24 Ocak 2011 Pazartesi
İyi ki doğdun Ela
Ela ... beş böcüğün arasında bir papatya! Yıllar sonra suşi.. Ege'nin bukleleri... Berk'in afacan bakışları... Alperen'in 4 yaş bilgeliği (Fucking four mu demeli?)... Tuna'nın yakıtı alınca coşması (Aç ayı misali:) )... Arca'nın patır patır merdiven çıkma ve götün götün inme aktivitesi ... Fıstık Elif'in endamı, Elfanam'ın tespitleri ;P ... Nil'in güzelliği ...
Hayat & Gültekin ... çok teşekkürler
21 Ocak 2011 Cuma
İki yaşa doğru kazanılan beceriler konulu workshop ve ileri seviye kurs kayıtları başlamıştır!
İki hamle sonrasını ön görebilme yetisini güçlendirme teknikleri:
Az mı uyumuş, çok mu yemiş? Gün içindeki davranışların delil olarak hazırlanması
Bakıcıya doğru sorular sorulması üzerine pratik eğtim
Akşamın getirecekleri üzerine ön çalışma ve strateji belirleme
Eğitmen : Yeliz
Olduğu gibi kabullenebilme konusunda ileri seviye kursu
Çocuğun karakterini belirleme yöntemleri
Karaktere göre davranış geliştirme
Topluma kazandırma konulu tez çalışması
Eğitmen: Yeliz
Aktivite becerilerini arttırma kursu :
Parmak boyası, sulu boya, pastel boya ile resim yapmak
Oyun hamurundan heykel yaratma dersleri
Kitaplardaki kahramanların resim ve heykelleri için usta belgesi
Eğitmen: Ümit Abla
Hızlı oyuncak araba sürüş teknikleri teori ve pratik çalışma:
Evdeki oyuncak arabalar ve çalışma prensibi üzerine teorik bilgiler
Uygulamaları araba yarıştırma (evden oyuncak araba getirilmesi tavsiye edilir)
Eğitmen: İlker
Oyuncak tamiratı ve pil değiştirme
Uygun pil seçimi üzerine teorik bilgiler
30 saniyede pil değiştirme becerisi üzerine uygulamalar
Oyuncak tiplerine göre tamir workshop
2 dakikada oyuncak tamiratı
Eğitmen: İlker
Kitap okuma teknikleri
İstemediğimiz bir kitabı okumaktan nasıl vazgeçiririz?
Kitap okurken canlandırma için başarının anahtarı : drama dersleri
Kitap okurken uyanık kalmak ? Özel yöntemlerimiz ile mümkün!
Eğitmen: Yeliz
İleri seviye politikacılık:
Çocuğunuzla polemiğe girmemenin yolları
Ağlattığın çocuğu “aaa seni kim ağlattı evladım, gel yamacıma” cümlesi ile dumura uğratma - uygulamalı eğitim
Shakira’dan hallice kıvırma teknikleri
Eğitmen: Yeliz
Organizasyon teknikleri
Doğum günü partisi hazırlama
Kolay finger food nasıl hazırlanır?
Oyun grubu organize etme
Annelerle çabuk kaynaşmayı sağlayacak temel sorular, sohbet konuları
Eğitmen: Yeliz
Gelecek dönem kursları:
Davranışa müdahale teknikleri – kriz anlarını savuşturma
Empati kurma üzerine uygulamalı workshop – 2 yaş bebesi nasıl düşünür? Mağara adamı kılığına bürünme
İleri sanat çalışmaları – Çop adamdan soyut resimlere geçiş
Az mı uyumuş, çok mu yemiş? Gün içindeki davranışların delil olarak hazırlanması
Bakıcıya doğru sorular sorulması üzerine pratik eğtim
Akşamın getirecekleri üzerine ön çalışma ve strateji belirleme
Eğitmen : Yeliz
Olduğu gibi kabullenebilme konusunda ileri seviye kursu
Çocuğun karakterini belirleme yöntemleri
Karaktere göre davranış geliştirme
Topluma kazandırma konulu tez çalışması
Eğitmen: Yeliz
Aktivite becerilerini arttırma kursu :
Parmak boyası, sulu boya, pastel boya ile resim yapmak
Oyun hamurundan heykel yaratma dersleri
Kitaplardaki kahramanların resim ve heykelleri için usta belgesi
Eğitmen: Ümit Abla
Hızlı oyuncak araba sürüş teknikleri teori ve pratik çalışma:
Evdeki oyuncak arabalar ve çalışma prensibi üzerine teorik bilgiler
Uygulamaları araba yarıştırma (evden oyuncak araba getirilmesi tavsiye edilir)
Eğitmen: İlker
Oyuncak tamiratı ve pil değiştirme
Uygun pil seçimi üzerine teorik bilgiler
30 saniyede pil değiştirme becerisi üzerine uygulamalar
Oyuncak tiplerine göre tamir workshop
2 dakikada oyuncak tamiratı
Eğitmen: İlker
Kitap okuma teknikleri
İstemediğimiz bir kitabı okumaktan nasıl vazgeçiririz?
Kitap okurken canlandırma için başarının anahtarı : drama dersleri
Kitap okurken uyanık kalmak ? Özel yöntemlerimiz ile mümkün!
Eğitmen: Yeliz
İleri seviye politikacılık:
Çocuğunuzla polemiğe girmemenin yolları
Ağlattığın çocuğu “aaa seni kim ağlattı evladım, gel yamacıma” cümlesi ile dumura uğratma - uygulamalı eğitim
Shakira’dan hallice kıvırma teknikleri
Eğitmen: Yeliz
Organizasyon teknikleri
Doğum günü partisi hazırlama
Kolay finger food nasıl hazırlanır?
Oyun grubu organize etme
Annelerle çabuk kaynaşmayı sağlayacak temel sorular, sohbet konuları
Eğitmen: Yeliz
Gelecek dönem kursları:
Davranışa müdahale teknikleri – kriz anlarını savuşturma
Empati kurma üzerine uygulamalı workshop – 2 yaş bebesi nasıl düşünür? Mağara adamı kılığına bürünme
İleri sanat çalışmaları – Çop adamdan soyut resimlere geçiş
20 Ocak 2011 Perşembe
İki eğlence bir şikayet
Görmemişin çam ağacı olmuş, Ocak ayının sonu gelmiş, hala başköşeyi işgal edermiş: )
Yok Arca üzülürmüş, ağacı pek severmiş, yok İlker üşenirmiş… Hepsi hikaye! Bildiğin toplamak istemiyorum işte!! Bu yaşıma gelmişim çam ağacım olmuş bir de büyük çaba harcamışım almak için 2012’ye kadar dursun köşede diyordum. Laf aramızda karşısına oturup seyretmekten hiç bıkmadım.
Ama eve gelen giden misafirin alay konusu olmaktan sıkıldım!
Arca’ya uzun uzun ağacın neden kaldırılması gerektiğini anlattım. Sandım ki çok üzülecek, kaldırmayalım isteyecek. Hatta küçük bir hikaye uydurdum, Noel baba gelmeden önce evimizi görsün hediyeler getirsin diye ağacı süslüyoruz, hediyeleri getirdikten sonra ağacı kaldırıyoruz, taa ki Noel baba tekrar gelesiye kadar. Arca “hokkayay” dedi ağaca, döndü kıçını gitti.
Anladım ki o hikaye benim kendime tesellimmiş.
Cumartesi öğle uykusunu tam alamamış Arca’yı fazla aktive etmeyecek aktiviteler düşünürken, ampul yandı! Ağacın süslerini kaldıralım mı? Arca bayıldı!! Hoplaya zıplaya süsleri söktü, kutularına yerleştirdi. Eğlenceliymiş be!! Ben de gözümde büyütmüşüm. Şimdi evin büyük oğlu İlkerin keyfini bekliyoruz, ağacı tamamen kaldırmak için.
Parmak boyası denedik Arca ile!! Çok eğlenceli çookk!! Keşke biri bana daha önce bu parmak boyalarının çabucak çıkabildiğini söyleseydi de kendimizi banyoya kapatmasaydık, Arca’ya artık küçük gelen kollu önlüğü zorla giydirmeseydim boşu boşuna, keşke: )
Arca bayıldı, vıcık vıcık diye diye elleriyle daldı boyaların içine. Ayak izi çıkarmalıydık ama öyle kolay olmadı tabii, önce gıdıklandı, sonra kıkırdadı. Banyoya gireceğiz vaadi çok işe yaradı.
Hem eğlendik hem de bir sosyal sorumluluk projesine minicik de olsa bir katkıda bulunduk.
Bu arada sarı boyamız yolda patlamış atmak zorunda kaldım. Bu vesile ile Yurtiçi kargoyu kınamak istiyorum.
Bu kargonun takibini yaptım ve evimize gelindiğini adreste kimse bulunmadığı için not bırakılıp paketin şubeye götürüldüğünü öğrendim. Şubeyi arayıp “sakın geri göndermeyin, ben gelip alacağım” dedim. Gitmeden önce tekrar aradığımda paket çoktan geri gönderilmişti. Sinir katsayımı hesaplamaya hesap makinasının basamakları yetmez!
Proje sorumlusunu arayarak durumu anlattım, sağ olsunlar paketi tekrar göndermişler ama boyamızın birini yitirmiş olduk. Benzer bir olay Monami’nin hediye paketlerinde yaşandı, ama Yurtiçi kargonun bu hareketi sebebi ile muhtemelen geri gönderildi paketler, bizimle iletişime geçen firma yetkililerine durumu anlatmama rağmen bir daha da bize ulaşmadı. Ne yapalım sağlık olsun.
Cep telefonlarımız alıcı kısmında yazıyor, çok mu zor mesaj atılması, paketimizin geldiğinin haber verilmesi? Ben mi çok şey istiyorum? Bilemedim?
Yok Arca üzülürmüş, ağacı pek severmiş, yok İlker üşenirmiş… Hepsi hikaye! Bildiğin toplamak istemiyorum işte!! Bu yaşıma gelmişim çam ağacım olmuş bir de büyük çaba harcamışım almak için 2012’ye kadar dursun köşede diyordum. Laf aramızda karşısına oturup seyretmekten hiç bıkmadım.
Ama eve gelen giden misafirin alay konusu olmaktan sıkıldım!
Arca’ya uzun uzun ağacın neden kaldırılması gerektiğini anlattım. Sandım ki çok üzülecek, kaldırmayalım isteyecek. Hatta küçük bir hikaye uydurdum, Noel baba gelmeden önce evimizi görsün hediyeler getirsin diye ağacı süslüyoruz, hediyeleri getirdikten sonra ağacı kaldırıyoruz, taa ki Noel baba tekrar gelesiye kadar. Arca “hokkayay” dedi ağaca, döndü kıçını gitti.
Anladım ki o hikaye benim kendime tesellimmiş.
Cumartesi öğle uykusunu tam alamamış Arca’yı fazla aktive etmeyecek aktiviteler düşünürken, ampul yandı! Ağacın süslerini kaldıralım mı? Arca bayıldı!! Hoplaya zıplaya süsleri söktü, kutularına yerleştirdi. Eğlenceliymiş be!! Ben de gözümde büyütmüşüm. Şimdi evin büyük oğlu İlkerin keyfini bekliyoruz, ağacı tamamen kaldırmak için.
Parmak boyası denedik Arca ile!! Çok eğlenceli çookk!! Keşke biri bana daha önce bu parmak boyalarının çabucak çıkabildiğini söyleseydi de kendimizi banyoya kapatmasaydık, Arca’ya artık küçük gelen kollu önlüğü zorla giydirmeseydim boşu boşuna, keşke: )
Arca bayıldı, vıcık vıcık diye diye elleriyle daldı boyaların içine. Ayak izi çıkarmalıydık ama öyle kolay olmadı tabii, önce gıdıklandı, sonra kıkırdadı. Banyoya gireceğiz vaadi çok işe yaradı.
Hem eğlendik hem de bir sosyal sorumluluk projesine minicik de olsa bir katkıda bulunduk.
Bu arada sarı boyamız yolda patlamış atmak zorunda kaldım. Bu vesile ile Yurtiçi kargoyu kınamak istiyorum.
Bu kargonun takibini yaptım ve evimize gelindiğini adreste kimse bulunmadığı için not bırakılıp paketin şubeye götürüldüğünü öğrendim. Şubeyi arayıp “sakın geri göndermeyin, ben gelip alacağım” dedim. Gitmeden önce tekrar aradığımda paket çoktan geri gönderilmişti. Sinir katsayımı hesaplamaya hesap makinasının basamakları yetmez!
Proje sorumlusunu arayarak durumu anlattım, sağ olsunlar paketi tekrar göndermişler ama boyamızın birini yitirmiş olduk. Benzer bir olay Monami’nin hediye paketlerinde yaşandı, ama Yurtiçi kargonun bu hareketi sebebi ile muhtemelen geri gönderildi paketler, bizimle iletişime geçen firma yetkililerine durumu anlatmama rağmen bir daha da bize ulaşmadı. Ne yapalım sağlık olsun.
Cep telefonlarımız alıcı kısmında yazıyor, çok mu zor mesaj atılması, paketimizin geldiğinin haber verilmesi? Ben mi çok şey istiyorum? Bilemedim?
19 Ocak 2011 Çarşamba
19 Ocak
Söylenecek çok şey var da dilim varmıyor.
En iyisi Hülyanın geçen yılki sözlerine kulak verelim.
Bir bebekten bir katil yaratan sistemi sorgulamalı" demişti acılı eş Rakel Dink, bundan tam 3 sene önce bugün. 3 yılda değişen bir şey olmadı ve biz buna şaşırmadık, değil mi?
Burası oğlumun adına açtığım bir blog ya, ne işi var siyasi söylemlerin burada?
Anlatayım.
Çünkü oğluma şunları anlatmakla görevliyim ben:
Bir adamı sırtından vurmak vatanseverlik değil; kalleşliktir, korkaklıktır.
Bu ülkeyi gerçekten sevmek, barındırdığı renkleri, farklı kimlikleri, dinleri sevmek demektir.
"Bak işte değişen bir şey yok" diyenlere inat sesini çıkarmak gerek.
Çünkü masum bir bebeği, bir katile dönüştürmek mümkün.
En iyisi Hülyanın geçen yılki sözlerine kulak verelim.
Bir bebekten bir katil yaratan sistemi sorgulamalı" demişti acılı eş Rakel Dink, bundan tam 3 sene önce bugün. 3 yılda değişen bir şey olmadı ve biz buna şaşırmadık, değil mi?
Burası oğlumun adına açtığım bir blog ya, ne işi var siyasi söylemlerin burada?
Anlatayım.
Çünkü oğluma şunları anlatmakla görevliyim ben:
Bir adamı sırtından vurmak vatanseverlik değil; kalleşliktir, korkaklıktır.
Bu ülkeyi gerçekten sevmek, barındırdığı renkleri, farklı kimlikleri, dinleri sevmek demektir.
"Bak işte değişen bir şey yok" diyenlere inat sesini çıkarmak gerek.
Çünkü masum bir bebeği, bir katile dönüştürmek mümkün.
18 Ocak 2011 Salı
Eşeğimi buldum!!! yeayyyy!!
Arca’nın Mike Tyson günüydü, en son kareler o günden kalma…
Akşama doğru markete gittik, dönüşte hava kararmıştı ve gözlüğümü çıkarıp sırt çantasının suluk gözüne tıktığımı hatırlıyorum. Sonrası malum, elektriklerin kesilmesi ile başlayan uğursuzluk Arca’nın düşmesi ve gözü morartması ile devam etti, bitti sandıydık. Bitmemiş, gözlüğüm de kayıp!
Bu kadar dağınık bir insan olmama rağmen gözlük kaybetme huyum yoktur. Hala lisedeki güneş gözlüğüm durur, Arca takıyor. Üniversite yıllarında aldığım gözlüğüm ise yazlıkta, denize giderken takarım. Ama bu 3 numara çok özeldi benim için. Çok para vermiştim, o bi kenara , çok aradım taradım. İlker’le internetleri araştırdık. Çok gözlükçüye girdik çıktık.
Neden kastık bu kadar? Çünkü;
1. Suratımın göz kısmı küçük, her gözlük olmuyor
2. Hem büyük hem de arı maya gibi göstermeyecek gözlük bulmak zordu o yıllar (2007)
3. O kadar para vermeyi bünyemin sindirmesi için zamana ihtiyaç vardı
Yaklaşık 3 ay süren bir fizibilite çalışmasının ardından inanılmaz bir pazarlıkla kavuştum bu gözlüklere. Çok emek var üzerinde, sapı kırıldığında, henüz garanti kapsamındayken 30 gün yolunu gözlemiştim, yani işin manevi kısmı çok ağır basıyor.
