Geçen hafta sonu ortalama bir Belçikalının uğruna çok şeyler feda edebileceği muhteşem bir hava vardı. Hem de eylül sonu...
Belki hastalıktan muzdarip olduğumuzdandı, bilemiyorum, hiç de dışarıda vakit geçirmek istemedim. Hatta günün yarısını yatakta geçirmeye isyan bile etmedim. - bu arada test negatif çıktı, ki zaten biliyorduk ama dinletemedik doktora :) -
Bence ben artık sıcaktan, boğulmaktan hatta güneşten bile sıkılmışım. Dışarı çıksan maske takacaksın keyifsiz, evde oturunca da dışarıya bakıp iyice keyfin kaçıyor ay neyse şiştiydim yani...
Bu hafta sonu tam tersi! An itibariyle Arca’nın kursunun bitmesini bekliyoruz arabada, çılgın gibi bir yağmur var. 10 dereceye düşen hava sıcaklığı ve inanır mısın özlem duyduğum şey buymuş, enerjim yerine geldi.
Hani bazen diyorum ki, kışın kapıda olması, yağmurların yağacağını bilmek, ne bileyim hani kaçamayacağın bir köşeye sıkışmışken, tadını çıkarmaya mı meylediyor psikoloji? Hani o kaçınılmaza bir özlem duyarak kendini mi hazırlıyor?
Yok ya!
Ben resmen yağmurseverim, adım bile var: “pluviophile”, ne güzel bir kelime...