4 Aralık 2008 Perşembe

Artık seyahat Yasak!!

Frankfurt – 2
Milano – İstanbul aktarmalı – 4
İstanbul – 6
Nurnberg – Münih aktarmalı – 4
İstanbul – 2
Dubai – İstanbul aktarmalı – 4
İstanbul – 4

Bunlar düdükcan ana rahmine düştüğünden beri yaptığı uçak seyahatleri, toplamda 26 defa!
Pazartesi akşam itibari ile 26. seferimizi yaptık ve uçak seyahatlerimizi 28. haftaya girdiğimiz bugünlerde yasağa girdi. Artık uçağa binmek yok. Hani bebekler arabaya bindiğinde susarlarmış veya uyurlarmış diye bir mit var ya bizimkinin aynı tepkiyi uçak için vereceğinden endişeliyim. Artık babacığı ona bir uçak alır, uykusu kaçınca bindirir, bir İstanbul yapar getiririz. Hem en cool – Tuba , en güzel – Gülayşe ve de en sevdiği – Elvan teyzelerini görmüş olur.

Aslında İstanbulda bu defa günübirlik işim vardı, ama aynı gün 2 uçak yolculuğu zor olur diye pazardan gittim istanbula. Akşamüzeri Tubaya gittik, bizim için nefis yemekler hazırlamış, Okka’dan muhteşem zeytinyağlılar kapmış. Deli yedik, bol bol sohbet ettik, dedikodu yaptık. Artık onları bir daha ancak doğumdan sonra görebileceğim. Elvancığım haftaya bayram için izmire geliyor, tek tesellim bu. Cıbıl göbüşümü açtık, düdükcanın hareketlerini seyrettik, tabi 3 bekar bayan için benim ufaklık ciddi merak uyandırıyor. GAP’ten 60 kişinin çıkarılmasına üzüldük, kriz her yerde kol geziyor, azrail gibi nefesi ensemizde. Bu defa Tuba iyi atlatmış ama hep diken üstünde. Düdükcana yine süper baby GAP cicileri getirmiş, pardon numuneleri:) benim GAP cicim yok, velet daha doğmadan kreasyonlarını tamamladı.

Ciciler deyince, aklıma geldi. Hamileliliğimin başlangıcından itibaren hep annelerimizin cicili bicili hamile elbiselerinden jilelerinden giymek istedim. Ama aynı zamanda çok para da vermek istemiyordum. İlkerin annesi gönüllü oldu bana süper 2 elbise dikti. Biri Mudo’dan modelini çaldığımız çiçekli bir kadife jile, diğeri bu yılın trendi ekose elbise. Ekose beni kocaman gösteriyor, ama olsun, nasıl olsa bi daha giymeyeceğim. Tek derdim topuklu giymek, öğleye doğru sırt ve bel ağrıları başlıyor. Düz ayakkabılar hep yanımda. Bu elbiselerle doğuma kadar götürürüm diyorum, süper rahatlar.

Bayramı iple çekiyorum, bol bol dinlenmeye fırsatım olacak, öyle ihtiyacım var ki, kitap okumaya, yayılmaya, film izlemeye...

29 Kasım 2008 Cumartesi

ondan şikayet bundan şikayet



Bugünlerde… Kabızım!

Her sabah birkaç kuru kayısı üzerine su
Hergün en az 2 lt su
Hergün 1 elma
Kepek ekmeği & Salata
Hemen her öğün mutlaka çorba

Yiyorum içiyorum ama tık yok. Tabii ki kabızlık hormonların etkisi ile görülmesi normal bir belirti ama benim sonum hemoroid olacak korkarım. Artık Dilber hala geçer karşıma “utanma evladım, basur zengin hastalığı” der durur:)

Herşey iyi hoş da işte hamileliğin böyle garip sıkıntıları da oluyor. Yediklerinden ishal olmuş ve acile taşınmış zavallı annemin tuvalet macerasını bile kıskançlıkla dinledim. İşin kötüsü karışık bitki çayı veya ilaç da içemiyorsun, yediklerine talimsin. Hadi bakalım sonumuz hayır ola:)

Bugünlerde… Alkol aşeriyorum!

İnanılmaz canım içki içmek istiyor. Hani öyle aman aman düşkünlüğüm de yoktu ama haftada bir arkadaşlarla birlikteyken bira-patates, sonra ara sıra şarap içmeyi sever(d)im. Doğuma az kaldı ama emzirirken de içki yasak ya, ben en az 9 ay daha sahalardan uzak kalacağım. Ama ilkerin sözü var, bu bebek mevzusu bittiğinde toplanıp bizim evde tequila partisi yapacağız. Öff ne temiz ne güzel içkidir o!!!

Bugünlerde … iştahım müthiş açık!

Özellikle de makarna manyaklığı hat safhada!! En azından zeytinyağlı domatesli ama mutlaka yanında salata yapıyorum yoksa 1 tencereyi bitirebilitem var. Ne olacak benim sonum bilmiyorum.

Bugünlerde … reflü top yapmış durumda!

Doktorun verdiği gibi sarı leblebi tıkınıyorum yemekten sonra, ama bana mısın demiyor. Bunlar hep veletin ters durmasından işte!! Kasıklarıma tekmeler atması yetmiyormuş gibi bir de mideme kafa atıyor:) İşimiz var küçük beyle.

Geçen postta herşey harika gidiyor diyordum değil mi? Dilimi eşşek arıları soksun nazar değdiriyorum kendi kendime. Yine de şükür, nankörlük etmemek lazım. bunlar sadece ufak tefek şikayet.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Süper Koca

Geçen cumartesi doktor tetanoz aşısı olmamı söylemişti, hazır hastanenin yakınlarındayken eczaneden alalım yaptırıverelim olduk. Ama hiçbir eczanede bulamadık. Sonra İlker babasının eczacı arkadaşlarından araştırdı, yine yok! Piyasada cümle alemin tetanoz olası mı gelmiş anlamadım.

Dün ilker aradı, iş telefonumun direkt hattını sordu, hayırdır filan derken meğer bizim oranın sağlık ocağına gidip aile doktorumuzu bulmuş, bizleri kayıt ettirmiş, aşıyı bugüne temin etmelerini istemiş. Süper koca!!!

Bu sabah birlikte gittik. Aile doktorumuz bazı bilgilere ihtiyacı olduğunu söyledi, kan grubumdan, son tansiyon bilgilerine, ilk hamile kaldığımdaki kilomdan, kaç kilo aldığıma, ne ilaçlar kullandığımdan şimdiye kadarki test sonuçlarıma kadar İlker meğer herşeyi dün kafadan söylemiş, ŞOK oldum. Sadece doktor bir de benimle kontrol etmek istemiş. Hani biliyorum acayip ilgili bir kocadır da bu kadarına doktordan bile fazla şaşırdım. Zaten o hamilelik kitaplarının hepsini okudu, aradan şu şikayetim var filan deyince başlıyor nedenlerini tıp dilinde anlatmaya. Ama şekerim benim iğneden neşterden korktuğundan ne bugün aşı yapılırken yanımda durabildi, ne de doğuma girmeye niyeti var. Acayip korkuyor. En son bir cesaret yirmilikdiş ameliyatıma girmişti de tansiyonu filan düşünce doktor beni bırakıp onunla ilgilenmişti. Bu tecrübeden sonra ben de ısrar etmiyorum. En azından her anımda yanımda, doğumu da biz düdükcanla hallederiz:)

Bu aile doktorluğu meselesi fena değil galiba, İzmirin sağlıktan sorumlu vali yardımcısı İlkerin amcası, kendisi ile bu uygulama hakkında epey çatışmışlığımız vardı, doğru uygulandığında iyi sonuçlar vereceğini söylüyor, bana pek inandırıcı gelmiyordu. Hani yine bizim gibi özel sağlık sigortası ile işini görenler için çok gerekli olmayabilir ama bugün edindiğim izlenim kısıtlı imkanları olanlar için son derece pozitif. Doktor hanım, bazı hamilelerin çok bilinçsiz olduğunu, evlerine dahi giderek ilgilendiklerini, tüm kayıtları tuttuklarını anlattı. Bundan sonraki kontrollerimden hemen sonra telefon edip son bilgileri iletmemi istedi. Her kayıt olan hasta üzerinden ilave ücret aldıklarını biliyorum ama bu şekilde bir uygulama bence çok faydalı. Özel doktor görmeyen çok sayıda gebe var. Bu şekilde ciddi bir tetkikten geçiriliyor ve takip ediliyorlar. İzmirde sağlık konularına çok önem verildiğini biliyorum da umarım bu aile hekimliği meselesi diğer şehirlerde ve ücra köylerimizde de bu kadar ciddiye alınıyordur.

23 Kasım 2008 Pazar

Nanik



Dün yine midemde heyecan ağrıları ile doktor kontrolüne gittik.
* Velet bize bütün ultrason boyunca dil çıkardı. Çok ciddiyim resmen nanik yaptı. Bir güzel onu saran sıvıdan içti bir işemediği kaldı.

* Arkadaşın pipisini ilk defa gördüm. Önceki kontrollerde nasılsa ilker gördü diye, meraklısı da olmadığım için hiç aaa nerde nerde filan demiyordum.

* Kalp kapakçıklarının tamamını gördük. Ve tabi o dehşet kalp atışlarının sesini de duyduk yine.

* gözleri yanakları ağzı herşeyi artık rahatça görebiliyoruz.

* 890 gr - gelişimi normalmiş. Sanki bana hala ufak gibi geliyor.

* Ben 59 kilo tartıldım, yani 8 kilo almışım, son 5 haftadır da 1 kilo almışım. Bu defa fırçadan yırttık. Dikkatli yemeye devam, çünkü asıl bundan sonra inanılmaz bir iştah açıklığı beni bekliyor.

* Tetanoz aşısı aradık, hiçbir eczanede bulamadık. Anne bebek sağlığı merkezi edinmem lazım ki bu tür aşıları hemen yaptırabileyim.

* Düdükcanın tekmelerinin kasıklarıma doğru olmasının sırrı çözüldü. Bizim velet ters duruyormuş. Önemli değilmiş, belki düzelirmiş, düzelmezse sezeryana karar verilirmiş.

* Yemeklerin ağzıma gelme hissi normalmiş, yemekerden sonra birkaç leblebi sorunu çözermiş.

* Aralığın 4 ünden itibaren uçak kesinlikle yasakmış ki bunu biliyordum sadece tekrar sordum. Önümüzdeki 2 hafta seyahat ettim ettim, sonrası artık ev kuşuyum.

