2 Kasım 2008 Pazar

Son 1 hafta

26 ekim 2002... İlkerle ömrümüzün sonuna kadar birlikte olmak için bir adım attık ve geçen pazar 6. yılımızı bitirdik. Onu neden çok sevdiğimi biliyorum : O, hayatta bir defa sevilebileceğne inandırabiliyor beni!!!
Neyse koca göbeğimle dans etmem zor olduğuna, hala 9 gibi sızdığıma ve içki de içemediğime göre akşam kutlaması rafa kalktı. Haftasonu kaçamağı ise seneye artık.. Yapmaktan en çok zevk aldığımız şeyi yapmaya karar verdik. YAŞASIN YEMEK YEMEK!!! Son doktor kontrolünde yediğim çok kilo almışsın fırçalarından sonra kendimi dizginlediğim 1 hafta sonrası tam bir special occasion oldu:)

Sabah erkenden Çeşme yolu üzerindeki Hanedana gittik. Emekli bir öğretmenin senelerdir işlettiği mekan muhteşem kahvaltısı ve kahvaltıda sundukları lor ve dut reçeli ile meşhurdur. Çiğ böreğinin ve et yemeklerinin de müthiş olduğunu söylerler ama ben hiç yemedim. Sonra ver elini Alaçatı, yıllar var ki gitmemiştim, trendy mekan olmadan önce lise yıllarında Denizde kalırken buraya geldiğimizi hatırlıyorum. Tabii çok değişmiş, her yer otel cafe ama dokusundan birşey kaybetmemesi yine de sevindirici.
Çeşmeye geçtik sonra, tabii daha kalabalıktı. Çarşıda adım başı ucuz kitapçı vardı. Korsan da diyemiyorsun üzerinde bandrol var, çözemedim kısacası. Masumiyet Müzesini 4 YTL ye almak işkillendirdi.
Akşam eve yorgun gelmişiz, ne güzel bir uykuydu...

Tüm hafta çalışmakla, yarım gün olan 28 ekim ile 29 ekim Dubai seyahatine hazırlanmakla geçti. Genel müdürle seyahat cidden gerilimli oluyor. Kendilerinin sağı solu belli olmadığından. Deli para verdiğimiz otelden nefret ettim. İlk gece 3 e kadar müzikten uyuyamadım, ertesi gün sabahtan akşama kadar toplantıyla ve gerginlikle geçti. Akşam Arap yemeği önerdiler, Lübnan lokantasına gittik. Türk mutfağına bu kadar benzemesi çok sevindiriciydi. Hemen herşey tanıdıktı. Dolayısı ile haftanın kaçamağını Dubai de yapmış olduk. Son gün direkt havaalanına gitmek zorunda olduğumuzdan hiç gezmedim. Ama gezmek de içimden geçmedi. Arabadan gördüğüm silüetinden ve TV den anladığım kadarıyla son derece yapmacık, yaşayan bir şehir olmaktan uzak bir yer burası. Avrupaya iş için de gitsem mutlaka gezmek için bir fırsat yaratırım. Bir şehir meydanı iki kilise görmek için can atarım. Ama Dubaide görmek istediğim hiçbir şey yoktu. Trafiği korkunç. Araba ve benzin çok ucuz olduğundan her evde 2-3 araba var. Toplu taşımacılık yok denecek kadar az. Sabah 15 dk da geldiğimiz yolu akşam 1,5 saatte alamadık. Polis, devlet memuru gibi kilit noktalarda Araplar çalışıyor, diğer herşeyi diğer ülkelerden gelen insanlar yapıyor. Nereye baksan Hintliler uzakdoğulular. Zaten nüfusun sadece onda biri yerli gerisi yabancı. Hiç hoşlanmadım ben Dubaiden. Sadece bol bol ananas yedim:)
Uçakta genel müdürle gelmekten çok hoşlanmadım, öyle tersti ki konuşmak istediğim hiçbir şeyi konuşamadım. Uçak yasağının başlayacağı Aralıktan önce bir İstanbul seyahati yapıp alıp karşıma konuşmam şart oldu.
Son doktor kontrolünde kıçını dönüp hareket etmediği için düdükcana gıcık olmuştuk. Bu arada İlkerin yengesi tekrar muayenehane açınca cumartesi sabah soluğu orada aldık. Hemen ultrasona girdik. Düdükcan coştu. Pipisini gösterdi, canlı yayında tekmeler attı, resmen kendini sapıttı. Kilomda bir değişiklik olmamış 2 haftadır hatta 1 kilo eksik bile çıktı ama düdükcan 250 gr dan fazla almış ve tam 650 gr olmuş. Bu şekilde devam ederse 3-3,5 kilo doğabilirmiş:) Gülnur teyzem bu velet çıkınca da çok hareketli olacak dedi, galiba bana benzeyecek, çünkü ilker pek sakin bir çocukmuş. Boy boy fotoraflarını çektik düdükcanın. Normal şartlarda 20-25 Şubat arası doğum tarihi çıktı, hadi hayırlısı.

25 Ekim 2008 Cumartesi

Yorgunluktan ağlamak


Seferi düdükcanın yeni durağı Nürnberg. Sadece 1 hafta önce fuara gitmeye karar verince apar topar bilet ayırttık, otel ayarladık. Çarşamba sabahın 3ünde kalkıp önce İzmir Münih yaptık sonra 4 saat havaalanında takıldık. Münih Nürnberg arası 250 km, aslında araba kiralamak mantıklı olabilirdi ama hiç bilmediğimiz için yeltenmedik. Bir otobüse bindirdiler bizi havaalanında, uçağa gideceğiz. Git git bitmiyor, sanırsın ki uçağa değil de aldılar bizi direkt Nurnberge götürüyorlar. Ama havaalanındayız hala neyseki çünkü ufak tefek uçakların arasından geçiyoruz. Derken yanımdaki arkadaş geçen yaz o pırpırlardan birine binip Atina Sakız adası arasını kellekoltukta geçtiğini anlatmaya başladı. Ama uçak acayip küçük, ben de başladım atıp tutmaya, yok bu uçak mıymış, bari zepline binseymişmiş, öyle uçağa bineceğine yüzerek gitseymiş adaya, filan filan... derken birtanesinin yanında durduk. Yok artık!!! ağzım resmen açık kaldı. Koptuk tabii, napalım çare yok bineceğiz, 1.60 lık boyumla kafam uçağın tavanına değiyor, varın boylu almanların halini siz düşünün. Bir de kanada düşmüş müyüz!! 7 numarayız ama arkalardayız, hani yani o kadar küçük bir aletin içindeyiz. Dönüş yolu için hemen bir araba kiralamayı planlamaya başladık ama fiyatları duyunca vazgeçtik. Elimizde bavullar fuar alanına gittik. Ertesi gezeceğimiz standları belirledik. Ama bir türlü nasıl otele gideceğiz bilemiyoruz. Bizi alacak Alman arkadaşın programı değişmiş, sadece tek gün fuara uğrayacağı tutmuş. Otel ucuz olsun diye dünyanın bir ucunda, metro bile gitmiyor. Trenle gitsen en az 1 saat. Sonunda metroyla merkeze indik. Yağmur da başladı inceden, dedim ki ben yorgunluktan ölüyorum hadi taksiye binelim. Allahtan süper şeker bir şoföre denk geldik, hemencecik alıp götürdü bizi. Otele gittiğimizde duş alıp saat 8 de uyudum. Hiç bu kadar mutlu uyuduğumu hatırlamıyorum. Kaldığımız otel sonbaharın etkisi ile her renk yapraktan oluşan bir örtünün altında küçücük bir misafirevi, haftasonu kaçamakları için yapılmış, buraya İlkerle gelmemizin hayallerini kurdum. İlker de ben de ayrı ayrı çok ülke gezdik, hep iş gezisi ama bunca yıldır evliyiz, ikimiz birlikte hiç yurtdışına çıkamadık. Bu yüzden gittiğim her ülkede İlkerle gitsek nasıl güzel olur hissinden kopamıyorum bir türlü. Ertesi gün ciddi bir programla tüm standları gezip 2 firma ile görüştük. Akşama kadar saatlerce yürüdük. Akşam otele geldiğimizde yine sızmıştım. Son yarım gün için karar verdik, şehri gezeceğiz. Bavullarımızı fuardaki beleş vestiyere bıraktık, metroyla tarihi dokunun bozulmadığı eski şehire indik. Yaklaşık 4 saat yürümüşüz. Nürnberg meşhur Nazi mahkemelerinin kurulduğu şehir. Kiliseler, müzeler, kütühaneleriyle bildiğimiz bir Alman şehri. Hava 8 C di. İlkerin bana palto aldırmıiş olmasına dualar ederek günü bitirdim. Yine bir pırpırla dönüş, havaalanında alınan freeshop siparişleri ve İzmir uçağı ile dönüş. Ertesi gün hala ayaklarım sızlıyordu. Bu kadar yürümenin zararlı olduğunu biliyorum ama insan bazen hamile olduğunu unutuyor.
Dönüşte sadece 3 gün işe gidip, stresli saatler ve uzun mesailer geçirip perşembe bu defa İstanbula gittim. Ertesi günün toplantısına hazırlıkla geçen günümün sonunda Elvan ve Tuba ile buluştuk, Kırıntıda saatlerce sohbet ettik. Cool teyze Tuba Baby GAP ten düdükcana 2 takım pijama amış, inanılmaz şirinler. Karnımın iyice büyümüş olması kızların acayip ilgisini cezbetti. Milletin şaşkın bakışları arasında iki yanıma oturup düdükcanın hareketlerini hissetmeye çalıştılar, elleri karnımda. Eskiden hamile kadınların göbeklerine kamu malı muamelesi yapıp elini koyanlara acayip kıl olur, hamileler nasıl izin veriyor diye şaşardım, ama öyle değil işte rahatsız olmak bir kenara müthiş keyifli geliyor bana. Ertesi gün toplantılar sabah başlayıp akçam bitti. Sabiha Gökçendeki biletimi Atatürke aldırdım, önce bostancıdan deniz otobüsüne sonra taksiyle havaalanına yetişip eve döndüm. İlker beni havaalanından aldığında yorgunluktan resmen ağlamak üzereydim. Yazık ki cumartesi de işlerimi bitirmek için birkaç saatliğine ofise uğradım, ama tam anlamıyla mesai oldu. Genel müdürle saatler süren telefon görüşmesi, işleri yetiştirme stresi derken sonunda ofiste yorgunluktan hüngür hüngür ağladım. Eve akşam döndüğümde yığılıp uyuyakaldım. Güya Güzelbahçeye balık yemeye gidecektik, tabii sattık hemen zeynepleri akşamı evde geçirdik.
İlker ne zamandır Düdükcanın hareketlerini farketmeme acayip kıl oluyordu, kıskançlık top yapmıştı. Bilgisayarda dvx izlerken kaykılmışım, göbeğimi de açtım, gayri ihtiyarı okşuyorum, birden gözümle bir hareket seçtim. Aaa dedim ilkere artık hareketlerini görebiliyorum. Yok artık oldu ama sonra 10 dakika ben hiç kıpırdamadım ve o da gözlerini karnımı dikip bakınca hareketleri gözüyle gördü. Harikaydı, artık kıskanmıyor beni :)

20 Ekim 2008 Pazartesi

Kim korkar hain kilolardan!!

