Boğazına kadar fotokopi işine gömülmüş yirmili yaşlarının başındaki gençten bir oğlan çocuğu beni görünce gülümsedi, buyur etti. Hmm derdimi ve olayın ehemmiyetini anlatabileceğim bir samimiyetle karşılanmak güzel. Hemen başladım anlatmaya. Ama ta Çin'e gitmedim bu defa...
İlker'in en komik bulduğu yönlerimden biri gevezeliğimdir. Bir şeyi anlatacaksam ecdadından başlarım. Üniversitedeyken bir gün ablam bana kargoyla ayakkabılarımı gönderdi, herhalde unutmuşum gelirken arkamdan gönderivermiş. Artık adres mi yanlıştı, neydi bilmiyorum, kargo kaldığım yurda ulaşmadı, illa ki şubeden teslim alacağız. Şube de o zamanlar Tarlabaşında bir yerlerde, bir türlü bulamıyoruz haliyle esnafa soracağız. Ben başlıyorum anlatmaya "şimdi abicim ben salak gibi ayakkabıları unutmuşum, eh hava malum soğudu, kıyamam ablam da bana kıyamamış kargo etmiş" "neyi" "ayakkabıları" "hangi ayakkabıları" "postal olanları siyah var bir de kahverengi ucuz buldum aldıydım dönüşümlü giyerim diye..." Sohbetin burasına kadar nasıl sabrettiği hala muamma olan İlker lafa girer "yav abicim sen bize yurtiçi kargo şubesi nerde burda bi söylesene" bilmiyordu. Hay allah... Böyle böyle esnafın bir kısmı ile ahbaplık kurmamamıza ramak kala şubeyi bulduk.
Bitmedi! Bir de karakol maceram var. Bir gün benim okulda çantam çalındı, yine İlkerle Tarlabaşı karakoluna gittik, komiser o sihirli kelimeyi telaffuz etti, etmeyeydi iyiydi ama etti yapacak bir şey yok! "anlat" dedi. Dediğine pişman oldu mu bilmiyorum ama o günlerde benimle yollarını ayırmayı düşünmediğine göre İlker'in bana derin bir aşkla bağlanmış olduğundan eminim. Gönül işte ota da konuyor gevezeye de... Neyse nefes almak için es verdiğim zamanlarda araya girip"yeliz çantayı nereye bıraktın onu anlat" diyerek araya girmiş, devletin memurunu işten alıkoymak suçunu işlememi engellemeye çalışmıştı. Gezi direnişçilerinin arasına katılabilseydim emin ol, orantısız gevezelik yöntemiyle çevik kuvvete hayatı zindan edebilirdim. Neyse verilmiş sadakaları varmış. Demem o ki, Tarlabaşı semti, esnafından karakoluna beni iyi tanırdı o yıllar.
Yıllar geçti, olgunlaştım haliyle... en azından ecdadından başlamıyorum, daha doğrusu hemen ilk cümlede başlamıyorum, sohbetin ilerleyen aşamalarına bırakıyorum. Hayatımı az konuşangillerden İlker ile paylaşmamın bu olgunlaşmada etkisi yadsınamaz, sadece yaşlanmışlıkla alakalı dersek muhtereme haksızlık etmiş oluruz.
Vitrininde "PVC kaplanır" yazısını gördüğüm dükkanda da paraların özgeçmişine girmeden anlatmaya çalıştım. İtinayla cüzdanımdan çıkardım, kıvrılmış olan o küçük kenarı incitmeden kısa tırnağımın ucuyla düzelttim. "Hatıra parası, yani saklamak istiyorum. hani PVC filan kaplatırsam başına bir şey gelmeden uzun yıllar saklarım."
Duyarlı çocuk, hareketlerimdeki özenden, sesimdeki ciddiyetten paraların benim için değerini anladı. Nasıl bir şeffaf plakanın arasında koyacağını, makineden çıkarınca bir güzel kesip takdim edeceğini uzun uzun anlattı. Bu genç çocuğu şimdiden sevmiştim. "Yalnız" dedi, "makineyi yeni çalıştıracağım bir beş dakika ısınması lazım" hiç sorun değil. Gözüm gibi baktığım paralarımı, aldı tezgahın arkasına gitti.
Ben de, o dükkan içinde beklemeye mahkum insanların yapmacık merakıyla çevremi incelemeye başladım. Tavandan tabana kutular, kutuların üzerinde "Nihat Hoca", "Erdal hocanın 3. dönem notları" gibi etiketler var. Bir taraftan da diğer eleman tarafından sürekli fotokopi çekiliyor, ben etrafı incelerken önümdeki tezgahın üzerine spiral ciltli ders notları bırakılıyor teker teker.