Şimdilik herşey normal görünüyor. Bugün İlkerle sahilde yürüyüşe çıktık, serin ama tertemiz bir hava. Konuşuyorduk, dedi ki keyifli bir hamilelik geçiriyorsun değil mi? Evet, tabii ki bazı sıkıntılar oluyor, çok yoğun çalışıp yorgunluktan ağladığım bile oldu ama yine de pek çok insandan daha rahat bir dönem geçiriyorum. En azından öyle aman aman bir bulantım olmadı, düdükcan ana rahmine düştüğünden beri sürekli gezmeme rağmen hiç sağlık sıkıntısı çekmedim, veletle iyiyiz, bana yardımcı oluyor... Sonra her türlü hormanal manyaklığıma anlayış gösteren bir ilkerim var. Yani keyfimin yerinde olmaması için hiçbir sebep yok. Bir de sağlıkla ufaklığı kucağımıza alırsak daha ne isteriz?

20 Kasım 2008 Perşembe

26. hafta

Evet 25 hafta bitti bile doktor kontrolüne az kaldı. 6,5 ayı devirdik düdükcanla.
Son doktora gittiğimizin üzerinden yaklaşık 5 hafta geçti. Sanıyorum bu ay 1 kilo aldım. Geçen kontroldeki 1 ayda 5 kilo krizinden bu yana iştahım yerinde olmasına rağmen yediklerime dikkat ediyorum. Haftada 1 gün makarna, 1 gün de hamburger, pizza, pide gibi kaka kaçamaklar yapıyorum. Bunun haricinde mutlaka çorba içiyorum, et, tavuk, sebze ile süt, yoğurt devam. Ekmeği kestim sadece kepekli UNO, ofise de götürüyorum. Meyvayı arttırdım, tatlı mandalinler en az günde 3-4 tane yeniyor, muz yada elma da mutlaka ilave oluyor. En önemlisi çikolatadan uzak durmaya çalışıyorum. Öyle yarım kavanoz nutella yemek yok artık. Son olarak cumartesi akşamı balık yiyebildim, çok değil ama hamileliğimden bu yana ilk defa bu kadar çok yedim. Alkış yaptık bana:)
Pazar günü İlker şantiyeye giderken beni Agora AVM ye bıraktı. Deliler gibi dolaştım, nasıl yorulmuşum. Aldığım da siyah ve beyaz uzun kollu penye. Bunları hamile butiklerinde 45 YTL ye satıyorlar, 11 YTL ye almaktan son derece büyük gururla kendimi ödüllendirmeye karar verdim. Kahve dünyasına oturdum, ve fondü söyledim!!! İşte haftanın kaçamağı. Muz ve çilek, sıcak çikolataya batırıp yiyorsun, muhteşemdi.
Annemlerle pazartesi günü yaptığım yıldönümü tebriğinden sonra durulduk. Zaten böyle olur, sevdiklerinle fazla dargın kalamazsın ama unutur muyum bilmiyorum.
Güzel bir kitap okuyorum, genelde okurken uyuyakalıyorum ama benim için bu kitap bir tür “Tabuları Yıkmak” hadisesi : Orhan Pamuk – Masumiyet Müzesi. Orhan Pamuk okumadım hiç, hem üniversite yıllarındaki birkaç başarısız deneme hem de sonraki dönemde yazarın siyasi bakış açısına duyduğum önyargı beni Orhan Pamuk’tan iyice soğuttu. Dubai’den beri okuyorum daha yarısına gelebilmiş değilim ama şimdilik herşey güzel.
Önümüzdeki günlerin merak konusu hep düdükcanın doktor kontrolü. Acaba sağlıklı mı? Kilosu boyu posu yerinde mi? Tam olarak ne zaman doğacak? Şahsen bu konu çok önemli. Zira 18 şubattan sonra kendileri bir balık burcu erkeği oluyor ki bundan hiç hazzetmem, dolayısı ile çapkın kova burcundan yanayım. Tanıdığım pek kova erkeği yok ama okuduğum kadarıyla enteresan bir burç. Çılgın biraz. Bana uyar. Evde 2 miskin boğa burcundan sonra çatlak kova biraz bizi kendimize getirir düşüncesindeyim. Biz çocuğumuz da bizim gibi boğa olsun isterken hesapları tutturamadık ama evde farklı bir karakter de ilginç olabilir.
Dün akşam İzmir Devlet Senfoni Orkestrasının Emil Tabakov şefliğinde Carmina Burana konserini dinlemeye gittik. Sabancı salonunda yapılacaktı ama sanat aşığı İzmirlilere salon dar gelince Fuardaki Atlas Pavyonuna taşınmış. Çoluk çocuk İzmirliler iyi müziğin keyfini çıkardı, herkes o kadar coştu ki konserin son kısmı seyirci eşliğinde tekrarlandı. Düdükcan da tekmeleri ile orkestraya ritm tuttu.
26. hafta böyle geçiyor, göbüşüm her geçen gün büyüyor. Şimdilik tek heyecan cumartesi günkü doktor kontrolü, bu kontrollerin sıklaşmasını sabırsızlıkla bekliyorum.

15 Kasım 2008 Cumartesi

Uzun

Geçen cumartesiyi hafızamdan silmek istiyorum ama olmuyor. Herşey önceki gün başladı. Kendimi pek iyi hissetmedim cuma akşamı yarım saat erken çıktım. Nasıl olsa ertesi günü birkaç saatliğine ofise gidecektim. Eve geldiğimde genel müdür aradı tabi çözemedik, dedim ki sabahtan ofiste olacağım konuşuruz. İyice dinledip 9 gibi ofise gittim, kendisi İstanbulda ben izmirde, mail attım beni arayın ofisteyim diye. 12 de aradı. Tam 4 saat telefonda konuştuk ve sonunda hallettik ama benim ofisten saat 1 gibi çıkıp evde öğle uykusu uyuma hayallerim yalan oldu. Tam adamla konuşuyorum, babam aradı cepten, çalışıyorum şu an diyorum hala konuşuyor. Sonunda telefonu suratıma kapattı. Genel müdürle işim bitince aradım açmadı, ablamı aradım, neler yaptığımı konuştuk, ona gideceklermiş. İyi sorun yok, selam söylersin dedim. Eve geldim yemek yok ve ikimiz de kurt gibi açız, markete gittik, birşeyler atıştırdık, eve gelip sızdık. Markette indirime giren Hamilelikte Pilates DVD sini aldım. Artık Yoganın tüm repliklerini ezberlediğim için bu da farklı bir tat katsın egzersizlerime dedim, ama nerdeyse 1 hafta oldu henüz başlayamadım.
Tufanın annesi Hamiyet teyze muhteşem çiğ börek yapar, ne zamandır gidelim diyoruz olmuyordu. Bu pazar sabah erkenden hep beraber gittik. Gülle ben yapımda emek verdik, sonra da deliler gibi yedik. Sohbet muhabbet, akşam maçı hep beraber bizde izlemeye karar verdik. Zeynep de Tufanın ailesi ile nihayet bir araya gelebildi:) Düdükcan için çok sevimli süpermen tulumu almış. Çok güldük kendisine:)
Ama ne yemişiz, biz kızlar eve yürüyerek gitmeye karar verdik. Max. 3 km yol zaten.
Maça kadar Juno filmini izledik. Ben tek kelimeyle bayıldım. Kısaca lise öğrencisi Juno arkadaşı ile meraktan cinsel ilişkiye giriyor ve umulmadık şekilde hamile kalıyor. Bebeği doğurup zengin bir çifte vermeye karar veriyor. Bu tarz bir evlat edinmeden daha önce canı yanmış çift biraz temkinli yaklaşıyor ama Juno hazır cevaplılığı ve cana yakınlığı ile onların gönlünü kısa zamanda fethediyor. Senaryo çok başarılıydı ve Juno dahil tüm oyunculara rol iyi oturmuştu. Little Miss Sunshine tadında çok başarılı bir pazar seyirliği idi.
Pazartesi akşam henüz ofisteyken İstanbula gideceğimin haberini vermek için annemleri aradım. BAM!! Annem tüm telefon tafra yaptı babam bana bağırarak cumartesi gününün intikamını aldı. Ağzım açık kaldı. Kulaklarıma inanamadım, zaten son bir aydır her hafta seyahat, hemen hergün ve cumartesi de dahil mesaideyim, üstelik HAMİLEYİM bu sebeple türlü hormonal gelgitler yaşıyorum, kısacası bu acımasız eleştirileri hiç hakketmediğimi düşünüyorum. Hadi onu bırak, daha fazlasına bile talibim, normalden daha fazla anlayışa! Üstelik cumartesi günü ablam annemlere durumumu anlatmış olmasına ve aradan 2 gün geçmiş olmasına rağmen durulacağına daha da sinirlenmiş olmaları beni tek kelime ile kırdı. Akşam zaten işten 8 de çıktım, ağlaya ağlaya eve geldim ve uzun bir süre İlkerin beni teselli etmesi gerekti. Zavallı çocuk hayatı benim zırlamalarımı tebessüme çevirmekle geçiyor. Nerdeyse 1 haftadır aramıyorum, İstanbula gidip geldim, ve onlar da aramadı. Bakalım nereye kadar? ama insan hamileyken zaten çok kırılgan oluyor bir de en yakınlarından beklediği anlayış yerine kapris bulduğunda canı yanıyor!! Neyse pazartesi 35. evlilik yıldönümleri, elbet arayacağım ve belki bir süre sonra aramız düzelecek ama 1 haftadır kızgınlığım geçmedi.
Hafta içi türlü iş sıkıntıları yaşadım, inkar edemeyeceğim. Ama lafını da etmek istemiyorum artık. Sadece canımı sıkan bir konuda iki çift laf etmeden geçemeyeceğim. Merkez ofiste muhasebe müdürü ile görüştüm, sağdan soldan duyduğum hurafelerin gerçeklik payını öğrenmeliydim:
1. Doğum iznindeyken firma bana maaşımı tam veriyor mu? HAYIR! 4 ay boyunca tek kuruş almıyorsun, sonra SK'ya gidip topluca alıyorsun paranı. Ve bu da şirketten aldığın maaşın %75 ine denk geliyor. Bu oran da sabit sayılmaz çünkü eğer maaşın yüksekse, SSK nın bir üst tavan limiti var, bu oran senin maaşına göre %50 lere bile gelebilir.
2. Şubatta izne çıkıp Haziranda döneceğim, ikramiyem ne olacak? YOK !! 6 aylık ikramiyenin sadece 2 aylık kısmını alacaksın, 4 aylık kısmını almayacaksın!!
3. Peki zam zamanı geliyor, hamileyim diye bana daha az zam yaparlar mı? ne de olsa bak 4 ay çalışmayacağım? YOK CANIM! ona bakmıyorlar ayrım yapmıyorlar, BİR DE YAPSALARDI. Zam zamanı göreceğiz ama bir de zammımı sırf hamileyim diye az tutarlarsa işte o zaman YUH diyeceğim.
Hani bi de Alman şirketi olacak. Yabancı şirketler insanlara fazladan doğum parası veriyor da bizim şirket nerdeyse cezalandıracak.
Süt iznini korka korka sordum bak onu istediğin gibi veriyorlarmış, ister günde 1,5 saat, ister 1 tam gün gelme işe. Ben benzin paralarımı düşünüp 1 gün izin şeklinde kullanmayı planlıyorum ama genel müdür ne der göreceğiz.
Amaaan neyse diyeceğim de işte ilkerin inşaatından satış olmazsa benim maaşla geçinmeye devam edeceğimiz için şimdiden stres sarıyor her yanımı..
Bugün cumartesi ve son zamanların en iyi cumartesisiydi. Çünkü işe gitmedim. Akşam koltukta sızdığım için sabah erkenden kalktım, çamaşır ve etrafı toplamanın ardından İlkerin annesi geldi, birlikte Çankayadaki bir toptancıya gittik, henüz belki erken ama Düdükcana yeni doğmuş veletler için ne gerekiyorsa aldı babanesi:) Zıbınlar, body ler, bereler, çoraplar, alt değiştirme bişeysi... Artık yeni doğduğunda birkaç ay giyecek kadar çok cicisi var. Tabi renkler hep aynı, mavi pembe, yeşil turuncu.. Ben maviden çok biraz beyazlara kayıyorum. Çok seviyorum bebekte beyazı. İşimizi bitirdikten sonra İkiçeşmelikten çıkarken İlkerin annesi dedi ki burada belki 50 senelik bir Hasan Yoğurtçusu var, hadi ballı yoğurt yiyelim. Ben hiç yememiştim daha önce, daldık içeriye. Eskiden sadece ballı yoğurt satarken şimdi tatlılar da katmışlar ama öyle meşhurmuş ki İzmirde hemen herkes burayı bilirmiş. Matematik öğretmenliği bölümünde okurken bir hocaları getirmiş onları buraya, 35 senedir de sık sık gelirmiş. Koca bir kase - sanırım en az yarım kiloydu - ballı yoğurt keyfimi yerine getirdi, tabi uykumu da. O ders vermeye gitti, ben de atladım otobüse doğru eve. yatakta uzanıp geçen gece havaalanında Garanti bankasının Lounge dan çaldığım Instyle dergisine bakarken uyuyakalmışım. Ballı yoğurttan tatlı bir uykuydu valla:) Sonra ablam duruyla birlikte geldi, haftanın türk kahvesi eşliğinde sohbet çok iyi geldi. Ona aldığımız cicileri gösterdim, tamadır dedi, düdükcanın ilk birkaç ayı için herşeyin var artık bunlardan başka alma, daha büyük şeyler alırsın. Bence de!!!
Bugün zorla yediğim balık günü!! Çok zor yiyorum balığı ama düdükcan için yemem lazım. Tam ironi aslında onun için yemeye çalışıyorum ve onun yüzünden bir türlü 1 balığı bitiremiyorum. Hadi bakalım bu akşam nasıl bir balık savaşı bekliyor bizi göreceğiz.

