19 Mayıs 2019 Pazar

Bu ara...

Bu ara az okuduğumu fark ediyorum ve hiç hoşlanmıyorum bu durumdan. 

Geçen gece gözlerim kapanırken, itiraf ettim, "ARTIK KİTAP OKUYAMIYORUM!" diye acılar içinde haykırdım! İçimden bir şeyler koptu gitti.

Çok üzgünüm çok. Ne oldu nasıl oldu bilmiyorum, o iki arada bir derede kitap okuyan, çantasından da dilinden de okuduğu kitaplar düşmeyen kadın gitti, yerine kitap kuleleri üzerine yıkılan bir kadın geldi. Kim bu kadın? Ben tanımıyorum!

13 Mayıs 2019 Pazartesi

Kalbim sızlıyor

Bazı bazı kalbim sızlıyor. Bir kötü habere, bir acı hikayeye... Kendimizi hayatın korkunç girdabına o kadar kaptırıyoruz ki, hayatın kendisini ıskalıyoruz gibi geliyor. Vaktimizi doldurmak için oyalanıyor muyuz yoksa?

Çok eskiden, Alsancak'ta, şimdi Lacoste mağazasının olduğu yerde Asburger diye bir hamburgerci vardı. Daha McDonalds İzmir'e gelmemiş, öyle eski zamanlar. Asburger'in önünde bir kafeste sincap yaşardı ve sürekli bir çarkı döndürürdü. Koşar koşar bir yere varamazdı. O sincap gibi hissediyorum bazen. Deli gibi koşuyorum, ben bir yere varamazken, benim koşmam sadece çarkı döndürmeye yarıyor.

Kalbim biraz sızlıyor.

Sabaha karşı İzmir'den gelip, yoğun bir cumartesi geçiren ve pazarın tamamını yaymaya ayıran İlker, doğum gününün son saatlerini uyuyarak geçirmeye karar verdi. Arca uykuya direndi ama sonunda pes etti. Ara sıra kafamı kitaptan kaldırıp uyuyan cüceye sarılmak ve koklamak suretiyle onu rahatsız ediyorum. Kalbim niye sızlıyor bilmiyorum. Belki de Sekizinci Hayat'ta okuduğum tüm o acı yüklü hayatların hikayeleri bana ağır geldi, bilmiyorum.

Belki de bir papatya çayı içip sakinleşmem, sakinleşip uykuya hazırlanmam gerekiyordur. Belki de... bilmiyorum. O son kahveyi içmeyecektim.

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Yorgunum dostlarım yorgunum...

Çok kompleks proje için çok sayıda departmanı / kişiyi bir araya getirip, projede ciddi bir yol almamızı sağladığım için mutluyum lakin, Ostend'deki bu iki günlük yoğun toplantı programının ardından kendimi tükenmiş hissediyorum. Brüksel'e beraber dönmeyi planladığım arkadaşım son dakika başka bir toplantıya kalmak zorunda kalınca, apar topar trene bindim. Şans ve teknoloji benden yanaydı. Taksideyken tren biletini online aldım, sadece trene koşmak kaldı. 

5 Mayıs 2019 Pazar

Tembel pazar, merhaba Hıdrellez

Plansız daha doğrusu planların tamamen bozulduğu bir pazar, hem de hava da en az senin kadar kararsız ise, ne yaparsın? Tabii ki tembellik!

Belçika'da yaşayıp da spontan hafta sonu geçirmek birbirine zıt iki şey. Hiçbir şey yapılmasa bile "hafta sonunu evde geçirme planı" yapılır. Yeşim'le "özledik, görüşelim" sohbeti sırasında önümüzdeki 3-4 hafta sonu için takvimime bakınca, hah demiştim, iyice Belçikalı olduk. Hele Melike'nin Antakya usulü kısır daveti için 20 temmuzu takvimimize kaydetmemize ne demeli? İşte böyle böyle asimile oluyoruz:)

Belçikalılar çizgi romana neden bu kadar takıntılı ?

Sıradan bir okul sonrası market alışverişi, yine bir "kaç adet Kiekeboe alacağız" pazarlığı ile şenlendi.


Kiekeboe, yüzlerce Belçikalı çizgi romandan biri.
                         Image result for kiekeboe

Arca'nın çizgi roman çılgınlığını duyan Marijke, çocukluğundan kalma bir koli Kiekeboe'yu getirmişti de, bu bıyıklı komik adam takıntısı o zaman başlamıştı.

