çıktık. ilker "ya bi deneseydin, pek güzel görünüyor" diyor, ben asabi çemkiriyorum, "hadi be altını görmedin mi ayakkabının ! bizim yeniyetme yıllarımızın esemleri bile daha kaliteli görünüyordu". ilker şüpheli "ya iyi de niye öyle pahalı bu ayakkabı" diyor, bükmüş dudağını. akşam internetten baktık. Meğer pek trend bişeymiş, ayakkabı forumlarında millet birbirini yiyor, sende hangi modeli var? hangisiydi o Paris Hiltonun ayağından çıkarmadığı? İzmirde 43 numara bilmem ne modelini şurda buldum, kapın kaçmasın.... ha bir de nerden tanıdık geldiklerini öğrendim. KILL BILL. hani Uma cığımın 50 kadar adamı biçtiği sarı tulumlu sahnede ayağındaki sarı ayakkabılar. moda cahili, trend özürlü yeliz insanının böyle bir ayakkabıdan haberdar olmaması ne kadar doğalsa, içgüdülerimle böyle bir trendy nesneye yaklaşmam o kadar şaşırtıcı. Meğer o altını beğenmediğim malzeme, pek bir rahat olsun diyeymiş. Rahatlık bu ayakkabının en önemli özelliğiymiş. ayakta hissedilmiyormuş... bla .. bla ... ilker zorla yine dükkana soktu beni, denetti. tamam beğenmezsen, rahat değilse alma dedi. doğru denemesi bedava. hakketten milletin çığırdığı kadar rahatmış. pediküre gitmeye hala üşendiğim için açık ayakkabılarla henüz tanışmamış olan ayaklarımdan bu tigerlar bir türlü çıkmıyor. içgüdüsel bir "parasını bir şekilde çıkarma" hadisesi olsa gerek!!

18 Mayıs 2008 Pazar

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

Nazım Hikmet der ki;

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?

Abidin Dino'nun beklenin aksine bu şiire dizelerle verdiği cevabı...

Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
işçiler gözler yolunu.
inebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna'nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
Hasretle kucaklayabilseydim
Seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
Kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik meserret kahvesine,
ilk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
O günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
Anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye'yi
Bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

işte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi;
Ne boya...

Pazar sabah, akşamın yorgunluğu kısmen üzerimde... saat 10 olmuş ama hala dinlenememiş bir bedenim. Bu yazın ilk balkonda kahvaltısını hazırlamış bana. Göztepe fırınından çıtır gevrek, mis kokulu çilek, beyaz peynir, çay eşliğinde... bir mutluluk... herkesin mutluluğu kendine. benimki de püfür esen balkonda bir kahvaltı sofrası.
mutluluğun resmini Abidin Dino bile yapmamış ama ben fotoğrafını çektim, yıllar sonra tekrar bakıp bu pazar sabahını tebessümle anayım diye

3 Mayıs 2008 Cumartesi

Maeve Binchy'nin güvenli kollarındayım

Kitaptan yana biraz ağır takıldığımda, nefes alasım geldiğinde kenarda bir Binchy'nin varlığı acayip rahatlatıyor beni. Kitapçıların rafında Binchy yerleşmişse, okunacak daha bir dolu kitap olmasına rağmen, kötü günler için mutlaka ediniyorum bir tane, sanki sıcak tutuyor beni. Bugün de öyle ihtiyaç duydum ki, farkettiğim birşeylerin ardından... Meğer ne kadar hazırlamışım kendimi, ne kadar hazırmışım ona. Ama olmadı! işi gücü bıraktım, blogları gezdim, birkaçına yorum bıraktım, rahatlayamadım, araba kullanırken gözlerimde yaşlar. Eve depresif kadınlar gibi iki torba abur cuburla geldim. Pizza bile yedim. dün bana aldığı çiçeklerden birkaç tanesini kurutmak üzere spreyledim saplarından astım. sonra cancan kocamla film izledik. Her cuma akşamının en rahatlatıcı menüsü bu. üşenmedi çilek aldı bana, temizledi onları. üşenmedim krem şanti yaptım ona, uyuz olduğumuz haftayı hatırlayarak kahkahalarla güldük kendimize. Geçti, gerçekten geçti.
Sonra bu satırları yazarken yine gözlerim doldu, şimdi sıkıştırdım kolumun altına Binchy'i yatakta okumaya gidiyorum, onun yanına, iyice unutmaya, kendimi haftasonuna hazırlamaya başlıyorum.
Not: Binchy'nin son çıkan "Gümüş Yıldönümü"nü okuyorum, hep aynı uslüp ama en azından koparıyor beni buralardan, iyi geliyor ruhuma.