İzmir güneşli memleket, yaz kış güneş gözlüğü ihtiyaç, özellikle benim gibi hassas gözleriniz varsa ve araba kullanırken gözlüksüz yapamayanlardansanız.
Evi dip köşe aradım, Ümit ablaya sordum, ilknura sordum o akşam belki onlarda bıraktım diye, yok! Arabanın altını üstüne getirdim, dellenip dellenip ara ara evi alt üst ettim. YOK!! O kadar eminim ki gözlüğümü kaybetmediğimden! İlker kalk gözlük alalım der, ben yok o çıkacak bir yerden asla gözlük almam derim. Gözlerim güneşten yaşarır yine de gidip almam. Arabada liseden kalma gözlüklerimi kullanırım, yine de almam.
Sonra düşündüm, dedim ki uyduruk bir gözlük alayım, nasıl olsa bir yerden çıkacak. İki gözlüğüm olur, hem o kadar para da vermemiş olurum. İlker kör mü olacaksın diye karşı çıktı. En az 3 haftalık debelenmenin ardından en son Pazar günü pes ettim. Hala “hiç yapmam ama herhalde markette filan unuttum” diyorum.
Sabahtan Agora’ya gittik. Arca nasıl huysuz. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Belli ki yorgun uykusu var.
Puset HAYIM! Yürümek HAYIM! Kucak İVİT!
Ama anne kucağı olacak da yavrum oldun 14 kilo ben nasıl dolaşayım seninle? İlker hiç tasvip etmediğim rüşvet yöntemi ile Arca’yı kucağına almayı başardı. Gözlükçüye girdim, fazla yayılmaya niyetim yok, zira Arca her an kriz çıkarabilir. Satıcı “sırt çantanızı çıkarın rahat edersiniz” diye öneride bulundu, hiç adetim olmadığı üzere çemkirdim “rahatım böyle” diye azarladım adamı.
Uzun süren tak çıkar seremonisinin ardından hiçbir gözlük gözüme olmadı. Üstelik İlkerin fikrine şiddetle ihtiyaç duyuyorum, ama o Arca’yı oyalıyor. Zaten almak da istemiyorum ya her şey bahane. Arca’nın uykusu geldi, yok zaten burada hiç çeşit yok, yok yok fiyat çok yüksek (1000 TL telaffuz edildi, tansiyonum düştü)… Çıktım, vazgeçtim.
Bir taraftan da ömrü hayatımda ilk defa gözlük kaybettiğimi kabul ediyorum ama hala içimde bir şeyler o güzlüğün bir yerlerden çıkacağını söylüyor. Tama sus diyorum o sese, unuttun işte, uzatma, sakin sakin araştırıp uygun bir gözlük bulacağız!
Bu sabah…
Arca uyanmış, opotüsü ile oynuyor, işe gitmek için hazırlanıyorum. Bir anda ilahi bir gücün eli değdi sanki her şeyi hatırlamaya başladım.
Evet bir çantanın yan gözüne tıkmıştım gözlüğü ama sırt çantasına değil, önce oraya tıkmıştım ama sonra Arca’nın suluğunu koyarız buraya deyip çıkarmıştım. O an elime geçirdiğim fotoğraf makinasının yan gözü gözüme güvenli gözükmüştü ve oraya koymuştum.
Hemen çantaya uzandım, yan gözü açtım, işte ORDA!!!
Sabah 8 itibari ile çığlık kıyamet!! İlker koştu, taşkın sevinç gösterilerime sükunetle gülümsedi, belki milyonuncu defa “Allahım ben bu kadını nerden buldum!” diye kendi kendine sordu.
Arca önce anlamadı sonra baktı ortamda neşe var, hemen dahil oldu. Neşeli Günler filminin dağlardaki sahnesindeyiz şimdi…
Do.. bir külah dondurmaaaa
Re… masmavi bir dereeee
Hayat bir müzikal, lay lay lay….
Neye sevineceğimi bilemedim? Bulduğuma mı, dünya para vermek zorunda olmadığıma mı, tekrar gözlük aramak için kazandığım zamana mı,” ben demiştim işte kaybetmem ben gözlük” cümlesini kurabileceğime mi???
Nasreddin Hoca’nın kulakları çınlasın.
Akşama doğru markete gittik, dönüşte hava kararmıştı ve gözlüğümü çıkarıp sırt çantasının suluk gözüne tıktığımı hatırlıyorum. Sonrası malum, elektriklerin kesilmesi ile başlayan uğursuzluk Arca’nın düşmesi ve gözü morartması ile devam etti, bitti sandıydık. Bitmemiş, gözlüğüm de kayıp!
Bu kadar dağınık bir insan olmama rağmen gözlük kaybetme huyum yoktur. Hala lisedeki güneş gözlüğüm durur, Arca takıyor. Üniversite yıllarında aldığım gözlüğüm ise yazlıkta, denize giderken takarım. Ama bu 3 numara çok özeldi benim için. Çok para vermiştim, o bi kenara , çok aradım taradım. İlker’le internetleri araştırdık. Çok gözlükçüye girdik çıktık.
Neden kastık bu kadar? Çünkü;
1. Suratımın göz kısmı küçük, her gözlük olmuyor
2. Hem büyük hem de arı maya gibi göstermeyecek gözlük bulmak zordu o yıllar (2007)
3. O kadar para vermeyi bünyemin sindirmesi için zamana ihtiyaç vardı
Yaklaşık 3 ay süren bir fizibilite çalışmasının ardından inanılmaz bir pazarlıkla kavuştum bu gözlüklere. Çok emek var üzerinde, sapı kırıldığında, henüz garanti kapsamındayken 30 gün yolunu gözlemiştim, yani işin manevi kısmı çok ağır basıyor.
İzmir güneşli memleket, yaz kış güneş gözlüğü ihtiyaç, özellikle benim gibi hassas gözleriniz varsa ve araba kullanırken gözlüksüz yapamayanlardansanız.
Evi dip köşe aradım, Ümit ablaya sordum, ilknura sordum o akşam belki onlarda bıraktım diye, yok! Arabanın altını üstüne getirdim, dellenip dellenip ara ara evi alt üst ettim. YOK!! O kadar eminim ki gözlüğümü kaybetmediğimden! İlker kalk gözlük alalım der, ben yok o çıkacak bir yerden asla gözlük almam derim. Gözlerim güneşten yaşarır yine de gidip almam. Arabada liseden kalma gözlüklerimi kullanırım, yine de almam.
Sonra düşündüm, dedim ki uyduruk bir gözlük alayım, nasıl olsa bir yerden çıkacak. İki gözlüğüm olur, hem o kadar para da vermemiş olurum. İlker kör mü olacaksın diye karşı çıktı. En az 3 haftalık debelenmenin ardından en son Pazar günü pes ettim. Hala “hiç yapmam ama herhalde markette filan unuttum” diyorum.
Sabahtan Agora’ya gittik. Arca nasıl huysuz. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Belli ki yorgun uykusu var.
Puset HAYIM! Yürümek HAYIM! Kucak İVİT!
Ama anne kucağı olacak da yavrum oldun 14 kilo ben nasıl dolaşayım seninle? İlker hiç tasvip etmediğim rüşvet yöntemi ile Arca’yı kucağına almayı başardı. Gözlükçüye girdim, fazla yayılmaya niyetim yok, zira Arca her an kriz çıkarabilir. Satıcı “sırt çantanızı çıkarın rahat edersiniz” diye öneride bulundu, hiç adetim olmadığı üzere çemkirdim “rahatım böyle” diye azarladım adamı.
Uzun süren tak çıkar seremonisinin ardından hiçbir gözlük gözüme olmadı. Üstelik İlkerin fikrine şiddetle ihtiyaç duyuyorum, ama o Arca’yı oyalıyor. Zaten almak da istemiyorum ya her şey bahane. Arca’nın uykusu geldi, yok zaten burada hiç çeşit yok, yok yok fiyat çok yüksek (1000 TL telaffuz edildi, tansiyonum düştü)… Çıktım, vazgeçtim.
Bir taraftan da ömrü hayatımda ilk defa gözlük kaybettiğimi kabul ediyorum ama hala içimde bir şeyler o güzlüğün bir yerlerden çıkacağını söylüyor. Tama sus diyorum o sese, unuttun işte, uzatma, sakin sakin araştırıp uygun bir gözlük bulacağız!
Bu sabah…
Arca uyanmış, opotüsü ile oynuyor, işe gitmek için hazırlanıyorum. Bir anda ilahi bir gücün eli değdi sanki her şeyi hatırlamaya başladım.
Evet bir çantanın yan gözüne tıkmıştım gözlüğü ama sırt çantasına değil, önce oraya tıkmıştım ama sonra Arca’nın suluğunu koyarız buraya deyip çıkarmıştım. O an elime geçirdiğim fotoğraf makinasının yan gözü gözüme güvenli gözükmüştü ve oraya koymuştum.
Hemen çantaya uzandım, yan gözü açtım, işte ORDA!!!
Sabah 8 itibari ile çığlık kıyamet!! İlker koştu, taşkın sevinç gösterilerime sükunetle gülümsedi, belki milyonuncu defa “Allahım ben bu kadını nerden buldum!” diye kendi kendine sordu.
Arca önce anlamadı sonra baktı ortamda neşe var, hemen dahil oldu. Neşeli Günler filminin dağlardaki sahnesindeyiz şimdi…
Do.. bir külah dondurmaaaa
Re… masmavi bir dereeee
Hayat bir müzikal, lay lay lay….
Neye sevineceğimi bilemedim? Bulduğuma mı, dünya para vermek zorunda olmadığıma mı, tekrar gözlük aramak için kazandığım zamana mı,” ben demiştim işte kaybetmem ben gözlük” cümlesini kurabileceğime mi???
Nasreddin Hoca’nın kulakları çınlasın.
Lohusalık üzerine mim
Çok sevdiğim İlknur mimlemiş. Hemen yazalım.
1- Lohusalık denen hadise sizce tam olarak nedir?Mutlaka tıbbi bir tanımı vardır. Ancak ben kendi adıma farklı başlıklar koyayım:
Deliliğe ramak kala
Hormonlar çıldırmış olmalı
Aşk ile nefret arası gidip gelmeler
2- Lohusalık içinde hormon dengesizliğini de barındıran bir şeyse neden 40 gün sürer gibi bir algı var toplumda sizce? Regl olamadığın, emzirme ile birlikte hormonların dağınık kaldığı süre boyunca sürmesi makul değil mi?Hmm ben bu kırk gün bebeğin kendini toparlaması olarak biliyordum. Ama bu hormonlar kişiye göre değişir bence. Fiziksel olduğu kadar duygusal bir süreç. Kişinin nasıl geçirip atlattığı ile yakından ilgili.
3- Sizin lohusalığınız (Hormonal dengesizlikler ve depresif olma halini kastediyorum hep lohusa derken) ne kadar sürdü?Hormonal kısmını pek hatırlamıyorum ama Arca ile başbaşa kalıp kendi düzenimizi oturttuğumuzda rahatladığımı hatırlıyorum. Sonrasında tabii ki ara sıra anlık dellenmelerim oldu ama sebepsiz gibi görünen cinnet hallerim ve durdurulamayan ağlamalarım Arca 15 günlükken azalmıştı.
4- Nasıl geçti, hep aynı şiddette miydi? Normale yavaş yavaş mı, birden mi döndünüz? Herp depresif, sinirli olacak şekilde mi etkiledi sizi, manik, aşırı enerjik anlarınız da oldu mu? Bende anlık ağlamalar ve anıra anıra ağlamalar oldu. Yeşil kaka konusunda annemle sıkı bir tartışmanın ardından durduramadığım bir ağlama yaşadığımı hatırlıyorum. Sonra bir gün gerçekten bunaldığımı ve İlkerin bizi alıp arabayla turladığımızı, arabada yağan yağmurun altında kahve içişimizi ve nasıl düzeldiğimi hatırlıyorum.Bir de Arca tok ve gazı çıkarılmış olmasına rağmen durmadan ağlarken soğuk ve yağmurlu bir günde kendimizi sokğa attığımızı, sokaklarda hüngür hüngür ağlayarak gezdiğimizi İlkerin son gaz eve gelip bizi yollardan topladığını hiç unutmuyorum. Bir de pusetin tekerleklerini tam takamamışım, felakete ramak kalmış. İlk günlerdeki uykuya aç, yorgun ve mutsuz hallerimi saymazsak, genelde neşeli günlerdi. Dediğim gibi anlık patlamalarım oldu.
5- O dönem yanınızda, sizi gerçekten anlayan, destek olan eş, dost, arkadaşınız var mıydı? Yalnız mı geçirdiniz?Annem ve İlkerin annesi ilk 15 gün bizimleydi. Arkadaşlarımızın arasında ilk doğum yapan ben olduğum için beni anlamalarını pek beklemiyordum zaten. Mesela benden 2 ay sonra doğuracak olan Nazlının bize yemek getirdiğini, ablamın iki arada bir derede eve gelip temizlik yaptığını, İlknurun bizde kaldığını filan hatırlıyorum. Hiç yalnız değildim. Özellikle yalnız bırakılmadım. Hatta bir sure sonra yalnız kalmaya ihtiyaç duydum: ) Arca 1,5 aylıkken evden çalışmaya başlayacağım için Ümit abla aramıza katıldı, bir sure yarım gün. Ama onun destek ve gazı ile epey süt üretimim dolayısı ile kendime güvenim artmıştı. Hem bana hem Arca’ya baktı.
6- Eşinizle nasıl geçirdiniz bu süreci?Valla süperdi. Sanırsın 3 çocuklu baba, öyle bir tecrübe hali. Her böhüüü şeklinde ağlamalarıma sükunetle yaklaştı hatta hala öyle. Emzirme konusunda çok destek oldu, harika bir ekip çalışmasıydı. Kiloya taktığım dönem tartı aldı geldi, kakalı bezleri bile tarttık. Süreci eğlenceye dönüştürme konusunda çok başarılıydı. Hani bir daha çocuk yapsam (tövbe) sırf İlker etrafta olacağı için daha rahat olurum.
Ben de canım cicim kuzumun annesi Hayat'a, çiçeği burnunda 2 yaş annesi Özleme gönderiyorum.
Sevgiler
1- Lohusalık denen hadise sizce tam olarak nedir?Mutlaka tıbbi bir tanımı vardır. Ancak ben kendi adıma farklı başlıklar koyayım:
Deliliğe ramak kala
Hormonlar çıldırmış olmalı
Aşk ile nefret arası gidip gelmeler
2- Lohusalık içinde hormon dengesizliğini de barındıran bir şeyse neden 40 gün sürer gibi bir algı var toplumda sizce? Regl olamadığın, emzirme ile birlikte hormonların dağınık kaldığı süre boyunca sürmesi makul değil mi?Hmm ben bu kırk gün bebeğin kendini toparlaması olarak biliyordum. Ama bu hormonlar kişiye göre değişir bence. Fiziksel olduğu kadar duygusal bir süreç. Kişinin nasıl geçirip atlattığı ile yakından ilgili.
3- Sizin lohusalığınız (Hormonal dengesizlikler ve depresif olma halini kastediyorum hep lohusa derken) ne kadar sürdü?Hormonal kısmını pek hatırlamıyorum ama Arca ile başbaşa kalıp kendi düzenimizi oturttuğumuzda rahatladığımı hatırlıyorum. Sonrasında tabii ki ara sıra anlık dellenmelerim oldu ama sebepsiz gibi görünen cinnet hallerim ve durdurulamayan ağlamalarım Arca 15 günlükken azalmıştı.
4- Nasıl geçti, hep aynı şiddette miydi? Normale yavaş yavaş mı, birden mi döndünüz? Herp depresif, sinirli olacak şekilde mi etkiledi sizi, manik, aşırı enerjik anlarınız da oldu mu? Bende anlık ağlamalar ve anıra anıra ağlamalar oldu. Yeşil kaka konusunda annemle sıkı bir tartışmanın ardından durduramadığım bir ağlama yaşadığımı hatırlıyorum. Sonra bir gün gerçekten bunaldığımı ve İlkerin bizi alıp arabayla turladığımızı, arabada yağan yağmurun altında kahve içişimizi ve nasıl düzeldiğimi hatırlıyorum.Bir de Arca tok ve gazı çıkarılmış olmasına rağmen durmadan ağlarken soğuk ve yağmurlu bir günde kendimizi sokğa attığımızı, sokaklarda hüngür hüngür ağlayarak gezdiğimizi İlkerin son gaz eve gelip bizi yollardan topladığını hiç unutmuyorum. Bir de pusetin tekerleklerini tam takamamışım, felakete ramak kalmış. İlk günlerdeki uykuya aç, yorgun ve mutsuz hallerimi saymazsak, genelde neşeli günlerdi. Dediğim gibi anlık patlamalarım oldu.