1 Mayıs 2019 Çarşamba

41 kere maşallah

"41 kere maşallah" demek için bugünü bekliyordum, doğum günümü :)

Arca'yı playstation'a kilitledim (@korkunçanne hesabı henüz alınmadıysa kaçırmayayım:P) açtım eski doğumgünü yazılarımı okuyorum.(sağdaki eski yazılara gidiyorsunuz, Mayıs aylarının ilk yazılarına tıklıyorsunuz, işte hepsi orada. boş vaktiniz varsa, ya da benim kadar manyaksanız okuyun ama 2009'u tavsiye etmem. Iyyy Arca'nın doğduğu yıl, sadece emdi uyudu sıçtı anlatmışım, ben tahammül edemedim. Sadece en son Emekçi Memeler esprisi fena değil, gerisi tırt!) Adet edinmişim, her yıl doğumgünümde bir yazı bırakmışım bloga, canım blog. İnsan olsan, sana sıkı sıkı sarılırdım, bana . İnsan gibisin, dost gibisin...

Dost demişken ... ne güzel dostlarım oldu benim, nasıl mutluyum anlatamam.

Sabahtan beri arayanlar, mesaj atanlar... 

Tatilden ayağının tozuyla döner dönmez, arayan, "kalk parka gidelim" diyen Melike... Güzel sesiyle şarkılar söyleyip parkta buluşalım diyen Özra... Park, dedim, beni çağırıyor. Vallaha epeydir çağırıyor da benim pipililer totolarını kaldıramıyorlardı. Halbuki ağaç, yeşil orman, beni çağırıyor!

Arca top oynarken biz Melike'yle rejisör koltuklarımızda (evet onlar sadece Çeşme sahilini şenlendirmiyor, bu sefil Avrupa köyünde de nazik götlerimizi yere komaktan kurtarıyor bizi) açtık biralarımızı, muhabbet ettik. Tam da Arca'nın bize sardığı anlarda Özra'lar imdadımıza yetişti, oğlanlar topa devam, kızlar muhabbete :)

"Bu yaşta arkadaş edinmek zor", derler. Hadi ordan! İnsanın sevgi, hoşgörü dolu yüreği olduktan sonra oraya hem çocukluktan beri can dostlarını, ailesini, hem de kırkından sonra canlarını sığdırıcak kadar yer bulunur.

Bu da bana 41. doğumgünü yazısı olsun. Hadi kalın sağlıcakla...



29 Nisan 2019 Pazartesi

Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret...

Az önce bir yazıyı daha kontrol panelinin taslaklar çöplüğüne gönderdim. Neden? Çünkü diğerleriyle hemen hemen aynıydı. Ben sıkıldım kendimden, okuyan ne yapsın? Yok çok yoğunmuşum, yok hiçbir şeye yetişemiyormuşum...

Bu vesile ile son yazdığım yazıları tek tek okudum ve kendimden utandım, yazmış atmışım yorumları okumuş lakin bir cevap bile vermemişim, tüh yazıklar  olsun Yeliz sana! Ufak ufak cevaplamaya başladım, yüzüm hafif kızarık :) ama ne yani? bu da bir şeydir.

Bu hafta yine eğitim vardı. Daha az yoğun olduğum, eğitimin keyifle tadını çıkardığım bir döneme denk gelmesi şeklindeki temennim, yine yerine ulaşmadı. Öncesine, sonrasına toplantı koymak suretiyle piç ettim diyebilirim. Olsun. Yine de keyifli bir modüldü, her şeyden önce Stephen Covey'in "Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı" kitabı üzerinden egzersizler yaptık. Bak okumadıysan bacım, mutlaka oku, sonra bana dua edersin. Düşün ki, koskoca self management - advanced communication eğitmeni müfredatına almış.


Dersin bir bölümünde bizi en çok rahatsız eden şeyleri tanımlamamız, sonra da onlar üzerinde etkimiz olup olamayacağını tartmamız istendi. Kimi trafik, kimi havadan şikayetçiydi.

Hani bir Hitit duası vardır, der ki:





TANRIM, beni yavaşlat.

Aklımı sakinleştirerek, kalbimi dinlendir.