13 Kasım 2008 Perşembe

kısa

yine yoktum buralarda. istanbula gittim bu hafta. yoğunluktan canım elvanı tubayı gülayşeyi bile arayamadım. dün gece 2 gibi evdeydim!!! ve tabi bugün sabah iyice uykumu almadan işe gitmemeye karar verdim. ne güzel oldu, qumania ve ruhdağı gibi yeni blogger lar ekledim siteme, bütün arkadaşlarımı ziyaret ettim, mesajlar bıraktım. ama şimdi işe gitmem lazım en azından öğlenden sonra biraz işlerimi kolaylarım. sonra uzun uzun yazacağım, çünkü ihtiyacım var:))

5 Kasım 2008 Çarşamba

Yeliz's day OFF!!

Bayram sonrası her hafta ayrı bir seyahate , bu seyahatlerin öncesi sonrası mesailer de eklenince en son yorgunluktan ne yapacağımı şaşırdığımı hatırlıyorum. Pazartesi akşamı İlker sonunda bana kızdı, 8 olmuş ofisten çıkmamışım, "sen hamilesin, artık eve gel" diye fırçayı bastı. Haksız da sayılmaz, ama gerçekten işler bitmiyor, saatler yetişmiyor. Sonra buradan çektiklerimi okuyan sevgili blogger arkadaşlarımın da artık dinlen çağrılarına cevaben salı günü birikmiş mesailerimden kesilmek üzere izin aldım.
Bizim burda salı günleri kıyafet pazarı kuruluyor. Pazartesi akşam 9 gibi uyuyakalınca sabah 7 de cin gibiydim. İlker beni gevrekçiye bıraktı, işe gitti, kaptım sıcak çıtırları doğru annemlerin evine. Sabahın sekizinde dayandım kapılarına, yazık uyandırdım garipleri:) Mis gibi kahvaltı yaptık, sohbet ettik, sonra babam bizi pazara bıraktı. Uzun zamandır gitmemişim pazara, ne çok tezgah ne çok kıyafet. Hem de inanılmaz ucuz. 5 YTL ye hamile pantalonu buldum, 5 - 10 YTL ye üstler, penye atletler aldım. 3 çift terlik 10 YTL, malum düdükcan doğunca gelen giden çok olacak evde terlik lazım yani. 1-2 hafta önce hamile kıyafeti satan dükkanlardan sinir olup çıkmıştım, çünkü kollarım ve sırtım fazla kilo almadığı için her üst bende komik duruyor. Nasıl da pahalı, penye bluzler 40 tan başlıyor. Hani hep giyeceğim şeyler olsa paraya kıy al ama giymeyeceğim ki doğumdan sonra, yazık. Kısacası ucuz aldığım ciciler beni müthiş mutlu etti.
Öğlen yorgun ama mutlu eve geldim, yemek yedim, 1 saat keyif uykusuna yattım, göbüşümde düdükcan kıpır kıpır. Yemek ve hafiften temizlik yaptım. İlker kendimi yormama çok kızdı ama evle ilgilenmek iyi geldi valla, özlemişim ev işini. İzni iple çekiyorum:)
Doğumu çok yakın olan arkadaşım Yeşimin bloğunda bir foto vardı, annenin ve babanın resmini koyuyorsun sonra bebek çıkıyor. İşte site bu : http://www.vw.com/vwhype/babymaker/en/us/
Durur muyum hemen denedim, hem de birkaç fotoğrafla. En çok aşağıdakini sevdim çünkü en tombulu buydu:

2 Kasım 2008 Pazar

Son 1 hafta

26 ekim 2002... İlkerle ömrümüzün sonuna kadar birlikte olmak için bir adım attık ve geçen pazar 6. yılımızı bitirdik. Onu neden çok sevdiğimi biliyorum : O, hayatta bir defa sevilebileceğne inandırabiliyor beni!!!
Neyse koca göbeğimle dans etmem zor olduğuna, hala 9 gibi sızdığıma ve içki de içemediğime göre akşam kutlaması rafa kalktı. Haftasonu kaçamağı ise seneye artık.. Yapmaktan en çok zevk aldığımız şeyi yapmaya karar verdik. YAŞASIN YEMEK YEMEK!!! Son doktor kontrolünde yediğim çok kilo almışsın fırçalarından sonra kendimi dizginlediğim 1 hafta sonrası tam bir special occasion oldu:)

Sabah erkenden Çeşme yolu üzerindeki Hanedana gittik. Emekli bir öğretmenin senelerdir işlettiği mekan muhteşem kahvaltısı ve kahvaltıda sundukları lor ve dut reçeli ile meşhurdur. Çiğ böreğinin ve et yemeklerinin de müthiş olduğunu söylerler ama ben hiç yemedim. Sonra ver elini Alaçatı, yıllar var ki gitmemiştim, trendy mekan olmadan önce lise yıllarında Denizde kalırken buraya geldiğimizi hatırlıyorum. Tabii çok değişmiş, her yer otel cafe ama dokusundan birşey kaybetmemesi yine de sevindirici.
Çeşmeye geçtik sonra, tabii daha kalabalıktı. Çarşıda adım başı ucuz kitapçı vardı. Korsan da diyemiyorsun üzerinde bandrol var, çözemedim kısacası. Masumiyet Müzesini 4 YTL ye almak işkillendirdi.
Akşam eve yorgun gelmişiz, ne güzel bir uykuydu...

Tüm hafta çalışmakla, yarım gün olan 28 ekim ile 29 ekim Dubai seyahatine hazırlanmakla geçti. Genel müdürle seyahat cidden gerilimli oluyor. Kendilerinin sağı solu belli olmadığından. Deli para verdiğimiz otelden nefret ettim. İlk gece 3 e kadar müzikten uyuyamadım, ertesi gün sabahtan akşama kadar toplantıyla ve gerginlikle geçti. Akşam Arap yemeği önerdiler, Lübnan lokantasına gittik. Türk mutfağına bu kadar benzemesi çok sevindiriciydi. Hemen herşey tanıdıktı. Dolayısı ile haftanın kaçamağını Dubai de yapmış olduk. Son gün direkt havaalanına gitmek zorunda olduğumuzdan hiç gezmedim. Ama gezmek de içimden geçmedi. Arabadan gördüğüm silüetinden ve TV den anladığım kadarıyla son derece yapmacık, yaşayan bir şehir olmaktan uzak bir yer burası. Avrupaya iş için de gitsem mutlaka gezmek için bir fırsat yaratırım. Bir şehir meydanı iki kilise görmek için can atarım. Ama Dubaide görmek istediğim hiçbir şey yoktu. Trafiği korkunç. Araba ve benzin çok ucuz olduğundan her evde 2-3 araba var. Toplu taşımacılık yok denecek kadar az. Sabah 15 dk da geldiğimiz yolu akşam 1,5 saatte alamadık. Polis, devlet memuru gibi kilit noktalarda Araplar çalışıyor, diğer herşeyi diğer ülkelerden gelen insanlar yapıyor. Nereye baksan Hintliler uzakdoğulular. Zaten nüfusun sadece onda biri yerli gerisi yabancı. Hiç hoşlanmadım ben Dubaiden. Sadece bol bol ananas yedim:)
Uçakta genel müdürle gelmekten çok hoşlanmadım, öyle tersti ki konuşmak istediğim hiçbir şeyi konuşamadım. Uçak yasağının başlayacağı Aralıktan önce bir İstanbul seyahati yapıp alıp karşıma konuşmam şart oldu.
Son doktor kontrolünde kıçını dönüp hareket etmediği için düdükcana gıcık olmuştuk. Bu arada İlkerin yengesi tekrar muayenehane açınca cumartesi sabah soluğu orada aldık. Hemen ultrasona girdik. Düdükcan coştu. Pipisini gösterdi, canlı yayında tekmeler attı, resmen kendini sapıttı. Kilomda bir değişiklik olmamış 2 haftadır hatta 1 kilo eksik bile çıktı ama düdükcan 250 gr dan fazla almış ve tam 650 gr olmuş. Bu şekilde devam ederse 3-3,5 kilo doğabilirmiş:) Gülnur teyzem bu velet çıkınca da çok hareketli olacak dedi, galiba bana benzeyecek, çünkü ilker pek sakin bir çocukmuş. Boy boy fotoraflarını çektik düdükcanın. Normal şartlarda 20-25 Şubat arası doğum tarihi çıktı, hadi hayırlısı.