5- O dönem yanınızda, sizi gerçekten anlayan, destek olan eş, dost, arkadaşınız var mıydı? Yalnız mı geçirdiniz?Annem ve İlkerin annesi ilk 15 gün bizimleydi. Arkadaşlarımızın arasında ilk doğum yapan ben olduğum için beni anlamalarını pek beklemiyordum zaten. Mesela benden 2 ay sonra doğuracak olan Nazlının bize yemek getirdiğini, ablamın iki arada bir derede eve gelip temizlik yaptığını, İlknurun bizde kaldığını filan hatırlıyorum. Hiç yalnız değildim. Özellikle yalnız bırakılmadım. Hatta bir sure sonra yalnız kalmaya ihtiyaç duydum: ) Arca 1,5 aylıkken evden çalışmaya başlayacağım için Ümit abla aramıza katıldı, bir sure yarım gün. Ama onun destek ve gazı ile epey süt üretimim dolayısı ile kendime güvenim artmıştı. Hem bana hem Arca’ya baktı.
6- Eşinizle nasıl geçirdiniz bu süreci?Valla süperdi. Sanırsın 3 çocuklu baba, öyle bir tecrübe hali. Her böhüüü şeklinde ağlamalarıma sükunetle yaklaştı hatta hala öyle. Emzirme konusunda çok destek oldu, harika bir ekip çalışmasıydı. Kiloya taktığım dönem tartı aldı geldi, kakalı bezleri bile tarttık. Süreci eğlenceye dönüştürme konusunda çok başarılıydı. Hani bir daha çocuk yapsam (tövbe) sırf İlker etrafta olacağı için daha rahat olurum.
Ben de canım cicim kuzumun annesi Hayat'a, çiçeği burnunda 2 yaş annesi Özleme gönderiyorum.
Sevgiler
17 Ocak 2011 Pazartesi
Kabullendik, sırada... Arca'yı topluma kazandırma procesi
“Yavaştan canlanan çocuk”, “kitap bebek”, “nazlı çocuk”…
Her kitapta ayrı bir etiket. Bunlar tabii ki hap şeklinde hazırlanmış ve kolay yutulsun kolay sindirilsin formülleri. Yermiyorum, eleştirmiyorum, çok faydalandım, faydalanıyorum.
Arca için yeni etiketler ekleyebilirim, çeşitlendirebilirim… “hemen kaynaşamayan, temkinli, yavaş yavaş ortama ısınan, iyice ölçüp biçen, tanımadığı ortamlara kolay alışamayan…”
Artık çok üstünde durmuyorum, kriz anlarında soran gözlerle bakanlara – sanki mecburmuşum gibi- davranış psikolojisi, karakter haritası veya “günlük rutinden şaştı” konulu brifing vermeyi bırakalı çok oldu.
Ben kısaca “Arca işte” diyorum. Nev-i şahsına münhasır bir çocuğum var.
Alkolizm derneği toplantısındaki gibi, “Ben Yeliz, benim bir çocuğum var, adı Arca!”
Ve salondan alkış kopar, yüzüme bunu kabullenmenin ve dile getirmenin verdiği huzurla bir tebessüm yerleşir, bir oh çekerim.
Bu aslında zorlu bir yolun ilk adımıdır. “Olsun adım atmak başarmanın yarısı” dediğinizi duyar gibiyim, lakin o iş öyle kolay değil.
GERÇEKTEN kabullenmek, olduğu gibi kabul etmek. Çok çetin bir yol. Zira bu yolun üzerinde çok tehlikeli tuzaklar var.
Kendi bakış açınla olaylara bakmak mesela, çok sakıncalı. Çünkü o ben değil, ne şimdiki ne küçüklüğümdeki, o bambaşka bir insan.
Sonra başka bir tuzak da başka çocuklarla karşılaştırmak, bu iyi ya da kötü hemen her anababanın en azından acemi dönemlerinde düştüğü bir tuzak.
Bu tuzaklar olabildiğince bertaraf edebilirse, sıra daha zorlu ve dikkat edilmesi gereken kısma geliyor.
- Benim elimde sadece bir tane denek olduğu için genelleme yapmadan “Arca deneği” üzerinden konuşacağım. -
Çocuğu topluma kazandırmak!
Bu ciddi emek isteyen bir proje ve hassas bir süreç, el emeği istiyor, ciddiyet istiyor, üzerinde düşünmek istiyor.
Elimizdeki malzeme belli. Uyguladığımız işleme göre bu malzemeden arkadaşlarıyla paylaşan, onlarla oynamaktan zevk alan, daha az mızmızlanan, daha sosyal bir çocuk da çıkabilir, daha içine kapanık, daha anne delisi, daha mızmız, ağlak bir bebe de çıkabilir.
Süreç uzun, her hikayemiz “iyi malzeme iyi yemek” ile sonuçlanmıyor. Bazen yemeğin altını yakabiliyoruz. Ama bazen de öyle lezzetli oluyor ki iki tabak yiyesimiz geliyor.
Uzman görüşlerine değer vermek sürecin bir parçası, cumartesileri gittiğimiz oyun grubunun psikologunun geçen haftaki krizin akabinde sunduğu “kenarda durmayın, Arca oynarken sizi gördüğünde konsantrasyonu bozuluyor, sizinle vakit geçirmek istiyor, gidin gezin kahve için” tezini uygulama kararı aldım.
Hafta içi işledim Arca’yı. Fitne fücur soktum o minik beynine.
"Hafta sonu oyun grubuna gidilecek, Ela da gelecek, anne içeri girmeyecek, dışarıda işi var, Arca Ela ve ablalarla oynayacak."
Hatta bu özet sohbet bir hikayeye dönüştü ve uyku önceleri defalarca anlatıldı.
Arca’nın içinden; “öf amma kastın anne bea, gel işte birlikte tepişelim, kaydıraktan kayalım, sen daha güzel eğliyorsun beni, bu çıtır ablalardan daha canlısın” dediğini duyar gibi olup duymazdan geliyorum.
Paylaşmayı öğrenmeli! Farklı ortamlarda bensiz de takılabilmeli. Başarabiliriz!! Arca ben olmadan ve ağlamadan başka ablalarla ve çocuklarla farklı bir ortamda oynayabilmeli!! Hani bunu yapabilirsek ve arızasız günü geçirirsek Afrika’daki aç çocuklar doyacak sanki! Allahım buradan bakınca ne kadar anlamsız geliyor. Sanki Arca’nın topluma kazandırılmasının tek kriteri oyun grubunda annesiz oynayabilmesi. Artık nasıl kafayı sıyırdıysam?
Şimdi gülüyorum ama samimiyetle Arca’nın o gün bensiz, Ela ve ablalarla oynamasını gerçekten istediğimi söyleyebilirim, bunu bir başarı, bir adım öteye gitme, artık ne dersen de, olması gerektiğine öyle inandırmıştım ki kendimi, sanki bu başarının ardından ikimize ana oğul madalyası takılacak.
Tabii Arca’nın evden çıkmadan hemen önce kayan çorapları ile koşarken slalom yaparak kafayı yatağın köşesine çarpması ve yaklaşık bir saat o kafanın şişini indirmeye çalışmamız hesapta yoktu. Hatta gitmeyelim istersen dedim, öyle işlemişim ki, illa ki gidecek.
Diğer hesaba katmadığımız konu o gün Ela’nın karnının aç olmasından dolayı hafif arıza kodu vermesiydi. Neyse yarım saat kırkbeş dakika beni umursamadan güzelce oynadı. Çok da üstelemedim, kucak istediği ilk anda çıkardım alandan.
Ela’larla birlikte Kipa’nın içinde gezmek daha eğlenceliydi. Kitaplar aldık, ikisi market arabalarında birbirlerine öpücükler gönderdiler. Nasıl tatlılardı, Arca Elayı seviyorrrr!!!
O yorgunluğun üzerine Arca gündüz sadece yarım saat uyudu. Akşama doğru arıza sesleri çıkarıyorken Nazlı aradı, çaya geleceğiz diye, önce hayhay sonra amanın Arca çok az uyudu, arıza yapabilir uyarısı. Aman Cansu hiç uyumadı, boş ver dedi. Allah biliyor ya akşam Cansu ile saç saça kavgaya girişeceklerinden adım gibi emindim.
Cansu gelecek deyince Arca bir sevgi kelebeğine dönüşüverdi. 4 bebek tabağı makarna bile ağırlık yapmadı düdüğe. (Bu arada makarnanın içinde de çikolatadaki gibi mutluluk hormonu salgılamamızı sağlayan bir madde mi var?)
Cansu ile süper oynadılar, Tow mater ve mcqueenin nasıl çalıştığını gösterdi. Aletleriyle tamir yaptılar, hatta üstüne binilen arabasını verdi, sırayla bineceksiniz uyarısını dikkate aldı, kaplumbağaları çok seven Cansu’ya peluş kaplumbağasını verdi, hatta üçümüz birlikte Arca’nın yatağına girip Kırmızı Elma kitabını okuduk.
Bir peri masalı bile bu kadar güzel olamazdı.
Şimdi bakıyorum da, varsın oyun grubunda kendini ispatlamasın, (daha doğrusu ben ispatlamayayım: ) ) Arkadaşlarıyla oynuyor mu, oynuyor! Kendi kendine oyun oynuyor mu? Oynuyor! Arkadaşlarını seviyor mu? Seviyor! Paylaşıyor mu? Hmm evet, daha yolumuz var ama evet diyelim yazının ruhunu bozmayalım: )
“Eh tamam işte! O kadar kasmaya da gerek yokmuş” demek isterdim ama arızanın önde gideniyim, iflah olmuyorum, Arca’yı hafta sonu aktiviteleri için şimdiden işlemeye başlıyorum.
Bu haftanın konusu : Ela’nın doğum günü partisi (Ela’nın doğum günü partisine gideceğiz, arabada başka arkadaşlarımız da olacak, uzun bir yol, istersen uyuyabilirsin, Ela’nın pastasını üfleyeceğiz, alkış yapıp oynayacaksınız, Tuna, Berk, Ege, Demir, Alpi… )
13 Ocak 2011 Perşembe
Dün
Yıllık “geçen sene ne halt yedik bu sene ne halt edeceğiz?” toplantısı…
Öncesine de “internal” toplantı sıkıştırınca sabah 5 dedin mi Yeliz kalkar.
Sabah görüşemeyeceklerini Arca’ya anlatmanın bedeli olarak Arca tüm gece düzenli aralıklarla uyanmış, “annenin dakat” (annenin yatağı) talep etmiş, son bombasını da çıkmadan az önce kabus görmüş ağlamasıyla yapmıştır.
Yeliz Arca’yı İlker’e teslim eder ve gör dötüm yollar.
Sonradan Arca’nın sıkıntısı anlaşılmıştır:
Arca: Anne?
İlker : Anne işe gitti, gel uyuyalım beraber
Arca yeri göğü inletircesine osurur
Arca: osurdum
Akşamları kuru fasulye pilav yedirmesek mi acaba?
Uçakta uyudum.
İlk toplantı eh işte.
İkinci toplantı çok iç acıtıcıydı, her defasında daha kötüye gidiyor. Detaylar bu güzel alan için gereksiz. Yeni şeyler öğrendim. Koreliler bana “discount manager” diyormuş, bir de “negotiator”. Pazarda bir dal maydanoza pazarlık eden anamdan aldığım genler aktive oluyor, biliyorum.
Çok çetin geçti yine, vakit kaybetmemek için toplantı sırasında sandviçler tıkınıldı, jet lag yemiş çekik gözlüler bir güzel hırpalandı ama nafile.
Adettendir yemeğe götürdük beyleri, bol bol Kore geyiği, 35 lik şarabın üzerine Atatürk Havalimanına kadar bir güzel uyumuşum, gece 12 uçağı trafik olmaz, havaalanında vakit geçiririm derken ucu ucuna yetiştim zira yolda kaza vardı. Rötar vardı, ne şahane ! Uçakta yine uyudum.
Sonra takside yine uyudum.
Bu kadar uyumanın üzerine gece yine uyudum, ama bu defa Arca ile. Gece bol bol yüzümü sevdi, öptü, hayal meyal hatırlıyorum, acayip özlemiş beni.
Sabah yine uyudum. “Uyudum” kelimesi tam 6 defa yazıldı şimdiye kadar ama hala kendime gelemedim. Feci hırpalanmışım.
Sabah tuvalette kaka yaparken taksi arabasıyla oynayan Arca ile Ümit ablanın sesini duyuyorum:
Ümit abla: Taksi ile nereye gittiniz?
Arca: Oyun guubu
Ümit abla: Kimler vardı oyun grubunda?
Arca: Ela
Ümit abla: Başka ? Alpi var mıydı?
Arca: Ela
Ümit abla: Tuna var mıydı?
Arca : Ela
(Belli ki Ümit abla Topolino ile oyun grubunu karıştırıyor, Arca da oyun grubundan bir Ela’yı hatırlıyor, takışıp duruyorlar)
Neyse dayanamadım, Alpi, Tuna filan o takımla oyun grubuna gitmedik dedim, rahatladı.
Ümit abla: A Arca kaka yapmışsın. Neye benzemiş?
Arca : yılan!
(kakasını kurabiyeye benzeten Umut Barış'ı hatırladım, Allahım ne tatlı çocuktur o!)
Dur unutmadan yazayım;
Akşam İlker Arca’ya Berk’in aldığı o Tow Mater’ın Mcqueen’inden almış (kapitalist düzenin çarkına ait bir dişliyiz artık, itiraf ediyorum ve İlker’i kesinlikle engelleyemiyorum) paketinden çıkarmak için pense gerekmiş, ama pense Ümit abla’nın giyinmekte olduğu odada, İlker demiş ki: “pense lazım Arca, ama Ümit teyzen çıksın odadan alalım, az bekle” Arca koşa koşa çıkmış, elinde kendi oyuncak pensesi!
Hani aslında çok normal ama beklemediğin bir anda gelen bu haraketler çok heyecan veriyor çook! Tabii bir yıl sonra bu davranışlar sıradan gelecek, tıpkı şimdi Arca’nın geğirmesi gibi , halbuki 2 aylıkken geğirdiğinde dünyalar bizim olurdu. Ama diyorum ya her şey zamanında güzel!
Çok güzel bir şey hatırlıyorum; çok yeni anneyim daha ve kucağa alıştırmayın diyenler olmuştu, biz de el kadar bebek fazla kucakta tutmasak mı diyorduk, neyse… ben bunu bloğa yazmıştım. Enne, bana bir yorum göndermişti, “deli misin kucağına alacaksın tabii, nasıl olsa gün gelecek o kucak istemeyecek, tadını çıkar bu günlerin” temalı bir yorumdu. Gerçekten ya!! olmuştum. Gerçi vur deyince öldüren cinsi olarak kucak olayını biraz abarttım sanıyorum zira düdük tepemden inmiyor!
Çenem düştü, hadi kaçtım ben!
Öncesine de “internal” toplantı sıkıştırınca sabah 5 dedin mi Yeliz kalkar.
Sabah görüşemeyeceklerini Arca’ya anlatmanın bedeli olarak Arca tüm gece düzenli aralıklarla uyanmış, “annenin dakat” (annenin yatağı) talep etmiş, son bombasını da çıkmadan az önce kabus görmüş ağlamasıyla yapmıştır.
Yeliz Arca’yı İlker’e teslim eder ve gör dötüm yollar.
Sonradan Arca’nın sıkıntısı anlaşılmıştır:
Arca: Anne?
İlker : Anne işe gitti, gel uyuyalım beraber
Arca yeri göğü inletircesine osurur
Arca: osurdum
Akşamları kuru fasulye pilav yedirmesek mi acaba?
Uçakta uyudum.
İlk toplantı eh işte.
İkinci toplantı çok iç acıtıcıydı, her defasında daha kötüye gidiyor. Detaylar bu güzel alan için gereksiz. Yeni şeyler öğrendim. Koreliler bana “discount manager” diyormuş, bir de “negotiator”. Pazarda bir dal maydanoza pazarlık eden anamdan aldığım genler aktive oluyor, biliyorum.
Çok çetin geçti yine, vakit kaybetmemek için toplantı sırasında sandviçler tıkınıldı, jet lag yemiş çekik gözlüler bir güzel hırpalandı ama nafile.
Adettendir yemeğe götürdük beyleri, bol bol Kore geyiği, 35 lik şarabın üzerine Atatürk Havalimanına kadar bir güzel uyumuşum, gece 12 uçağı trafik olmaz, havaalanında vakit geçiririm derken ucu ucuna yetiştim zira yolda kaza vardı. Rötar vardı, ne şahane ! Uçakta yine uyudum.