Zamanın sonsuzluğunu göstererek, bu telaşlı hızımı dengele.

Günün karmaşası içinde, bana, sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükûnetini ver.

Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belliğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.

Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol.

Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret. 

Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kedi okşayabilmek için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret.

Her gün bana kaplumbağa ve tavşan masalını hatırlat.

Hatırlat ki, yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı artırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim.

Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.

Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması, yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır.

Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.

Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlam olarak yükseleyim.

Ve hepsinden önemlisi... 

Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için sabır, ikisi arasındaki farkı bilmek için akıl ve beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak dostlar ver.

Benim şikayetlerimin büyük kısmını etkileyebileceğim, değiştirebileceğim şeyler oluşturuyordu. En önemlisi de dağınıklıktı. Ama evdeki ya da çalışma masasındaki değil, kafadaki dağınıklık. Düşüncelerin, ifadelerin dağınıklığı. Ki bu ara bende bundan çok var. Aynı anda çok şey düşünmekten mi kaynaklanıyor, sürekli bir şeylere yetişmekten mi, bilemiyorum. Bildiğim tek şey, içinde bulunduğum bu her ne  ise, beni çok  yo-ru-yor!

Belki de sık sık yukarıdaki Hitit duasından etmeliyim. Ve demeliyim ki, "allah zihin açıklığı versin."



8 Nisan 2019 Pazartesi

Türkiye ve Belçika arasındaki farklar, tespitler Vol.7 => Ecdad özel

Belçika bir krallık. Parlemento ve kral ülkeyi yönetiyor. Kral, diğer monarşilere göre daha sembolik burada. Yani yönetimde ciddi bir yetkisi yok. Ortalama bir Belçikalı için kral şöyle tanımlanıyor: "Maaşı çok yüksek,çoğu zaman bu kadar para ödediğimize kızıyorum, lakin bugünkü kralın işini iyi yaptığını düşünüyorum, zira Avrupa'daki diğer monarşi temsilcilerle (krallar filan) iyi anlaşıyor, ülkeyi iyi temsil ediyor. 18 yaşındaki kızı (çocuklar bu arada her Belçikalı gibi devlet okulunda okudu) yıllık yüksek bir meblağa hak kazandığında (götümden atmamayayım ama yıllık 1o milyon euro gibi bir şey) okulunu bitirip layıkıyla memlektini temsil edecek zaman ve birikime sahip oluncaya kadar hakkının ertelenmesine karar verdi. Dolayısıyla halktan sempati kazandı. Tek sorun iki krala maaş ödüyoruz, bu da biraz fazla!"

"Neay?!" deyivermişim! "iki kral mı? Ayol birinin kral olması için evvelkinin ölmesi gerekmiyor mu?" Hani bizimkiler baba - kardaş herkesleri boğduruyorlardı ya padişah olabilmek için, o hesap. Meğer bugünkü kralın babası biraz hovardaymış, paraları har vurup harman savuruyormuş. artık baskı mı yedi, ne olduysa bir vakit sonra oğlana bırakmak zorunda kalmış tahtı. Bu oğlan şimdi işte yukarıda bahsettiğim, hizmetinden memnunmuş halk.

Ay bana bir gülme geldi. Bizimki de güya cumhurun reisi, - demokratik geleneklere göre - bugün var, yarın yok ama kendini kanuni sülüman sanıyor, varrraklı koltuğuna kurulup damadı bakan tayin ediyor,  kızına maaş bağlansın diye, danışman ediyor kendine. Sülaleden hakkı olan Belçika prensesi üniversiteden mezun olup devlete hizmet etmeyi hak etmeyi bekleyedursun :)

Ama diyor ki Belçikalı "kral ne ki allasen? Belçika dediğin yapay bir memleket, Cermenlerle (Flamanlar) Latinlerin (Fransızlar) ortasına koyuvermişler. Fransız mıyız? Hayır. Hollandalı mıyız? Yoo... E ne yani? Gururlanacak neyimiz var? Ne diye tapalım kral dediğimiz adama, o da senin benim gibi işini yapıyor."

He yavrum bizim ecdadımız var övündüğümüz. Anaları padişahların, Avrupa'nın dört bir yanından artık ne kadar türkseler... Gururlanacak neyimiz var? Altın varraklı koltuklarımızdan gayrı. Onu da bir ısıtmışız ki, ayıramıyoruz nazik totomuzu.