25 Ekim 2008 Cumartesi

Yorgunluktan ağlamak


Seferi düdükcanın yeni durağı Nürnberg. Sadece 1 hafta önce fuara gitmeye karar verince apar topar bilet ayırttık, otel ayarladık. Çarşamba sabahın 3ünde kalkıp önce İzmir Münih yaptık sonra 4 saat havaalanında takıldık. Münih Nürnberg arası 250 km, aslında araba kiralamak mantıklı olabilirdi ama hiç bilmediğimiz için yeltenmedik. Bir otobüse bindirdiler bizi havaalanında, uçağa gideceğiz. Git git bitmiyor, sanırsın ki uçağa değil de aldılar bizi direkt Nurnberge götürüyorlar. Ama havaalanındayız hala neyseki çünkü ufak tefek uçakların arasından geçiyoruz. Derken yanımdaki arkadaş geçen yaz o pırpırlardan birine binip Atina Sakız adası arasını kellekoltukta geçtiğini anlatmaya başladı. Ama uçak acayip küçük, ben de başladım atıp tutmaya, yok bu uçak mıymış, bari zepline binseymişmiş, öyle uçağa bineceğine yüzerek gitseymiş adaya, filan filan... derken birtanesinin yanında durduk. Yok artık!!! ağzım resmen açık kaldı. Koptuk tabii, napalım çare yok bineceğiz, 1.60 lık boyumla kafam uçağın tavanına değiyor, varın boylu almanların halini siz düşünün. Bir de kanada düşmüş müyüz!! 7 numarayız ama arkalardayız, hani yani o kadar küçük bir aletin içindeyiz. Dönüş yolu için hemen bir araba kiralamayı planlamaya başladık ama fiyatları duyunca vazgeçtik. Elimizde bavullar fuar alanına gittik. Ertesi gezeceğimiz standları belirledik. Ama bir türlü nasıl otele gideceğiz bilemiyoruz. Bizi alacak Alman arkadaşın programı değişmiş, sadece tek gün fuara uğrayacağı tutmuş. Otel ucuz olsun diye dünyanın bir ucunda, metro bile gitmiyor. Trenle gitsen en az 1 saat. Sonunda metroyla merkeze indik. Yağmur da başladı inceden, dedim ki ben yorgunluktan ölüyorum hadi taksiye binelim. Allahtan süper şeker bir şoföre denk geldik, hemencecik alıp götürdü bizi. Otele gittiğimizde duş alıp saat 8 de uyudum. Hiç bu kadar mutlu uyuduğumu hatırlamıyorum. Kaldığımız otel sonbaharın etkisi ile her renk yapraktan oluşan bir örtünün altında küçücük bir misafirevi, haftasonu kaçamakları için yapılmış, buraya İlkerle gelmemizin hayallerini kurdum. İlker de ben de ayrı ayrı çok ülke gezdik, hep iş gezisi ama bunca yıldır evliyiz, ikimiz birlikte hiç yurtdışına çıkamadık. Bu yüzden gittiğim her ülkede İlkerle gitsek nasıl güzel olur hissinden kopamıyorum bir türlü. Ertesi gün ciddi bir programla tüm standları gezip 2 firma ile görüştük. Akşama kadar saatlerce yürüdük. Akşam otele geldiğimizde yine sızmıştım. Son yarım gün için karar verdik, şehri gezeceğiz. Bavullarımızı fuardaki beleş vestiyere bıraktık, metroyla tarihi dokunun bozulmadığı eski şehire indik. Yaklaşık 4 saat yürümüşüz. Nürnberg meşhur Nazi mahkemelerinin kurulduğu şehir. Kiliseler, müzeler, kütühaneleriyle bildiğimiz bir Alman şehri. Hava 8 C di. İlkerin bana palto aldırmıiş olmasına dualar ederek günü bitirdim. Yine bir pırpırla dönüş, havaalanında alınan freeshop siparişleri ve İzmir uçağı ile dönüş. Ertesi gün hala ayaklarım sızlıyordu. Bu kadar yürümenin zararlı olduğunu biliyorum ama insan bazen hamile olduğunu unutuyor.
Dönüşte sadece 3 gün işe gidip, stresli saatler ve uzun mesailer geçirip perşembe bu defa İstanbula gittim. Ertesi günün toplantısına hazırlıkla geçen günümün sonunda Elvan ve Tuba ile buluştuk, Kırıntıda saatlerce sohbet ettik. Cool teyze Tuba Baby GAP ten düdükcana 2 takım pijama amış, inanılmaz şirinler. Karnımın iyice büyümüş olması kızların acayip ilgisini cezbetti. Milletin şaşkın bakışları arasında iki yanıma oturup düdükcanın hareketlerini hissetmeye çalıştılar, elleri karnımda. Eskiden hamile kadınların göbeklerine kamu malı muamelesi yapıp elini koyanlara acayip kıl olur, hamileler nasıl izin veriyor diye şaşardım, ama öyle değil işte rahatsız olmak bir kenara müthiş keyifli geliyor bana. Ertesi gün toplantılar sabah başlayıp akçam bitti. Sabiha Gökçendeki biletimi Atatürke aldırdım, önce bostancıdan deniz otobüsüne sonra taksiyle havaalanına yetişip eve döndüm. İlker beni havaalanından aldığında yorgunluktan resmen ağlamak üzereydim. Yazık ki cumartesi de işlerimi bitirmek için birkaç saatliğine ofise uğradım, ama tam anlamıyla mesai oldu. Genel müdürle saatler süren telefon görüşmesi, işleri yetiştirme stresi derken sonunda ofiste yorgunluktan hüngür hüngür ağladım. Eve akşam döndüğümde yığılıp uyuyakaldım. Güya Güzelbahçeye balık yemeye gidecektik, tabii sattık hemen zeynepleri akşamı evde geçirdik.
İlker ne zamandır Düdükcanın hareketlerini farketmeme acayip kıl oluyordu, kıskançlık top yapmıştı. Bilgisayarda dvx izlerken kaykılmışım, göbeğimi de açtım, gayri ihtiyarı okşuyorum, birden gözümle bir hareket seçtim. Aaa dedim ilkere artık hareketlerini görebiliyorum. Yok artık oldu ama sonra 10 dakika ben hiç kıpırdamadım ve o da gözlerini karnımı dikip bakınca hareketleri gözüyle gördü. Harikaydı, artık kıskanmıyor beni :)

20 Ekim 2008 Pazartesi

Kim korkar hain kilolardan!!

Karı koca düdükcana çok kızgınız.
20 hafta 5 günlük bebeğimizi ziyarete gittik ama beyefendi döndü kıçını yüzünü göstermedi bize!! Sadece kaburgalarını beynini omurilik kol bacak gördük. Başını arkadan gördüğümüz için sadece kulaklarının kepçe olmadığını biliyoruz, ki sürpriz olmadı, bizde kepçe yok ki!! Doktor bu defa erkek olduğundan bile emin olamadı. Kilosu iyi, 392 gr, normali 340 gr civarında olmalıymış. Olması gerekenden 1 hafta daha büyük bir bebek şimdilik.
Bomba haber 58 kilo tartıldım. Doktor tabiri caizse fırçaladı beni. Patates, pilav, makarna, ekmek, acı, baharatlı, ekşi yemek yok. 12 kilo alman lazım sen daha şimdiden 7 kilo almışsın bile, çok fazla hemen dikkat etmeye başlıyorsun!!! O çikolataların bana ihanet edeceğini bilmeliydim. 4. ay sonunda sadece 2 kilo almışken sadece bu ay 5 kilo almamın sebebini başka yerde aramanın manası yok. Aslında düdükcanın suçu yok tabii ki, ben çok iyi biliyordum nasıl beslenilmesi gerektiğini, nelerin yenmesinin bir halta yaramayacağını. Bile bile bu kadar kilo aldığım için kendime kızıyorum. İlker ne kadar ye diye zorlasa da benim yemememem gerekirdi. İlker doktordan çıktığımızda benim rejime filan gireceğimden korkarak hala bana canımın istediğini yemem gerektiğini söylüyordu tabii fikir ayrılığı ufak bir tartışma doğurdu ama rejim filan yapmayacağımı sadece dikkat edeceğime ikna olunca işbirliğine söz verdi.
Ne mi yapıyoruz?
- Kasaptan etlerin en yağsız tarafından aldık.
- Markete gidip haftalık yağsız yoğurt ve süt stoklarımızı aldık. Sonra artık bizim fırının mis gibi ekmeğinden eve sokmak yok. Sadece kepek ekmeği yenecek.
- Pek sebze olmadığından superfresh bamya ve barbunya aldım. İlker bamya yemese de ona üşenmeden başka bir yemek pişirip kendim bamya yiyeceğim!!
- Manava gittik, meyvelerin yanı sıra taze salata malzemeleri aldık. Artık öğlenleri yemeğin yanında mutlaka kendi salatamı yiyeceğim.
- Evdeki tüm çikolatalar gözden ırak bir yere kaldırıldı. Artık bana çikolata yer misin diye sormak yok. Ballı sütle tatlı krizlerimi aşacağım.

Şimdilik ilk gün iyi gitti. 3 gündür evde yokum diye dışarıda yemek yemek durumunda kaldığımda Burger Kinge gittik ama ben sadece diet hot wrap yedim. Son 5 adet kızarmış patatesi de saymak lazım. Akşam da sadece meyve ve ballı süt ve ne öyle çikolata manyaklığı yaşadım ne de açıklıktan öldüm. Artık hergün yediklerimi bir kenara not edip yoganın yanı sıra diğer hamilelik egzersizlerini de yapmaya çalışacağım. Hergün yürüyüş benim tempoda ve uzun saatler çalışan bir insan için çok kolay görünmüyor ama ilkeri ikna edersem neden olmasın?
Kim korkar hain kilolardan !!! belki bundan sonra 12 kilo ile değil 15 kilo ile doğum yapacağım fikrine kendimi alıştırmalıyım ama öğrendim ki hiçbir işe yaramayan yemekler sadece kilo aldırıyor. Tek tesellim düdükcanın kilosunun iyi durumda olması:)

İlker düdükcana inanılmaz gıcık oluyor bu aralar, çünkü biz oğlumla artık az çok haberleşiyoruz. Yani son 2 haftadır hareketlerini çok net hissediyorum. Hatta örneğin uzandığımda elim uzun süre karnımdayken elimle bile hissettiğim oluyor ve ilker için bunlar henüz mümkün değil! Çok gıcık oluyor. Korkarım bundan sonra eli göbeğimde yaşayacağız...