Sonra takside yine uyudum.
Bu kadar uyumanın üzerine gece yine uyudum, ama bu defa Arca ile. Gece bol bol yüzümü sevdi, öptü, hayal meyal hatırlıyorum, acayip özlemiş beni.
Sabah yine uyudum. “Uyudum” kelimesi tam 6 defa yazıldı şimdiye kadar ama hala kendime gelemedim. Feci hırpalanmışım.
Sabah tuvalette kaka yaparken taksi arabasıyla oynayan Arca ile Ümit ablanın sesini duyuyorum:
Ümit abla: Taksi ile nereye gittiniz?
Arca: Oyun guubu
Ümit abla: Kimler vardı oyun grubunda?
Arca: Ela
Ümit abla: Başka ? Alpi var mıydı?
Arca: Ela
Ümit abla: Tuna var mıydı?
Arca : Ela
(Belli ki Ümit abla Topolino ile oyun grubunu karıştırıyor, Arca da oyun grubundan bir Ela’yı hatırlıyor, takışıp duruyorlar)
Neyse dayanamadım, Alpi, Tuna filan o takımla oyun grubuna gitmedik dedim, rahatladı.
Ümit abla: A Arca kaka yapmışsın. Neye benzemiş?
Arca : yılan!
(kakasını kurabiyeye benzeten Umut Barış'ı hatırladım, Allahım ne tatlı çocuktur o!)
Dur unutmadan yazayım;
Akşam İlker Arca’ya Berk’in aldığı o Tow Mater’ın Mcqueen’inden almış (kapitalist düzenin çarkına ait bir dişliyiz artık, itiraf ediyorum ve İlker’i kesinlikle engelleyemiyorum) paketinden çıkarmak için pense gerekmiş, ama pense Ümit abla’nın giyinmekte olduğu odada, İlker demiş ki: “pense lazım Arca, ama Ümit teyzen çıksın odadan alalım, az bekle” Arca koşa koşa çıkmış, elinde kendi oyuncak pensesi!
Hani aslında çok normal ama beklemediğin bir anda gelen bu haraketler çok heyecan veriyor çook! Tabii bir yıl sonra bu davranışlar sıradan gelecek, tıpkı şimdi Arca’nın geğirmesi gibi , halbuki 2 aylıkken geğirdiğinde dünyalar bizim olurdu. Ama diyorum ya her şey zamanında güzel!
Çok güzel bir şey hatırlıyorum; çok yeni anneyim daha ve kucağa alıştırmayın diyenler olmuştu, biz de el kadar bebek fazla kucakta tutmasak mı diyorduk, neyse… ben bunu bloğa yazmıştım. Enne, bana bir yorum göndermişti, “deli misin kucağına alacaksın tabii, nasıl olsa gün gelecek o kucak istemeyecek, tadını çıkar bu günlerin” temalı bir yorumdu. Gerçekten ya!! olmuştum. Gerçi vur deyince öldüren cinsi olarak kucak olayını biraz abarttım sanıyorum zira düdük tepemden inmiyor!
Çenem düştü, hadi kaçtım ben!
12 Ocak 2011 Çarşamba
Ah İstanbul ah!
Agora gittiğimiz akşam, arabada pijamalarını giydirdim Arca'nın, yola uyuyacak adım gibi biliyorum.
Makamına kuruldu ve buyurdu: “Munik!”
Sakat bir durum zira Özge'nin Aylin iin hazırlayıp bizim bebelerimize de gönderdiği şahane CD benim arabada kalmış. Radyo katiyen kesmiyor Arca’yı. O arada İlknur, konuşuyor ön koltuktan “İstanbul” kelimesini cümle içinde kullandı. Arca başladı İttanbo ittanbo demeye. Yok annecim bu aralar gitmeyeceğim diyorum, hani İstanbula gidince eve geç geliyorum ya, içlendi sanıyorum. Arca abartmıyorum 125 bin defa ittanbo kelimesini kullanınca Sertab Erener’in üst üste dinlettirildiğimiz “İstanbul” şarkısını kastettiğini anladık. Hani “sen beni üzersen döver seni İstanbul” filan diyen şarkı. Diyorum bizim jetonlar köşeli! EE o CD de yok.
^?##!!!?**&$$££ (küfür bu)
Şarkıyı da hatırlayamıyoruz, hatırlasak söyleyeceğiz.
Radyoyu açtık, “biz gülleri severdikkk dikenleriyleee” diye bir şarkı var ya (bu arada müzikal anlamdaki cehaletimi bilmem fark ettiniz mi?) İlker bütün şarkının üzerine İstanbul İstanbul ah istanbuuuuuullll diye yeni şarkı sözleri yazıp söyledi ve Arca dümbeleği şarkı bitmeden huzura ererek kendini uykunun tembel kollarına bıraktı.
Makamına kuruldu ve buyurdu: “Munik!”
Sakat bir durum zira Özge'nin Aylin iin hazırlayıp bizim bebelerimize de gönderdiği şahane CD benim arabada kalmış. Radyo katiyen kesmiyor Arca’yı. O arada İlknur, konuşuyor ön koltuktan “İstanbul” kelimesini cümle içinde kullandı. Arca başladı İttanbo ittanbo demeye. Yok annecim bu aralar gitmeyeceğim diyorum, hani İstanbula gidince eve geç geliyorum ya, içlendi sanıyorum. Arca abartmıyorum 125 bin defa ittanbo kelimesini kullanınca Sertab Erener’in üst üste dinlettirildiğimiz “İstanbul” şarkısını kastettiğini anladık. Hani “sen beni üzersen döver seni İstanbul” filan diyen şarkı. Diyorum bizim jetonlar köşeli! EE o CD de yok.
^?##!!!?**&$$££ (küfür bu)
Şarkıyı da hatırlayamıyoruz, hatırlasak söyleyeceğiz.
Radyoyu açtık, “biz gülleri severdikkk dikenleriyleee” diye bir şarkı var ya (bu arada müzikal anlamdaki cehaletimi bilmem fark ettiniz mi?) İlker bütün şarkının üzerine İstanbul İstanbul ah istanbuuuuuullll diye yeni şarkı sözleri yazıp söyledi ve Arca dümbeleği şarkı bitmeden huzura ererek kendini uykunun tembel kollarına bıraktı.
11 Ocak 2011 Salı
“Yaratıcılıkta sınırları zorlama” konulu seminer notları
Böyle bir seminer gerçekten olsaydı, ön sıralardan yerim hazırdı.
Yazık ki bu havalı başlık, sadece yaşanmışlıkların kayıt alınmasından öteye geçmeyecek, ön sıraları kapışmanıza gerek yok. Yazının sonunda “bu mudur!” demeyin, BUDUR!
Kitap anne günlerime ait yazılarıma bakıp bakıp gülüyorum. Okumuş öğrenmişim, uygulamışım, başarmışım, yemeyip içmeyip blogta yazmışım ki dostlar faydalansın. (hmm bak bu kadın bu işi biliyor diye içlerinden geçirmelerini de ummuşum, satır aralarında hissediliyor) Çok bilmiş çok okumuş ananın bir tecrübe yazısı örneği için buraya bir tık. Sonrasında iki yazı arasındaki 5 farkı soracağım, anlayarak okuyun :))))))
Sabahlarımız iyi geçer(di). Sadece tatil sonraları ve pazartesileri hafif sendromlar yaşanır ama Ümit ablaya olan büyük aşkı ile yırtardık.
Birkaç hafta önceydi, geç kalmışız zaten. Bir de düz vitese geçtim ya, vitesten tasarruf ediyorum o günler bir türlü 5. Vitese geçirmediğimden kaplumbağa hızıyla işe gidiyorum, her gün 20 dakikalık yok 40 dakikaya çıkıyor.
Kapıda her günkü gibi bize “hokkayay” (hoşça kal) demesini bekliyoruz. Sihirli kelime bu! Bunu derse içimiz rahat kapıyı çekeceğiz. O gün Arca yaygarayı basıyor. “KUCAK!!” İşte o linkini verdiğim yazıdaki gibi hemen toka verdim eline “Ümit teyzenin saçına tak” dedim. “yemem ben bu numaraları” bakışıyla gerisin geri tıktı çantanın içine. Nerdesin SPK huu?
Kapının önünde Ayşecik filmi çeviriyoruz, apartman sakinlerinin kapı önlerine çıkıp çiğdem çıtlatması an meselesi.
Maya tutmadı ya, başka stratejiler geliştiriyorum. Saniyenin onda biri gibi bir sürede on tane yeni düşünce geçiyor kafamdan. Ulen ben bu kadar hızlı düşünsem iş yerinde genel müdür olurum şerefsizim!
Arabanın anahtarını İlker’e veriyorum, koş park yerinden çıkar bir 10 dakika da bunun için uğraşmayayım.
Güzellikle anlattım,
“işe gitmem gerekiyor Arca”
“gitmeee”
“Hadi öpüşelim anneye hokkayay de”
“demeee!”
“geleyim içerde konuşalım”
“gelmeee”
Bir taraftan Ümit abla, “gel kahvaltı hazırlayalım, gel bana haftasonu ne yaptın anlat, oyun grubuna gittin mi” gibi Arca’nın hiç umursamadığı cümleler sarf ediyor.
Dayanamayıp sert yapıyorum, göz hizasındayım, kaşlarım çatık: “İşe her gün gidiyorum ve bugün de gideceğim. Şimdi ağlaman bunu değiştirmeyecek, istersen öpüşelim hokkayay de bana, daha çabuk gideyim daha çabuk döneyim”
Durdu, hokkayay dedi. Amanın kolay oldu! O sihirli kelimeyi duydum ya asansöre bir gidişim var kendi hızımdan ben korktum. Maazallah fikrini değiştirir filan.
Bir defasında krizi Ümit ablanın getirdiği yeni boyama kitabı ile aştık, iyi de kadın her gün kitap mı getirecek Arca’ya. Yok uzun soluklu çözüm olması imkansız.
Başka bir gün…
Giriş ve gelişme bölümü benzer, bu defa da sert yapmak ve “çabuk gideyim çabuk geleyim” formülü tutmuyor. Cücenin her çözüme bağışıklığı bir öncekine göre acayip artıyor.
Kıvranıyorum… Bir anahtar bulmak için nerdeyse içine kafamı soktuğum hatta içini boşalttığım koca boy çantayı açıyorum, belli mi olur belki toka işi söker bu defa. Arca mızırdanır ben aranırken, çözüm Arca’dan geliyor, fosforlu markerımı görüyor, atlıyor, hokkayay diyerek masasına koşuyor.
Hehe yakaladım düdüğü. Sabah kalkar kalkmaz ve hatta geceden çantanın içine bir şeyler atıyorum. Küçük hayvan modelleri, arabalar, boya kalemleri, uzun zamandır görmediği bir kitap…
Her sabah sürprizler değişiyor. Bazı sabahlar çanta sürprizine gerek kalmıyor, koca koca arabaları çantamda işe getiriyorum. Çoğu sabah o sihirli “hokkayay” lafını duyar duymaz ardıma bakmadan koşuyorum, öyle hızlıyım ki ayakkabılarım elimde çorapla asansöre biniyorum, asansörde giyiyorum.
Sabahlar komediye döndü dönecek, az kaldı ve bu daha ne kadar sürecek hiç fikrim yok!
Yazık ki bu havalı başlık, sadece yaşanmışlıkların kayıt alınmasından öteye geçmeyecek, ön sıraları kapışmanıza gerek yok. Yazının sonunda “bu mudur!” demeyin, BUDUR!
Kitap anne günlerime ait yazılarıma bakıp bakıp gülüyorum. Okumuş öğrenmişim, uygulamışım, başarmışım, yemeyip içmeyip blogta yazmışım ki dostlar faydalansın. (hmm bak bu kadın bu işi biliyor diye içlerinden geçirmelerini de ummuşum, satır aralarında hissediliyor) Çok bilmiş çok okumuş ananın bir tecrübe yazısı örneği için buraya bir tık. Sonrasında iki yazı arasındaki 5 farkı soracağım, anlayarak okuyun :))))))
Sabahlarımız iyi geçer(di). Sadece tatil sonraları ve pazartesileri hafif sendromlar yaşanır ama Ümit ablaya olan büyük aşkı ile yırtardık.
Birkaç hafta önceydi, geç kalmışız zaten. Bir de düz vitese geçtim ya, vitesten tasarruf ediyorum o günler bir türlü 5. Vitese geçirmediğimden kaplumbağa hızıyla işe gidiyorum, her gün 20 dakikalık yok 40 dakikaya çıkıyor.
Kapıda her günkü gibi bize “hokkayay” (hoşça kal) demesini bekliyoruz. Sihirli kelime bu! Bunu derse içimiz rahat kapıyı çekeceğiz. O gün Arca yaygarayı basıyor. “KUCAK!!” İşte o linkini verdiğim yazıdaki gibi hemen toka verdim eline “Ümit teyzenin saçına tak” dedim. “yemem ben bu numaraları” bakışıyla gerisin geri tıktı çantanın içine. Nerdesin SPK huu?
Kapının önünde Ayşecik filmi çeviriyoruz, apartman sakinlerinin kapı önlerine çıkıp çiğdem çıtlatması an meselesi.
Maya tutmadı ya, başka stratejiler geliştiriyorum. Saniyenin onda biri gibi bir sürede on tane yeni düşünce geçiyor kafamdan. Ulen ben bu kadar hızlı düşünsem iş yerinde genel müdür olurum şerefsizim!
Arabanın anahtarını İlker’e veriyorum, koş park yerinden çıkar bir 10 dakika da bunun için uğraşmayayım.
Güzellikle anlattım,
“işe gitmem gerekiyor Arca”
“gitmeee”
“Hadi öpüşelim anneye hokkayay de”
“demeee!”
“geleyim içerde konuşalım”
“gelmeee”
Bir taraftan Ümit abla, “gel kahvaltı hazırlayalım, gel bana haftasonu ne yaptın anlat, oyun grubuna gittin mi” gibi Arca’nın hiç umursamadığı cümleler sarf ediyor.
Dayanamayıp sert yapıyorum, göz hizasındayım, kaşlarım çatık: “İşe her gün gidiyorum ve bugün de gideceğim. Şimdi ağlaman bunu değiştirmeyecek, istersen öpüşelim hokkayay de bana, daha çabuk gideyim daha çabuk döneyim”
Durdu, hokkayay dedi. Amanın kolay oldu! O sihirli kelimeyi duydum ya asansöre bir gidişim var kendi hızımdan ben korktum. Maazallah fikrini değiştirir filan.
Bir defasında krizi Ümit ablanın getirdiği yeni boyama kitabı ile aştık, iyi de kadın her gün kitap mı getirecek Arca’ya. Yok uzun soluklu çözüm olması imkansız.
Başka bir gün…
Giriş ve gelişme bölümü benzer, bu defa da sert yapmak ve “çabuk gideyim çabuk geleyim” formülü tutmuyor. Cücenin her çözüme bağışıklığı bir öncekine göre acayip artıyor.
Kıvranıyorum… Bir anahtar bulmak için nerdeyse içine kafamı soktuğum hatta içini boşalttığım koca boy çantayı açıyorum, belli mi olur belki toka işi söker bu defa. Arca mızırdanır ben aranırken, çözüm Arca’dan geliyor, fosforlu markerımı görüyor, atlıyor, hokkayay diyerek masasına koşuyor.
Hehe yakaladım düdüğü. Sabah kalkar kalkmaz ve hatta geceden çantanın içine bir şeyler atıyorum. Küçük hayvan modelleri, arabalar, boya kalemleri, uzun zamandır görmediği bir kitap…
Her sabah sürprizler değişiyor. Bazı sabahlar çanta sürprizine gerek kalmıyor, koca koca arabaları çantamda işe getiriyorum. Çoğu sabah o sihirli “hokkayay” lafını duyar duymaz ardıma bakmadan koşuyorum, öyle hızlıyım ki ayakkabılarım elimde çorapla asansöre biniyorum, asansörde giyiyorum.
Sabahlar komediye döndü dönecek, az kaldı ve bu daha ne kadar sürecek hiç fikrim yok!
10 Ocak 2011 Pazartesi
Arca'yı toplu taşıma araçlarıyla tanıştırma ve kaynaştırma procesi #1
Tübitak serisinden "Yeraltında" çok ilginç bir kitap. Arca'nın 4 hecelik ilk kelimesi yeraltında. En çok ilgisini çeken sayfa da pek tabii ki metronun olduğu sayfa.
Aylar önce niyetlenmiş, Arca hasta olunca ertelemiştik.
Geçen hafta birgün eve metroyla geldim. Salata yaparken Arca'ya anlatıyorum, "dikkat kapılar kapanacak!"