6 Nisan 2019 Cumartesi

Özgürlük. Kime göre? neye göre?

Hani annenler dışarı çıkıp seni evde yalnız bırakacaklardır, hani o özgürlük hissi daha onlar sokak kapısını arkalarından kapatmadan senin bütün benliğini sarar. İçin içine sığmaz ama sevincini de çaktırmamaya çalışırsın. Ev sana kalacak, her istediğini yapabileceksindir.

Galatasaray maçı... İşte öyle bir şey.

Kapısını kapattığın çalışma odası, şimdi sana sonsuz bir özgürlük kapısı açıyor.

31 Mart 2019 Pazar

Maç buradan çevrilir mi?

Bugünkü ruh halim çay çorba çorba çay
Araya nazal yıkama, yatak, kitap da giriyor. Dün sabah boğaz ağrısı ve halsizlikle başladı. Sinüzit alametleri göstermeye başlayınca kendimi yatağa attım. Ama umudumu kaybetmedim: “ben bu maçı burdan çeviririm” dedim. Lakin pazar akşamına birkaç saat kala, diyebilirim ki “nah çevirirsin!” 

Hayır bir de yarın Norveç’e gideceğim. Hiç sırası değil. Hastalığın hiçbir zaman sırası değil ama şu anda gerçekten hiç değil!

18 Mart 2019 Pazartesi

yetişmeyivereyim, nedir yani?

Belçika'ya taşınmaya karar verdiğimizde, konfor alanımızı terk etmenin bize yaramayacağını söyleyenler çok oldu. Küçük şeyler, göz ardı edilen şeylerden bahsetti yurtdışı tecrübesi olanlar. Mesela ha deyince eve yardımcı bulmak, haftada bir cüzi bir meblağa fön çektirip mankür yaptırmak gibi...

Fön çektirmiyorum, kendi saçımı kendim yapıyorum, manikür? ona da üşendiğim için kendim yapıyordum nicedir zaten. Yani zaten İzmir'deyken de kuaföre senede 2-3 gittiğim için çok da şeetmedim.

Eve yardımcı? Bizim evimizde - şükür ki - sürekli yardımcımız oldu, Arca doğduğundan 6,5 yaşına gelesiye kadar. Aslında yardımcı demeyelim de, Arca'ya bakan ablalarımız oldu, ama onlar bize de evimize de baktılar, sağ olsunlar, kızı doğum yapınca ayrılmak zorunda kalan Ümit ablamız ve onun arkadaşı Nadire ablamız. Evde sürekli düzeni sağlayan birisinin olması, elbette hayatı kolaylaştran bir şey, hele ki dağınık ve ev işlerinden hoşlanmayan biriyseniz. Ve iyi şeylere alışmak öyle kolay ki...

16 Mart 2019 Cumartesi

Meditasyonun bizi sakinleştirmesi gerekmiyor muydu?

Zor bir haftaydı. Seyahatler, projelerde karar alma zamanları, yaklaşan toplantılar yetmezmiş gibi bir de yeni şeyler çok zorladı. Kendim hakkında düşündüklerimin, vardığım yargıların başkaları tarafından ne kadar farklı olduğunu görmek ve sindirmek (ya da üstünü örtmek demeli belki de) kolay değildi. Yola devam etmenin her zaman bir çaresi bulunur.

Kendinle ve ailenle küçük mutluluk alanları inşa edebildiğin zamanlarda her şey daha kolay oluyor. Geçtiğimiz hafta yaşadığım ve muhtemelen önümüzdeki hafta da yaşanacak zorluk bundan kaynaklanıyor. Yetersizlik hissini aştım artık, "yetişmeyivereyim nedir yani?" kafasına geçeli yıllar oluyor.

Benimkisi isteyip de yapamamaktan kaynaklı bir gerilme. Yani Arca ile daha çok sohbet etmek istiyorum, İlker'le daha çok vakit geçirmek. Küçük şeyler var, mesela İlker'le mutfakta takılmak, Arca ile uno filan oynamak. Bunlar iyi gelen şeyler. Bana kendimle vakit geçirmek de iyi geliyor. İyi bir arkadaşım ben, kendime vefasız olmak istemiyorum. Ama işte bazen oluyor. Tüm bunları isterken, tüm bunları yapabilecekken başka şeylere vakit ayırmayı seçmek, işte aslında bir tarafımla o mücadeleyi vermeyi seçmek daha da zorluyor. Çünkü biliyorum ki, o an mesela kendimle vakit geçirmeyi seçsem, yine de kendimi iyi hissetmeyeceğim.