1 Mayıs 2008 Perşembe

Bugün 1 Mayıs! Ben 30!

ne gerek vardı?
işçiler şehitlerini anmak istediler de, vali televizyonlardan atıp tuttu, karşılıklı dertlerini paylaşsalar, orta yol bulsalar fena mı olurdu?
başbakanın "ayaklar, başlar" muhabbetine ne gerek vardı? terbiye sınırlarını aşmaya... televizyonu er meydanına çevirmeye?

şimdi yaşananların sebebi işçilerin inadına indirgeniyor. bu kadar basit değil ki! astığım astık kestiğim kestik politika ile, sadece türbana demokrat bir partinin iktidarından ancak bu kadar 1 Mayıs olur. Yazık...

bugün doğumgünüm benim, yaş 30... sabah teyzem anlattı telefonda, 1 Mayıs 1977'deki olayların ardından 1978 yıldönümünde sokağa çıkma yasağı getirilmiş. Anneni hastaneye zor yetiştirdik ara sokaklardan dedi. benim en sancılı hatırladığım 1 Mayıs ilkokuldaydım sanırım, kuzenimi konak meydanında banklarda oturuyor diye gözaltına almışlardı, üniversite öğrencisi ya, potansiyel suçlu!!! Maaile sefeber olmuştuk, kurtarmak için. sonra annemlerin yaşgünümde alsancak tarafına gitmeme izin vermediğini, üniversitede istanbuldayken akıllarının bende kaldığını hatırlıyorum. 1 Mayıslar hep böyleydi, tedirgin.

yaş 30... alışmak lazım 30'lara... büyüyorum, olgunlaşıyorum, hayata bakışımın bile değiştiğini hissediyorum her geçen yıl. az önce ilker geldi elinde çiçeklerle, ne güzel ben bu adamla 130 uma kadar yaşarım:)

19 Nisan 2008 Cumartesi

Uyuz Oldum!