Karı koca düdükcana çok kızgınız.
20 hafta 5 günlük bebeğimizi ziyarete gittik ama beyefendi döndü kıçını yüzünü göstermedi bize!! Sadece kaburgalarını beynini omurilik kol bacak gördük. Başını arkadan gördüğümüz için sadece kulaklarının kepçe olmadığını biliyoruz, ki sürpriz olmadı, bizde kepçe yok ki!! Doktor bu defa erkek olduğundan bile emin olamadı. Kilosu iyi, 392 gr, normali 340 gr civarında olmalıymış. Olması gerekenden 1 hafta daha büyük bir bebek şimdilik.
Bomba haber 58 kilo tartıldım. Doktor tabiri caizse fırçaladı beni. Patates, pilav, makarna, ekmek, acı, baharatlı, ekşi yemek yok. 12 kilo alman lazım sen daha şimdiden 7 kilo almışsın bile, çok fazla hemen dikkat etmeye başlıyorsun!!! O çikolataların bana ihanet edeceğini bilmeliydim. 4. ay sonunda sadece 2 kilo almışken sadece bu ay 5 kilo almamın sebebini başka yerde aramanın manası yok. Aslında düdükcanın suçu yok tabii ki, ben çok iyi biliyordum nasıl beslenilmesi gerektiğini, nelerin yenmesinin bir halta yaramayacağını. Bile bile bu kadar kilo aldığım için kendime kızıyorum. İlker ne kadar ye diye zorlasa da benim yemememem gerekirdi. İlker doktordan çıktığımızda benim rejime filan gireceğimden korkarak hala bana canımın istediğini yemem gerektiğini söylüyordu tabii fikir ayrılığı ufak bir tartışma doğurdu ama rejim filan yapmayacağımı sadece dikkat edeceğime ikna olunca işbirliğine söz verdi.
Ne mi yapıyoruz?
- Kasaptan etlerin en yağsız tarafından aldık.
- Markete gidip haftalık yağsız yoğurt ve süt stoklarımızı aldık. Sonra artık bizim fırının mis gibi ekmeğinden eve sokmak yok. Sadece kepek ekmeği yenecek.
- Pek sebze olmadığından superfresh bamya ve barbunya aldım. İlker bamya yemese de ona üşenmeden başka bir yemek pişirip kendim bamya yiyeceğim!!
- Manava gittik, meyvelerin yanı sıra taze salata malzemeleri aldık. Artık öğlenleri yemeğin yanında mutlaka kendi salatamı yiyeceğim.
- Evdeki tüm çikolatalar gözden ırak bir yere kaldırıldı. Artık bana çikolata yer misin diye sormak yok. Ballı sütle tatlı krizlerimi aşacağım.

Şimdilik ilk gün iyi gitti. 3 gündür evde yokum diye dışarıda yemek yemek durumunda kaldığımda Burger Kinge gittik ama ben sadece diet hot wrap yedim. Son 5 adet kızarmış patatesi de saymak lazım. Akşam da sadece meyve ve ballı süt ve ne öyle çikolata manyaklığı yaşadım ne de açıklıktan öldüm. Artık hergün yediklerimi bir kenara not edip yoganın yanı sıra diğer hamilelik egzersizlerini de yapmaya çalışacağım. Hergün yürüyüş benim tempoda ve uzun saatler çalışan bir insan için çok kolay görünmüyor ama ilkeri ikna edersem neden olmasın?
Kim korkar hain kilolardan !!! belki bundan sonra 12 kilo ile değil 15 kilo ile doğum yapacağım fikrine kendimi alıştırmalıyım ama öğrendim ki hiçbir işe yaramayan yemekler sadece kilo aldırıyor. Tek tesellim düdükcanın kilosunun iyi durumda olması:)

İlker düdükcana inanılmaz gıcık oluyor bu aralar, çünkü biz oğlumla artık az çok haberleşiyoruz. Yani son 2 haftadır hareketlerini çok net hissediyorum. Hatta örneğin uzandığımda elim uzun süre karnımdayken elimle bile hissettiğim oluyor ve ilker için bunlar henüz mümkün değil! Çok gıcık oluyor. Korkarım bundan sonra eli göbeğimde yaşayacağız...

18 Ekim 2008 Cumartesi

çikolata çikolata sevgilim sevgilim...

Geçen hafta bayramın hemen sonrası beni bi paranoya sardı. Hani paranoya olduğunu bilirsiniz ama yine de kendinizi telkin edemezsiniz, işte öyle bir durum. Düdükcan 12 haftalık iken ikili tarama testi yapılmış, sonuç mükemmel çıkmıştı. Ama benim kitaplardan ve de sağdan soldan öğrendiklerime göre bir de üçlü tarama testi, eğer bir sıkıntı varsa amniyosentez yapılmalıydı. Geçen hafta 19. hafta oldu (bu üçlü test 16-18 haftalar arası olurmuş) ama doktordan ses seda yok, hani yaşlı ya unuttu mu acaba diyorum. Sardı beni bir telaş. Gece yarılarına kadar internetten araştırma yaptım. 11-14 testi dedikleri ikili tarama testi hamilelik yeni olduğu için çok hassas sonuçlar verirmiş. Üçlü testte ama ikilide taranmayan bir hormondan da tarama yapılırmış. Hadiii buyrun burdan yakın. İnternet bunun tamamen doktorun kararına göre olduğunu söylüyor ama beni yine de bir telaş aldı. Herkesler üçlü test yaptırmış, bildiğim bir tek Zührenin ikili testi sıkıntılı olduğu için yaş itibariyle de uygun görüldüğünden amniyosentez yapmışlar. İlker doktoru cepten ara diyor ben paranoyamın 100% doğru olmadığını bildiğimden aramak istemiyorum, derken pazartesiyi ettim. Hemen dedeyi aradım, bana tane tane anlattı. Tıp konferanslarında da tartışılırmış ama ikili testi iyi çıkanlara amniyosentez veya üçlü yapılmazmış çünkü bu ikili test pek hassas bilgiler verirmiş. Sonrasında detaylı ultrasonik tarama ile sonuçlar kesinleştirilirmiş. İçim rahat galiba, yani soru işareti yok ama hadi gel üçlüyü de yapalım dese sanki daha rahat edecektim:)

Pazar sabah rüyamdan hiç hayatımda görmediğim çikolatalar yiyerek uyandım, sonra geçen hafta yediğimiz frambuazlı cheesecake in çileklisi nasıl olur hayalleri kurdum. Akşam haftanın tek türk kahvesinin yanında ablam iki parça çikolata koymuş, Duru herkesin tabağındaki çalarken benimkine dokunmasın diye alelacele çikolatalarımı yedim, üstüne düdükcanın canı ister diye cüceyi kandırıp ganimetinden bir parça otlandım. Cumartesi işe gitmemek için cuma akşamı ofisi geç terkedecekken başım döndü, kendi stoklarımı bitirdiğimden başkalarının dolaplarına saldırdım ve koca bir paket biskrem buldum, ağzıma iki tane atıp açlığımı dindirecekken 6 oldu, sonra paketi alıp arabaya koydum, yolda eve giderken paket bitti!!! benimki tam ye tatlıyı çıkar atlıyı oldu galiba:) son zamanlarda aldığım kiloları da bu çikolata hadisesine bağladığımı, bu tatlı krizlerinin kesinlikle psikolojik olmadığını, benim bu çikolatalara fiziksel olarak ihtiyaç duyduğumu anlatmak suretiyle İlkere günah çıkarırken, kendisi düz mantıkla olaya yaklaştı "niçin bu çikolata yemenin nedenlerine bu kadar takıyorsun ki ? sonuçta canın çikolata mı istiyor, bitti, yiyeceksin o zaman!!!" Nitekim sabah yürüyüşünden döndükten sonra bana Bonjour Pastanesinin ev yapımı muhteşem çikolatalarından aldı ve sanıyorum bu kalori bombalarından tüm pazar 10 tane filan yedim. Yani boşuna konuşuyorum, ben bu güzellere bayılıyorum.

TV de izlenecek hiçbirşey yok yine. Ulusal kanalların dizileri gerçekten gına getirdi. Hemen her yıl bir dizi edinelim, muhabbetlerden uzak kalmayalım isterim ama ne kadar zorlasam da izleyemiyorum. Akşam haberleri izledikten sonra biraz moviemaxlere bakıyoruz, sonra Dizimax te de pek yeni birşey olmadığından televizyonu kapattığımız çok oluyor. Şimdi yeni bir uğraş bulduk kendimize. Desperate House Wifes ... hiç izlememiştim, dvx leri de evde duruyordu. Son bir haftadır fena sardık. Dedikleri kadar varmış. Bebek doğasıya böyle şeylerle uğraşıyoruz, geldi mi bloga yazacak iki satır bulacağımdan bile endişeliyim.

bu postu taa haftabaiı yazmıştım, yine bir Almanya seyahati çıkınca gönderememişim bile, şimdiden cumartesi oldu. Neyse ki evimdyim ve duşumu aldım birazdan Düdükcanı görmeye doktor dedeye giiyoruz, heyecan yine dorukta:)

13 Ekim 2008 Pazartesi

Kelebek ve Dalgıç


Yönetmen Julian Schnabel’e Cannes Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren Kelebek ve Dalgıç filmi
Elle dergisi editörü Jean-Dominique Bauby’nin gerçek yaşam hikâyesinden yola çıkarak yazdığı kitaptan uyarlanmış.
43 yaşında geçirdiği rahatsızlık sonucu sol gözü, kulakları ve beyninden başka hiçbir organı çalışmayan, hayata sol gözünden dahil olabilen bir adamın hikayesi. Filmin en etkileyici tarafı o sol gözden anlatılmasıydı. Burada görüntü yönetmeni ve kurguyu da selamlamak lazım. O sol gözden bütün dünyayı izliyorsun, felçli bir adamın sol gözü sayesinde konuşmasına ve bir kitap yazmasına şahit oluyorsun ve onun duygularını iliklerinde hissediyorsun. Sinemanın büyüsü buradan geliyor bence, hissettiriyor. Vücudu bir dalgıç kıyafeti içine hapsolmuş olsa da sol gözü onu bir kelebek kadar özgür kılıyor.
Sinemayı eğlenceden ibaret görenler için elbette ağır gelecektir ancak ben tek kelimeyle hayran kaldım. Filmi DVD den izlemenin en iyi tarafı da bonusları. Filmin çekilme, kurgu aşamalarına ait kısa bir belgesel vardı, en az film kadar etkiledi. Henüz izlememiş olanlar için etkileyici bir eser.