Hemen kitap geldi, temsili metro sahneleri canlandırıldı. Arca feci gaza geldi. Yakamdan düşmüyor.
Haklı da! Al götür çocuğu üç durak bindir dön değil mi?
Eylem planı yapıldı. İlker de proceye dahil olmak isteyince p0zar gününde karar kılındı. Kahvaltı sofrasını bırakıp çıktık. Metro kaçıyor ya!!
Yürüyen merdivenler, kentkart ile dıtlar, boş koridorlarda İlkerle yarış, her detayı inceleme. Say say bitmez.
Bizim sıradan dünyamızın 23 aylık bir çocuk üzerindeki etkisine bakar mısınız?
Her durakta "dikkat kapılar kapanacak" cümlesi ablayla beraber söylendi. Konak, Çankaya, Basmane gibi güzide semtlerimiz kelime dağarcığına dahil edildi.
Özellikle yerin üzerine çıkılan bir durak seçilerek ters istikamette eve dönüş yolculuğunda benzer sahneler yaşandı.
Öğle uykusu hikayesi "Arca'nın metro yolculuğu" idi. Telefon eden babaneye ve akşam yemeğe gelen anane ile dedeye detaylar anlatıldı.
Next taşıt : Vapur
Aylar önce niyetlenmiş, Arca hasta olunca ertelemiştik.
Geçen hafta birgün eve metroyla geldim. Salata yaparken Arca'ya anlatıyorum, "dikkat kapılar kapanacak!"
Hemen kitap geldi, temsili metro sahneleri canlandırıldı. Arca feci gaza geldi. Yakamdan düşmüyor.
Haklı da! Al götür çocuğu üç durak bindir dön değil mi?
Eylem planı yapıldı. İlker de proceye dahil olmak isteyince p0zar gününde karar kılındı. Kahvaltı sofrasını bırakıp çıktık. Metro kaçıyor ya!!
Yürüyen merdivenler, kentkart ile dıtlar, boş koridorlarda İlkerle yarış, her detayı inceleme. Say say bitmez.
Bizim sıradan dünyamızın 23 aylık bir çocuk üzerindeki etkisine bakar mısınız?
Her durakta "dikkat kapılar kapanacak" cümlesi ablayla beraber söylendi. Konak, Çankaya, Basmane gibi güzide semtlerimiz kelime dağarcığına dahil edildi.
Özellikle yerin üzerine çıkılan bir durak seçilerek ters istikamette eve dönüş yolculuğunda benzer sahneler yaşandı.
Öğle uykusu hikayesi "Arca'nın metro yolculuğu" idi. Telefon eden babaneye ve akşam yemeğe gelen anane ile dedeye detaylar anlatıldı.
Next taşıt : Vapur
9 Ocak 2011 Pazar
Annelik iki ileri bir geri
Mehter marşı kıvamında...
Tam ulen ben bu işi kıvırıyorum diyorsun iyi de gidiyorsun, gün geliyor çuvalladım yine diyorsun. Annenin 2 yaş sendromu halleri:)
Bilmemek mi lazım acaba? Bildikçe ve buna rağmen yapamayınca daha çok kızıyor insan kendine. Böyle anlarımdan birinde kitapanne.com'a veda etmiştim.
Cumartesi sabah oyun grubunda Arca'yı bırakıp gitmem gerektiğini bile bile kaldım. Ve o beni o kenarda her gördüğünde konsantrasyonunu yitirerek benimle vakit geçirmek istedi. Evet ufak tefek şeylere ağlayabilen bir çocuğum var. Ve ben onun bu tuzağına düştüğüm her defasında daha da mızmız olması için fırsat yaratıyorum. Bunları bilmek söylemek ve "ya dur bi kadın" diyememek kendine? Eminim tıpta bir tanımı vardır ama ben daha teşhisi koyacak bir doktora rastlamadım.
Kontrol delisi iç ses İlker'le konuşurken dile geldi:
Y: Şimdi ben o uyurken çıktım ya, bak anlatmadım dışarıda olacağımı
İ: Ümit abla evde, o uyanmadan ben gideceğim yanına bişey olmaz.
Y: Daninolardan 4 tane yedi uyudu, uyanmaz bi süre. Ümit abla bamya yapacaktı, yedirebilmen garanti olsun diye köfteli çorba yaptırdım, merak etme mutlaka yer, tok bile olsa hayır demez köfteli çorbaya.
İ: Birşey olmaz, senden çok yiyor.
Y: Geçenlerde çocuk dürbünü aldım Arca'ya, ama göstermeden arka odadaki dolaba tıktım.
İ: ee?
Y: Yani kriz anı olur dikkat dağıtmak gerekir, anne der filan çıkarırsın.
İ: Yürü git Yeliz ya, ne kriz anı. Kime bırakıyorsun Arca'yı? bana? Ne kadar uzun zamandır kendin için yapman gereken birşeyi yapıyorsun, geç bile kaldın. Bi rahat ol ya.
Y: Bugün oyun grubundaki psikolog da durmayın ilgisini dağıtıyorsunuz gidin buradan biz hallederiz dedi çıkarken.
İ: İyi de ilk defa söylemedi, geçen defa söylemişti, niye dinlemiyorsun?
Y: Ya ne bileyim böyle kriz yaklaşıyor gibiydi, orada olayım kontrol edeyim dedim.
İ: İyi b.k yedin. Gören de hergün işe gidip bırakmıyorsun sanacak, sen olmayınca ne olacak bi rahat bırak çocuğu yav!!
Neyse ki sahile gelmiştik ve o Narlıdere'ye dönecekti, ben kızlarla buluşmak için ters istikamete gidecektim. Biraz daha konuşsak ben böhühü diye mızıklamaya başlayacaktım. (Hmm Arca'nın mızmız geni kimden geliyor acaba:P)
Lise yıllarındaki gibi "Sevinç'in önünde buluşalım" klişesini hayata geçirdiğimizde bunları anlattım Hayat'a. O da her zamanki gibi rahatlattı beni, "ya ne dedi de rahatladın" deseler birşey diyemem ama her seferinde beni anladığını hissetmek rahatlatıyor sanırım. Bilmiyorum. Nil ve Elif geldi, Hülya geldi, Elfanam geldi.
Çocuklar olmadan toplaşıp Kordon'da bira patates yapmak! Var mı ötesi!
Benim için bira akşam da devam etti, Güzelbahçe programı yapmışlar, özlemişim. Arca'yla yemekten sonra yürüyüşe çıktık.
İçtiğim biraların ve muhteşem geçen günün gevşekliği ile minicik bir eli tuttuğum o gece havada kekik kokusu vardı.
Ve o gece o lokantanın ortasındaki şöminede yanan odunlardan hiçbirinin Değnek Adam olmadığına, Değnek Adam'ın Noel baba tarafından ailesinin yanına götürüldüğüne ikna oldu mu?
Hiç bilemeyeceğim.
Ya o cüce, kontrol delisi anasının aslında onu iyi yetiştirmek adına saçmalayıp durduğunu?
Hiç bilemeyecek.
Tam ulen ben bu işi kıvırıyorum diyorsun iyi de gidiyorsun, gün geliyor çuvalladım yine diyorsun. Annenin 2 yaş sendromu halleri:)
Bilmemek mi lazım acaba? Bildikçe ve buna rağmen yapamayınca daha çok kızıyor insan kendine. Böyle anlarımdan birinde kitapanne.com'a veda etmiştim.
Cumartesi sabah oyun grubunda Arca'yı bırakıp gitmem gerektiğini bile bile kaldım. Ve o beni o kenarda her gördüğünde konsantrasyonunu yitirerek benimle vakit geçirmek istedi. Evet ufak tefek şeylere ağlayabilen bir çocuğum var. Ve ben onun bu tuzağına düştüğüm her defasında daha da mızmız olması için fırsat yaratıyorum. Bunları bilmek söylemek ve "ya dur bi kadın" diyememek kendine? Eminim tıpta bir tanımı vardır ama ben daha teşhisi koyacak bir doktora rastlamadım.
Kontrol delisi iç ses İlker'le konuşurken dile geldi:
Y: Şimdi ben o uyurken çıktım ya, bak anlatmadım dışarıda olacağımı
İ: Ümit abla evde, o uyanmadan ben gideceğim yanına bişey olmaz.
Y: Daninolardan 4 tane yedi uyudu, uyanmaz bi süre. Ümit abla bamya yapacaktı, yedirebilmen garanti olsun diye köfteli çorba yaptırdım, merak etme mutlaka yer, tok bile olsa hayır demez köfteli çorbaya.
İ: Birşey olmaz, senden çok yiyor.
Y: Geçenlerde çocuk dürbünü aldım Arca'ya, ama göstermeden arka odadaki dolaba tıktım.
İ: ee?
Y: Yani kriz anı olur dikkat dağıtmak gerekir, anne der filan çıkarırsın.
İ: Yürü git Yeliz ya, ne kriz anı. Kime bırakıyorsun Arca'yı? bana? Ne kadar uzun zamandır kendin için yapman gereken birşeyi yapıyorsun, geç bile kaldın. Bi rahat ol ya.
Y: Bugün oyun grubundaki psikolog da durmayın ilgisini dağıtıyorsunuz gidin buradan biz hallederiz dedi çıkarken.
İ: İyi de ilk defa söylemedi, geçen defa söylemişti, niye dinlemiyorsun?
Y: Ya ne bileyim böyle kriz yaklaşıyor gibiydi, orada olayım kontrol edeyim dedim.
İ: İyi b.k yedin. Gören de hergün işe gidip bırakmıyorsun sanacak, sen olmayınca ne olacak bi rahat bırak çocuğu yav!!
Neyse ki sahile gelmiştik ve o Narlıdere'ye dönecekti, ben kızlarla buluşmak için ters istikamete gidecektim. Biraz daha konuşsak ben böhühü diye mızıklamaya başlayacaktım. (Hmm Arca'nın mızmız geni kimden geliyor acaba:P)
Lise yıllarındaki gibi "Sevinç'in önünde buluşalım" klişesini hayata geçirdiğimizde bunları anlattım Hayat'a. O da her zamanki gibi rahatlattı beni, "ya ne dedi de rahatladın" deseler birşey diyemem ama her seferinde beni anladığını hissetmek rahatlatıyor sanırım. Bilmiyorum. Nil ve Elif geldi, Hülya geldi, Elfanam geldi.
Çocuklar olmadan toplaşıp Kordon'da bira patates yapmak! Var mı ötesi!
Benim için bira akşam da devam etti, Güzelbahçe programı yapmışlar, özlemişim. Arca'yla yemekten sonra yürüyüşe çıktık.
İçtiğim biraların ve muhteşem geçen günün gevşekliği ile minicik bir eli tuttuğum o gece havada kekik kokusu vardı.
Ve o gece o lokantanın ortasındaki şöminede yanan odunlardan hiçbirinin Değnek Adam olmadığına, Değnek Adam'ın Noel baba tarafından ailesinin yanına götürüldüğüne ikna oldu mu?
Hiç bilemeyeceğim.
Ya o cüce, kontrol delisi anasının aslında onu iyi yetiştirmek adına saçmalayıp durduğunu?
Hiç bilemeyecek.
7 Ocak 2011 Cuma
Dumur diya(mono)log #4
Flaş flaş flaş!!
Arca uykusunda konuşuyor! (Bir huyu da babasına çekmesin kardeşim! İlker gece uyurken konuşmaya başladı mı, soru sorarsanız, cevap verir hatta hiç abartmıyorum sohbet edebilirsiniz bile)
Arca büyüyüp de bu bloğu okuduğunda bütün kirli çamaşırlarını ortaya döküyorum diye acayip gıcık olacak bana ama ne yapayım çok komik ya!!
Gecenin bir vakti, telsizden Arca’nın mızıklama sesleri geliyor. Önce gitmiyorum, yatakta dönerken de benzer sesler çıkarır çünkü.
Derken sesler sayıklamaya dönüşüyor, merak ediyorum, kabus görüyor galiba diye, ışığı hafiften açıyorum, Arca yatakta sırt üstü yatıyor, gözler sımsıkı kapalı, ellerini uzatmış:
“Donald-am-ca… Donald-am-ca…” diye sayıklıyor.
Artık rüyasında ne görüyorsa, kendisini Donald amcayla baş başa bırakıp çıkıyorum.
Başka bir gün...
Sabah İlker yatakta doğrulmuş, Cebrail’den ilk emri almış; beni dürtüyor:
“kalk Arca konuşuyor”
Telsize veriyorum kulağımı, Arca konuşuyor : “Oku!”
Saniyeler sonra “Anne oku, anne oku”ya dönüşüyor ilk emir.
Biz yatakta gülerken birden Arca’nın cümle değişiyor: “Anne kaka, kaka, ııhhh” önce hadi canım diyorum ama İlker kakadan emin.
Hemen koşuyorum, gözler kapalı, lazımlığa gidiyoruz, hala konuşuyor hala uyuyor ama icraat tamam!
Arca uykusunda konuşuyor! (Bir huyu da babasına çekmesin kardeşim! İlker gece uyurken konuşmaya başladı mı, soru sorarsanız, cevap verir hatta hiç abartmıyorum sohbet edebilirsiniz bile)
Arca büyüyüp de bu bloğu okuduğunda bütün kirli çamaşırlarını ortaya döküyorum diye acayip gıcık olacak bana ama ne yapayım çok komik ya!!
Gecenin bir vakti, telsizden Arca’nın mızıklama sesleri geliyor. Önce gitmiyorum, yatakta dönerken de benzer sesler çıkarır çünkü.
Derken sesler sayıklamaya dönüşüyor, merak ediyorum, kabus görüyor galiba diye, ışığı hafiften açıyorum, Arca yatakta sırt üstü yatıyor, gözler sımsıkı kapalı, ellerini uzatmış:
“Donald-am-ca… Donald-am-ca…” diye sayıklıyor.
Artık rüyasında ne görüyorsa, kendisini Donald amcayla baş başa bırakıp çıkıyorum.
Başka bir gün...
Sabah İlker yatakta doğrulmuş, Cebrail’den ilk emri almış; beni dürtüyor:
“kalk Arca konuşuyor”
Telsize veriyorum kulağımı, Arca konuşuyor : “Oku!”
Saniyeler sonra “Anne oku, anne oku”ya dönüşüyor ilk emir.
Biz yatakta gülerken birden Arca’nın cümle değişiyor: “Anne kaka, kaka, ııhhh” önce hadi canım diyorum ama İlker kakadan emin.
Hemen koşuyorum, gözler kapalı, lazımlığa gidiyoruz, hala konuşuyor hala uyuyor ama icraat tamam!
6 Ocak 2011 Perşembe
5 Adımda Oyuncaktan Yana Sadeleşme Rehberi
Geçenlerde İlker, Arca’nın oyuncaklarını eleyelim, dedi. Hay hay! Canıma minnet!
Hemen bir aksiyon planı devreye sokuldu.
Birinci adım : Hangi oyuncaklar var?
Liste söz konusu olur da ben durur muyum: )
1. Sayısız araba, kamyon, otobüs, kepçe…
2. Ahşap puzzlelar (tutmalı ve içiçe geçmeli olanlardan)
3. Bul tak
4. Ahşap çekiç
5. Ahşap geometrik şekiller
6. Tamir seti – 2 set
7. Toplar
8. Hayvanlar
9. Ahşap bloklar
10. Tırtıklı legolar
11. Clippo
12. Küp blok lego
13. Bulmaca ahşap araba
14. Kuklalar
15. Ahşap tren seti
16. Yaramaz toplar
17. Şimşek Mcqueen üzerine binilen araba
18. Kaynana zırıltısı
19. Müzik aletleri
20. Medikal set (bu lafa koptum!! Ablam telefonda “Arcanın medikal seti var mı , hediye alabilir miyim dedi. Ne len medikal set! Oldum. Tecrübeli kadın tabi konuşurken terimleri doğru kullanıyor. Bildiğin doktorculuk oynama şeysi:) )
21. Hamurlar
22. Boya kalemleri
23. Bowling seti
24. Onlarca peluş hayvan
25. Balık-olta seti
26. Matruşka
İkinci adım : Görüşleri almak!
Önce uzman görüşleri alındı. Başak'ın bu çok güzel yazısını bir daha okudum.
Ayrıca Damla da geçtiğimiz günlerde güzel bir tecrübesini paylaşmıştı, çok faydalı oldu, kitubinin yazısı için bir tık
İlker, super gözlemcidir, iyi tespitleri vardır, hatta Hülya ile ortak tespit genine sahip olduklarını düşünürüm. Hemen söyledi, "ilk arabam" gidecek. Yer kaplıyor, oynamıyor, yaşına uygun değil! Hmm ama bir arkadaşı gelince biri mcqueen’e biri arabaya binip yarış yapıyorlardı? Emin olamadım. Ümit ablaya sordum.