18 Ekim 2008 Cumartesi

çikolata çikolata sevgilim sevgilim...

Geçen hafta bayramın hemen sonrası beni bi paranoya sardı. Hani paranoya olduğunu bilirsiniz ama yine de kendinizi telkin edemezsiniz, işte öyle bir durum. Düdükcan 12 haftalık iken ikili tarama testi yapılmış, sonuç mükemmel çıkmıştı. Ama benim kitaplardan ve de sağdan soldan öğrendiklerime göre bir de üçlü tarama testi, eğer bir sıkıntı varsa amniyosentez yapılmalıydı. Geçen hafta 19. hafta oldu (bu üçlü test 16-18 haftalar arası olurmuş) ama doktordan ses seda yok, hani yaşlı ya unuttu mu acaba diyorum. Sardı beni bir telaş. Gece yarılarına kadar internetten araştırma yaptım. 11-14 testi dedikleri ikili tarama testi hamilelik yeni olduğu için çok hassas sonuçlar verirmiş. Üçlü testte ama ikilide taranmayan bir hormondan da tarama yapılırmış. Hadiii buyrun burdan yakın. İnternet bunun tamamen doktorun kararına göre olduğunu söylüyor ama beni yine de bir telaş aldı. Herkesler üçlü test yaptırmış, bildiğim bir tek Zührenin ikili testi sıkıntılı olduğu için yaş itibariyle de uygun görüldüğünden amniyosentez yapmışlar. İlker doktoru cepten ara diyor ben paranoyamın 100% doğru olmadığını bildiğimden aramak istemiyorum, derken pazartesiyi ettim. Hemen dedeyi aradım, bana tane tane anlattı. Tıp konferanslarında da tartışılırmış ama ikili testi iyi çıkanlara amniyosentez veya üçlü yapılmazmış çünkü bu ikili test pek hassas bilgiler verirmiş. Sonrasında detaylı ultrasonik tarama ile sonuçlar kesinleştirilirmiş. İçim rahat galiba, yani soru işareti yok ama hadi gel üçlüyü de yapalım dese sanki daha rahat edecektim:)

Pazar sabah rüyamdan hiç hayatımda görmediğim çikolatalar yiyerek uyandım, sonra geçen hafta yediğimiz frambuazlı cheesecake in çileklisi nasıl olur hayalleri kurdum. Akşam haftanın tek türk kahvesinin yanında ablam iki parça çikolata koymuş, Duru herkesin tabağındaki çalarken benimkine dokunmasın diye alelacele çikolatalarımı yedim, üstüne düdükcanın canı ister diye cüceyi kandırıp ganimetinden bir parça otlandım. Cumartesi işe gitmemek için cuma akşamı ofisi geç terkedecekken başım döndü, kendi stoklarımı bitirdiğimden başkalarının dolaplarına saldırdım ve koca bir paket biskrem buldum, ağzıma iki tane atıp açlığımı dindirecekken 6 oldu, sonra paketi alıp arabaya koydum, yolda eve giderken paket bitti!!! benimki tam ye tatlıyı çıkar atlıyı oldu galiba:) son zamanlarda aldığım kiloları da bu çikolata hadisesine bağladığımı, bu tatlı krizlerinin kesinlikle psikolojik olmadığını, benim bu çikolatalara fiziksel olarak ihtiyaç duyduğumu anlatmak suretiyle İlkere günah çıkarırken, kendisi düz mantıkla olaya yaklaştı "niçin bu çikolata yemenin nedenlerine bu kadar takıyorsun ki ? sonuçta canın çikolata mı istiyor, bitti, yiyeceksin o zaman!!!" Nitekim sabah yürüyüşünden döndükten sonra bana Bonjour Pastanesinin ev yapımı muhteşem çikolatalarından aldı ve sanıyorum bu kalori bombalarından tüm pazar 10 tane filan yedim. Yani boşuna konuşuyorum, ben bu güzellere bayılıyorum.

TV de izlenecek hiçbirşey yok yine. Ulusal kanalların dizileri gerçekten gına getirdi. Hemen her yıl bir dizi edinelim, muhabbetlerden uzak kalmayalım isterim ama ne kadar zorlasam da izleyemiyorum. Akşam haberleri izledikten sonra biraz moviemaxlere bakıyoruz, sonra Dizimax te de pek yeni birşey olmadığından televizyonu kapattığımız çok oluyor. Şimdi yeni bir uğraş bulduk kendimize. Desperate House Wifes ... hiç izlememiştim, dvx leri de evde duruyordu. Son bir haftadır fena sardık. Dedikleri kadar varmış. Bebek doğasıya böyle şeylerle uğraşıyoruz, geldi mi bloga yazacak iki satır bulacağımdan bile endişeliyim.

bu postu taa haftabaiı yazmıştım, yine bir Almanya seyahati çıkınca gönderememişim bile, şimdiden cumartesi oldu. Neyse ki evimdyim ve duşumu aldım birazdan Düdükcanı görmeye doktor dedeye giiyoruz, heyecan yine dorukta:)

13 Ekim 2008 Pazartesi

Kelebek ve Dalgıç


Yönetmen Julian Schnabel’e Cannes Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren Kelebek ve Dalgıç filmi
Elle dergisi editörü Jean-Dominique Bauby’nin gerçek yaşam hikâyesinden yola çıkarak yazdığı kitaptan uyarlanmış.
43 yaşında geçirdiği rahatsızlık sonucu sol gözü, kulakları ve beyninden başka hiçbir organı çalışmayan, hayata sol gözünden dahil olabilen bir adamın hikayesi. Filmin en etkileyici tarafı o sol gözden anlatılmasıydı. Burada görüntü yönetmeni ve kurguyu da selamlamak lazım. O sol gözden bütün dünyayı izliyorsun, felçli bir adamın sol gözü sayesinde konuşmasına ve bir kitap yazmasına şahit oluyorsun ve onun duygularını iliklerinde hissediyorsun. Sinemanın büyüsü buradan geliyor bence, hissettiriyor. Vücudu bir dalgıç kıyafeti içine hapsolmuş olsa da sol gözü onu bir kelebek kadar özgür kılıyor.
Sinemayı eğlenceden ibaret görenler için elbette ağır gelecektir ancak ben tek kelimeyle hayran kaldım. Filmi DVD den izlemenin en iyi tarafı da bonusları. Filmin çekilme, kurgu aşamalarına ait kısa bir belgesel vardı, en az film kadar etkiledi. Henüz izlememiş olanlar için etkileyici bir eser.