5 Ekim 2008 Pazar

bir haftasonunun ardından

Az önce karnım yine kazınınca, muzlu süt yapasım geldi. Yarımdan biraz fazla muzu küçük küçük doğradım, sürahinin içine attım, sonra üzerine light süt (yağl süte dayanamıyorum) ve bal. Daldırdım blender ı içine biraç dakika bııız ve köpük köpük muzlu süt hazır. Allah blenderı icat eden zattan sağolsun. Kesin birşeyleri süzgeçten geçirmekten sıkılmış bir hatun kişidir.
Geçen haftanın tek çalışma günü cumayı az telefon çalmasını da fırsat bilerek biraz işlerimi hafifletmeye ayırdım. İyi de oldu. Önümüzdeki iki hafta epey yorulacağımı biliyorum zira. Akşam cuması tatil olan dostlardan Gül ve Orçuna yemeğe gittik. Tedarikliyiz ama, yanımızda tabu xl, okey, birkaç tane dvd de var. Gül muhteşem bir baharatlı tavuk yapmış. Artık yemek yerken mutluluktan ellerimi çırpan bir kadın oldum. Oldum olası iyi yemekten keyif alırım da 4,5 aydan sonra bu keyif coşkuya dönüştü. Yemekten sonra Royal Tenenbums filminin yönetmeni (kim hatırlamıyorum) Owen Wilson lu filminde karar kıldık. Filmden pek bahsetmeyeceğim zira uyudum:) pek keyifli bir film değilmiş, birşey kaybetmemişim. Hindistan kültürünü anlatan belgesel tadındaydı, tek hatırladığım bu. Saat 11 e doğru zeynepin eve gitmesi gerekti. Dedik ki tufan dönsün, zeynepten önceki okey turnuvalarımıza geri dönelim. Tufan zeynepi bırakıp dönünceye kadar biraz daha koltukta kestirdim, zaten artık her evin kanepesi benim uyku alanım. Gece 3 e kadar okey oynayıp beylerin ifadesini aldık:)Bu arada bütün gece yağan yağmur cansuyu gibiydi, umarım barajların biraz olsun dolmasını sağlamıştır.
Cumartesi sabah kalktığımızda canımız hiç kahvaltı hazırlamak istemedi, kaptık simitleri doğru anneme. Oh bir güzel kahvaltı yaptık. Sonra ilker eve döndü ben de bizimkilerle Kemeraltına indim. Annem alem kadın, nerde ne var acayip iyi biliyor. Hamile kıyafetleri arıyorum, artık bir beden büyük aldığım pantalonlar da belden sıkmaya başlayınca hamile pantalonu almak farz oldu. Ama alışveriş merkezlerindeki pantalonlar 130-180 ytl arası, inanılmaz pahalı. Hani diktirtmeye kalksan bakalım istediğin gibi olacak mı? Neyse anneme sıkıntımı anlatınca, salepçioğlu çarşısında iyi fiyata buluruz dedi. Bulduk nitekim. Hem de 70 dediği pantalonu 45 e aldık. Pazarda 1 demet maydonoza pazarlık eden annem bunda mı fiyat kırmayacak!!! Bir güzel öğle yemeğimi de yiyip eve döndüm alelacele. Denizi aylar sonra yakaladık bırakır mıyız, Zeynep beni evden aldı, doğru Alsancaka. Eski deniz mahsülleri yemekleri yapan Miço vardı, işte onun sokağında Kıbrıs Şehitleri caddesinin sol yamacında yeni bir cafe ye götürdü deniz bizi. Ketre. Cafe yemekleri var lezzet müthiş ama en iyisi fiyatları. Cep yakmıyor. Bonjour, Reci's filan halt etmiş burda alası var. Yemeğin sonunda bir frambuazlı cheesecake geldi, nerdeyse tabağı yalayacaktım. Ev yapımı, ve kesinlikle baymıyor, muhteşem birşey, Bugün hala ilkere anlatıyordum. Deniz bir 70 lik kalecik karası söyledi. Sonunda dayanamadım iki yudum içtim. Şifa niyetine:) salamdı sucuktu kolaydı koymuyor da şu şarap bira keyfi burnumda tütüyor şerefsizim. 6 da buluştuk ve tam 11 de kalktık. 5 saat!!! hadi tufanla beraberliğinden beri zeyneple hemen her hafta buluşur olduk da denizi 5 ay görmeyince saatler yetmiyor sohbetlere. İlginç tespitler var bu buluşmaya dair ve dipnotlar ama haftasonu postunun bir bölümünü oluşturamayacak kadar derin mevzular. Bir ara aklımda, yazmalıyım, neticede tam 4 hafta sonrasında bizim evde buluşmaya ve pijama partisi yapmaya karar vererek ayrıldık birbirimizden. Eve geldiğimde canım kocam maçlara dalmış beni bekliyordu, can bu adam ya, hiç sesi çıkmaz hamile karısı bekar arkadaşlarıyla saatlerce sokaklardaymış, evin yolunu şaşırmışmıymış...
Bu yorgunluğun üzerine pazarımızı evde lahanalar gibi yayılmaya ayırdık. Sabahın köründe kalktım her pazar olduğu gibi ama en azından ilkere kahvaltı hazırlıyorum diye teselli buluyorum. Biraz yemek yapıp etraf toplandıktan sonra, geçtik filmin başına. Hani tam evde yayılacak günmüş, fırtına kıyamet, yağmur... patlamış mısır eşliğinde "No country for old man" i izledik. Ara sıra ani çığlık tepkileri verdim, hatta son sahnede düdükcanın sağlığından endişe bile duyacak kadar hopladım yerimden. Çok başarılı bir filmdi de sonu ile ilgili bazı hayal kırıklıkları yaşamadım değil. hani katil o kadar cana kıydıktan sonra trafik kazasından bir kol kırılması ile sıyırmasaydı da ölseydi, ilahi adalet bu diyecektim, ironik bir son olacaktı ama farklı bir senaryo tercih edilmiş. Oscar almış senaryoyu bile eleştiren bir yapım var ya helal yani!!!
Akşamüzeri haftalık süt ve meyve alışverişinin ardından güzel bir yemek yedik ilkerle. Artık oturma odasındaki koltukta kötü pozisyonlarda uyuyakalmaktan sıkıldığım için kestireceksem bile yatağıma gider oldum. şaka bir yana, Düdükcan için bir bardak süt kadar gerekli görüyorum uyku olayını. Hem de haftaiçi yoğun çalışıp öğlen uykusuna hasret kaldığım için haftasonu çok değerli benim için. Tek sıkıntı saatlere yayılması, bunu da sadece 1 saat sonrasına saat kurarak ve ilkeri mutlaka kaldırması yönünde görevlendirerek aşmaya çalışıyorum. Yoksa gece uykum kaçabiliyor.
Az önceki muzlu süt öncesi yine yoga yaptım. Yoga benim için yeni değil aslında. İstanbulda yaşarken Sports Internationala üye idik ve ilkerin askerliği dönemine geldiği için ben neredeyse orada yatar olmuştum. Hatta evdeki banyo günlerimi bile spor günlerime denk getirip evdeki su parasından tasarruf ediyordum. (kronik cimri olduğumu söylemiş miydim?) Neyse yoga ile tanışmam o zamana rastlar. Deliler gibi yüzdüğüm birgün ayağıma kramp girdi, dediler ki yoga dersine gir iyi gelir. Aman ne şahane şey o öyle. Tütsüler yakılıyor, fonda bir çançingçong müziği ki çok severim, gevşe gevşe oh ne güzel. Sonraları bu dersleri kaçırmaz oldum. Pilatese de o zamanlar merak salmıştım. Sports üyeliğimizi izmire geldiğimizde mecburen sonlandırınca bu defa yoga zone vcd leri ile devam ettim. İlker benle yogi diye dalga geçiyor ki yeni kilolarımla ayı yogi olmama ramak kaldı, ama çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Sürekli oturarak çalışmaktan ve sorumluluk altında kaskatı kesiliyorum, sonra rahat doğum için iyi olduğu konusunda uzman görüşleri var. Herşeyin ötesinde doktorun verdiği egzersizlerden çok da farkı yok. Umarım tembelliğime yenilip yarıda bırakmam şimdilik gün aşırı yapmaya çalışıyorum, iyi gidiyor.
Nerdeyse 12 oldu, yarın hafta başlıyor. Artık saçıma fön çekip yatmam lazım. İyi haftalar...
(fotografı yogakam.com dana aldım, benim düdükcan kesin içerde böyle yapıyordu, hiç sesi çıkmıyordu veletin)

3 Ekim 2008 Cuma

Uyku biraz uykuuuu...

Doktora geçen gidişimizde İlkerin sorduğu tek şey "yelizdeki bu uyku hali akşam 9 dedin mi uyumalar ne zaman bitecek?" olmuştu. Doktor uykusuzluğun uyku halinden daha beter olduğunu anlattı, kısaca bırak uyusun dedi:)Şimdi dört gözle normale dönmemi bekliyor. Aslında hak vermiyor değilim, zaten tüm gün ayrıyız, bir de akşam sadece yemekte karşılaşıyoruz, 2 çift laf edemiyoruz ve ben bulduğum heryerde uyuyorum. Misafir filan dinlemiyorum, gözler düşüyor. Ve nasıl tatlı, en sevdiğim tatlılardan daha tatlı. Nitekim bayram tatili de böyle geçti. Arifeden annemlerin yazlığa gittik ama öncesinde ne zamandır gitmediğim şantiyeye uğradık. Nerdeyse herşey bitmiş. İlkerin ilk inşaatı. Satış hala yok ki bu canımızı iyice sıkıyor ve bizi ekonomik dar boğaza itiyor ama onun bu sektör değişiminde yaşadığı tecrübeler motive olmasına yetiyor. Yada öyle görünüyor. Tek eksik bir müşteri :)
Annem muhteşem yemekler ve tatlılar yapmış. Akşam 8-11 arası uyudum tabi, sonra hadi uykum kaçmasın diye 12 de yatağa yattım. Sabah İlkerin annesi de geldi, kocaman bir bayram kahvaltısı, ananem, ablamlar, hep birarada. Çok keyifliydi. Sohbet konusu düdükcana ne isim koyacağımız idi. İlknur ile canlı bağlantı kuruldu. 50 yaş üstünde, birkaç akşam önce var mısın yok musun da annesi çok para kazanan çocuk Doruk ismi öne çıktı. İsim çok güzel de canım arkadaşım Gizemin oğlunun adı Doruk, yani o kadar yakınlarda aynı isimden iki çocuk çok fena. Sonra Deniz, Demir, Doğa, Yiğit, Cenk... Bu arada hayallerimin ismi Efe den tamamen vazgeçtik. Daha doğrusu bize Tanrı tarafından bazı işaretler gönderildiğini düşünüyoruz, çok alacakaranlık kuşağı oldu ama öyle!! Her yanımızda ağlayan çocuklar, yaramazlar hep Efe. Sonra sabahlara kadar anıran 7 yaşında bir velet var, alt kat komşumuz. Bu velet apartman toplantılarında madde olarak geçiyor, "anne ve babası tarafından gece saatlerinde susturulması..." gibisinden. İsminin Efe olduğunu öğrendiğimizden beri bizim için Efe tamamen bitmiştir.
Neyse son gözdemiz ARCA!! Ablamın verdiği isim sözlüğünden bulduk. Temiz, namuslu demekmiş. Hem kolay söylenen bir isim hem kimselerde yok. Şimdilik belirledik gibi ama daha 4-4,5 ay var, her an değişebilir. Bu isme anne, baba karşı pek tutmadılar ama genç nesil acayip beğendi.
Bayramın 1. günü öğleden sonra eve döndük ve ben 3 saat kadar uyudum yine, bu defa sağlam uyumuşum, gece uyuyamadım, Ahlaksız teklif filmine daldım, iki gözüm iki çeşme... biliyorum, defalarca izledim ve ağlamakla alakasız bir film ama tutamıyorum işte. Malum hormonlar :)
Ertesi gün ziyaretlerle geçti, arabada sürekli uyudum, akşamüstü İlkerin kuzenine gittik. Duru adında şahane bir bebekleri var, bütün durular sevimli oluyor galiba... Akşam Avrupa Yakasını izlerken bile uyumayı başarmıştım. Son gün bütün gün evdeydik, kahvaltı sonrası uyudum ama iyi ki de uyumuşum yoksa "There will be blood" filmini izlerken kesin sızardım. O film film değil sanki baştan aşağı bir Daniel Day Lewis!!! Yani bir oyuncu Oscar ı bu kadar mı hakkeder? Film de iyiydi ama oyuncu oyunculuğunu bu kadar konuşturunca film ikinci planda kalmış. DVD nin bonuslarında biri de film öncesi toplanan bilgiler, yapılan araştırmaları içeriyordu. O yıllardan kalma fotograflar ve filmler birebir yansıtılmış neredeyse. Çok incelikle işlenmiş bir film.
Bu tatilin bende bıraktığı en kötü şey sanırım kilo!!! Doktora gittiğimden beri tartılmamıştım, dün itibari ile son 2 haftada 1,5 kilo aldığımı gördüm ve şok oldum. Galiba tüm ay boyunca 1 kilo filan almak lazımdı. Ama o kadar ye, iç , yat, tatlılara yumul, çok normal, inşallah düdükcana gidiyordur da boşa almıyorumdur bu kiloları:)
Yok bunu anlatmadan geçemeyeceğim.
Hamilelikte yoga DVD si ile çalışmalara başladım. Ancak sonlara doğru sırtüstü yada sola doğru yatma kısmı var, hah işte ben tam orada uyuyakalmışım, DVD bitmiş, herhalde en az 10 dakika yerde öylece kestirmişim, ama ne yapayım eğitmen acayip yumuşak konuşuyor ve yoga insanı müthiş gevşetiyor... ahhh uyku ahhhh... sen ne tatlı şeysin:)

27 Eylül 2008 Cumartesi

havadan sudan şundan bundan..