Ne de olsa biz kısıtlı zamanımızı daha çok yumularak tepişerek geçiriyoruz, Ümit abla daha uzun süreler Arca ile birlikte oyun oynuyor.
Sonuç? İlk arabam gidiyor!
Sonra clippolarla hiç oynamadğını söyledi. Hemen listeye bir çizik daha atıldı.
Müzik aletlerine hiç ilgi yok artık. Babasının çocukluk orgu geldi, emektarların pabucu dama atıldı.
Küp blok legoları da oynamıyor, ahşap bloklarla oynuyoruz deyince, bir çizik de o maddeye. Oh rahatlıyoruz.
Ahşap puzzle’ların tutmalı olanları hani tek tek parçalı olanlar, hiç ilgilenmiyormuş. En son Kipa’dan 5 TL’ye aldığım 9 parçalık içiçe geçmeli yapboz seviyormuş. Aa şahane! Ahşap puzzle’lar ŞUT!!
Birkaç tane de benden gelsin.
Bul-tak güzel bir oyuncaktı renkleri ve geometrik şekilleri bu oyuncak sayesinde öğrendi ancak artık yaşına uygun değil, miyadını doldurdu. Gidecek!
Bowling seti ile pek oynamıyor, topu da çok ses yapıyor. Belki vermeyiz ama şimdilik saklayacağız.
Tamir setlerinden eski olana hokkayay!!
Bulmaca ahşap araba, yaşına uygun değil, biz yaparsak oynuyor, kötü seçim! Bowling seti ile birlikte saklanacak, belki sonra?
Doktorculuk oyuncaklarının hastası. Ancak o arabası var ya o arabası , acayip yer kaplıyor. Eski bir çantamı doktor çantası yaptım, aletler onun içine , arabaya güle güle!
Peluş hayvanlar ve bebekler büyük dert! Biz bunları odasındaki rafında dursun, dekorasyonun bir parçası olsun diye almıştık, sürekli o plastik koca kutunun içinde. Ben düzenliyorum, Arca hepsini oyun odasına yığıyor. Şimdilik çözüm o koca plastik kutuyu iptal etmek!
Üçüncü Adım: Kararlar alındı, uygulamaya geçiyoruz.
İlker yoktu dün akşam, işe giriştim. Yaşının oynamak için büyüdüğüne karar verdiğimiz oyuncaklar, daha sonra kuzenler oynar düşüncesi ile babanenin evine yollanmak üzere paketlendi.
Yaşının oynamak için küçük olduğunu düşündüklerimiz o iptal edilmeye karar verilen plastik kutuya konarak arka odaya şutlandı.
Arabalar ikiye ayrıldı, özellikle benzer özellikte olanlardan sadece bir tane bırakıldı. Kalan arabalar kutu içine yığılmadı, rafa dizildi. Rafta epey yer kaldığı için doldurması sorun olmadı.
Dördüncü Adım: Dağılım
Bizim ev görece büyük. Daha doğrusu Arca’ya ayrılan bölüm sayısı fazla. Oyuncakları oyunları böldük.
Arca’nın odası mobilyalar fazla ve çok da yer olmadığından sadece kitap, boyama, hamur işlerine ayrıldı.
Salonda tren seti duruyor. Ayrıca parkeler araba pisti olduğu için salon tren ve araba oynama odası denebilir.
Oturma odası yaklaşık 1 yıldır Arca’nın oyun odası. Özellikle Ümit ablayla bu odadan pek çıkmıyorlar. Oyuncaklar, müzik bu odada. Tabii kesin çizgiler yok yani Nilda geldiğinde masa bu odaya taşınıyor. Kitap çoğunlukla “kımını” koltukta okunuyor. Ama araba oyunu için tercih etmiyor, tren için de dar bir alan.
Arabada dursun diye, 3 boyutlu kitapları, mıknatıslı yazı tahtası ve ayrılan arabalardan birkaçı eski sırt çantasının içine kondu.
Beşinci Adım: Tespitler, özeleştiriler, yapıcı eleştiriler
Tespitlerimizi eleştirilerimizi sıralayalım ki bundan sonra daha dikkatli olalım.
Oyuncak konusunda genelde çok abartmadığımızı düşünüyordum ama iyimser düşünmüşüm. Hatalarımız çok olmuş. Bir kaç aylık periyotlarla eleme yaptığımıza göre?
Kendimi eleştireceğim en önemli nokta, ucuz bulduğum, Arca’nın sevdiğini düşündüğüm oyuncaklardan gereksiz almışım! Örneğin ahşap puzzle (takmalı olanlardan). Gerçekten bir ara deli gibi oynuyordu, ve ben BIM’de ucuz bulunca düşünmeden birkaç (tam olarak 6 :P) tane almışım. Ezberlemiş artık hiç bakmıyormuş. Aynı tuzağa yine düştüm aslında, Kipa’da 9 parçalık geçmeli olanlardan ucuz diye 3 tane aldım.
Doğru yaptığım şey şu, hepsini aynı anda çıkarmadım, eğer beğenmezse arkadaşlarına hediye ederim diye düşündüm. Ama yine de gerekli miydi?
Sonra o araba bulmaca gerçekten yaşına uygun değil, ben bile zor buluyorum. Yine BIM’den ucuz diye almıştım.
Arabaları da çok çok fazlaydı bence koca bir kutu tekerlekli nesne! Ümit abla kıyma onlara onları çok seviyor dedi ama gözümü kararttım bir kere, en azından azaltacağım.
Sonra bazı oyuncakları gereksiz tutmuşuz. Tırtıklı legolar geldikten sonra Clippolara gerek yoktu, kaldır değil mi? Ya da ilk arabam gerçekten sadece duruyor. Son birkaç gündür oynadığını görmesem yaramaz topları da kaldıracağım ama?
Oyuncak konusunda İlker bir ara abartır gibi olmuştu. Özellikle sabah evden çıkarken "sana ne getireyim gelirken" gibi çok çok tehlikeli bir soru sormaya başlamıştı. Hatta bir gün Ümit abla ben çıkarken Arca'ya : "annen ne getirsin sana?" diyerek bir sonraki aşamaya geçmişti. Benim cevap hazır tabii "ben kendimi getireceğim annecim:)" (narsist ana:P) Ama doğrusu bu! Çocuklar birşeyler getireceğiz, onları oyuncaklara boğacağız beklentisi içinde olmamalılar. Elimde oyuncakla hatta kitapla bile gelmemeye çalışıyorum. Kitapları kargocu abinin hediyesi sanıyor. Üstelik şimdi hediye olayına iyice sarmış durumda. Paketli sabunları bile hediye diye açıyor. Dikkat etmek lazım. Artık İlker de kesinlikle bu kırmızı noktalı cümleyi zikretmiyor.
Takdir ettiğim, kendimizi tuttuğumuz noktalar da var. Örneğin bu tamir setini taa Mayıs ayında İstanbul'daki toptancıdan yarı fiyatına almıştım. Eve geldiğimde Arca uyuyordu, İlker seti görünce sakla bunu görmesin dedi. İçim kaldı, çok heyecanlanmıştım çünkü. Allahtan aynı zamanda İlknur küçük bir set hediye etti ve Arca ilk tamiratlarını bu setle yaptı. Yılbaşına kadar çıkarmadık, iyi yaptık, çünkü heba olacaktı, yaşı henüz küçüktü.
Diğer iyi yaptığım şey ise Tuna gibi bir gurunun tavsiyelerine kulak kesilmek oldu. Zevkleri tutuyor işte! Bitti!
Son olarak oyuncakçılarda İlker Arca ile anlaşma yapıyor, elini kesinlikle bırakmamasını, sadece bakacaklarını söylüyor. Geçen Agora’ya gittiğimizde Joker’e daldı ama İlker uyarınca elinden tutu ve hiçbir şey almadan çıktık. Tabii ki biraz daha büyüdüğünde tutturmalar olabilir, şimdiden çözdük diyemem!
Sonuç:
Ay pek bi eledik yav, dur ben bir eksikler listesi yapayım:P
Hemen bir aksiyon planı devreye sokuldu.
Birinci adım : Hangi oyuncaklar var?
Liste söz konusu olur da ben durur muyum: )
1. Sayısız araba, kamyon, otobüs, kepçe…
2. Ahşap puzzlelar (tutmalı ve içiçe geçmeli olanlardan)
3. Bul tak
4. Ahşap çekiç
5. Ahşap geometrik şekiller
6. Tamir seti – 2 set
7. Toplar
8. Hayvanlar
9. Ahşap bloklar
10. Tırtıklı legolar
11. Clippo
12. Küp blok lego
13. Bulmaca ahşap araba
14. Kuklalar
15. Ahşap tren seti
16. Yaramaz toplar
17. Şimşek Mcqueen üzerine binilen araba
18. Kaynana zırıltısı
19. Müzik aletleri
20. Medikal set (bu lafa koptum!! Ablam telefonda “Arcanın medikal seti var mı , hediye alabilir miyim dedi. Ne len medikal set! Oldum. Tecrübeli kadın tabi konuşurken terimleri doğru kullanıyor. Bildiğin doktorculuk oynama şeysi:) )
21. Hamurlar
22. Boya kalemleri
23. Bowling seti
24. Onlarca peluş hayvan
25. Balık-olta seti
26. Matruşka
İkinci adım : Görüşleri almak!
Önce uzman görüşleri alındı. Başak'ın bu çok güzel yazısını bir daha okudum.
Ayrıca Damla da geçtiğimiz günlerde güzel bir tecrübesini paylaşmıştı, çok faydalı oldu, kitubinin yazısı için bir tık
İlker, super gözlemcidir, iyi tespitleri vardır, hatta Hülya ile ortak tespit genine sahip olduklarını düşünürüm. Hemen söyledi, "ilk arabam" gidecek. Yer kaplıyor, oynamıyor, yaşına uygun değil! Hmm ama bir arkadaşı gelince biri mcqueen’e biri arabaya binip yarış yapıyorlardı? Emin olamadım. Ümit ablaya sordum.
Ne de olsa biz kısıtlı zamanımızı daha çok yumularak tepişerek geçiriyoruz, Ümit abla daha uzun süreler Arca ile birlikte oyun oynuyor.
Sonuç? İlk arabam gidiyor!
Sonra clippolarla hiç oynamadğını söyledi. Hemen listeye bir çizik daha atıldı.
Müzik aletlerine hiç ilgi yok artık. Babasının çocukluk orgu geldi, emektarların pabucu dama atıldı.
Küp blok legoları da oynamıyor, ahşap bloklarla oynuyoruz deyince, bir çizik de o maddeye. Oh rahatlıyoruz.
Ahşap puzzle’ların tutmalı olanları hani tek tek parçalı olanlar, hiç ilgilenmiyormuş. En son Kipa’dan 5 TL’ye aldığım 9 parçalık içiçe geçmeli yapboz seviyormuş. Aa şahane! Ahşap puzzle’lar ŞUT!!
Birkaç tane de benden gelsin.
Bul-tak güzel bir oyuncaktı renkleri ve geometrik şekilleri bu oyuncak sayesinde öğrendi ancak artık yaşına uygun değil, miyadını doldurdu. Gidecek!
Bowling seti ile pek oynamıyor, topu da çok ses yapıyor. Belki vermeyiz ama şimdilik saklayacağız.
Tamir setlerinden eski olana hokkayay!!
Bulmaca ahşap araba, yaşına uygun değil, biz yaparsak oynuyor, kötü seçim! Bowling seti ile birlikte saklanacak, belki sonra?
Doktorculuk oyuncaklarının hastası. Ancak o arabası var ya o arabası , acayip yer kaplıyor. Eski bir çantamı doktor çantası yaptım, aletler onun içine , arabaya güle güle!
Peluş hayvanlar ve bebekler büyük dert! Biz bunları odasındaki rafında dursun, dekorasyonun bir parçası olsun diye almıştık, sürekli o plastik koca kutunun içinde. Ben düzenliyorum, Arca hepsini oyun odasına yığıyor. Şimdilik çözüm o koca plastik kutuyu iptal etmek!
Üçüncü Adım: Kararlar alındı, uygulamaya geçiyoruz.
İlker yoktu dün akşam, işe giriştim. Yaşının oynamak için büyüdüğüne karar verdiğimiz oyuncaklar, daha sonra kuzenler oynar düşüncesi ile babanenin evine yollanmak üzere paketlendi.
Yaşının oynamak için küçük olduğunu düşündüklerimiz o iptal edilmeye karar verilen plastik kutuya konarak arka odaya şutlandı.
Arabalar ikiye ayrıldı, özellikle benzer özellikte olanlardan sadece bir tane bırakıldı. Kalan arabalar kutu içine yığılmadı, rafa dizildi. Rafta epey yer kaldığı için doldurması sorun olmadı.
Dördüncü Adım: Dağılım
Bizim ev görece büyük. Daha doğrusu Arca’ya ayrılan bölüm sayısı fazla. Oyuncakları oyunları böldük.
Arca’nın odası mobilyalar fazla ve çok da yer olmadığından sadece kitap, boyama, hamur işlerine ayrıldı.
Salonda tren seti duruyor. Ayrıca parkeler araba pisti olduğu için salon tren ve araba oynama odası denebilir.
Oturma odası yaklaşık 1 yıldır Arca’nın oyun odası. Özellikle Ümit ablayla bu odadan pek çıkmıyorlar. Oyuncaklar, müzik bu odada. Tabii kesin çizgiler yok yani Nilda geldiğinde masa bu odaya taşınıyor. Kitap çoğunlukla “kımını” koltukta okunuyor. Ama araba oyunu için tercih etmiyor, tren için de dar bir alan.
Arabada dursun diye, 3 boyutlu kitapları, mıknatıslı yazı tahtası ve ayrılan arabalardan birkaçı eski sırt çantasının içine kondu.
Beşinci Adım: Tespitler, özeleştiriler, yapıcı eleştiriler
Tespitlerimizi eleştirilerimizi sıralayalım ki bundan sonra daha dikkatli olalım.
Oyuncak konusunda genelde çok abartmadığımızı düşünüyordum ama iyimser düşünmüşüm. Hatalarımız çok olmuş. Bir kaç aylık periyotlarla eleme yaptığımıza göre?
Kendimi eleştireceğim en önemli nokta, ucuz bulduğum, Arca’nın sevdiğini düşündüğüm oyuncaklardan gereksiz almışım! Örneğin ahşap puzzle (takmalı olanlardan). Gerçekten bir ara deli gibi oynuyordu, ve ben BIM’de ucuz bulunca düşünmeden birkaç (tam olarak 6 :P) tane almışım. Ezberlemiş artık hiç bakmıyormuş. Aynı tuzağa yine düştüm aslında, Kipa’da 9 parçalık geçmeli olanlardan ucuz diye 3 tane aldım.
Doğru yaptığım şey şu, hepsini aynı anda çıkarmadım, eğer beğenmezse arkadaşlarına hediye ederim diye düşündüm. Ama yine de gerekli miydi?
Sonra o araba bulmaca gerçekten yaşına uygun değil, ben bile zor buluyorum. Yine BIM’den ucuz diye almıştım.
Arabaları da çok çok fazlaydı bence koca bir kutu tekerlekli nesne! Ümit abla kıyma onlara onları çok seviyor dedi ama gözümü kararttım bir kere, en azından azaltacağım.
Sonra bazı oyuncakları gereksiz tutmuşuz. Tırtıklı legolar geldikten sonra Clippolara gerek yoktu, kaldır değil mi? Ya da ilk arabam gerçekten sadece duruyor. Son birkaç gündür oynadığını görmesem yaramaz topları da kaldıracağım ama?
Oyuncak konusunda İlker bir ara abartır gibi olmuştu. Özellikle sabah evden çıkarken "sana ne getireyim gelirken" gibi çok çok tehlikeli bir soru sormaya başlamıştı. Hatta bir gün Ümit abla ben çıkarken Arca'ya : "annen ne getirsin sana?" diyerek bir sonraki aşamaya geçmişti. Benim cevap hazır tabii "ben kendimi getireceğim annecim:)" (narsist ana:P) Ama doğrusu bu! Çocuklar birşeyler getireceğiz, onları oyuncaklara boğacağız beklentisi içinde olmamalılar. Elimde oyuncakla hatta kitapla bile gelmemeye çalışıyorum. Kitapları kargocu abinin hediyesi sanıyor. Üstelik şimdi hediye olayına iyice sarmış durumda. Paketli sabunları bile hediye diye açıyor. Dikkat etmek lazım. Artık İlker de kesinlikle bu kırmızı noktalı cümleyi zikretmiyor.