Kafada dönüp dolaşan tilkilere hoşgeldiniz.

10 Mart 2019 Pazar

"Bütün hayatımızı, aslında yapmaktan başka çaremiz olmayan şeyleri, rızamızla seçmeyi öğrenmekle geçiriyoruz."

Bugün bizim buraların havası huysuz kadın gibi, estirip gürlüyor, silkeliyor. Ama çok nadir de olsa, yağmur fırtına durdu mu, tatlı bir güneş ışığıyla gülümsüyorsun. Elinde değil, öyle nadir ki... Sonra yine başlıyor, artık kim ne yaptıysa dünyayı başımıza yıkıyor doğa ana.

Aman bana göre hava hoş. Ben zaten pazarımı çalışmaya adayacaktım. Havanın asabiyeti işime geldi, en azından aklım dışarıda kalmadı.

8 Mart 2019 Cuma

Söyleyeceklerim bu kadar

Acınası haldeyiz. Dün öğle yemeğindeyken ellerimizde telefon, kendimizi, hafta sonu için  güneşli bir lokasyon ararken bulduk. Bence manasızdı, ama Melike depresyonun dibini görmüş olacak, “Avrupa’nın göbeğinde yaşarken Nice’te bir kahve içtik, döndük diyemeyeceksek yuh bize” diye tezini savunuyordu. 400 öyroluk kahve:) sanırsın çekirdeği misk kedisinin bir tarafından çıkmış. 

3 Mart 2019 Pazar

Sevin lan beni!


Renklerimi söylemedim, değil mi?
Söyleyeyim zira asıl anlatmak istediğim renk değil.

26 Şubat 2019 Salı

Yazık lan bana!

Eğitime sardım. Ne yani kırkımıza geldik diye unumuzu eleyip eleğimizi asacak mıydık? Hangi devirde yaşıyoruz? ‘50s? 

Kurumsalda çalışmanın en birinci avantajı beleş eğitimler. Kurum, kuruma faydan olsun diye seni eğitime gönderdiklerini sanadursun - ki illa ki faydası oluyordur - sen kişisel gelişe dur anacım:) 

Çoğu zaman eğitimlerin inek öğrencisi konumuna düşüyorum? Neden? Çünkü eğitimcilerin feyz aldıkları kitapları, makaleleri, gerek kendi gelişimim gerekse çocuğumu yetiştirmek için hatmetmişim. 

Dahil olduğum son eğitim “advanced communication and self management”. Tercümesiyle uğraşamayacağım bir zahmet google translate bebeyim. Şahsen communication kısmı on numara, self management desen sallantıda. Onu halletmeli zira kimi zaman kontrolden çıktığım oluyor, allah affetsin. 

Eğitime kaydımı yaptırayım mı derken on küsur senedir şirkette çalışan arkadaşım Marijke’den departmana bir mail geldi: arkadaşlar eğitimi kaçırmayın! Aldığım en faydalı eğitimdi! 

Ah Marijke sen dersin de ben atlamaz mıyım!

24 Şubat 2019 Pazar

Eyvah! Belçikalılaşıyor muyuz?

"Eyvah!" dedim ama aslına bakarsan çok da önemli değil, yani eyvah filan değil. Ben seviyorum Belçikalıları. Her Avrupalı kadar, her milletten insan kadar. Her insan kadar.

Ben, çok üzgünüm ama - genel geçer Avrupalı ikiyüzlülüğüne sık sık tanık olsam da , ki ikiyüzlülük mü yüzleşmek mi o da başka bir tartışma boyutu - bu yazının ilk yorumundaki gibi acımasız olamıyorum, biraz da demek istiyorum ki, "hırsızın hiç mi suçu yok?" . Çok affedersin sen çok mu ileridesin ki son 15 yıldır, Avrupa'nın ağzına laf vermiyorsun da, adamlar - çok affedersin dötlüğüne mi - seni ortadoğu ülkesi ligine şutluyorlar? Biz mikemmeliz he biz mikemmeliz!