Bu hafta haftabaşındaki iş streslerim nedeniyle öyle bir gazla başladı ki cumayı nasıl ettim bilmiyorum. Kelimenin tam anlamıyla yoruldum!! Hergün mesai yaptım ama işlerimi de kolayladım neyse ki.
Salı akşamı anneme laptop almak üzere Vatan, Bimeks, Teknosa vs. gezerken saati 23:30 etmişiz. Eve geldim, deli gibi telefon çalıyor. Güner abla, temizlik için perşembe gelecekti, çarşamba geliyim diyor. Daha önceki gün İstanbuldan gelmiş, çantamı boşaltmamışım, bulaşık makinesi bile çalışmamış, ilkerin kirli tabağı bile masanın üzerinde, sabah damlayacakmış. Yok artık dedim. Meğer annemle konuşmuş, o sorun değil demiş. Bu kadın öyle değil ki hanımı sabah evinden alıp getireceksin, kahvaltısı hazır olacak, sonra öğlen önüne yemek koymak lazım, yani öyle gece 23:30 dan sonra ayarlanacak gibi değil, hadi dedim sen kapat annemle konuşayım. Annemi aradım, meğer bana korkusundan İlkerin annesine cumartesiyi söz vermişken ona da gitmeyeceğini söylememiş. Sebep? Çok net... Her hafta gittiği bilmem kim hanım şehirdışından dönmüş ne yap et cumartesini bana ver diye kestirip atmış, sonra başka birine de yanlışlıkla perşembeyi vermiş. Kısacası resmen bize kazık atmış. Hayatımda hiç bu kadar sinirlendiğimi hatırlamıyorum. Hemen İlkerin annesini aradım bari madem çarşambası boş bana gelmesin ona gitsin diye sormak için yataktan kaldırdım, ama mümkün olmadı. Öyle kızdım ki bana da gelmesin, gözüm görmesin dedim anneme, biz kendimiz yaparız temizliği!!
İnanılmaz birşey bu! Bu kadar mı nankör olunur, belki biz çok temizliğe çağırmıyoruz ama annem ihtiyacı olmasa bile sırf para kazansın diye çok defalar çağırdı, oğlu askere gidecek para lazım oldu mu hep yardım etti. Hadi bana neyse de anneme yapılmış bir haksızlıktı resmen.
Bütün gece uyku tutmamış zaten, önce ağzına ne gelirse söylemiş sonra kalkmış sabah gelmiş bütün evi temizlemiş, perdeleri yıkamış, 3 çeşit yemek yapmış, ben yine mesaideydim İlker eve gelince şok olmuş. Tabii bunu duyunca hamilelik hormonlarım devreye girdi ve ağladım. Ana gibi yar olmaz dedikleri böyle birşey işte. Daha asansörden inerken mis gibi kokular geliyordu evden, temizlik kokusu...
İlkerin annesi de kadınsız kaldı, ama o da birşey demedi, meğer anneler bu kadınların nankörlüklerine alışkınmış, olur öyle dedi. Ben hala atlatamadım. Öğreneceğiz bakalım daha neler göreceğiz.
Bu hafta çok yoruldum, sabahları kalkamayacak kadar, ama bayram tatili çok iyi gelecek. İyi dinlenmem lazım, sonrasında yine çok yoğun bir program başlıyor çünkü. Birkaç hafta sonra Dubai çıktı, sonra yine İstanbul, ikameti Elvana aldırayım diyorum:)Düdükcan da kesin gezgin , gazeteci filan olacak korkarım, çünkü ana rahmine düştüğünden beri gitmediği yer kalmadı, Güney Ege sahilleri, birkaç defa İstanbul, Milano, Frankfurt...
Bu sabah başıma ne geldiğini mutlaka anlatmalıyım. Sırt üstü uyuyorum, birden içimde hamile olmadığım izlenimi ile uyandım. Elimi karnıma götürdüm BOŞ! Nasıl bir panik... Sırt üstü yatıyorum karnım içime göçmüş galiba çünkü doğrulup kalktığımda koca göbeğim ve göğüslerim yerli yerindeydi... Derin bir ooooh..
Bu arada Elvan geçenlerde bir link göndermiş, görsel DNA gibi birşey... Kişilik testi yapmak isteyenleri için ilginç bir deneyim. İşte burda: http://www.visulog.com
Şimdi buzdolabını temizlemem lazım, son kullanma tarihi geçmişleri artık atmalıyım ve gezdiğimiz ve gidemediğimiz yerlerden topladığımız magnetlerin de tozunu almak lazım, çok çalışmam lazım çoook...

22 Eylül 2008 Pazartesi

İş güç sinir

sinirlenip de yazmaya ihtiyaç duyduğum bir an bu!! odada uyuklarken yatağa gittim ve uykum kaçtı sinirden, kalkıp bloğuma gireyim dedim. Ne güzel mesajlar aldım dostlardan. Ama sinirim geçmedi. iki satır yazsam geçer mi? görücez.
Sabah 9 a toplantı koyan zihniyete müteşekkir dünden İstanbula gittim. Elvancımla takıldık bi güzel, evde teyzesinin yaptığı dolmaları götürdük.
Sabaha erkenden toplantı için genel müdürlüğe damladım. Biliyorum ki satış toplantılarında günah keçisi aranır ve o genellikle ben olurum ama her toplantıya da bu gerçeği unutarak iyi niyetle gardımı almadan giderim. Ben şirketin satış hariç her türlü angaryesiyle uğraşan müdürü olduğum için her haltın sorumlusu ben olurum.
Günün konusu bir türlü basılmayan kataloglardı, ve bir dünya işimin arasında dokümantasyon da bana baktığı için terminlerimi yerine getiremiyorum. Bir allahın kulu çıkıp da bir işin ucundan da biz tutalım demiyor. Ama genel müdürün gözünde bütün işlerin altında kendimi ezdiğim için yine ben suçlu oldum.
Fiyat listeleri sık değişiyormuş, ya ne olacaktı, alışımıza yansıyan zammı sineye çekip hanımlara eski listeleri mi bırakacaktım, tabi ki değişecek. Hem değiştirmek için ciddi mesai harcıyorum ben, bayılmıyorum yani kimsenin umru değil.
Stok siparişi geçilmiyormuş, ilgilenilmiyormuş. Lojistik benim işim olmamasına rağmen stok raporu hazırlıyorum her hafta, bir de hanımlara beylere gönderiyorum, tenezzül edip de bana bir dönüş yapmıyor sadrazamın sol tarafındakiler.
Fiyat pahalıymış, ana firmayla pazarlık edilmeliymiş, haftalardır piyasadan rakip fiyatı toplayın, elimde savaşacak done yok diyorum, elleri yine boş gelmiş.
Bunlar yetmezmiş gibi, projelerin pazarlığı bende, siparişleri bende, teknik doneler bende, kullanma kılavuzları, sanayi bakanlığı izinleri, kampanyalar, stok yönetimi, yeni markalarla ilgili fiyat analizleri yetmiyormuş gibi bir de genel müdürün yazışmalarının ingilizcelerinin kontrolü hatta taslak hazırlaması bende. Diğer sadrazam evlatlarının yapmasının beklendiği tek şey satış !!!
Lanet olsun ya!!! uçağı beklerken oturdum doğum izninde kimlere ne kaktıracağımı bir bir yazdım!!! kataloglardan şikayet edene dokümantasyon, marketingi zayıf bulana organizasyon kakalanacak. hadi bakalım hodri meydan.
çok sinirliyim çoook ve yüzüme gülüp toplantılarda genel müdüre şikayetlerinden bıktım artık. bundan sonra hepsine aynı mesafe hatta uzak mesafe!! yarından tezi yok, iş paylaşımı!! ben de biraz kendime bakayım az kafamı işlerden kaldırayım.
Sinir küpü yapacaklar çocuğumu. Bundan sonra geberesiye kadar mesailere kalmak yok, evimde yoga yapar sakinleşirim en azından kendime vakit ayırırım.
oh biraz gevşedim sanki, yada ağlamaktan yorgun düştüm, gözlerim kapanıyor. Gidip yatayım, yarın çok iş var!! akıllanmam ben !!!

21 Eylül 2008 Pazar

IT'S A BOY !!!

Sabahın köründe kalktım, uyku tutmadı, bir türlü 10:30 olmadı. Doktora giderken üzerimde bir ÖSS heyecanı var. Hani düdükcan iyi mi, herşey yolunda mı? Midemde kramplar. Elimde önceden not ettiğim sorular, aklımda daha da fazlası. Aldık soluğu doktor dedede. Ultrasona bakarken doktor, senin hiç karnın yok ama bebek bayağı büyük, en az bir hafta önde gidiyor dedi. Zaten kafası kocaman burnu küçücük hatta yok, yani şimdiden belli oldu, aynı ilker olacak. ama iki büklüm duruyor, acayip moralim bozuldu. Hiç rahat görünmüyor. Ayaklar nerdeyse kafasına değecek. Haraket ediyor, ama hissedememek canımı sıkıyor. Meğer daha 1 ayı varmış. İlkerle ikimizin suratında salak bir tebessüm ekranda kayboluyoruz. Sonra birden oğlunuz olacak dedi. Ben bir şekilde emin miydim, hissetmiştim belki de bilmiyorum şaşkınlık yok kesinlikle ama sevinç tabii ki var. Erkek olmasından çok dombili olmasına, sağlıklı olmasına karşı bir sevinç!! Gerçekten anne baba olunca insan kıza erkeğe bakmıyor galiba. Ama öğrendik ya bir oh çektik tabii. Zavallı annelerimiz 9 ay nasıl bekliyorlarmış, biz 4 aya tahammül edemedik.
Kilo normal, ben her hafta kendi tartımda tartılıyorum artık, 4 kilo görmüştüm ama son 1 hafta işte çok yoğun geçti, bunun etkisi ile sanırım, hamileliğin başlangıcından beri dün doktor tartısında 3 kilo çıktı. Bana sorsanız 10 kilo almış hissediyorum, göbüş zaten bana kocaman geliyor, sonra göğüslerde inanılmaz bir büyüme var, artık eski sütyenlerimi giyemez oldum. Nitekim doktordan çıkınca anneme gittim, bir güzel kaşarlı simitli kahvaltı (artık haftada 1-2 çay da içiyorum) sonra ablamlar geldi, çamaşırcıya gidip sütyen aldık. Biraz anane sütyeni gibi, hiç alışkın değilim ama rahat napalım zaten artık süngerlere ihtiyacım yok, yeterince büyükler:)
Duru düdükcanın erkek olmasına acayip bozuk. Aldım yanıma, gel seninle biraz konuşalım dedim. Aç parantez... Duru İlkerin aşkıdır, sürekli hülyalı hülyalı bakar, iiitercim, seni çok seviyorum hadi kuduralım, hadi oynayalım, denize girelim, tavla oynayalım...vs. diyalogları çoktur. Yorgun düşünce ilkerin göbeğine yatar uyuyakalır. Benim gönlümü almak için de "o benim ilkerim !!" dediğimde, mavi gözlerini kırpıştırıp "ikimizin iiiteri olsun mu?" der... Kapa parantez...
"Durucum sen bizim hayatımızdaki ilk bebeksin, İlker seni çok seviyor, sana bayılıyor, bizim gözümüz senden başka kız çocuğu görmüyor. şimdi İlkerin bir kızı olsaydı, o zaman İlkerin sevgisini 2 kız paylaşmak zorunda kalacaktınız. Ama erkek çocuk öyle mi ya ver eline oyuncak arabasını topunu oynasın, sen İlkerle başbaşasın!! bak yine ilker ikimizin ilkeri olacak:)"
bilmiş bilmiş "ben niye bunu düşünemedim, doğru ya iiiter yine beni sevecek!!" sonra yine dudak büküldü " ama ben ona kız olsa neler öğreticektim, oyuncaklarımı verecektim. erkek bebekler çok iğrenç" dedi. " AAA olur mu Durucum, sen ne güzel top oynuyordun ilkerle tek kale maç yapıyordunuz, düdükcanla oynarsınız, sonra sen ona yüzme öğretirsin. Hem bak şimdi ananen, annen, ben sen ne güzel kızkıza sohbet eidyoruz, oynar o bi kenarda biz yine birlikte takılırız" Kıkır kıkır güldü cüce, sonra 1 saat kadar düdükcanın odasının nasıl olacağına karar verdik birlikte... Çocuklar muhteşem varlıklar...
Aslında daha neler yazmak istiyorum ama bir daha sefere... Şimdi toparlanıp İstanbula gitmem gerek yine. Elvancıım beni bekler