Takdir ettiğim, kendimizi tuttuğumuz noktalar da var. Örneğin bu tamir setini taa Mayıs ayında İstanbul'daki toptancıdan yarı fiyatına almıştım. Eve geldiğimde Arca uyuyordu, İlker seti görünce sakla bunu görmesin dedi. İçim kaldı, çok heyecanlanmıştım çünkü. Allahtan aynı zamanda İlknur küçük bir set hediye etti ve Arca ilk tamiratlarını bu setle yaptı. Yılbaşına kadar çıkarmadık, iyi yaptık, çünkü heba olacaktı, yaşı henüz küçüktü.
Diğer iyi yaptığım şey ise Tuna gibi bir gurunun tavsiyelerine kulak kesilmek oldu. Zevkleri tutuyor işte! Bitti!
Son olarak oyuncakçılarda İlker Arca ile anlaşma yapıyor, elini kesinlikle bırakmamasını, sadece bakacaklarını söylüyor. Geçen Agora’ya gittiğimizde Joker’e daldı ama İlker uyarınca elinden tutu ve hiçbir şey almadan çıktık. Tabii ki biraz daha büyüdüğünde tutturmalar olabilir, şimdiden çözdük diyemem!
Sonuç:
Ay pek bi eledik yav, dur ben bir eksikler listesi yapayım:P
5 Ocak 2011 Çarşamba
Uyku uyku huuuuu
Hatırlayalım...
Arca’nın uyku sorunları ikiye ayrılıyordu;
1. Uykuya geçişin uzaması, Hülya’nın desteği ile aştık, artık en fazla 20 dakikada kendi kendine uyuyor.
2. Geceleri sık sık uyanma sorunsalı ise 5 TL’lik çift kat penye yelek, termal atlet, içlik ve tayttan oluşan gece kostümü ile çözüme ulaştı.
Son 2 haftadır Arca ile ilgili uyku sorunumuzun olmadığını, kulak mememizi işaret ve başparmaklarımız ile hafifçe tutup çekip, çekerken “muck” sesi çıkarıp tahtaya vurmak ve eş zamanlı popomuzu kaldırıp kaşıma suretiyle nazarlardan koruyarak belirtiyor, aynı özeni sizlerden de rica ediyorum.
Annelik hayatımın en çetrefilli adımları bu uyku yolunda atıldı. Ne kadar taktım kafaya o kadar canım yandı. Neyse, uyku mazide bir yara olarak çok derinlere gömülsün, bir daha da hortlamasın!
Arca’yı hallettik diyelim, ben ne olacağım?
Arca ile birlikte odaya giriyoruz. Hala bırakıp çıkamıyorum, uyuyasıya kadar yatağın kenarında bekliyorum. Uyuyakalıyorum, uyuyakalmasam bile bu defa acayip mayışıyorum ve odadan çıkınca salondaki koltuğa kıvrılıyorum, amaç az sonra kalkmak ama uyuyakalıyorum.
Birkaç örnek:
Zor bir günün akşamı, ertesi gün izinli olduğumdan işten geç çıktım, yorgunum. İlker arkadaşlarına bilgisayar oynamaya gitti, Arca ile yemek yedik, oynadık kudurduk. Ümit abla gündüz çok az uyuduğunu söyledi, fazla yormadan uykuya yollandık. Dokuz buçukta uyumuştu, ben de uyuklamışım, hadi dedim yatağa gideyim, saati kurayım bir saat sonra kalkıp mutfağı toplarım, bekar gecemin tadını çıkarırım. İlkerin gece birde gelmesi ile uyandım. Uykuyu almışım, tekrar uyuyamadım. İnternette takıldım, yok, kitap okudum yok, birkaç mail attım, hatta Kore’nin mesai saati başlangıcına denk gelmişim, hayalet görmüş gibi oldular. Olsun birkaç iş hallettim. Tekrar kitap okudum, dört gibi uyumuşum.
Başka bir gün.. Arca kötü bir günündeydi, ufak krizler yaşadık, ben yorgunum. Arkadaşlar bize geldi. Arca’yı yatırmaya gittim, Arca öyle tatlıydı ki yanına kıvrılmışım, öpüşüp koklaşıp uyuyacak, tam kalkacağım yataktan, oyuncak ayı muamelesi ile boynumdan tutup kafamı yastığa gömüyor, iyi dedim, inat yapmayacağım, koydum kafayı, masal anlatıyorum, uyumuşuz.. İlker girdi, hemen “ben uyumuyorum, uyanığım” diye fırlamışım, koptu tabii, meğer önceden 2 defa gelmiş, beni dürtmüş, uyanmamışım. Herkesler gelmiş, şaraplar meyvalar konmuş, ben içerde Arca ile uyuyorum. Allahtan aile gibiyiz ve bana alışkınlar alınmadılar. Film koyduk hemen Inception, nasıl da merak ediyorum filmi, şarabın ve yorgunluğun etkisiyle uyuyakalmışım ama harika bir filmdi, tek gözle bile acayip beğendim. Arkadaşlar gitti, benim bir güzel uykum kaçtı, hop zombi olaraktan oturdum kaldım.
Artık böyle bünye gecede birkaç defa kalkmaya alışmış, bir geceyi deliksiz ve erkenden uyuyarak geçiriyorsam, diğer gece 2'ye kadar ayaktayım, üçüncü akşam önceki gecenin uykusuzluğu ile Arca'nın yanına kıvrılıp sızmaktayım. Düzensiz sefil bir uyku düzenim var.
Ferber yöntemi bana sökmez, yaşım geçti.
Yatır kaldır diyorum, hadi yattım kim kaldıracak, var mı öyle bir babayiğit?
Arca’nın uyku sorunları ikiye ayrılıyordu;
1. Uykuya geçişin uzaması, Hülya’nın desteği ile aştık, artık en fazla 20 dakikada kendi kendine uyuyor.
2. Geceleri sık sık uyanma sorunsalı ise 5 TL’lik çift kat penye yelek, termal atlet, içlik ve tayttan oluşan gece kostümü ile çözüme ulaştı.
Son 2 haftadır Arca ile ilgili uyku sorunumuzun olmadığını, kulak mememizi işaret ve başparmaklarımız ile hafifçe tutup çekip, çekerken “muck” sesi çıkarıp tahtaya vurmak ve eş zamanlı popomuzu kaldırıp kaşıma suretiyle nazarlardan koruyarak belirtiyor, aynı özeni sizlerden de rica ediyorum.
Annelik hayatımın en çetrefilli adımları bu uyku yolunda atıldı. Ne kadar taktım kafaya o kadar canım yandı. Neyse, uyku mazide bir yara olarak çok derinlere gömülsün, bir daha da hortlamasın!
Arca’yı hallettik diyelim, ben ne olacağım?
Arca ile birlikte odaya giriyoruz. Hala bırakıp çıkamıyorum, uyuyasıya kadar yatağın kenarında bekliyorum. Uyuyakalıyorum, uyuyakalmasam bile bu defa acayip mayışıyorum ve odadan çıkınca salondaki koltuğa kıvrılıyorum, amaç az sonra kalkmak ama uyuyakalıyorum.
Birkaç örnek:
Zor bir günün akşamı, ertesi gün izinli olduğumdan işten geç çıktım, yorgunum. İlker arkadaşlarına bilgisayar oynamaya gitti, Arca ile yemek yedik, oynadık kudurduk. Ümit abla gündüz çok az uyuduğunu söyledi, fazla yormadan uykuya yollandık. Dokuz buçukta uyumuştu, ben de uyuklamışım, hadi dedim yatağa gideyim, saati kurayım bir saat sonra kalkıp mutfağı toplarım, bekar gecemin tadını çıkarırım. İlkerin gece birde gelmesi ile uyandım. Uykuyu almışım, tekrar uyuyamadım. İnternette takıldım, yok, kitap okudum yok, birkaç mail attım, hatta Kore’nin mesai saati başlangıcına denk gelmişim, hayalet görmüş gibi oldular. Olsun birkaç iş hallettim. Tekrar kitap okudum, dört gibi uyumuşum.
Başka bir gün.. Arca kötü bir günündeydi, ufak krizler yaşadık, ben yorgunum. Arkadaşlar bize geldi. Arca’yı yatırmaya gittim, Arca öyle tatlıydı ki yanına kıvrılmışım, öpüşüp koklaşıp uyuyacak, tam kalkacağım yataktan, oyuncak ayı muamelesi ile boynumdan tutup kafamı yastığa gömüyor, iyi dedim, inat yapmayacağım, koydum kafayı, masal anlatıyorum, uyumuşuz.. İlker girdi, hemen “ben uyumuyorum, uyanığım” diye fırlamışım, koptu tabii, meğer önceden 2 defa gelmiş, beni dürtmüş, uyanmamışım. Herkesler gelmiş, şaraplar meyvalar konmuş, ben içerde Arca ile uyuyorum. Allahtan aile gibiyiz ve bana alışkınlar alınmadılar. Film koyduk hemen Inception, nasıl da merak ediyorum filmi, şarabın ve yorgunluğun etkisiyle uyuyakalmışım ama harika bir filmdi, tek gözle bile acayip beğendim. Arkadaşlar gitti, benim bir güzel uykum kaçtı, hop zombi olaraktan oturdum kaldım.
Artık böyle bünye gecede birkaç defa kalkmaya alışmış, bir geceyi deliksiz ve erkenden uyuyarak geçiriyorsam, diğer gece 2'ye kadar ayaktayım, üçüncü akşam önceki gecenin uykusuzluğu ile Arca'nın yanına kıvrılıp sızmaktayım. Düzensiz sefil bir uyku düzenim var.
Ferber yöntemi bana sökmez, yaşım geçti.
Yatır kaldır diyorum, hadi yattım kim kaldıracak, var mı öyle bir babayiğit?
4 Ocak 2011 Salı
Çocuklar ne işe yarar?
Madem istedik, doğurduk, büyütüyoruz, elimizdeki malzemeyi verimli kullanalım, heba etmeyelim.
Çocuklar köşe yastığı değildir, etinden sütünden faydalanabiliriz.
Günün çorbası ailesi çocuk denen canlıdan faydalanma kılavuzunu iftaharla sunar!!!
- Güldürür, eğlendirir: Bu canlı türünün konuşanı pek makbuldür. Eğlencenin etkisi o uyuduktan sonra da devam eder. Kendi aranda "ay şöyle dedi, ay böyle dedi" diye tekrarlarla neşeni bulursun
- Kitap sevgisi aşılar, daha doğrusu zorla enjekte eder : Kitap okumayan insan türleri üzeride ciddi bir yaptırımı vardır çocuğun. Ömrü hayatında okumadığı kadar çok kitabı bir gecede babasına okutarak öğretmenlerinin bile başaramadığını başarır. Azimli bir türdür.
- Sevmediğin misafire bahane olurlar : Misafirin geldi, sevmiyor musun, yanlarında durmak istemiyor musun? Kolayı var. Alırsın bebeni “ay çok uykusu gelmiş, bi uyutup geleyim” dersin bir saat odada takılırsın sonra “bi türlü uyumak bilmedi” diye kıvırırsın. Genelde konuşamadıklarından ve anneyle başbaşa geçirilen vakitten hoşnut olduklarından gönüllü suç ortağı olurlar.
- Sosyal olmanızı sağlar : Başka bebelerin anneleriyle dostluk kurarsın, yeni arkadaşlar edinirsin. Ev ziyaretleri, oyun grupları derken bakmışsın sosyal olmuşsun!
- Zorunlu egzersiz yaptırır : Bu canlının özellikle henüz ayaklanmış türleri yürüme bandı etkisi yaparlar bünyeye, illa ki 3-5 kalori yaktırırlar.
- Tüketim çılgınlığınıza bahane olur: napalım çocuğun ….si eksikti aldık, ….sız mı gezsin bebem?
- Blog mu yazıyorsunuz? konu sıkıntısı çekmenizi engellerler: en basitinden yedi içti zıştı yazısı karalayabilirsin, bi de fotoğraf koydun mu tamam!!
- Tespitlerin efendisi yaparlar (Hülya :) ): Hele de şöyle bir 1 yaşını geçti mi kendini hafiften tecrübeli sayarsın ya tamam işte!! Gelsin tespitler, gitsin gözlemler
- Bir çocuk doğurmuşsundur ama artık uzman doktorsundur, yerine göre eczacı, yerine göre pedegog… her şey hakkında ucundan kıyısından bir şeyler söylersin
- Yaratıcılığınızı geliştirirler: En son ilkokulda elinize aldığınız boya kalemleri ile (kisd senden bahsetmiyorum) kendinizin bile inanamadığı şaheserler çıkarırsınız. Yeri gelir hamur heykeller, yeri gelir bloklardan binalar... Bir bakmışsın heykeltraş, bir bakmışsın mimar, hey yavrum hey!!
- Sizi dünyanın merkezinde gören bu canlı tattığı ilk aşk duygusu ile tanrılaştırır sizi, o hamur olur siz sanatçı yoğurur şekillendirirsiniz, egonuz şişer, şişer şişer şişer...
Aman dikkat!
2 yaş dolaylarında PATLAR!!!
Hani bize dün Agora'da "merhaba" diyen...
Anne ve tatlı minik var ya...
Okuyorsanız teşekkürler, sizi kanlı canlı tanıdığıma çok sevindim:)
Damdan düşer gibi oldu, hikayeyi başa saralım.
Arca hala yazın aldığımız spor ayakkabılarını giyiyor.
Hayır utanmıyorum!
İçi yumuşak ve sıcak tutan cinsinden, üstelik Arca’nın ayakları hala 22,5 numara, eh ayakkabı desen taş gibi, üstüne İzmir’in bitmek bilmeyen ılıman sonbaharı eklenince Ocak ayı geldi biz hala bot tarzı bir ayakkabı almadık.
Hani burun hafiften dayanmasa kışı çıkarttıracağım ama soğuk yağmur çamur, dedik ki tasarrufun b.kunu çıkarmayalım.
Hafta sonları sevmiyorum alışveriş merkezlerini. Daha doğrusu sadece sabah seviyorum. Çalışanlarla birlikte açılış yapıp öğlen 12 dedin mi kaçacaksın AVM’den. Bırak Arcayla gitmeyi yalnızken bile daral geliyor. Bu hafta sabahları totomuzu kaldıramayınca pazartesi akşamına kaldı. Hızlıca yemek yedik, Arca’yı giydirdik, İlknur’u da kaptığımız gibi doğru Agora’ya. Güzel oldu bence, bomboştu, sakindi, Arca motor takmış gibi oradan oraya koştu. Akşamları da gidilebilir.
Önceden gözümüze kestirdiğimiz ayakkabıcıda indirim var. Ballı lokma tatlısı: ) O mu olsun bu mu olsun bakarken, birisi Arca’yı tanıdı, dahası ismimi söyledi ve hatta ötesi burasını okuyormuş!!
Çok salaklaştım. Yok ciddi salaklaştım. Ya biliyorum tabii yorum yazanlar, karşılıklı mesajlaştığımız dostlar oluyor. Çok eski dostlarımı, blog yazarı arkadaşlarımı saymıyorum bile. Ara sıra Nurturia’ya link verdiğimde okuyanlar da oluyor. Elbette birileri okuyor. Sanal ortamda birbirimizle tanıştığımız, yazıştığımız anneler oldu. Sonradan gerçek hayatlarımıza girdik birbirimizin dost olduk (Özge canım:)) Ama hiç beklemediğim bir anda böyle bir diyalog üstelik kanlı canlı karşımda bir anne ve tatlı kızını görmek çok salaklaştırdı beni. O anki şaşkınlığımı tarif edecek başka bir kelime varsa çekinmeden söylesin yoksa ömür boyu sussun: )
İnsanın bir hobisinin (evet yazmak benim hobim! boş zamanlarımızı sadece tiyatroya sinemaya giderek, kitap okuyarak, bisiklete binerek değerlendirecek değiliz, benim gibi arıza tipler yazarak da gönlünü eğleyebiliyor) başkalarına dokunabilme şansı vermesi çok ama çok özel bir şey.
Bu arada yanaklarım al al olmuş, salak salak sırıtarak dükkandan çıktığımızda, kıl İlker’in “sen bizi artık tanımazsın” geyiğini huzurlarınızda bir defa daha esefle kınıyorum.
Sonra o dükkana dönüp ayakkabı aldık Arca’ya, ilk baktığımız kahverenginin mavi-gri renklisini. Rahatmış, öyle diyor: )
Okuyorsanız teşekkürler, sizi kanlı canlı tanıdığıma çok sevindim:)
Damdan düşer gibi oldu, hikayeyi başa saralım.
Arca hala yazın aldığımız spor ayakkabılarını giyiyor.
Hayır utanmıyorum!
İçi yumuşak ve sıcak tutan cinsinden, üstelik Arca’nın ayakları hala 22,5 numara, eh ayakkabı desen taş gibi, üstüne İzmir’in bitmek bilmeyen ılıman sonbaharı eklenince Ocak ayı geldi biz hala bot tarzı bir ayakkabı almadık.