3 hafta önce İstanbula gitmiştim, toplantıdan sonra elvan, gülayşe ve emelle yemek yiyelim dedik. gülayşenin boşanma meselesi ve detaylar gecenin ana temasıydı. bu çok ciddi ve başka bir postun konusu olacak kadar önemli bi hadise... bu arada gece süperdi, sohbet öyle koyulaştı ki bi ara Sawyer mı Jack mi tartışmasına dönüştü. Eskiden sadece tuba sawyercı idi baktım hepsi hastası olmuşlar. ben hala Jackten yanayım tabii, bi ara yandaş bulamadım, garsonumuz neclaya da sorduk, nafile, ben tek tabanca kalmışım. dün akşam Beyaz Show'da sawyerı canlandıran Josh Halloway'in dediği gibi "Sawyer is for weekend, Jack is a keeper!!" ben de hala aynı fikirdeyim. Neyse konuyu dağıtmayalım, elvanın eve geldik, müthiş kaşınıyorum, ama öyle böyle değil! üşüdüğümde giydiğim elvanın tüylü hırkasına yorduk nitekim. Aradan birkaç gün geçti, ara sıra kaşıntı var ama ben umursamıyorum. Annem kaşındığımı farketti, yediğim birşey dokundu herhalde ile geçiştirdim. Ama bu yaşıma geldim, allerjinin yakınından geçmedim, bünyemin olayı değil.
Birkaç gün daha ve sonunda kaşıntıdan yerimde duramaz oldum!! ilker sürekli dalga geçiyor benle, uyuzsun diyor, kondurmuyorum. Benim hayvanlarla en yakın mesafem karşı kaldırımdır, dokunamam nitekim. Bilmiyorum tabii uyuzun hayvanlardan geçmediğini. Bit desen, kafam kaşınmıyor.
Neyse ofisten erken çıktım doğru hastaneye, doktor dedi ki " son 1-2 ay önce otelde kaldınız mı?" önce yok dedim sonra aklma geldi: Almanya ve şirketin misafirhanesi!! "hah" dedi doktor "uyuz kapmışsınız!!!" "hadi be yok artık, medenyitein beşiği almanya böyle mikropların ne işi var" bir taraftan da gülüyorum, ilker benle dalga geçecek diye de acayip bozuğum. hani 3 aylık ömrün kaldı dese bu kadar takmayacağım, ilkerin uyuz geyiği torunlarımıza kadar sürer.
ya bu uyuzun tedavisi 1 gecelik bişeymiş de benim evhamlarım yüzünden 3 gecelik losyon hazırlattık eczacıya. akşam yemeği yiyoruz, ilker benim bütün vücuduma sürüyor, 3 saat bekliyor, yıkanıyorum ama vazelinli ve de renkli bir losyon olduğundan 1 saatte ancak çıkıyor üzerimden. internetten araştırdım, bu uyuz yakın temasla geçermiş, yani ilkerde kesin mevcut ama adam kaşınmıyor ve buna daha da uyuz oluyorum. sonra aklma duru geldi, geçenlerde bizde kaldı, yatağımızda yattı, eyvah dedik ufaklık kesin kapmıştır, ablam hadiseye son derece makul yaklaştı, yada benim telaşım onu sindirdi bilemiyorum. internet araştırmasından sonra, doktoru aradım, fırça kaydım kendisine "ya bu uyuz acayip bulaşıcıymış, ilkerin de tedavi görmesi lazımmış, niye söylemiyorsun" diye, kadın "daha teşhis koymadık, sağda solda söylemeyin kimseye birşey" dedi, ilker de kaşınmıyor, tamamdır bu başka bişey herhalde diye rahatladım. aradan 3 gün geçti, doktora gittik yine, kesin uyuz demesiyle ilkeri kaşıntı tuttu. Güner ablayı 1 hafta arayla yine temizliğe çağırdık, akşamdan losyonumuzu sürdük birbirimize (bu defa evham filan dinlemedim, 1 gecelik tedaviye razı oldum)çarşafları değiştirdik, ertesi gün tekrar değiştirdik, bütün ev dip köşe temizlendi, son 1-2 haftadır giydiğimiz herşey yıkandı, kızgın ütü ile ütülendi, koltuklar, halılar silindi, elektrik süpürgesinin torbası bile değiştirildi ve sonunda eve hijyen geldi. evet buraya kadar yazılanların hepsi uyuz giren bir evde yapılması gerekenler, tabii bir de tüm ev halkı aynı tedaviyi olacak, bu çok önemli.
çocukken bir sevgi çocuğuydum, bağdaki ırgatların çocuklarını kuzenlerimden, kapıcı çocuklarını komşu çocuklardan ayırmaz hepsini sevgiyle kucaklardım. Nitekim ilkokuldan önce bitlendim, saçlar erkek traşı kesildi, sonra hayvan dostlarımı karşıdan sevebilmeme rağmen bir defa da pirelemiştim. Bu böceklerden bi uyuz kalmıştı, onu da kaptım, sanırım seri tamamlandı. Eve bu pislikleri hep ben getirdim. Ablam küçük bir prenses olduğundan bulaşıcı hastalık bile getirmez, benimkilerden nasibini alırdı.
son söz... elvanı arayıp yattığım çarşaflarıyıkamasını söylemem gerekti. koptu gülmekten!! çünkü her gelişimde yıkadığı çarşafları bu defa yıkamamış, benden sonra anneleri geldiğinde bişey olmaz diyerekten benimkilerde yatmış, yetmemiş, babası antalyaya döndüğünde annesi de nolcak çocukların çarşafında yatarım demiş o da yatmış. teşhis tam konmadan konuştuyduk kendisiyle, kesin uyuz olduğumdan habersiz " yok canım bişey dokunmuştur"la geçiştirmiş beni telkin etmişti, hala telefon edip de kesin uyuzmuşum diyemiyorum... kaşınmaya başladığında anlayacaktır, o, annesi, babası ....