13 Eylül 2008 Cumartesi

Cinsiyet Meseleleri

biz düdükcanla birbirimize alışaduralım, herkeslerden bir cinsiyet tahminidir gidiyor. Doktor son randevuda birşeyler tahmin ediyorum ama sonraki görüşmemizde emin oluruz demişti. İlker annesiyle kardeşine "öğrendik ama size söylemeyiz" numarası yapınca 3 haftadır ağzımızdan laf almaya çalışıyorlar. Ama ne diyeceğimizi biz de bilmiyoruz ki!! İlknur İlkere bazı tuzak !! sorular sormuş, kız olduğundan emin. Bir tarafta ekşi elma seviyorum diğer tarafta adet öncesi sendromu misali çikolataları götürüyorum diye İlkerin annesi bir türlü tahmin edemiyor. Bizimki de hiç renk vermiyor, o ne yapsın!
Annem hiç hareket var mı diye çaktırmadan soruyor, erken hareketlenenler erkek oluyormuş galiba yada tam tersi? Annemin makas-bıçak testini yapmaması beni şok etti. Herkese yapar, ama en son Zühreninkini erkek tahmin edip Nil doğunca bu işlerden elini eteğini çekmiş. Şimdi rüyaya yatıyor:)
Kimisi bulantın yok mu, o zaman erkek, bende de olmamıştı diyor. Ofisteki arkadaş da benim gibi hamileliğinde tarhanaya bayılırmış, ben de seviyorum diye önce erkek dedi sonra yok senin vücudun yana doğru genişliyor, kesin kız olacak, tüh tüh kızlar anneyi çok deforme ediyor, yandın valla demez mi?!! teşekkürler valla bir bu eksikti. zaten günde 2 defa bebe+badem yağına rağmen hafif çatlaklar oluşmaya başladı gıcık oluyorum, bir de deformasyon haberi üzerine bal şeker oldu. Sonra da demez mi sen yandın valla, cildin çatlak oluşmasına çok yatkın sende kesin çatlaklar olacak. Bundan sonra yemeklerimi erkek arkadaşlarla yiyorum en azından vücut deformasyonu mevzu bahis olmuyor.
Bir de iddaya girenler var. Mustafa rüyasında erkek görmüş, Tufan haberi almadan önceki gün kız. Orçunla Gül erkeği tek geçiyor. Ablam bilmem ne takvimine bakmış kız diyor, zaten duru cücesi illa ki kız olsun diye tutturuyor sanki biz ayarlayabilirmişiz gibi:) çok eğleniyoruz çook. Babam hep oğlu olsun istemiş, tabii ki kızları başının tacı ama içi gidiyor oğlan diye, biliyorum ben, de söylemiyor, hepsi bir diyor. Hayırlı, sağlıklı olsun duaları bir yana, biz işin magazinindeyiz tabii. Bahisleri açtık, hadi bakalım kız mı, erkek mi? Geri sayım başladı, sadece 1 hafta sonra öğreniyoruz!!!

9 Eylül 2008 Salı

Canlarımla İstanbulda

Geçen hafta bir akşam, hani deli gibi şimşeklerin çaktığı sabahın akşamı, Gizem ve Rana ile buluştuk. Kordonda Pepe Rosso diye bir café'de yemek yedik. Bira patates Kordon konseptinden çok farklı bir yer. Daha çok Reci's tarzı. Yemekler çok iç açıcı değildi ama tatlılar süperdi. Tabii ki benim düdükcandan, ona isim bulmalardan, burçlardan, yaz tatilinde yaptıklarımızdan, kitaplardan sohbetler ettik. Erken buluştuk diye erken dönerim diyordum, nerdeyse 11 olmuş geldiğimde. Dönüş yolunda Gizemle bir konuda hemfikirdik: Bu facebook olmasa birbirimizi bulmamız mümkün olmayacaktı, yıllar sonra tekrar birbirimizi tanıma fırsatımız oldu ve de paylaşma...
Sonra deli gibi perşembe-cuma günleri gireceğim toplantıların yapacağım sunuşların hazırlığı ile geçti.
Bu defa İstanbul seyahati haftasonuna gelince, İlkeri de kafaladım, benim millerden ona da beleş bilet aldık, doğru İstanbul. Elvancığım benim için cumartesi olan Antalya biletini pazartesiye atmasıyla sulu gözlülüğüm tuttu yine. Zaten ota boka ağlar oldum. En kötüsü ütü yaparken seyrettiğim Beauty and the Geek programında elenen Geek'in partneri için "onu kardeşim gibi sevdim" demesiydi. Böyle saçma birşeye ancak hamileler ağlar!!!
Perşembe çok yoğundu ve Elvanın şirkette servisi beklerken sohbete dalıp kaçırmamız başımıza son yıllarda gelen en anlamsız hadiseydi. Akşam evde İlkerle buluştuk, deliler gibi hamburger yedik, üstüne de dondurma!!! Antiparantez sadece 2 haftada 1,5 kilo almışım, bugün nasıl oldu diye kendi kendime soruyordum, şimdi yazarken farkettim, hamburger menü+dondurma üstüne de uyursan çok normal!!!
Hayatımda Cuma kadar korkunç başka bir gün yaşamadım. Etkisi pazartesi de dahil 3 gün üzerimdeydi. Sabah 9 da ilk toplantıya girdim, 2 saat kadar sürdü, diğer firma 2 de gelecek dinleneceğim diye sevinirken, erken geleceklerini söylediler, hemen diğer toplantıya girdik ve nerdeyse 3 te bitti. Hamileliğim süresince hiç bu kadar uzun süre aç kalmamıştım. İki toplantının değerlendirmesi diğer bir toplantı halinde öğle yemeğinde yapıldı. Sonra aramızda tekrar toplandık, değerlendirmeler devam etti. Son olarak bir projenin maliyetleri konusunu konuşmak üzere başka bir toplantıya girdik. Bu arada Elvan benden ses çıkmayınca merak edip bizim şirketi aramış:)Son toplantının yarısında arkadaşımın servisine yetişeceğim diye resmen kaçtım. Feci bir trafik ama akşam kızların geri kalanı ile buluşacağız yani yorulmak yok!!!
Kısaca, İTÜ Makina Fakültesinin içinde Vakfın bir kız yurdu vardır. Fakülteye girdiğim yıl benim gibi makinacı Elvanla tanıştık aynı odaya düştük, Tuba ile Gülayşe başkaları ile oda arkadaşıydı, bu ikisi aynı zamanda İlkerin sınıf arkadaşı olurlar. Sonraları kader bizi aynı odada birleştirdi, şimdi 12 senelik harika bir dostluğumuz var. Cuma günü İlkeri kendi arkadaşlarına gönderdik, biz Bebekte Kitchette'de buluştuk. Bebek'in ortasında bir vaha gibi, saatlerce oturduk hiç sesleri çıkmadı. Ama oraya gelenler Reina'ya gider gibi giyinmiş, gözlerimizi alamadık:) 11 buçuk gibi ayrılırken hala sıra bekleyenler vardı. Ramazan Bebek camiasına hak getire. Neler konuşulmadı ki? Gülayşenin verdiği kilolar, Tubanın 1 buçuk yıllık Londra macerası, Elvanın işyeri, benim Düdükcan, İzmirdeki yeni hayatımız... Yeni gelişme Elvan İzmirde de iş arayabilir yani buraya taşınabilir, ne harika bir rüya birkaç yıl aradan sonra yine dipdibe. Elvan bu atağı ile düdükcanın en sevdiği teyzesi olmaya aday, Tuba "cool teyze" imajını Baby GAP'ten bir koli cici ile pekiştirmeyi seçti. Gülayşe ben ne yapacağım derdine düşmüşken "en güzel teyzesi" olma kararı ile geceyi kurtardı. Ama düdükcanın ilk hediyesi Bebek günlüğü ile Elvan olaya noktayı koydu. Günün galibi o!! Acayip sevimli birşey. En arkasında küçük bir kutu var, oraya sevdiği bir oyuncağını, patiğini koyabilirsin ve düdükcan büyüdüğünde bu günlüğü okuyabilir.
İlkerin İstanbula gelmesinin en önemli sebebi yeme içmeydi. Sabahtan Beyaz Fırına gidilecek, öğleden sonra Kırıntıda T-bone steak yenecek. Sonra başka birgün mutlaka House Cafede naneli limonata içilecek. Hepsi yapıldı. İstinye Park'a gittik, en üstteki arabaları görünce dibimiz düştü, o kadar Porche'yi bir arada görmemiştik.

Bonustaki puanlarla sonunda D&R dan Hamilelikte Yoga DVD sini aldım. Geçen randevuda doktor egzersiz için 1 ay daha beklememi istemişti o sebepten henüz başlamadım ama DVD yi baştan sona izledim. İyi bir çalışmaya benziyor, hem blogger arkadaşım Yeşim de önermişti. Haftaya doktor kontrolünden sonra başlıyorum.
Bir İstanbul haftasonu böyle geçti, ne güzeldi, İstabulu çok özlemiyorum da arkadaşlardan ayrı olmak koyuyor. Elvan tek çocuk, bir ara biz kardeş gibi mi olduk diyordu, bilmiyor kardeşliği çünkü. Dedim ki bizimki çok başka birşey, kardeşlikten de öte. Kardeşini seçemezsin, normalde anlaşamayacağın biri bile olsa kardeşin ya koşulsuz seversin. Ama dostluk öyle değil, sen seçiyorsun, çocuk gibi işliyorsun, şekil veriyorsun ilişkine, daha fazla emek, daha farklı bir duygu. Ne kadar uzak kalsan da, bir araya geldiğin gün sanki son görüşün dünmüş gibi kaldığın yerden devam ediyorsun.

1 Eylül 2008 Pazartesi

Düdükcan'a ne desek?

Düdükcanın ismine çok uzun zaman önce karar vermiştik. Kız konusunda kararsızdık ama erkek olursa kesin Efe olacak demiştik. Sonra kız için de Ege de karar kıldık. İzmirliyiz ya mesaj kaygımız var:)
Geçenlerde İstanbuldan benim sınıf arkadaşım geldi, eşi de İlkerin sınıf arkadaşıydı. 4 defa tüp bebek denemelerinin de başarısız olması bizi acayip üzdü. İsteyip de çocuk sahibi olamamak ne fena, bütün hayatları değişmiş, kız tedavinin ağırlığı sebebi ile işi bırakmış ama ücretler çok yüksek, epey sarsılmışlar. Bizim de düdükcanı söylemeye dilimiz varmadı bir süre. Bu arada çocuk isimlerinden laf açıldı. Daha bizim çocuğun bilgisi ortada yokken Kağan aman Ege ve Efe koymayacağız, bizim dönemde bu isimlerden başka birşey yok dedi. Hadii ya olduk. Hani öyle kimselerde olmayan bir isim de çocuk için kendini ifade etmesi açısından zor ama sınıfta 5 tane Efe oldu mu da kötü oluyor. Bir de ablam üzerine girdiği sınıflardaki tüm Efe'lerin inanılmaz yaramaz olduğunu söylemesin mi?
Ama sonunda imdadımıza ablam yetişti yine, 2 tane çocuk isimleri sözlüğü varmış, bütün gece isim muhabbeti yaptık. Benim çocuğun annesi gibi sokak çocuğu olacağını düşündüğümden pencereden nasıl seslerim testleri yapıyorum. ALP çok istememe rağmen bu açıdan sınıfta kalıyor. Halbuki gözümü kapatıp Alp adında bir çocuk düşündüğümde yumuşak başlı tombul bir ifade oluşuyor. Yani ben Efe'ye alternatif sadece bunu düşünebiliyorum. Ama bir Huuuurşşiiit diye seslendin mi bütün mahalle seni duyar, duyar da çocuk bundan ben hoşnut olmayabilir. Doruk da güzel bir isim ama Gizemin oğlu var, öyle yakınlarda başka bir Doruk hoş olmaz. Sonra aynı anlama gelen Dora'yı düşündük. Arda olsun dedim ama İlkerin kuzenini unutmuşum ki bu daha yakın:)
Kız isimlerinde biraz daha kolay işimiz. Derin veya Doğa olabilir diyorum ben. İlker Melis diye tutturuyor ki 78 kuşağının vazgeçilmez ismi olduğundan dolayı son derece banal geliyor bana. Her ne kadar Zeynep kendi ismini beğenmese de ben çok seviyorum, dün akşam Rana'nın dediği gibi ağırbaşlı akıllı bir kız ismi gibi geliyor bana. Ama koyamıyoruz maalesef!! Babam Ezgi'yi önerdi, benim hoşuma gitti ama çok ilginç değil. Ayşe Armanın kızının adı Alya, ama İlker Ayla ile karıştırılır diyor.
İşler sarpa sarmak üzere... Elimizde sözlük dolanıp duruyoruz. Benim açımdan Efe ve Ege hala ağır basmakta ama en azından cinsiyetini tam öğrenelim diyoruz, böylece biraz daha az kafa yorabileceğiz. Hem zaten daha 6 ay var, şimdilik düdükcanla neşemizi buluyoruz. Bu arada düdükcan da kulağa fena gelmiyor :)))alıştık bile:) Tek endişem düdükcan diye diye velet de alışacak koyduğumuz isme tınmayacak!!

