Bugün Arca, yeşil sahalardan uzak kalmasının tesellisini takımının maçını izlemekte bulmak isteyince, kırmadım evladımı, maça götürdüm. Kendi oğlum oynarken izliyorum da, öbür veletleri izleyecek değildim, ergenimi bıraktım, yürüyüşe çıktım.
İlkerle çıktığımız yürüyüşlerden farklı olarak tempom epey düşük, çevreye farkındalığım epey yüksekti. Durup çiçeklere konan kelebekleri izledim hatta fotoğraflarını çektim.
Evlerin arasından usulca akan bir kanalın kenarında popolarını titreterek yüzen ördekleri seyrettim.
Evlerin bazıları cadılar bayramı konseptine giriş yapmış, balkabakları sergiye çıkarılmıştı.
Parkta bir banka oturduğumda o kadar sessizdi ki, gözlerimi kapatıp yüzümü yaprakların arasından sızan güneşe döndüğümde, düşen yaprakların sesini duyabiliyordum.
Birkaç ağaç gövdesini de okşamış olabilirim. Evet bunlar İlkerle spor maksatlı yürüyüşlerimizde asla müsaade edilmeyen hareketler hazır yalnızken tadını çıkaralım;)
Yalnızken tadını çıkardığım bir başka şey de salonda kitap okumak. Kimse ilişmiyor, kimse zırt pırt araya girmiyor. Kitabıma ara verdiğim tek zaman Arca’nın ara sıra odasından gelip bir şey sorması ya da benim kalkıp çayımı tazelemem…
Çok şahane bir kitaba başladım. İzmir’den getirdiklerimden, Klara ile Güneş. Kazuo Ishiguro dehası. Biraz daha okudukça paylaşırım, daha ilk elli sayfada şimdilik muhteşem diyebilirim;)