5 Ekim 2008 Pazar

bir haftasonunun ardından

Az önce karnım yine kazınınca, muzlu süt yapasım geldi. Yarımdan biraz fazla muzu küçük küçük doğradım, sürahinin içine attım, sonra üzerine light süt (yağl süte dayanamıyorum) ve bal. Daldırdım blender ı içine biraç dakika bııız ve köpük köpük muzlu süt hazır. Allah blenderı icat eden zattan sağolsun. Kesin birşeyleri süzgeçten geçirmekten sıkılmış bir hatun kişidir.
Geçen haftanın tek çalışma günü cumayı az telefon çalmasını da fırsat bilerek biraz işlerimi hafifletmeye ayırdım. İyi de oldu. Önümüzdeki iki hafta epey yorulacağımı biliyorum zira. Akşam cuması tatil olan dostlardan Gül ve Orçuna yemeğe gittik. Tedarikliyiz ama, yanımızda tabu xl, okey, birkaç tane dvd de var. Gül muhteşem bir baharatlı tavuk yapmış. Artık yemek yerken mutluluktan ellerimi çırpan bir kadın oldum. Oldum olası iyi yemekten keyif alırım da 4,5 aydan sonra bu keyif coşkuya dönüştü. Yemekten sonra Royal Tenenbums filminin yönetmeni (kim hatırlamıyorum) Owen Wilson lu filminde karar kıldık. Filmden pek bahsetmeyeceğim zira uyudum:) pek keyifli bir film değilmiş, birşey kaybetmemişim. Hindistan kültürünü anlatan belgesel tadındaydı, tek hatırladığım bu. Saat 11 e doğru zeynepin eve gitmesi gerekti. Dedik ki tufan dönsün, zeynepten önceki okey turnuvalarımıza geri dönelim. Tufan zeynepi bırakıp dönünceye kadar biraz daha koltukta kestirdim, zaten artık her evin kanepesi benim uyku alanım. Gece 3 e kadar okey oynayıp beylerin ifadesini aldık:)Bu arada bütün gece yağan yağmur cansuyu gibiydi, umarım barajların biraz olsun dolmasını sağlamıştır.
Cumartesi sabah kalktığımızda canımız hiç kahvaltı hazırlamak istemedi, kaptık simitleri doğru anneme. Oh bir güzel kahvaltı yaptık. Sonra ilker eve döndü ben de bizimkilerle Kemeraltına indim. Annem alem kadın, nerde ne var acayip iyi biliyor. Hamile kıyafetleri arıyorum, artık bir beden büyük aldığım pantalonlar da belden sıkmaya başlayınca hamile pantalonu almak farz oldu. Ama alışveriş merkezlerindeki pantalonlar 130-180 ytl arası, inanılmaz pahalı. Hani diktirtmeye kalksan bakalım istediğin gibi olacak mı? Neyse anneme sıkıntımı anlatınca, salepçioğlu çarşısında iyi fiyata buluruz dedi. Bulduk nitekim. Hem de 70 dediği pantalonu 45 e aldık. Pazarda 1 demet maydonoza pazarlık eden annem bunda mı fiyat kırmayacak!!! Bir güzel öğle yemeğimi de yiyip eve döndüm alelacele. Denizi aylar sonra yakaladık bırakır mıyız, Zeynep beni evden aldı, doğru Alsancaka. Eski deniz mahsülleri yemekleri yapan Miço vardı, işte onun sokağında Kıbrıs Şehitleri caddesinin sol yamacında yeni bir cafe ye götürdü deniz bizi. Ketre. Cafe yemekleri var lezzet müthiş ama en iyisi fiyatları. Cep yakmıyor. Bonjour, Reci's filan halt etmiş burda alası var. Yemeğin sonunda bir frambuazlı cheesecake geldi, nerdeyse tabağı yalayacaktım. Ev yapımı, ve kesinlikle baymıyor, muhteşem birşey, Bugün hala ilkere anlatıyordum. Deniz bir 70 lik kalecik karası söyledi. Sonunda dayanamadım iki yudum içtim. Şifa niyetine:) salamdı sucuktu kolaydı koymuyor da şu şarap bira keyfi burnumda tütüyor şerefsizim. 6 da buluştuk ve tam 11 de kalktık. 5 saat!!! hadi tufanla beraberliğinden beri zeyneple hemen her hafta buluşur olduk da denizi 5 ay görmeyince saatler yetmiyor sohbetlere. İlginç tespitler var bu buluşmaya dair ve dipnotlar ama haftasonu postunun bir bölümünü oluşturamayacak kadar derin mevzular. Bir ara aklımda, yazmalıyım, neticede tam 4 hafta sonrasında bizim evde buluşmaya ve pijama partisi yapmaya karar vererek ayrıldık birbirimizden. Eve geldiğimde canım kocam maçlara dalmış beni bekliyordu, can bu adam ya, hiç sesi çıkmaz hamile karısı bekar arkadaşlarıyla saatlerce sokaklardaymış, evin yolunu şaşırmışmıymış...
Bu yorgunluğun üzerine pazarımızı evde lahanalar gibi yayılmaya ayırdık. Sabahın köründe kalktım her pazar olduğu gibi ama en azından ilkere kahvaltı hazırlıyorum diye teselli buluyorum. Biraz yemek yapıp etraf toplandıktan sonra, geçtik filmin başına. Hani tam evde yayılacak günmüş, fırtına kıyamet, yağmur... patlamış mısır eşliğinde "No country for old man" i izledik. Ara sıra ani çığlık tepkileri verdim, hatta son sahnede düdükcanın sağlığından endişe bile duyacak kadar hopladım yerimden. Çok başarılı bir filmdi de sonu ile ilgili bazı hayal kırıklıkları yaşamadım değil. hani katil o kadar cana kıydıktan sonra trafik kazasından bir kol kırılması ile sıyırmasaydı da ölseydi, ilahi adalet bu diyecektim, ironik bir son olacaktı ama farklı bir senaryo tercih edilmiş. Oscar almış senaryoyu bile eleştiren bir yapım var ya helal yani!!!
Akşamüzeri haftalık süt ve meyve alışverişinin ardından güzel bir yemek yedik ilkerle. Artık oturma odasındaki koltukta kötü pozisyonlarda uyuyakalmaktan sıkıldığım için kestireceksem bile yatağıma gider oldum. şaka bir yana, Düdükcan için bir bardak süt kadar gerekli görüyorum uyku olayını. Hem de haftaiçi yoğun çalışıp öğlen uykusuna hasret kaldığım için haftasonu çok değerli benim için. Tek sıkıntı saatlere yayılması, bunu da sadece 1 saat sonrasına saat kurarak ve ilkeri mutlaka kaldırması yönünde görevlendirerek aşmaya çalışıyorum. Yoksa gece uykum kaçabiliyor.
Az önceki muzlu süt öncesi yine yoga yaptım. Yoga benim için yeni değil aslında. İstanbulda yaşarken Sports Internationala üye idik ve ilkerin askerliği dönemine geldiği için ben neredeyse orada yatar olmuştum. Hatta evdeki banyo günlerimi bile spor günlerime denk getirip evdeki su parasından tasarruf ediyordum. (kronik cimri olduğumu söylemiş miydim?) Neyse yoga ile tanışmam o zamana rastlar. Deliler gibi yüzdüğüm birgün ayağıma kramp girdi, dediler ki yoga dersine gir iyi gelir. Aman ne şahane şey o öyle. Tütsüler yakılıyor, fonda bir çançingçong müziği ki çok severim, gevşe gevşe oh ne güzel. Sonraları bu dersleri kaçırmaz oldum. Pilatese de o zamanlar merak salmıştım. Sports üyeliğimizi izmire geldiğimizde mecburen sonlandırınca bu defa yoga zone vcd leri ile devam ettim. İlker benle yogi diye dalga geçiyor ki yeni kilolarımla ayı yogi olmama ramak kaldı, ama çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Sürekli oturarak çalışmaktan ve sorumluluk altında kaskatı kesiliyorum, sonra rahat doğum için iyi olduğu konusunda uzman görüşleri var. Herşeyin ötesinde doktorun verdiği egzersizlerden çok da farkı yok. Umarım tembelliğime yenilip yarıda bırakmam şimdilik gün aşırı yapmaya çalışıyorum, iyi gidiyor.
Nerdeyse 12 oldu, yarın hafta başlıyor. Artık saçıma fön çekip yatmam lazım. İyi haftalar...
(fotografı yogakam.com dana aldım, benim düdükcan kesin içerde böyle yapıyordu, hiç sesi çıkmıyordu veletin)

3 Ekim 2008 Cuma

Uyku biraz uykuuuu...

Doktora geçen gidişimizde İlkerin sorduğu tek şey "yelizdeki bu uyku hali akşam 9 dedin mi uyumalar ne zaman bitecek?" olmuştu. Doktor uykusuzluğun uyku halinden daha beter olduğunu anlattı, kısaca bırak uyusun dedi:)Şimdi dört gözle normale dönmemi bekliyor. Aslında hak vermiyor değilim, zaten tüm gün ayrıyız, bir de akşam sadece yemekte karşılaşıyoruz, 2 çift laf edemiyoruz ve ben bulduğum heryerde uyuyorum. Misafir filan dinlemiyorum, gözler düşüyor. Ve nasıl tatlı, en sevdiğim tatlılardan daha tatlı. Nitekim bayram tatili de böyle geçti. Arifeden annemlerin yazlığa gittik ama öncesinde ne zamandır gitmediğim şantiyeye uğradık. Nerdeyse herşey bitmiş. İlkerin ilk inşaatı. Satış hala yok ki bu canımızı iyice sıkıyor ve bizi ekonomik dar boğaza itiyor ama onun bu sektör değişiminde yaşadığı tecrübeler motive olmasına yetiyor. Yada öyle görünüyor. Tek eksik bir müşteri :)
Annem muhteşem yemekler ve tatlılar yapmış. Akşam 8-11 arası uyudum tabi, sonra hadi uykum kaçmasın diye 12 de yatağa yattım. Sabah İlkerin annesi de geldi, kocaman bir bayram kahvaltısı, ananem, ablamlar, hep birarada. Çok keyifliydi. Sohbet konusu düdükcana ne isim koyacağımız idi. İlknur ile canlı bağlantı kuruldu. 50 yaş üstünde, birkaç akşam önce var mısın yok musun da annesi çok para kazanan çocuk Doruk ismi öne çıktı. İsim çok güzel de canım arkadaşım Gizemin oğlunun adı Doruk, yani o kadar yakınlarda aynı isimden iki çocuk çok fena. Sonra Deniz, Demir, Doğa, Yiğit, Cenk... Bu arada hayallerimin ismi Efe den tamamen vazgeçtik. Daha doğrusu bize Tanrı tarafından bazı işaretler gönderildiğini düşünüyoruz, çok alacakaranlık kuşağı oldu ama öyle!! Her yanımızda ağlayan çocuklar, yaramazlar hep Efe. Sonra sabahlara kadar anıran 7 yaşında bir velet var, alt kat komşumuz. Bu velet apartman toplantılarında madde olarak geçiyor, "anne ve babası tarafından gece saatlerinde susturulması..." gibisinden. İsminin Efe olduğunu öğrendiğimizden beri bizim için Efe tamamen bitmiştir.
Neyse son gözdemiz ARCA!! Ablamın verdiği isim sözlüğünden bulduk. Temiz, namuslu demekmiş. Hem kolay söylenen bir isim hem kimselerde yok. Şimdilik belirledik gibi ama daha 4-4,5 ay var, her an değişebilir. Bu isme anne, baba karşı pek tutmadılar ama genç nesil acayip beğendi.
Bayramın 1. günü öğleden sonra eve döndük ve ben 3 saat kadar uyudum yine, bu defa sağlam uyumuşum, gece uyuyamadım, Ahlaksız teklif filmine daldım, iki gözüm iki çeşme... biliyorum, defalarca izledim ve ağlamakla alakasız bir film ama tutamıyorum işte. Malum hormonlar :)
Ertesi gün ziyaretlerle geçti, arabada sürekli uyudum, akşamüstü İlkerin kuzenine gittik. Duru adında şahane bir bebekleri var, bütün durular sevimli oluyor galiba... Akşam Avrupa Yakasını izlerken bile uyumayı başarmıştım. Son gün bütün gün evdeydik, kahvaltı sonrası uyudum ama iyi ki de uyumuşum yoksa "There will be blood" filmini izlerken kesin sızardım. O film film değil sanki baştan aşağı bir Daniel Day Lewis!!! Yani bir oyuncu Oscar ı bu kadar mı hakkeder? Film de iyiydi ama oyuncu oyunculuğunu bu kadar konuşturunca film ikinci planda kalmış. DVD nin bonuslarında biri de film öncesi toplanan bilgiler, yapılan araştırmaları içeriyordu. O yıllardan kalma fotograflar ve filmler birebir yansıtılmış neredeyse. Çok incelikle işlenmiş bir film.
Bu tatilin bende bıraktığı en kötü şey sanırım kilo!!! Doktora gittiğimden beri tartılmamıştım, dün itibari ile son 2 haftada 1,5 kilo aldığımı gördüm ve şok oldum. Galiba tüm ay boyunca 1 kilo filan almak lazımdı. Ama o kadar ye, iç , yat, tatlılara yumul, çok normal, inşallah düdükcana gidiyordur da boşa almıyorumdur bu kiloları:)
Yok bunu anlatmadan geçemeyeceğim.
Hamilelikte yoga DVD si ile çalışmalara başladım. Ancak sonlara doğru sırtüstü yada sola doğru yatma kısmı var, hah işte ben tam orada uyuyakalmışım, DVD bitmiş, herhalde en az 10 dakika yerde öylece kestirmişim, ama ne yapayım eğitmen acayip yumuşak konuşuyor ve yoga insanı müthiş gevşetiyor... ahhh uyku ahhhh... sen ne tatlı şeysin:)

27 Eylül 2008 Cumartesi

havadan sudan şundan bundan..