29 Ağustos 2008 Cuma

ah tatil ahhh

Geçen cuma doktor randevusu 17:00 de olmasına rağmen benzin alacağım derdinden 16:00 da yola çıktım, hatta ilker boşuna erken çıkmışsın dedi. Neyse dedik, bekleriz doktor dedeyi. Laylaylom giderken ilker aradı, 15 dakikadır Karataşta yol sıkıştı, hareket etmiyor kaza var galiba dedi. Ben rahat gidiyorum dememe kalmadı Arkas'ın önünde benim yol da tıkandı. Sanki bütün Alsancak yollarına bir haller olmuş giriş mümkün değil. Aklıma bomba gibi kötü kötü fikirler geliyor ama kondurmamaya çalışıyorum. Neden sonra İlker aradı, bombayı patlattı. Fuar Açılışı!!! Buyrun burdan yakın. Hadi benim yolum biraz daha iyi, park yeri de buldum, tam 17:00 de hastanedeydim, ilker ne ileri ne geri, yerinden kıpırdayamıyor. Bizden sonra randevu varsa, bizi ileri atmalarını rica ettim ama mümkün değil, son randevu bizimki. Zavallı kocam sonunda 17:30 a doğru geldi, allahtan doktor dede de geç geldi, cümleten muayeneye girebildik. İyi haber! artık sıkışık gelmeme gerek yok. İlker her randevu öncesi "sıkışık mısın?" diye beni sıkıştırıyor, daha da çişim gelmesine neden oluyordu, artık rahatım.
Düdükcan 6,5 cm olmuş. 12 haftalık için normal görünüyor. İkili tarama testi için düdükcanın her tarafı ölçülüp biçildi. Benden kan alındı, oynak damarım yüzünden nerdeyse ağlayacaktım. Hemen yoga egzersiz yapabilir miyim diye sordum, 4 hafta sonra dedi, ne olur ne olmaz diye. Bana sorsan bugün maratona çıkarım canavar gibiyim:)Cinsiyetini sorduk, birşeyler gördü ama emin olmadığı için yine sonraki randevuya bıraktı. Dolayısı ile 16. hafta randevumuz epey heyecanlı olacak:)
Doktorun tartısına göre hamile kaldığımda 51 kg iken şimdi 52,750 olmuşum. Ama kayıtlara 53 olarak geçti ki benim çok kilo aldım tantanası boşunaymış. Bundan sonra da dikkatli olmak lazım ama 3 ay için 2 kilo iyi sayılır. Tabii bunu kutlamak için Burger King'e gittik ve Whooper mideye indi. Düdükcan bile mutlu oldu kanımca:) yada sadece ben kendimce aldığım kalorilere teselli arıyorum. Aslında Alsancakta yemeğe mecburduk, çünkü mahsur kaldık. Lozan meydanı açılış bandosu sebebi ile kapatılmış, etrafındaki tüm yollar iptal, dedik ki önce ilaçlarımızı alalım sonra birşeyler atıştıralım. Ablamlar da yazlığa gitmek için beni bekliyorlar. Epey geç kaldık. 2 saat oyalandıktan sonra polisler 8 gibi açılış bitecek deyince iki araba önlü arkalı arka sokaklardan 45 dakikada eve vardık. Bavulumu hazırladım, ablamlar beni aldı, yazlığın serin kollarına bıraktı. Tabii sızdım yorgunluktan.
Bizim yazlık Gümüldürde, çoğunlukla yazlıkçıların emeklilerin tercih ettiği bir belde. Öyle aman aman sosyal aktivite bekleyemezsin, tek artısı Kuşadasına yakındır, yemeğe, gezmeye gidersin. Ben doğduğumdan beri ordayız, denizi muhteşem tertemiz, çocukken çok severdim arkadaşlarım var, sonraları aktivitesizlikten sıkıcı olmaya başladı. Şimdi dinlenmek için gözümde tütüyor. Taptaze bir hava, gece yatağından yıldızları seyreder uyursun, sabah taptaze bir serinlikle uyanırsın. Bütün çocukluk arkadaşlarımı görüyorum gittiğimde, hepsinin çocukları oldu bile. Duruyla oynuyorlar, yeni bir nesil daha orada büyüyor.
Teyzem bu yıl oradan ev aldı, nasıl sevindik, çat kapı biraradayız. Hep tanıdık simalar, çocukluğumdan bahseden komşular, insan kendisini evinde hissediyor.
Cumartesi günü kötü bir haber aldık, su kesintileri ve gece belirli saatlerde yüksek debide su verilmesi teyzemlerin evine su basmasına sebep olmuş. Apar topar İzmire döndüler, Zühre ablamla Nil bize kaldı. Nil inanılmaz bir bebek. Erkekleri kesinlikle sevmiyor, öpmek isteyenlere kafa, tokat, tekme dalıyor. Bir de Duruyu hem seviyor, peşinde Dudu diye sayıklıyor, hem de ara sıra patlatıyor bi tane. Duru da çok büyük değil ki 7 yaşında kızıp o da bi tane patlatır diye ödümüz patladı:) Ama neyseki Duru acayip sakin çıktı.
Nilin taptığı tek insan ablam oldu. Kucağından hiç inmedi, bu da Durunun artık tek olmadığı gerçeğini kendisine hissettirdi. Annesini paylaşmak zorunda olmanın ne olduğunu anladı. Bizim düdükcan gelince neler olacak çok merak ediyorum. Zühre ablamla bol bol denize girdik, yürüyüş yaptık, sohbetler ettik. Ne güzel bir gündü ama pazar günü dönmesi gerekti.
Yazlıkta bol bol taze sıkılmış şeftali suları, sebze yemekleri (ah bamya..), meyvalar yedik düdükcanla, bol bol yüzdük, saatlerce yürüyüş yaptık. Hergün az da olsa öğlen uykusu uyuduk. Çalışırken hamilelik ne zor, öğlen uykusunun tadı ne güzelmiş meğer. Aklım emektar Bisan'da kaldı ama binmek yasak tabii. Nilin kıskançlığını ve de yokluğunu biraz olsun unutturabilmek için annem Duruya nişanlığını, eski tüllü sabahlıklarını çıkardı, duru sahneden hiç inmedi.
Durudan kalan bebeklik kıyafetlerine baktık, aralarından en güzellerini seçtik, şimdiden düdükcanın cicileri hazır. Sonra en çok sevindiğim puset ve bebek yatağı oldu. Bebek yatağı böyle cibinlikli tekerlekli sepet gibi birşey. Hem kendi odanıza alabiliyorsunuz hem de öyle uzun uzun yatamıyor içinde, dolayısıyla kullanım süresine görece epey pahalı birşey. Krem rengi tüllerini kuru temizlemeye vereceğiz, işte bitti. Ayrıca süper bir pusetimiz oldu. Annem döşemesini yıkadı, yepyeni oldu. Şimdi artık İlkerin hayalindeki o çok pahalı 3 tekerlekli arabayı almak için bütçemizde yer açabiliriz
Bol bol okey oynadık, sanırsam benim düdükcan kumar masalarında doğacak. Pazar yerinden 4 tane kitap aldım, artık kitap diye sayıklamayacağım.

İlker hasretime dayanamayıp Salı günü geldi, şok oldum. Sonraki akşam ablam ve Duruyu da alarak İzmire döndük, kendimi müthiş dinlenmiş hissettim. Dönüş yolunda gayri ihtiyari CD de Şebnem Ferah çalmaya başladı. Sil Baştan şarkısı. Birden Duru hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ne oldu, diye şokları yaşarken itiraf etti. Şarkı çok dokunmuş. Ya sen daha 7 yaşında bir veletsin, ne anlarsın şarkıdan, ama ağlıyor tutamıyoruz, burnunu çeke çeke "oh ağlayayım da biraz rahatlayayım" diyor. Koptuk gülmekten, hemen hastası olduğu Demet Akalın'dan şarkılar çalıp ortamı dağıttık.
İşe gelmek çok koydu, ayrıca 1 hafta yerine 3 günlük tatili sırf "nasıl olsa perşembe geliyor" diyerekten ofisten beni aramasınlar diye almıştım ama geçen tatilden pek farklı olmadı, yine telefonlar susmadı. Neyse yapacak birşey yok, en azından dinlendim.
Hastaneden ikili tarama testi sonuçlarının çıktığı haberi gelince doktor dedeyle görüştüm. Herşey mükemmelmiş. Derin bir oh çektim. En azından ilk aşamayı atlattık, şimdi sırada üçlü tarama testi var, umarım olmaz ama amniyosentez var, bir süre bu heyecanları çekeceğiz artık.
Olsun yeter ki düdükcan sağlıklı olsun.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

züze geldi züze

Cumartesi ütüleri bitirdim. Zaten evde yapabildiğim tek iş bu, onu da dinlene dinlene yapıyorum. Doktor bana ilk hamileliği öğrendiğimiz zaman temizlik filan yapma kraliçeler gibi otur demişti. Ben tabi eve temizlikçi kadın tutmayan cimri insan, kraliçeler gibi değil de nerdeyse bok içinde bade kadın şeklinde oturuyorum evde. Aslında cimriliğimden de değil, temmuzda 1 hafta tatildeydik, döndük, Almanyaya gittim, sonra İtalyaya gitim, son olarak da İstanbuldaydım, yani iki arada bir derede Güner ablayı arayamadım bile. Annem yazlıkta, gelemiyor izmire, allahtan ilkerin annesi ara sıra uğradığında temizliyor da biraz hijyen görüyor evimiz. Düdükcan şimdiden bilimum mikroplara bağışık. Neyse ki haftaya perşembeyi ayarladık, Güner abla geliyor, temizlik yapılıyor, cuma doktorumuza gidiyoruz, sonra akşam Gümüldüre, annemlerin yazlığına, 5 gün boyunca, yiyip içip yüzüp yatıp göbek büyüteceğim. Eve döndüğümde artık misafir çağırabileceğiz.

Heryerde indirim var, canım acayip alışveriş yapmak istiyor.
Ama zor tutuyorum kendimi, serde cimrilik var ya;
- ya büyük beden gömlekler alırım da omuzlar iyi durmazsa?
- hadi şimdi bedenine göre aldın ya seneye bu zamanlar hala aldığın kiloları verememiş ve eski halime dönememiş olursam?
Sonunda dayanamadım, 38 beden siyah pantolon ve hamile bluzu gibi birşey aldım. Aslında hamile bluzu değil ama şansıma hep hamile kıyafeti gibi üstler modaydı bu yaz, en azından ucuz bir parça düşürmüş oldum. Bu beni bir süre idare eder. Sonra pazar günü yazlığa gittik. Ablama 38 beden pantolonla nasıl 7. aya kadar idare edebileceğimi heyecanlı heyecanlı anlatıyordum. Ne var canım diyordum, pantolonlar düşük bel zaten, göbeğin altında kalır. Pantolon askısı ile düşmekten kurtarırım, üzerine de uzun bişeyler giydim mi tamam! yeni bir hamile kreasyonu hem de ucuz fiyata. Annemle ikisi koptular gülmekten. Meğer öyle 38 beden filan kalmazmışım, kanguru modellerinden almak lazımmış. Yani benim 38 beden pantolonlarım ancak 5. aya kadar idare edermiş gibi görünüyor. sonrası allah kerim. Ha bir de doğum sonrası zaten birkaç beden büyük olacağım için sonra da giyebiirim. Allahtan ablam bana birkaç tane büyük beden gömlek verecek de bir süre idare edebileceğim. Zor zor çok zor iş.