11 Nisan 2008 Cuma

hani neler yapasım var da...

Sabah büyük patron telefon etti, birkaç gün önceki basın toplantısını gazatelerde okuyup okumadığımı sordu. "yok dün gazete almadım..." derken yutkundum. yani bir insan nasıl gazete okumaya fırsat bulamaz?? memleket meselelerini NTV radyodan yarım kulak dinlemekle olmuyor.
kızıyorum kendime... hani neler yapasım var, var da listesini bile çıkardım ama serde tembellik...
sabah yarım saat erken kalk, kahvaltını yaparken günlük gazeteleri karıştır olmadı ofise vardığında aç interneti az dolan siteleri, değil mi ya?
yok atlı koşturuyor ya ardından, yada madalya takacaklar ya zat-ı alilerine, yeliz insanı deli gibi çalışmaya gömülüyor.
biraz daha az çikolata ye biraz spor namına bişeyler yap!! tembellik spora gelince tavan yapıyor da magnum deyince bitiveriyorum buzdolabının başında.
çok mu keyfin kaçtı, aç bloğunu, iki satır yaz rahatla... içinden bişey gelmiyorsa, at kendini komşu bloglara, başka dünyaların insanı ol!!
eve taze çiçekler al, hep ilkerden bekleme!!
dünya kadar dvd var evde, yayıp "var mısın yok musun"a takılacağına tak dvd playera bak dalgana!!!
biraz kendine bak,manikür pedikür yaptır, en son ne zaman yaptırdığını unutmayacağın sıklıkta yaptır ki ellerin yaratığınkine benzemesin!!

paraya kıy, kendine güzel ciciler al ki, mutlu olasın!!
sevdiklerine ufak tefek hediyeler al, dansa git...
...
...
...

5 Nisan 2008 Cumartesi

hasta oldum sonunda:)

Araya iki hafta girmiş buralara birşeyler yazmayalı. Hani "günün çorbası" diyorum ya ilgisi yok olsa olsa haftanın menüsü filan olur benim blog. Aslıcini bile ne zamandır yoklamammışım blogunu değiştirmiş ayrıca sevgili blog arkadaşım simgeye geçmiş olsun dilekleri için teşekkür ediyorum naçizane satırlarımdan.
Yazık ki sonunda şifayı kaptım. Üstelik geçen haftasonuydu, kordon+bira+patates , arkadaşlarda akşam yemeği, havuza gitmek ve ütü - temizlik yapmak gibi çok sayıda aktiviteyi askıya almak zorunda kaldım. Halbuki haftasonları bunlarsız neye benzer ki?
Antibiyotik ve ağrı kesicileri listeden çıkarınca geriye sadece doğal yollarla tedavi kaldı. İşte tam bu noktada devreye büyücü baba lakaplı cancan kocam ve sihirli iksirleri girdi. İksirin halk - daha doğrusu İzmir gençliği - arasında bilinen adı "ATOM". Önce içindekileri sıralayalım, havuç, elma, portakal, süt, bal, muz, fındık.... ve daha niceleri evin çok teferruatlı edavatlarından olması dolayısı ile pek de rağbet görmeyen ama çok para sayıldığı için de "kullanmıyoruz" denemeyen katı meyva sıkacağı, C vitamini aygıtı portakal sıkacağı ile her çorbanın arkadaşı blender (muz+ süt+fındık için yardımı meyva suyu haline getirilp ile bir sürahide depo , ardından kocaman bira bardaklarına pay , son hamle olarak da bir pipet ilave edilir, derken - aman vitaminler kaybolmasın - endişesiyle hızlıca tüketilir. Bundan 2 bira bardağı gribe iyi, mideye kötü gelir. Sonuç? grip illetine galip gelen çorbacı güzeli, 2 günlük İstanbul seyahatine canavar gibi hazırdır!!!