Hani burun hafiften dayanmasa kışı çıkarttıracağım ama soğuk yağmur çamur, dedik ki tasarrufun b.kunu çıkarmayalım.
Hafta sonları sevmiyorum alışveriş merkezlerini. Daha doğrusu sadece sabah seviyorum. Çalışanlarla birlikte açılış yapıp öğlen 12 dedin mi kaçacaksın AVM’den. Bırak Arcayla gitmeyi yalnızken bile daral geliyor. Bu hafta sabahları totomuzu kaldıramayınca pazartesi akşamına kaldı. Hızlıca yemek yedik, Arca’yı giydirdik, İlknur’u da kaptığımız gibi doğru Agora’ya. Güzel oldu bence, bomboştu, sakindi, Arca motor takmış gibi oradan oraya koştu. Akşamları da gidilebilir.
Önceden gözümüze kestirdiğimiz ayakkabıcıda indirim var. Ballı lokma tatlısı: ) O mu olsun bu mu olsun bakarken, birisi Arca’yı tanıdı, dahası ismimi söyledi ve hatta ötesi burasını okuyormuş!!
Çok salaklaştım. Yok ciddi salaklaştım. Ya biliyorum tabii yorum yazanlar, karşılıklı mesajlaştığımız dostlar oluyor. Çok eski dostlarımı, blog yazarı arkadaşlarımı saymıyorum bile. Ara sıra Nurturia’ya link verdiğimde okuyanlar da oluyor. Elbette birileri okuyor. Sanal ortamda birbirimizle tanıştığımız, yazıştığımız anneler oldu. Sonradan gerçek hayatlarımıza girdik birbirimizin dost olduk (Özge canım:)) Ama hiç beklemediğim bir anda böyle bir diyalog üstelik kanlı canlı karşımda bir anne ve tatlı kızını görmek çok salaklaştırdı beni. O anki şaşkınlığımı tarif edecek başka bir kelime varsa çekinmeden söylesin yoksa ömür boyu sussun: )
İnsanın bir hobisinin (evet yazmak benim hobim! boş zamanlarımızı sadece tiyatroya sinemaya giderek, kitap okuyarak, bisiklete binerek değerlendirecek değiliz, benim gibi arıza tipler yazarak da gönlünü eğleyebiliyor) başkalarına dokunabilme şansı vermesi çok ama çok özel bir şey.
Bu arada yanaklarım al al olmuş, salak salak sırıtarak dükkandan çıktığımızda, kıl İlker’in “sen bizi artık tanımazsın” geyiğini huzurlarınızda bir defa daha esefle kınıyorum.
Sonra o dükkana dönüp ayakkabı aldık Arca’ya, ilk baktığımız kahverenginin mavi-gri renklisini. Rahatmış, öyle diyor: )
3 Ocak 2011 Pazartesi
Dersimiz : Çalışan anne
İster istemez çocuğuna kötü söz söylediğin veya bağırdığın olur. Her zaman dişlerini sıkmayı ve çileden çıkarıldığın zamanları geçiştirmeyi başaramazsın. Anne olmadan önce de insandık, hala insanız.
Anne olmak bizi ne insanüstü yaptı ne de insanlıktan çıkardı.
Sadece bir insan yavrusu dünyaya getirdik, bu yavrunun bir insana dönüşmesine tanıklık ve rehberlik ediyoruz. Hani öyle aman aman abartılacak bir şey yok. Peşinen söylüyorum zira blog dünyası anaları nedense diğer ana türlerinden kendini farklı bir yerde görür, yok öyle bir şey. Önce insanız.
Blog anaları demişken, çok okur çok araştırırız ya, pek severiz bilimsel araştırmaları. Severiz kendimizden bir şeyler bulalım isteriz, illa ki buluruz. Bilmem kaç tane denek üzerinde yapılan bilmem ne araştırmasında % bilmem kaçlık kısma girer bizim hal vaziyetlerimiz.
Etiketlemek etiketlenmek, bunun üzerinden sonuçlara varmak en birincil keyfimizdir. “Çalışan anne” en sevdiğimiz etikettir. Pek çok şeyin açıklamasıdır.
“Eh çalışan anne tabii ne yapsın akşama kadar evde yok.“
“Eh anası çalışıyor tabii her istediğini yapar çocuğun”
Bizim çocukluğumuz zamanını hatırlıyorum, çalışan annelerin çocuklarına burun kıvrılırdı. Öyle ya bakıcı bakar büyütür, ya da daha şanslı ise anane babane elinde şımarır, kaç evin çocuğudur, şımaracaktır elbette. Öğretmen çocuklarına biraz daha sempati ile yaklaşılırdı. Eh onların anaları daha fazla süre evde.
Bunları çok duyduk ama yine de çalışan kadın olmak üzere yetiştirildik!
Öte taraftan çalışan annenin suçluluk duyduğu öyle çok dile getirilir ki suçluluk duymuyorsan, bu defa suçluluk duymadığın için suçluluk duyarsın ve vicdanın sızlar. O vicdan var ya o vicdan illa ki sızlatılacak.
Çocuğuna oyuncak, kitap vs alırken biraz daha düşünürsün, olmadı savunmaya geçersin, ama ama ama.. lar uzar gider.
Dersin ki yok öyle değil böyle! Yok benim derdim daha çok oyuncağı olsun değil, yok ben tüketmiyorum, ahan da filancanın anası çok şey satın alıyor, yok ben ikinci el alıyorum, beriki ucuzluktan almış, ha o zaman iyi, güzel.
Etrafına bir çeşit kendini ifade etme tuzağına düşersin.
Yazık ki sen ne kadar çok kendini ifade etmeye çalışırsan ne kadar debelenirsen o kadar batarsın.
Dünya kadar araştırma var gülüm sen kime konuşuyorsun! Biz seni bilmiyor muyuz? Sen çalıştığın için, yeterli sevgiyi vermediğini düşündüğün için çocuğun doyumsuz, sen tüketicisin, çocuğuna sınır koyamıyorsun, suçluluk duyduğun için daha pahalı oyuncağı alıyorsun.
Ve sen istediğin kadar…
“Yok benim vicdanım sızlamıyor, ben sadece iş haricindeki zamanlarımı ondan ayrı geçirirsem, vicdanım sızlıyor ve iş haricindeki her dakikamı onunla geçirmek, ondan çalmamak istiyorum” de,
İstediğin kadar “çocuğuma sınır koyuyorum, kesinlikle şımartmıyorum”
“ama benim velet tam kitap kurdu, Noel baba ne getirsin diye sorunca kitap diyor Allah canımı alsın” diye savunmalara geç,
Sesin, toplum tarafından kabul görmüş yaftalar arasında cılız bir tondan öteye geçemiyor.
Yani benim sesim: )
Pek yapmadığım bir şeyi yaptım, bu durumun üzerinde pek çok düşündüm, kafa yordum. Kendimi acımazsızca masaya yatırdım. Öyle ya, bir şekilde kendimle bu yafta-savunma işini çözmeliydim.
Ya savunmalarıma devam edecektim, ya da “evet abicim, para benim keyif benim hatta çocuk benim alırım da şımartırım da” deyip dayılanacaktım ya da…
Ya da… anneliğin tadını çıkaracaktım!
Kötü bir anne miyim?
Çocuğuma yeterli sevgi, ilgi, özgüven verebiliyor muyum?
Çalıştığım için suçluluk duyuyor muyum?
Hep kendime sormuştum, hep kendi içimde ya da İlkerle tartışmıştım bu konuyu, hiç birinci dereceden önemli insan yavrusuna danışmamıştım.
22 aylık el kadar bebe, araştırma sonuçlarından daha mı iyi bilecekti?
Öğleden sonra yaklaşık iki buçuk saatlik öğle uykusundan sonra, yarım tencere tavuk çorbasını mideye indiren Arca’nın kudurması gelmişken, Göztepe parkına gitmeyi totom yemediğinden, kapalı alan oyun-park yerine apartmanın önüne indiğimizde…
Evlerine dönmekte olan apartman sakinlerinin şaşkın bakışları arasında…
Hava sıcaklığı yaklaşık 8 C…
Lahana Arca ev hali beni böcekli eldivenleri ile zor tuttuğu kaynana zırıltısı ile kovalıyor…
Çığlık çığlığa yakalıyor…
Astronot Arca kavuşamayan kolları ile bacağıma sarıldığında, buz yanağından öptüm, döndü, iki adım attı, “seni seviyorum biliyorsun di mi” dedim. Tekrar dönüp sarıldı.
Ben cevabımı aldım, anneliğin tadını çıkarıyorum :)
Anne olmak bizi ne insanüstü yaptı ne de insanlıktan çıkardı.
Sadece bir insan yavrusu dünyaya getirdik, bu yavrunun bir insana dönüşmesine tanıklık ve rehberlik ediyoruz. Hani öyle aman aman abartılacak bir şey yok. Peşinen söylüyorum zira blog dünyası anaları nedense diğer ana türlerinden kendini farklı bir yerde görür, yok öyle bir şey. Önce insanız.
Blog anaları demişken, çok okur çok araştırırız ya, pek severiz bilimsel araştırmaları. Severiz kendimizden bir şeyler bulalım isteriz, illa ki buluruz. Bilmem kaç tane denek üzerinde yapılan bilmem ne araştırmasında % bilmem kaçlık kısma girer bizim hal vaziyetlerimiz.
Etiketlemek etiketlenmek, bunun üzerinden sonuçlara varmak en birincil keyfimizdir. “Çalışan anne” en sevdiğimiz etikettir. Pek çok şeyin açıklamasıdır.
“Eh çalışan anne tabii ne yapsın akşama kadar evde yok.“
“Eh anası çalışıyor tabii her istediğini yapar çocuğun”
Bizim çocukluğumuz zamanını hatırlıyorum, çalışan annelerin çocuklarına burun kıvrılırdı. Öyle ya bakıcı bakar büyütür, ya da daha şanslı ise anane babane elinde şımarır, kaç evin çocuğudur, şımaracaktır elbette. Öğretmen çocuklarına biraz daha sempati ile yaklaşılırdı. Eh onların anaları daha fazla süre evde.
Bunları çok duyduk ama yine de çalışan kadın olmak üzere yetiştirildik!
Öte taraftan çalışan annenin suçluluk duyduğu öyle çok dile getirilir ki suçluluk duymuyorsan, bu defa suçluluk duymadığın için suçluluk duyarsın ve vicdanın sızlar. O vicdan var ya o vicdan illa ki sızlatılacak.
Çocuğuna oyuncak, kitap vs alırken biraz daha düşünürsün, olmadı savunmaya geçersin, ama ama ama.. lar uzar gider.
Dersin ki yok öyle değil böyle! Yok benim derdim daha çok oyuncağı olsun değil, yok ben tüketmiyorum, ahan da filancanın anası çok şey satın alıyor, yok ben ikinci el alıyorum, beriki ucuzluktan almış, ha o zaman iyi, güzel.
Etrafına bir çeşit kendini ifade etme tuzağına düşersin.
Yazık ki sen ne kadar çok kendini ifade etmeye çalışırsan ne kadar debelenirsen o kadar batarsın.
Dünya kadar araştırma var gülüm sen kime konuşuyorsun! Biz seni bilmiyor muyuz? Sen çalıştığın için, yeterli sevgiyi vermediğini düşündüğün için çocuğun doyumsuz, sen tüketicisin, çocuğuna sınır koyamıyorsun, suçluluk duyduğun için daha pahalı oyuncağı alıyorsun.
Ve sen istediğin kadar…
“Yok benim vicdanım sızlamıyor, ben sadece iş haricindeki zamanlarımı ondan ayrı geçirirsem, vicdanım sızlıyor ve iş haricindeki her dakikamı onunla geçirmek, ondan çalmamak istiyorum” de,
İstediğin kadar “çocuğuma sınır koyuyorum, kesinlikle şımartmıyorum”
“ama benim velet tam kitap kurdu, Noel baba ne getirsin diye sorunca kitap diyor Allah canımı alsın” diye savunmalara geç,
Sesin, toplum tarafından kabul görmüş yaftalar arasında cılız bir tondan öteye geçemiyor.
Yani benim sesim: )
Pek yapmadığım bir şeyi yaptım, bu durumun üzerinde pek çok düşündüm, kafa yordum. Kendimi acımazsızca masaya yatırdım. Öyle ya, bir şekilde kendimle bu yafta-savunma işini çözmeliydim.
Ya savunmalarıma devam edecektim, ya da “evet abicim, para benim keyif benim hatta çocuk benim alırım da şımartırım da” deyip dayılanacaktım ya da…
Ya da… anneliğin tadını çıkaracaktım!
Kötü bir anne miyim?
Çocuğuma yeterli sevgi, ilgi, özgüven verebiliyor muyum?
Çalıştığım için suçluluk duyuyor muyum?
Hep kendime sormuştum, hep kendi içimde ya da İlkerle tartışmıştım bu konuyu, hiç birinci dereceden önemli insan yavrusuna danışmamıştım.
22 aylık el kadar bebe, araştırma sonuçlarından daha mı iyi bilecekti?
Öğleden sonra yaklaşık iki buçuk saatlik öğle uykusundan sonra, yarım tencere tavuk çorbasını mideye indiren Arca’nın kudurması gelmişken, Göztepe parkına gitmeyi totom yemediğinden, kapalı alan oyun-park yerine apartmanın önüne indiğimizde…
Evlerine dönmekte olan apartman sakinlerinin şaşkın bakışları arasında…
Hava sıcaklığı yaklaşık 8 C…
Lahana Arca ev hali beni böcekli eldivenleri ile zor tuttuğu kaynana zırıltısı ile kovalıyor…
Çığlık çığlığa yakalıyor…
Astronot Arca kavuşamayan kolları ile bacağıma sarıldığında, buz yanağından öptüm, döndü, iki adım attı, “seni seviyorum biliyorsun di mi” dedim. Tekrar dönüp sarıldı.
Ben cevabımı aldım, anneliğin tadını çıkarıyorum :)
30 Aralık 2010 Perşembe
Dumur diyalog #3
Şerefsizim ağzının tadını biliyor.
Balık var yemekte. (Balık yiyebildik ya sonunda artık hemen her post anlatırım:) ) Arca yedi, “doydim” dedi. Neyse ısrar yok, boya hamur oyalanıyor mama sandalyesinde, biz de buz gibi beyaz şarabımızı açmışız, mezeler tamam, demleniyoruz İlkerle.
Ben balık kafası sevmem, hiçbir hayvanın kafasını sevmem. İlker bayılır, yok efendim balığın en lezzetli yeri kafasıymış, yok efendim balığın kafası ile bir 70 lik bitermiş, miş miş miş…
Arca’ya yanak kısmından verdi. Arca önce itiraz etti, sonra yedi, hmmm…
Sonra İlker beynini çıkardı merhumun, Arca’ya dedi ki “al babacım, beyin bu, çok lezzetli”
O doymiş düdük beyni götürdü. Sonra yine yanak verdi, “yanak babacım al”
Arca “ıh beyin!” buyurdu.
İlker döndü, başka bir parça alırmış gibi yaptı, aklı sıra Arca’yı kandıracak. “Al babacım beyin”
Arca yedi, ama “yemedi” : ) “ıhhh beyin!!” diye tutturdu.
Hadi bakalım anlat şimdi koca balıktaki beynin minicik olduğunu!
Balık var yemekte. (Balık yiyebildik ya sonunda artık hemen her post anlatırım:) ) Arca yedi, “doydim” dedi. Neyse ısrar yok, boya hamur oyalanıyor mama sandalyesinde, biz de buz gibi beyaz şarabımızı açmışız, mezeler tamam, demleniyoruz İlkerle.
Ben balık kafası sevmem, hiçbir hayvanın kafasını sevmem. İlker bayılır, yok efendim balığın en lezzetli yeri kafasıymış, yok efendim balığın kafası ile bir 70 lik bitermiş, miş miş miş…
Arca’ya yanak kısmından verdi. Arca önce itiraz etti, sonra yedi, hmmm…
Sonra İlker beynini çıkardı merhumun, Arca’ya dedi ki “al babacım, beyin bu, çok lezzetli”
O doymiş düdük beyni götürdü. Sonra yine yanak verdi, “yanak babacım al”
Arca “ıh beyin!” buyurdu.
İlker döndü, başka bir parça alırmış gibi yaptı, aklı sıra Arca’yı kandıracak. “Al babacım beyin”
Arca yedi, ama “yemedi” : ) “ıhhh beyin!!” diye tutturdu.
Hadi bakalım anlat şimdi koca balıktaki beynin minicik olduğunu!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)