Düdükcan için tutuyordum kendimi, sonradan huysuzun önerisi ile unisex renklerde birkaç parça edinmeye karar vermiştim ki ilkerin annesi de kardeşi de yeni ciciler almışlar bile. İlk ciciler... Aslında ablamın kızından kalma bir dolu eşyası olacak ama bunlar yeni ilk ciciler... biraz keyiflendim. Ara ara paketleri açıp bakıyorum, nasıl küçükler...

Karın çatlakları için birkaç öneri aldım. Ofisten arkadaşım Bübcheni önerdi sonra eczanelerde satılanlar var. Ama biraz pahalılar. Geçen hafta ablamda hiç çatlak olmadığını farkettim ki ablam 94 kilo ile doğum yapmış bir yarmagül kıvamındaydı. Ona doktoru önermiş, bebe yağı içine badem yağı karıştırıp hergün sabah akşam sürmüş. Sonra internette de badem yağını okudum, daha da ikna oldum. Şimdi sabah akşam kullanıyorum, zaten acayip kuru bir cildim var çatlaklara çare olur mu bilmem ama en azından nemlenmesine yardımcı oluyor.

Peki bu haftasonunun en mutlu haberi neydi? Baldan tatlı teyze kızı zühre dombik nili de yanına alarak gümüldüre teyzemde kalmaya gelmiş. Nasıl güzel bir süpriz!! Birlikte denize girdik. Nil süper tombik ve sevimli, sakin çekirdek aile İstanbuldaki yaşamından kalabalık aile ortamlarına ancak alışıyor ama gerçekten başarılı, İlkere cilve bile yapmış:) haftaya pazara kadar gümüldürde ve ben haftaya cuma gittiğimde en az 2 gün daha birlikte olabileceğiz. YEEEEAAYYY!! Duru yüzünden Züze kaldı adı, biz pek seviyoruz onu çünkü çocukluğumuz birlikte geçti, gümüldürde az birlikte kudurmadık. Benden 6 yaş büyük ama 6 yaşındaki çocukla bile anlaşabilecek, kendini sevdirebilecek kadar sevilesi bir insandır, hani şu meşhur etrafına pozitif enerji saçan insanlardan :) İstanbulda ardımızda çok insan bıraktık ama zühre ablamı bırakmak çok koydu çook, dile kolay yıllarca ablam, ben, o 3 kardeş gibiydik.
Neyse bu haftasonunun muhabbetleri bitmez, ben şimdi haftaya yapacağım 5 günlük "ye, iç , yat" tatilinin hayallerini kurmaya başladım bile.

15 Ağustos 2008 Cuma

izninizle bu adamın suratına!!!

O adam fotograf karesinden neden öyle pis pis sırıtıyor? Nasıl utanmadan geldiği ülkenin kurucusuna saygısızlık edebiliyor? Kravatsız, pis sakalıyla İstanbullulara hayatı dar edebiliyor. Adamın fotografına bakıyorum bakıyorum da yolda görsem kıro, laf filan atar diye muhatap olmamak için karşı kaldırıma çıkarım.
Bu zat-ı muhteremden ne kadar haz etmesem de hakkını teslim etmem gerekir. Adam en azından Atatürk'ü ziyaret etmeyeceğinin açıkça arkasında durdu, duruşunu bozmadı. Bizimkiler ziyarete İstanbul kılıfı uydurdular, bir güzel saygısızlığı hazmettiler, bir de ayağına gittiler.
Gerçi bizimkilerin ayak takımı olduğu öteden beri ortada. Onlar değil mi daha geçen haftalarda bilmem hangi Arap ülkesinin kralı Bodrumda tatildeyken oralara taşınıp görüşme yapan? Yine onlar değil mi bir başka arabın otel odasına kadar düşen? ayaklar baş oldu diye birileri kendini kastetmişti herhalde.
Çok sinirliyim çoook. Elin kıro kılıklı adamının benim ülkeme gelip de benim Atatürkümü ziyaret etmeye değer bulmamasına, onun yüzünden insanların 1,5 km lik yolu 2,5 saate katedemeyip rezillik çekmesine, hala bu ülkenin insanlarının kendilerini bu hale sokan kömür, bulgur dağıtıcılarına seslerini çıkarmamasına acayip sinirleniyorum. İşte o kadar!!

14 Ağustos 2008 Perşembe

Sabırsızım, meraklıyım, paranoyağım, yiyorum

Bugünlerde bir sabırsızlık peyda olmuş üzerime, kurtulamıyorum bir türlü.
Doktora gittiğimizin henüz 2. haftası ve 2 hafta sonra tekrar gideceğiz ama ben hemen her gün oraya gideyim ultrasonda düdükcanı seyredeyim istiyorum. "geçiyordum uğradım", "testim sonucunu almaya geldim" gibi türlü bahanelerle uğruyorum ama nafile, öyle zırt pırt ultrasonda bakılmaz bebeğe!

Sonra cinsiyeti hemen belli olsun istiyorum. Daha doğrusu istiyoruz. Çin takvimine filan baktık, tabi emin olamıyoruz. Sonra yediklerinden belli olur dediler, bizimki hiç çaktırmıyor. Dondurma ve supangle favorim ama geçen gün oturup 1 kase patlamış mısır yedik, düdükcanın pek hoşuna gitti. Hani o da tuzlu! Biz doktora sonraki gidişimizde öğreniriz sanıyorduk, Emrenin 6 aylık hamile ablası bize 4-4,5 aydan önce öğrenemezsiniz deyince acayip demoralize olduk.
Tabi hemen ciciler alalım isteğini de düdükcanın bu cinsiyetsizliğinden ertelemek zorunda kalıyoruz ki benim gibi bir tezcanlı için çok kötü bir durum. Yani artık öğrenelim de Efe mi diyeceğiz Ege mi bilelim. Böyle düdükcan olmuyor yani.

Düdükcanın varlığından haberdar olduğumdan beri hemen doğsun istiyorum. Büyüklerim bana "hamileliğin tadını çıkar, bak hayatının son muhteşem günleri, şımar, gevşe, keyif yap, doğumdan sonra bu günleri mumla ararsın" diyorlar ama ben illa ki doğsun nasıl bişey çıkcak merak ediyorum.

Hemen böyle hamile gibi olayım göbeğim çıksın istiyorum. Hem kendime güzel hamile cicileri alayım istiyorum. Vakit geçmiyor. Sanki sonsuza kadar böyle 2,5 aylık hamile kalacakmışım gibi.

Çok fena çoook... Bu sabırsızlık mevzuu ilkerin inşaata başladığında da üzerime yapışmıştı. Hemen yarın temelden daireleri satıp zengin olacağız diye sabırsızlanıyordum. 1,5 sene geçti, bina bitti ama satış yok. Hani diyorum ki düdükcan da belirsiz bir tarihe kadar yerinde sayarsa, doğmaktan filan vazgeçerse!!! Kabus gibi, bir ömür hamile!!!

Kabus deyince aklıma geldi. Son birkaç haftadır 3. defa rüyamda fok balığı görüyorum. Önce kesip yiyorduk. Sonra birlikte oynadık, son olarak da bir fok ailesini denizde oynarken seyrettiğimi gördüm. Ben balık ya, nasip kısmete yoruyorum, meğer iş hayatımda bazı tehlikelerin beni beklediğine yorulurmuş. ilker tamamen Badem hadisesini müteakip bir bilinçaltı fok korkusu sendromu teşhisi koyuyor ama koskoca internet alemi de yanılıyor olamaz herhalde!!

Paranoyalarımı bir kenara bırakırsak, inanılmaz bir beslenme programı içindeyim. Bu aralar seyahatlere de ara verince ofiste iyice düzene girdim. Sabah öyle aman aman kahvaltı yapamıyorum da bir kase nesfit düdükcanın hoşuna gidiyor. Sonra 10 gibi nesquickli omega 3 sütü (başka şekilde süt içmem imkansız!!), 11 de elma, 12:30 gibi yemek. Kabızlığa karşı bu sıcakta mutlaka çorba, bir de sulu yemek ama illa ki ayran. Canım çeker diye diğerlerinin yemeklerinden de tırtıklıyorum:)
Yemekten 3 saat sonra mutlaka karpuz, akşam üstü süt, yoğurt veya ayran, artık ne varsa... Karnım kazındıkça çubuk krakerler hep elimin altında. Mide bulantısı da olmayınca harika yemekler yapabiliyorum akşamları. Ama yemek sonrası uyku öncesi dondurma filan yemem lazım. Şimdiye kadar yemeklerden hiç tiksinme olmamıştı. Balık da yiyordum ama geçen haftasonu İlker özenmiş adı hatırlamadığım kocaman muhteşem bir balık almış. Ben de roka salatası yaptım yanına, nar ekşili. Bir de güzel ayıkladı benim için ama yiyemiyorum, lokmalar ağzımda büyüdü, salata ile bile gitmedi. Acayip sinirim bozuldu. Mızmızlandım ama yok yiyemiyorum. Bıraktım. Sonra koca kase supangleyi üstüne de çikolatalı dondurmayı götürdüm ama :)
Kısacası yarım dünya şekline bürünmeme az kaldı. Şimdi böyleyse sonraki aylarda nasıl bir iştah açıklığı bekliyor beni, bak bu da ayrı bir merak konusu. Ve tabii toplamda kaç kilo alacağım, düdükcan kaç kilo doğacak, dombili olsun ama olur mu acaba?? hep merak hep merak...

10 Ağustos 2008 Pazar

Seferi Düdükcan Milano'da

Milano seyahatine eğitim olması açısında özellikle gitmek istiyordum. Ama sabah bulantılarının artacağı bir döneme geldi diye tereddütteydim. Hatta birlikte gideceğim arkadaşlarıma ben gelemeyebilirim bile demiştim. Ama gel gör ki, 4 kişiyiz, ikisi ingilizce bilmiyor ve dili olan diğer arkadaşın vizesi çıkmayınca iş başa düştü. Bu arada genel müdüre hamile olduğumu söyledim. Hani bekar ve çocuksuz biri olduğundan halden anlamayacağını biliyordum da daaan diye "doğumdan sonra işi bırakmayı düşünüyor musunuz?" diye sorması şok etti. bendeki iş yükü o kadar fazla ki kime neyi kaktıracağını düşündü herhalde:)
Neyse... eğitim benim için çok yorucuydu, çünkü;
1. İzmirden aktarmalı uçuş yaptım, saatler sürdü.
2. Dil bilmeyen 2 arkadaşıma tüm eğitimi çeviri yaptım.
3. Düdükcan öğleden sonralarımı uyuyarak geçirmemi uygun gördüğünden mütemadiyen 2-3 arası nerdeyse baygın geziyorum
4. İzmirdeki projenin otomasyon sıkıntısına çare bulmaya çalışmak saatlerimizi aldı.