En üsttekini aldım, okunacak bir şey nihayetinde... İnsan ilişkileri, iletişim mi ne öyle bir ders. Millete bak ne kek dersler alıyor yav, hiç bizimki gibi Akışkan mekaniği, yok makine dinamiği gibi dersler değil. iletişiriz abicim bunda ne var?
Ben fakülteler arası ders programı eleştirimi iç sesimden yaparken tezgahın öte tarafında bir hareketlenme vukuu buluyor. Fotokopi çeken diğer eleman da şimdi benimkinin yanında. Bir koku bir duman geliyor peşi sıra...
"hop n'oloyr orda?" demeye kalmadan bizim eleman çıkıyor tezgahın arkasından, elinde de dumanlar çıkaran makine. Atıyor tezgahın üzerine, kim dokunursa "ay ay ay" diye çekip kaçıyor makinenin uzağına. Ben şaşkın surat bakışımı bizim delikanlının göz bebeklerine dikip soruyorum: "o makine benim makine mi" gözlerini kaçıramıyor, boynundan başlayarak saç diplerine kadar kızarıyor: "şey sizin paralar... Yani kurtaracağız ama hani kurtulamazsa ben onu telafii...."
"Neay!!! Lan tee çinlerden buralara taşıdığım, gözüm gibi baktığım, tırnağımın ucundan sakındığım, hatırası maneviyatı tarif edilemez, yerine katiyen bişey konamaz paralarımı yaktınız mı leyn!!"
Demem gerekirdi. Demedim. Puhhahahaha diye gülmeye başladım. Zavallı çocuk nasıl bir manyakla başbaşa olduğunu anlayamadı. içinden "deli lan bu şimdi gülme krizi bitecek yüzümü gözümü tırnaklayacak kafa göz dalacak" diye geçirdiğine neredeyse eminim zira o refleksle geri geri tezgahın arkasına kaçtı. Gülmem bitince "yav boş ver, ben şimdi gidiyorum, sen kurtarabildiğini kurtarmaya çalış ben sonra uğrar sorarım." Dedim.
Rahatlar gibi oldu ama temkini elden bırakmıyor "hocam, ben şimdi nereden bulabilirim yerine koymam lazım" bir taraftan gülüyorum bir taraftan "çinden getirmiştim gidecen mi?" Diye kafalıyorum. "Yani tabii gidemem ama hani bedelini ödeyeyim" ay içim şişti "100 dolara tekabül ediyor, desem çıkarıp verecen mi?" Gözleri kocaman açıldı garibimin. Serde analık var kıyamıyorum gençlere "yok canım kardeşim 1 dolar bile değil maneviyatı vardı..." Haaassss maneviyat demeyeydim iyiydi şimdi salya sümük ağlayacak.
Diyaloğu daha da uzatmıyorum "hadi uğrarım ben sana hadi kaçtım" diyor harbiden de kaçıyorum.
Metroya bindiğimde gala gülüyordum. Neden ki? Bu kadar itinayla sakladığım özendiğim şey salak oğlan çocuklarının dikkatsizliği yüzünden muhtemelen kül oldu, niye gülüyorum. Bir kere kaza tabii, yani bitmiş gitmiş neyine üzüleceksin artık. Ama daha çok acaba Arca cücesinin on beş sene sonraki haline mi benzettim diyorum. Neyse ne....
Birkaç gün sonra ofisin çekmecesini karıştırıyorum bingo!!! Varmış lan o paralardan, buraya bir yere atıvermişim yeayyyy! Demek bilinçaltında bir yerlerde o paraların yedeği olduğunu biliyormuşum. Yoksa bırak oğlumun geleceğini anımsatmasını Arca'nın kendisi olsa direkt dalardım, öyle anlayış timsali gülecek kadın mıyım lan ben! Dükkanı da bilmem ne hocasının bilmem ne ders notlarını yakardım şerefsizim!
Anlayış timsali değilim ama yumuşak kalpliyim. Hem paraların akibetini de merak edyorum, yine uğradım geçerken. "Hatırladın mı beni?"
"Hocam hatırlamaz mıyım! Senin paraların birini kurtardık." "Aa iyi hangisi?" "Yok yani önce kurtardık sonra bizim öbür eleman tuttu ucundan para ikiye ayrıldı. Ben şimdi telafi.."
Ay yok aynı cümle sirkülasyonuna giremeyeceğim.
"Tamam tamam bende varmış yedeği onu söylemeye geldim hadi üzülme" derken ikna etmek için cüzdanıma uzanıyorum.
"Aman hocam bana verme sen onu poşet dosyada filan sakla"
"Hadi ya ben de sen halledersin diyordum"
Bu çocuk, yok Arca'nın on beş sene önceki hali olamaz gülmedi lan bana, ben koşar adım dükkandan kaçarken hala "yok hocam ben onu almam yapmam" filan diyordu. Te allaam!