23 Mart 2008 Pazar

"kesin hasta oluyorum" tatili

perşembe... geçen yıldan kalan izinlerimi kullanıyorum, tanrım birgün önceki yoğunluktan sonra ne müthiş huzur... öğleye kadar sadece yayıldım, akşama kadar ilkerle alsancakta kendilerine ayakkabı baktık! kadın ayakkabıları konusunda kitap yazabilecek zevke sahip bu fetiş sahibi insan, kendine ayakkabı bakmaya gelince çuvallıyor. saatlerce arandık, bir dükkana 3 defa girdik ama sonunda aldık. bu bizi bi süre idare eder kanımca. ben ?? aman ne diyosun, önce onun işini bitirelim de ben ne zaman olsa bakarım, zaten kadın ayakkabılarıyla daha fazla ilgilendiğinden şimdiden gözüme kestirdiğim birkaç çift oldu bile. akşam yer cücesine somon balığı hakkında türlü hikayelerle yedirmeyi başadık. Allah baba somonu çocuklar yesin diye yaratmış... kılçıksız.. hem bak pembe pembe... yeliz de hiç sevmezdi ama tadınca çok beğendi... veee... bi dilim somon mideye indi, tarif alındı anneye derhal iletildi. gecenin ilerleyen saatlerinde benim bildik replik sahnedeydi: " ben çok feci hasta oluyorum, first defence lazım!!!" bu yıl hiç hasta olmadım diye böbürleniyordum, hem de etrafımda sürekli hasta olan birileri varken... hep kıyısından döndüm griplerin, first defence, portakal suyu, vitamin, elimden ne geliyorsa yaptım ama buraya kadar mı acaba?

cuma... yer cücesi yoğun yağış altında okula cebrenve hile ile ikna edilerek bırakıldı. öğlen annesiyle agoraya gidildi, küçük hanım kırılmasınlar diye ciciler alındı.
cumartesi... tüm planlar değişti. Rana çalışmadığından bize katılmaktan biz de alsancaka gitmekten vazgeçtik. Gizemle sahilde güzel bir yemek üzerine uzun bir yürüyüş yaptık. sonra market alışverişi ve akşam üzeri yine "hasta oluyorum" sinyalleri... birgün önce ablamla dışarıdayken ilker dreamgirls filmini izlemiş moviemax te. bana geldiğimde birkaç şarkısını dinletmişti, nasıl canım çekti ama annemlere gideceğiz diye izleyemedim dvd den.
hazır ilker henüz şantiyeden dönmemiş ve de hasta olmak üzereyken bari battaniyemi kahvemi alıp dreamgirls izleyeyim dedim. Süper film!! bir müzikalden aradığım herşey vardı. Hem öyle sıkmadan. Jennifer Hudson haklı bir ödül almış, sonra Eddie Murphy'den tut da Danny Glover'a kadar her rol her oyuncunun üzerine tam oturmuş. Akşam arkadaşlar aradı, kordona gidelim diye. Biraver, 5 dost, kordon, tabiki dışarıda oturduk, muhabbetlerin en derinine daldık, körfezden çıktık. akşam yatağa nasıl gittiğimi hatırlamıyorum, yine hastalıktan yırttım diye geçirdim içimden.
pazar... küçük kaçamağın son günü... taze ekmekli zeytinyağlı kahvaltı, mis gibi çay... ilker kahvaltı sofrasından kendinden beklenmeyecek bir teklifte bulundu.. "yürüyüş yapalım sahilde" "neeee" tabi fikir değiştirmemesi için hemen hazırlandım, 9 km yürükdük, ilknurlarda soluklandık, bacak ağrıları elimizde eve döndük...

ilker maç izliyor, yemekler pişti, şimdi biraz bloglarda gezinme, can dostlara mail atma zamanı... ve mendil elimde, burnum şıp şıp, bu defa kesin hasta oluyorum...