İlk gün havaalanından akademiye gitmek saatler aldı. Meğer akademi de otelde Milanonun dışındaymış. Normal catering ayarlanırmış biz 3 kişiyiz diye bir lokantayla anlaşmışlar her yemeği orda yedik. İlk gün, öğlen oturduk masamıza hemen şarap kadehleri önümüzden kalktı. Raviole de dahil olmak üzere sadece deniz ürünleri yedik. Benim de dikkatimi çekti ama özellikle şarap içemediğimden çok oralı olmadım. Akşam aynı lokanta ve benzer menü ile şarap teklifi gelmeyince, iyice kıllandık. Akademini bıcır asistanı Lauraya sordum. Meğer biz müslümanız diye sadece deniz mahsülleri söylemişler. Tamam domuz etine alışkın değiliz de şöyle bir bifteke de kimse hayır demez. Hele bizim çocuklar şarap diye kuduruyorlar.
Ertesi günden itibaren her yemeğe şarap dahil oldu ve de kırmızı et. Eğitmenin de 25 günlük bir kızı varmış. Tutturdu bana şarap iç diye. Diyorum ki alkol yasak kardeşim, yok diyor benim hanım 9 ay içti, demir var şarapta çok faydalı mutlaka içmelisin. Kıllık da yapmak istemiyorum diye 1-2 yudum aldım, nefisti:)
İkinci gün tüm gün eğitimin ardından elimize bir metro haritası aldık, sorduk soruşturduk. Alışveriş mekanına yönlendirdiler, bir de katedrale. İçim gidiyor ama alışverişe yanaşmıyorum. Benim bedenim değiecek bakalım seneye giyebilecek miyim aldıklarımı? Sonra bebeğin cinsiyeti bile belli değil, ne kıyafet alınacak? Arkadaşların çocuklarına hanımlarına birkaç birşey alıp Kathedrale gittik. Milano'nun görülecek tek yeri burasıymış. Tek kelimeyle dibim düştü!!! Bizim camiler filan ne ki adamlar bina üstüne hikaye inşaa etmiş. Manyaklık işte!!
Binlerce heykele ne gerek var? Bir de derler ki Milano'da pek birşey yok, siz gidin Romayı görün. Ben işte Romayı düşünemiyorum. O gün tam 4 saat yürümüşüz. İşin kötü tarafı dönüşte otelin metronun çok yakınında olduğunu söylemişlerdi, yarım saatten fazla aradık bulamadık. Ben artık bir lokantaya girip taksi çağıralım diye tutturmaya başlamıştım. Yorgunluktan yemek bile yiyemedimYemek deyince aklıma geldi, akademinin anlaştığı lokanta tam bir İtalyan lokantasıydı. Muhteşem makarnalarını anlatmaya gerek yok da bir tanesi çok ilginçti.
.
Garson bir servis masası ile yaklaşık 50 cm çapında bir permasan peyniri ile domates sosuyla pişirilmiş penne makarna getiriyor. Peynirin ortası tabak gibi oyulmuş, içine biraz alkol döküyor, sonra ateşe veriyor peyniri ve peynir eriyor.
Akabinde sıcak makarnayı ilave edip iyice eriyen peynire buluyor. Muhteşem bir görüntüydü.
Makarnadan bay gelince risottoyu önerdiler. Ben daha önce hiç yememiştim. Pilav diye geçme çok ciddi bir pişirme prosedürü ve ustalık gerektiren bir usulü varmış.
Önce bir tür etli sulu çorba hazırlanıyormuş. Diğer tarafta sebzeler soteleniyormuş. Pirinçler ve kremali et sulu çorba ilave edilip az bir süre pişiriliyormuş. Gerçekten çok lezzetli bir yemek. İnsan yemeklerini ,şarabı tadınca İtalyada yaşayabilirim diyor. Ama insanları yazık ki bir Akdeniz ülkesine göre çok soğuk. Ben daha dost canlısı olmalarını bekliyordum.
Sonunda aktarma uçuşları ile İzmirime varabildim. Elim kolum makarna paketleri dolu. Bak kaç zaman oldu daha pişirmedim o makarnaları, öyle çok yemişim ki oralarda hala tezgahın üzerinde duruyorlar.
Bir süreliğine seyahatlere ara verdiğimi düşünürken İtalyadayken aldığım mail ile pazartesi İstanbul yolcusu olduğumu öğrendim. Düdükcanın görmediği bir orası kalmıştı!!!

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Düdükcandan haberler

Düdükcan ana rahmine düştüğü andan itibaren bir leylek misali havada. Yollarda geçen tatilin üstüne Almanya seyahatinden pek memnun kaldılar kendileri. Zaten sabah bulantıları hafiften başlıyor, birşeyler atıştırıyorum, derken arabaya biner binmez kesiliyor. Annesi gibi gezmeyi seviyor düdükcan. Nitekim önümüzdeki günlerdeki Milano seyahatine de bombacan kıvamında hazır!!
8 hafta bitmişti ki doktora gittik. Adam direkt kocaman olmuş bu dedi. Sonra hiç beklemediğimiz birşey oldu. Kalp atışlarını duyduk. Ben daha 1 ay sonrasında bekliyordum, şok oldum. Kafası ve ayakları var. Yumurta gibi birşey. Ultrason fotorafları hekese gösterildi tabii, hatta Friends'le aramızda "ya bu aygıttan ortak alsak, bugün bize yarın size lazım, her akşam film seyreder gibi düdükcanı izleriz" şeklinde fikir alışverişi bile gerçekleşti.
1 ayda 1 kilo almışım sanırım, makarna pilav fazla yeme dedi, ama mümkün mü? Canım sürekli boktan şeyler istiyor. Öyle aman aman mide bulantısı da olmayınca deli gibi yiyesim var. Çok pis acıkıyorum. Sonra deli gibi yiyince bu defa da midem rahatsız oluyor. Seyahatlerden kendimi pek dinlendiremiyorum ya bari yemeklere azami özen göstereyim derdindeyim. Bizim ofisin mutfağından sorumlu Gül, hergün ne yediğimden, sütünüm meyvamın saatine kadar sürekli tetikte. Garibim kendi hamileliğinde 9 ay kusunca, yiyen insan üzerinde kendini tatmin ediyor.
Kıyafetler şimdiden bel sıkmaya başladı. Geçen hafta ucuzcu Mangodan 7,90 na kanvas düşürdüm bir tane. 38 beden. Herhalde birkaç ay idare eder beni ve doğum sonrası için de kullanılabilir. Kısacası hamileliğe ilk yatırımımı yaptım. Ama her giysim 34-36 beden ve de slim fit olduğundan hamilelik bana pahalıya patlayacak gibi geliyor.
Ablamdan müthiş 2 kitap aldım. Biri "Annelik ve Bebek Bakımı" diğeri "Bebeğinizi beklerken size neler bekler". İlki çok resimli genel anlatımlı diğeri daha çok soru cevap ve yazılardan oluşuyor. İlker özellikle resimli olanı elinden düşürmüyor.
Hayatında Sinema dergisinden başka bir yazılı yapıta ilgi duymamış biri için inanılmaz bir durum. Hemen her gece uyuyakaldığımdan dolayı bol bol vakti oluyor ve her sabah öğrendiklerini bana satıyor. Kısacası şimdilik hamilelik konusunda benden çok şey biliyor.
Şimdilik düdükcandan bu kadar... Herkeslerin akıl vermesi pek hoş da, şu en iyi doktor benimki sendromu ilginç. Ben bir doktorun tavsiye ettiği birine gidiyorum, tonton bir ihtiyar. Bakalım başa birini arayacak mı gözlerim?

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Leylek leylek havada

Tatilde serin sularda kulaç atarken tepemizden iri kanatlı bir leylek geçti. Tamam dedim, bu aralar gör dötüm yollar...

Tatil dönüşü tek bir gün işe gittim. İşler yığılmış tabii, akşam 9 a kadar ofisten çıkamadım. Ertesi gün Almanyaya gittim. 3 günlük seyahatin eğlence ile alakası yoktu ama berbat Allendorf köyü yerine Franfurtta toplantı ilaç gibiydi, hiç şikayet edemem.
Düdükcanın uyumlu bir velet olacağını düşünüyorum. Uçağa bineceğim sabah hariç hiç midemi bulandırmadı. Ona da çözüm buldum gibi. Kalkar kalmaz 2 tuzlu kraker üstüne 15 dk daha uyku, sonra hiç bulantı kalmıyor. İlker verdi bana bu aklı, biryerlerde okumuş.

Frankfurt gündüzleri milyona yakın kişiyi ağırlarken gece sadece 60.000 kişinin ikamet ettiği bir ticaret ve finans şehri. Main nehri boyunca yürüyüş yapanları, bisiklet binenleri görünce ah dedim insanlar ne insanca yaşıyor bazı medeni memleketlerde. Her yer müze, her yer yeşil...
Yemek yediğimiz yerler ilginçti. İlk akşam geleneksel bir lokantaya gittik. Göt göte oturduk, elma şarabı vardı. Sirke gibi kokuyordu, kimse alınmasın. Hamile olmasam da içmezdim herhalde :) ama menü müthişti. Sadece domuz eti vardı. Hadi biz alışkın değiliz yemiyoruz mereti, ee peki garibim vejeteryanlar napıyor bu memlekette? Meğer Avrupa genelinde vejeteryanlık trend olduğu için sadece onlara hitap eden lokantalar pek pahalı oluyormuş. Canım Türkiyemde bir zeytinyağlı menüsü seçtin mi canavar gibi yersin sebzelerin her türlüsünü. Öyle kokoş vejeteryan lokantasına ihtiyaç bile hissetmezsin. Ben o akşam tavuğa da razıydım da et namına yenebilecek hiçbirşey olmadığından haşlanmış patates yanına krem peynirle akşamı geçirdim. Erkenden otele kaçtım, nasıl uyumuşum:) Ertesi gün tüm gün toplantıda geçti. Akşam gruptan sadece 2 kişi kalmıştık, erken bir akşam yemeği üzerine biraz alışveriş yapar mıyım dedim. Meğer dükkanlar 7 dedin mi kapanıyormuş. İnanılmaz birşey, hava bile kararmıyor. Yemeği 30 yıldır hizmet veren bir gay barda yedik. Adı Grossenwahn, çok çılgın gibi bir anlamı varmış. Gerçekten öyle. Duvarlarda feminen yazılar, kadın ağırlıklı afişler... Üniversitedeyken Beyoğlunda Alman Biraevi diye bir mekana takılırdık. Süper müzik yapan bir grup vardı. İşte mekan aynen oraya benziyor, sadece burada yemek yiyebiliyorsun. Menüsü elle yazılmıştı ve İngilizcesi yoktu, sebebi menünün hergün değişmesiymiş. Sade ama her türden nefis seçeneklere sahipti. Ben pesto soslu spagetti yedim. Herhangi bir restoranda yememiş olmama rağmen evde kendimce deneyip çok beğendiğim bir tarif vardı. Ama aklımda hep acaba gerçekten pesto sos böyle mi oluyor sorusu!! Yanımdaki İtalyana tattırdım, usulüne uygunmuş. Derin bir oh çektim, içgüdülerimle doğru tarifi deniyormuşum meğer. Yine tanımadığımız insanlarla aynı masayı paylaştık. Bir de Almanlara soğuk derler, her daim dipdibeler.
Ev sahibi Robert bize yemek sonrası kısa bir şehir turu yaptırdı. Müzeleri, katedrali, 2. dünya savaşında yerle bir olduktan sonra aslı korunarak yapılan meydanı gösterdi. Ufak ama şehrin havasını koklamak açısından güzel bir turdu. Zaten iş seyahatine gidip de fazlasını beklemek iyimserlik olurdu.
Son gün gördüğüm tek şey havaalanı oldu. Aktarmasız İzmir uçuşu pek yormadı aslında sadece Almancıların kalitesizliği her noktada kendini gösterdi. Yüzlerce bavulla ve sürü halinde seyahat etmelerinden tutun da yanımdaki türbanlı din gösterişçisinin gereksiz kibarlığına kadar yolculuğun bu tarafından hiç hoşlanmadım. Evet gösterişçi!! Sanki kıbleyi biliyormuş gibi oturduğu yerden namaz kılması, ne yapıp edip yanındaki delikanlıyı arka sıraya gönderip yanına yaşlı bir teyzeyi oturtunca rahatlaması, islami usullere göre kesilmemiştir diye verilen tavuğu dahi yememesi bir de üstüne Kur'an-ı Kerim açıp okumasına gösterişten başka bir anlam yükleyemedim! Tabi benim de Soner Yalçın'ın "Siz Kimi Kandırıyorsunuz!" kitabını açmam tam bir ironiydi.
Bu arada kitap süper. Tatildeyken almıştım ve inanılmaz sardı ! 1 haftada bitirdim. Tarihin tozlu raflarına el atıyor yine ve üzerindeki sis perdesini kaldırıyor. Bunları ve benzerlerini okumak lazım ki üzerinde yaşadığımız coğrafyanın bize öğretilmeyen tarihinden kendimize dersler çıkaralım.