Neyse ne diyordum? Her ne kadar gözlemlerim olsa da, gözlemlerimde biraz dalgamı geçsem de, herkesi seviyorum ben, her milleti. Sevmek değil de belki kabul etmek, anlamaya çalışmak.

10 Şubat 2019 Pazar

Söyleyeceklerim bu kadar : Busy is the new stupid

Bilmem dikkat çekiyor mu, ama benim bu blogda bazı yazı dizilerim var. Kitap yorumları mesela Yeliz'in kitapları'nda arşivleniyor. Niyetim benzer bir arşivi muhteremin tariflerine de uygulamak... Bakalım bir yolunu bulacağız. Bir de spontane yazılarım var. "an itibariyle.." gibi. Yazdığım an, yazdığım gibi yayınla tuşuna tıkladığım, içerikten ziyade o anki hislerimi yansıtan yazılar.

Yoğun günlük rutinlerimizin dışına kafamı çıkarıp da, bu çorbacıgiller bu ara ne yapıyorlar, diye merak edenlere haber niteliğinde yazılar yazmak istiyorum mesela. Etiketin adı bile hazır: Günler günlerin ardından... 

Lakin son üç yazının başlığı bu iken, her biri ayrı bir konuya dallandı, toparlandı derken silip başka başlık attım. Böyle böyle üçüncü yazıdayım. Etiket hazır, Allah içini doldurmayı nasip etsin, amin.

Derken...
Bu yazıyı yazdım ve yine etiketi değiştirdim:) : Söyleyeceklerim bu kadar

28 Ocak 2019 Pazartesi

Kocamı Fransızcadan soğutarak bence iyi ettim.

Ben - söylemesi ayıp - Fransızca kurumu geçtim. Yeni kur yeni şans iki hafta içinde bu blogda!

O kadar yavaş ilerliyorum ki, bu vakte kaplumbağalar bile öğrenmiştir bu dili. İki cümle kurabilmek için üç saat düşünüyorum. Hani "anlıyorum ama konuşamıyorum" klişesi var ya, hah işte o bende "ne anlıyorum ne de konuşuyorum" kalıbına daha münasip. Hakikatten anlama dinleme sıfır. Hani Flamancayı bile daha iyi anlıyorum diyebilirim. Şirket dil öğrenmek isteyenlere ofis bünyesinde eğitim sunuyor, Flamancaya atladım. Zira onun için ayrı bir kursa gitme imkanım yok. Kör topal Fransızca bir şekilde gidecek, Flamanca'yı da öğreneceğim nihayetinde. Şirkette arkadaşlarım Flamanca konuşuyor, evde İlker ve Arca sürekli konuşuyorlar, Arca'nın arkadaşı geliyor, onunla da ... Ben ? Piç miyim lan ben?!

26 Ocak 2019 Cumartesi

Sömestr Tatili

Yarın Düsseldorf'a gideceğiz. Mühim bir tekne fuarı varmış. Biraz sosyal medyaya daldım, "İlker fuardayken biz cüceyle Düsseldorf'ta ne yapabiliriz" sorusuna cevap bulma umudu taşıyordum, sömestr tatili fotoğralarının saldırısına uğradım. Şehirde kalan kesim çocuklarına uğraş arayışında, şehirden kaçanlar ya küçük şehir memleket ziyaretlerinde değerlendirmiş tatillerini, ya kayak tatili ayarlamış ya da yurtdışı...

Bizim sömestr tatillerimiz anneannemlerde yani Akhisar'da geçerdi. Babam hepimizi sabahtan garaja bırakırdı, Akhisar otobüsüne binerdik. Manisa'ya kadar biraz virajlı ama ormanlı bir yol, sonrası Manisa'nın köyleri. Sırasıyla sayardım, yol başka türlü geçmez ki... Saruhanlı'ya - ki o da ilçe oldu galiba - geldik mi, tamam Akhisar'a geldik sayılır.

Erken yenen akşam yemeklerinin ardından uzayan sohbetler ve gece yarısı olmadan acıkılınca sobasında ekmek kızartılan anneanne evi... Tuvaleti dışarıdaydı, popomuz üşürdü işerken, elimiz kıpkırmızı kesilirdi yıkayınca. Hep birlikte yatılan tek odanın bir köşesinde illa ki lazımlık, gece buz gibi tuvalete mi gidelim?