Bu hafta haftabaşındaki iş streslerim nedeniyle öyle bir gazla başladı ki cumayı nasıl ettim bilmiyorum. Kelimenin tam anlamıyla yoruldum!! Hergün mesai yaptım ama işlerimi de kolayladım neyse ki.
Salı akşamı anneme laptop almak üzere Vatan, Bimeks, Teknosa vs. gezerken saati 23:30 etmişiz. Eve geldim, deli gibi telefon çalıyor. Güner abla, temizlik için perşembe gelecekti, çarşamba geliyim diyor. Daha önceki gün İstanbuldan gelmiş, çantamı boşaltmamışım, bulaşık makinesi bile çalışmamış, ilkerin kirli tabağı bile masanın üzerinde, sabah damlayacakmış. Yok artık dedim. Meğer annemle konuşmuş, o sorun değil demiş. Bu kadın öyle değil ki hanımı sabah evinden alıp getireceksin, kahvaltısı hazır olacak, sonra öğlen önüne yemek koymak lazım, yani öyle gece 23:30 dan sonra ayarlanacak gibi değil, hadi dedim sen kapat annemle konuşayım. Annemi aradım, meğer bana korkusundan İlkerin annesine cumartesiyi söz vermişken ona da gitmeyeceğini söylememiş. Sebep? Çok net... Her hafta gittiği bilmem kim hanım şehirdışından dönmüş ne yap et cumartesini bana ver diye kestirip atmış, sonra başka birine de yanlışlıkla perşembeyi vermiş. Kısacası resmen bize kazık atmış. Hayatımda hiç bu kadar sinirlendiğimi hatırlamıyorum. Hemen İlkerin annesini aradım bari madem çarşambası boş bana gelmesin ona gitsin diye sormak için yataktan kaldırdım, ama mümkün olmadı. Öyle kızdım ki bana da gelmesin, gözüm görmesin dedim anneme, biz kendimiz yaparız temizliği!!
İnanılmaz birşey bu! Bu kadar mı nankör olunur, belki biz çok temizliğe çağırmıyoruz ama annem ihtiyacı olmasa bile sırf para kazansın diye çok defalar çağırdı, oğlu askere gidecek para lazım oldu mu hep yardım etti. Hadi bana neyse de anneme yapılmış bir haksızlıktı resmen.
Bütün gece uyku tutmamış zaten, önce ağzına ne gelirse söylemiş sonra kalkmış sabah gelmiş bütün evi temizlemiş, perdeleri yıkamış, 3 çeşit yemek yapmış, ben yine mesaideydim İlker eve gelince şok olmuş. Tabii bunu duyunca hamilelik hormonlarım devreye girdi ve ağladım. Ana gibi yar olmaz dedikleri böyle birşey işte. Daha asansörden inerken mis gibi kokular geliyordu evden, temizlik kokusu...
İlkerin annesi de kadınsız kaldı, ama o da birşey demedi, meğer anneler bu kadınların nankörlüklerine alışkınmış, olur öyle dedi. Ben hala atlatamadım. Öğreneceğiz bakalım daha neler göreceğiz.
Bu hafta çok yoruldum, sabahları kalkamayacak kadar, ama bayram tatili çok iyi gelecek. İyi dinlenmem lazım, sonrasında yine çok yoğun bir program başlıyor çünkü. Birkaç hafta sonra Dubai çıktı, sonra yine İstanbul, ikameti Elvana aldırayım diyorum:)Düdükcan da kesin gezgin , gazeteci filan olacak korkarım, çünkü ana rahmine düştüğünden beri gitmediği yer kalmadı, Güney Ege sahilleri, birkaç defa İstanbul, Milano, Frankfurt...
Bu sabah başıma ne geldiğini mutlaka anlatmalıyım. Sırt üstü uyuyorum, birden içimde hamile olmadığım izlenimi ile uyandım. Elimi karnıma götürdüm BOŞ! Nasıl bir panik... Sırt üstü yatıyorum karnım içime göçmüş galiba çünkü doğrulup kalktığımda koca göbeğim ve göğüslerim yerli yerindeydi... Derin bir ooooh..
Bu arada Elvan geçenlerde bir link göndermiş, görsel DNA gibi birşey... Kişilik testi yapmak isteyenleri için ilginç bir deneyim. İşte burda: http://www.visulog.com
Şimdi buzdolabını temizlemem lazım, son kullanma tarihi geçmişleri artık atmalıyım ve gezdiğimiz ve gidemediğimiz yerlerden topladığımız magnetlerin de tozunu almak lazım, çok çalışmam lazım çoook...

22 Eylül 2008 Pazartesi

İş güç sinir

sinirlenip de yazmaya ihtiyaç duyduğum bir an bu!! odada uyuklarken yatağa gittim ve uykum kaçtı sinirden, kalkıp bloğuma gireyim dedim. Ne güzel mesajlar aldım dostlardan. Ama sinirim geçmedi. iki satır yazsam geçer mi? görücez.
Sabah 9 a toplantı koyan zihniyete müteşekkir dünden İstanbula gittim. Elvancımla takıldık bi güzel, evde teyzesinin yaptığı dolmaları götürdük.
Sabaha erkenden toplantı için genel müdürlüğe damladım. Biliyorum ki satış toplantılarında günah keçisi aranır ve o genellikle ben olurum ama her toplantıya da bu gerçeği unutarak iyi niyetle gardımı almadan giderim. Ben şirketin satış hariç her türlü angaryesiyle uğraşan müdürü olduğum için her haltın sorumlusu ben olurum.
Günün konusu bir türlü basılmayan kataloglardı, ve bir dünya işimin arasında dokümantasyon da bana baktığı için terminlerimi yerine getiremiyorum. Bir allahın kulu çıkıp da bir işin ucundan da biz tutalım demiyor. Ama genel müdürün gözünde bütün işlerin altında kendimi ezdiğim için yine ben suçlu oldum.
Fiyat listeleri sık değişiyormuş, ya ne olacaktı, alışımıza yansıyan zammı sineye çekip hanımlara eski listeleri mi bırakacaktım, tabi ki değişecek. Hem değiştirmek için ciddi mesai harcıyorum ben, bayılmıyorum yani kimsenin umru değil.
Stok siparişi geçilmiyormuş, ilgilenilmiyormuş. Lojistik benim işim olmamasına rağmen stok raporu hazırlıyorum her hafta, bir de hanımlara beylere gönderiyorum, tenezzül edip de bana bir dönüş yapmıyor sadrazamın sol tarafındakiler.
Fiyat pahalıymış, ana firmayla pazarlık edilmeliymiş, haftalardır piyasadan rakip fiyatı toplayın, elimde savaşacak done yok diyorum, elleri yine boş gelmiş.
Bunlar yetmezmiş gibi, projelerin pazarlığı bende, siparişleri bende, teknik doneler bende, kullanma kılavuzları, sanayi bakanlığı izinleri, kampanyalar, stok yönetimi, yeni markalarla ilgili fiyat analizleri yetmiyormuş gibi bir de genel müdürün yazışmalarının ingilizcelerinin kontrolü hatta taslak hazırlaması bende. Diğer sadrazam evlatlarının yapmasının beklendiği tek şey satış !!!
Lanet olsun ya!!! uçağı beklerken oturdum doğum izninde kimlere ne kaktıracağımı bir bir yazdım!!! kataloglardan şikayet edene dokümantasyon, marketingi zayıf bulana organizasyon kakalanacak. hadi bakalım hodri meydan.
çok sinirliyim çoook ve yüzüme gülüp toplantılarda genel müdüre şikayetlerinden bıktım artık. bundan sonra hepsine aynı mesafe hatta uzak mesafe!! yarından tezi yok, iş paylaşımı!! ben de biraz kendime bakayım az kafamı işlerden kaldırayım.
Sinir küpü yapacaklar çocuğumu. Bundan sonra geberesiye kadar mesailere kalmak yok, evimde yoga yapar sakinleşirim en azından kendime vakit ayırırım.
oh biraz gevşedim sanki, yada ağlamaktan yorgun düştüm, gözlerim kapanıyor. Gidip yatayım, yarın çok iş var!! akıllanmam ben !!!

21 Eylül 2008 Pazar

IT'S A BOY !!!

Sabahın köründe kalktım, uyku tutmadı, bir türlü 10:30 olmadı. Doktora giderken üzerimde bir ÖSS heyecanı var. Hani düdükcan iyi mi, herşey yolunda mı? Midemde kramplar. Elimde önceden not ettiğim sorular, aklımda daha da fazlası. Aldık soluğu doktor dedede. Ultrasona bakarken doktor, senin hiç karnın yok ama bebek bayağı büyük, en az bir hafta önde gidiyor dedi. Zaten kafası kocaman burnu küçücük hatta yok, yani şimdiden belli oldu, aynı ilker olacak. ama iki büklüm duruyor, acayip moralim bozuldu. Hiç rahat görünmüyor. Ayaklar nerdeyse kafasına değecek. Haraket ediyor, ama hissedememek canımı sıkıyor. Meğer daha 1 ayı varmış. İlkerle ikimizin suratında salak bir tebessüm ekranda kayboluyoruz. Sonra birden oğlunuz olacak dedi. Ben bir şekilde emin miydim, hissetmiştim belki de bilmiyorum şaşkınlık yok kesinlikle ama sevinç tabii ki var. Erkek olmasından çok dombili olmasına, sağlıklı olmasına karşı bir sevinç!! Gerçekten anne baba olunca insan kıza erkeğe bakmıyor galiba. Ama öğrendik ya bir oh çektik tabii. Zavallı annelerimiz 9 ay nasıl bekliyorlarmış, biz 4 aya tahammül edemedik.
Kilo normal, ben her hafta kendi tartımda tartılıyorum artık, 4 kilo görmüştüm ama son 1 hafta işte çok yoğun geçti, bunun etkisi ile sanırım, hamileliğin başlangıcından beri dün doktor tartısında 3 kilo çıktı. Bana sorsanız 10 kilo almış hissediyorum, göbüş zaten bana kocaman geliyor, sonra göğüslerde inanılmaz bir büyüme var, artık eski sütyenlerimi giyemez oldum. Nitekim doktordan çıkınca anneme gittim, bir güzel kaşarlı simitli kahvaltı (artık haftada 1-2 çay da içiyorum) sonra ablamlar geldi, çamaşırcıya gidip sütyen aldık. Biraz anane sütyeni gibi, hiç alışkın değilim ama rahat napalım zaten artık süngerlere ihtiyacım yok, yeterince büyükler:)
Duru düdükcanın erkek olmasına acayip bozuk. Aldım yanıma, gel seninle biraz konuşalım dedim. Aç parantez... Duru İlkerin aşkıdır, sürekli hülyalı hülyalı bakar, iiitercim, seni çok seviyorum hadi kuduralım, hadi oynayalım, denize girelim, tavla oynayalım...vs. diyalogları çoktur. Yorgun düşünce ilkerin göbeğine yatar uyuyakalır. Benim gönlümü almak için de "o benim ilkerim !!" dediğimde, mavi gözlerini kırpıştırıp "ikimizin iiiteri olsun mu?" der... Kapa parantez...
"Durucum sen bizim hayatımızdaki ilk bebeksin, İlker seni çok seviyor, sana bayılıyor, bizim gözümüz senden başka kız çocuğu görmüyor. şimdi İlkerin bir kızı olsaydı, o zaman İlkerin sevgisini 2 kız paylaşmak zorunda kalacaktınız. Ama erkek çocuk öyle mi ya ver eline oyuncak arabasını topunu oynasın, sen İlkerle başbaşasın!! bak yine ilker ikimizin ilkeri olacak:)"
bilmiş bilmiş "ben niye bunu düşünemedim, doğru ya iiiter yine beni sevecek!!" sonra yine dudak büküldü " ama ben ona kız olsa neler öğreticektim, oyuncaklarımı verecektim. erkek bebekler çok iğrenç" dedi. " AAA olur mu Durucum, sen ne güzel top oynuyordun ilkerle tek kale maç yapıyordunuz, düdükcanla oynarsınız, sonra sen ona yüzme öğretirsin. Hem bak şimdi ananen, annen, ben sen ne güzel kızkıza sohbet eidyoruz, oynar o bi kenarda biz yine birlikte takılırız" Kıkır kıkır güldü cüce, sonra 1 saat kadar düdükcanın odasının nasıl olacağına karar verdik birlikte... Çocuklar muhteşem varlıklar...
Aslında daha neler yazmak istiyorum ama bir daha sefere... Şimdi toparlanıp İstanbula gitmem gerek yine. Elvancıım beni bekler

13 Eylül 2008 Cumartesi

Cinsiyet Meseleleri

biz düdükcanla birbirimize alışaduralım, herkeslerden bir cinsiyet tahminidir gidiyor. Doktor son randevuda birşeyler tahmin ediyorum ama sonraki görüşmemizde emin oluruz demişti. İlker annesiyle kardeşine "öğrendik ama size söylemeyiz" numarası yapınca 3 haftadır ağzımızdan laf almaya çalışıyorlar. Ama ne diyeceğimizi biz de bilmiyoruz ki!! İlknur İlkere bazı tuzak !! sorular sormuş, kız olduğundan emin. Bir tarafta ekşi elma seviyorum diğer tarafta adet öncesi sendromu misali çikolataları götürüyorum diye İlkerin annesi bir türlü tahmin edemiyor. Bizimki de hiç renk vermiyor, o ne yapsın!
Annem hiç hareket var mı diye çaktırmadan soruyor, erken hareketlenenler erkek oluyormuş galiba yada tam tersi? Annemin makas-bıçak testini yapmaması beni şok etti. Herkese yapar, ama en son Zühreninkini erkek tahmin edip Nil doğunca bu işlerden elini eteğini çekmiş. Şimdi rüyaya yatıyor:)
Kimisi bulantın yok mu, o zaman erkek, bende de olmamıştı diyor. Ofisteki arkadaş da benim gibi hamileliğinde tarhanaya bayılırmış, ben de seviyorum diye önce erkek dedi sonra yok senin vücudun yana doğru genişliyor, kesin kız olacak, tüh tüh kızlar anneyi çok deforme ediyor, yandın valla demez mi?!! teşekkürler valla bir bu eksikti. zaten günde 2 defa bebe+badem yağına rağmen hafif çatlaklar oluşmaya başladı gıcık oluyorum, bir de deformasyon haberi üzerine bal şeker oldu. Sonra da demez mi sen yandın valla, cildin çatlak oluşmasına çok yatkın sende kesin çatlaklar olacak. Bundan sonra yemeklerimi erkek arkadaşlarla yiyorum en azından vücut deformasyonu mevzu bahis olmuyor.
Bir de iddaya girenler var. Mustafa rüyasında erkek görmüş, Tufan haberi almadan önceki gün kız. Orçunla Gül erkeği tek geçiyor. Ablam bilmem ne takvimine bakmış kız diyor, zaten duru cücesi illa ki kız olsun diye tutturuyor sanki biz ayarlayabilirmişiz gibi:) çok eğleniyoruz çook. Babam hep oğlu olsun istemiş, tabii ki kızları başının tacı ama içi gidiyor oğlan diye, biliyorum ben, de söylemiyor, hepsi bir diyor. Hayırlı, sağlıklı olsun duaları bir yana, biz işin magazinindeyiz tabii. Bahisleri açtık, hadi bakalım kız mı, erkek mi? Geri sayım başladı, sadece 1 hafta sonra öğreniyoruz!!!

9 Eylül 2008 Salı

Canlarımla İstanbulda

Geçen hafta bir akşam, hani deli gibi şimşeklerin çaktığı sabahın akşamı, Gizem ve Rana ile buluştuk. Kordonda Pepe Rosso diye bir café'de yemek yedik. Bira patates Kordon konseptinden çok farklı bir yer. Daha çok Reci's tarzı. Yemekler çok iç açıcı değildi ama tatlılar süperdi. Tabii ki benim düdükcandan, ona isim bulmalardan, burçlardan, yaz tatilinde yaptıklarımızdan, kitaplardan sohbetler ettik. Erken buluştuk diye erken dönerim diyordum, nerdeyse 11 olmuş geldiğimde. Dönüş yolunda Gizemle bir konuda hemfikirdik: Bu facebook olmasa birbirimizi bulmamız mümkün olmayacaktı, yıllar sonra tekrar birbirimizi tanıma fırsatımız oldu ve de paylaşma...
Sonra deli gibi perşembe-cuma günleri gireceğim toplantıların yapacağım sunuşların hazırlığı ile geçti.
Bu defa İstanbul seyahati haftasonuna gelince, İlkeri de kafaladım, benim millerden ona da beleş bilet aldık, doğru İstanbul. Elvancığım benim için cumartesi olan Antalya biletini pazartesiye atmasıyla sulu gözlülüğüm tuttu yine. Zaten ota boka ağlar oldum. En kötüsü ütü yaparken seyrettiğim Beauty and the Geek programında elenen Geek'in partneri için "onu kardeşim gibi sevdim" demesiydi. Böyle saçma birşeye ancak hamileler ağlar!!!
Perşembe çok yoğundu ve Elvanın şirkette servisi beklerken sohbete dalıp kaçırmamız başımıza son yıllarda gelen en anlamsız hadiseydi. Akşam evde İlkerle buluştuk, deliler gibi hamburger yedik, üstüne de dondurma!!! Antiparantez sadece 2 haftada 1,5 kilo almışım, bugün nasıl oldu diye kendi kendime soruyordum, şimdi yazarken farkettim, hamburger menü+dondurma üstüne de uyursan çok normal!!!
Hayatımda Cuma kadar korkunç başka bir gün yaşamadım. Etkisi pazartesi de dahil 3 gün üzerimdeydi. Sabah 9 da ilk toplantıya girdim, 2 saat kadar sürdü, diğer firma 2 de gelecek dinleneceğim diye sevinirken, erken geleceklerini söylediler, hemen diğer toplantıya girdik ve nerdeyse 3 te bitti. Hamileliğim süresince hiç bu kadar uzun süre aç kalmamıştım. İki toplantının değerlendirmesi diğer bir toplantı halinde öğle yemeğinde yapıldı. Sonra aramızda tekrar toplandık, değerlendirmeler devam etti. Son olarak bir projenin maliyetleri konusunu konuşmak üzere başka bir toplantıya girdik. Bu arada Elvan benden ses çıkmayınca merak edip bizim şirketi aramış:)Son toplantının yarısında arkadaşımın servisine yetişeceğim diye resmen kaçtım. Feci bir trafik ama akşam kızların geri kalanı ile buluşacağız yani yorulmak yok!!!
Kısaca, İTÜ Makina Fakültesinin içinde Vakfın bir kız yurdu vardır. Fakülteye girdiğim yıl benim gibi makinacı Elvanla tanıştık aynı odaya düştük, Tuba ile Gülayşe başkaları ile oda arkadaşıydı, bu ikisi aynı zamanda İlkerin sınıf arkadaşı olurlar. Sonraları kader bizi aynı odada birleştirdi, şimdi 12 senelik harika bir dostluğumuz var. Cuma günü İlkeri kendi arkadaşlarına gönderdik, biz Bebekte Kitchette'de buluştuk. Bebek'in ortasında bir vaha gibi, saatlerce oturduk hiç sesleri çıkmadı. Ama oraya gelenler Reina'ya gider gibi giyinmiş, gözlerimizi alamadık:) 11 buçuk gibi ayrılırken hala sıra bekleyenler vardı. Ramazan Bebek camiasına hak getire. Neler konuşulmadı ki? Gülayşenin verdiği kilolar, Tubanın 1 buçuk yıllık Londra macerası, Elvanın işyeri, benim Düdükcan, İzmirdeki yeni hayatımız... Yeni gelişme Elvan İzmirde de iş arayabilir yani buraya taşınabilir, ne harika bir rüya birkaç yıl aradan sonra yine dipdibe. Elvan bu atağı ile düdükcanın en sevdiği teyzesi olmaya aday, Tuba "cool teyze" imajını Baby GAP'ten bir koli cici ile pekiştirmeyi seçti. Gülayşe ben ne yapacağım derdine düşmüşken "en güzel teyzesi" olma kararı ile geceyi kurtardı. Ama düdükcanın ilk hediyesi Bebek günlüğü ile Elvan olaya noktayı koydu. Günün galibi o!! Acayip sevimli birşey. En arkasında küçük bir kutu var, oraya sevdiği bir oyuncağını, patiğini koyabilirsin ve düdükcan büyüdüğünde bu günlüğü okuyabilir.
İlkerin İstanbula gelmesinin en önemli sebebi yeme içmeydi. Sabahtan Beyaz Fırına gidilecek, öğleden sonra Kırıntıda T-bone steak yenecek. Sonra başka birgün mutlaka House Cafede naneli limonata içilecek. Hepsi yapıldı. İstinye Park'a gittik, en üstteki arabaları görünce dibimiz düştü, o kadar Porche'yi bir arada görmemiştik.

Bonustaki puanlarla sonunda D&R dan Hamilelikte Yoga DVD sini aldım. Geçen randevuda doktor egzersiz için 1 ay daha beklememi istemişti o sebepten henüz başlamadım ama DVD yi baştan sona izledim. İyi bir çalışmaya benziyor, hem blogger arkadaşım Yeşim de önermişti. Haftaya doktor kontrolünden sonra başlıyorum.
Bir İstanbul haftasonu böyle geçti, ne güzeldi, İstabulu çok özlemiyorum da arkadaşlardan ayrı olmak koyuyor. Elvan tek çocuk, bir ara biz kardeş gibi mi olduk diyordu, bilmiyor kardeşliği çünkü. Dedim ki bizimki çok başka birşey, kardeşlikten de öte. Kardeşini seçemezsin, normalde anlaşamayacağın biri bile olsa kardeşin ya koşulsuz seversin. Ama dostluk öyle değil, sen seçiyorsun, çocuk gibi işliyorsun, şekil veriyorsun ilişkine, daha fazla emek, daha farklı bir duygu. Ne kadar uzak kalsan da, bir araya geldiğin gün sanki son görüşün dünmüş gibi kaldığın yerden devam ediyorsun.