21 Mayıs 2023 Pazar

Bir ayda üç kilo nasıl verilir?

 Dün sabah canım komşularım Arek ve Ayşe’nin Haziran sonundaki düğünü için gardroptaki alternatifleri denemeye karar verdim. Kendimden son derece emindim. Ne de olsa, ben on yıllar boyunca ergenlikten kalma şortlarımı giyebilmiş, doğurduğumun - hemi de sezaryen - ertesi dümdüz karnımla hemşireleri bile şaşırtan diri bir fücuda (!) sahip olmakla ve tabii ki birkaç ay içinde hamilelik öncesi kiloma dönmekle bilinen ve de hayretli bir şekilde takdir edilen bir kadındım. 


Bu gerçeği madalya gibi gururla göğsümde taşırken epey böbürlendiğimi hatırlıyorum, aferindi bana! 


Altı yedi yıl önce Poyrazın sünnetinde giydiğim pullu sarı elbise olurdu kesin ama tenim bronz olmayacağı için Poyrazın anasıyla babasının düğününde giydiğim (14 sene evvel) siyah elbiseyi mi giysen dedim, illa ki olurdu, eh yani o vakitler emzirmekteydim, memeler fena dolduruyordu üst tarafı, şimdi kesin olurdu. En olmadı, iki sene önce video-event için giydiğim düz siyah elbiseyi giyiverirdim… diyerekten ne İzmir’e gittiğimde elbise bakmıştım, ne de sonrasında çıktığım vitrin bakmalarda… 


Sabah gerçekler yüzüme tokat gibi vurdu. Hiçbiri olmuyordu üzerime. Önümde sadece bir ayım vardı ve benim sıfır alternatifim. 


Evet, tabii ki 38-40 beden bir şeyler alabilirim hala. Evet, tabii ki burası pahalı gelse bile İlker İzmir tatilinden dönüşte yetiştirir bir şeyler, evet tabii ki bir siyah pantolon üzerine pullu payetli bluzla da halledebilirim, ne yani nedime miyiz? 


Lakin, mesele duruma uymak ya da çözüm üretmek değil, mesele, alışkın olduğum S’lere, XS’lere, 36 bedenlere vedamın resmiyete dökülmesi, mesele, artık eski çıtır yeliz olmamam. 45lik balıketli bir kadına dönüşmem! Tehlikenin farkında mısınız? Etine dolgunluk müessesi benim için bu yaştan sonra alışması çok zor bir gerçek. Ben bu etiketle nasıl giyineceğimi, nasıl hareket edeceğimi bile bilemem ki. Nitekim götüm başım her yerleri nicedir devirmekteydi, meseleye aymaya direnç gösteren benmişim, haberim yok.



Aklıma tek tük anılar geliyor, memleketteyken, babam “et tutmuşsun iyi olmuş ne o öyle kemçik gibi dolaşıyordun” , Tuba “botox mu var yüzünde epey gergin görünüyor” derken, beni bıdık gören ablamın aldığı 36 beden elbiseyi, 38 ile değiştirmeye kalkıştığımda bile göbekten üç kat boğum verirken meseleye çoktan aymış olmam lazımdı. 


Evet dostlar önümde bir ay var. Toparlanmak için, kendime gelmek için, üzerime son birkaç yıldır yapışan 3-4 kiloyu atıvermek için.


Bir ayda üç kilo nasıl verilir?

Hiçbir fikrim yok! Ama planım var. Planınız varsa uygulayınız. Bu kontrolde olmak için ilk şarttır. Sürdürülebilir bir plan, sonuç muhteşem olmasa da sürdürebilmek her şeydir.


Planım şu:

- Her gün egzersiz. Ne olursa… Yoga, yürüyüş, sabah Lesliesi, Jo ile yağ yakmaca vesaire…,

- Karbonhidratlara ara. bugün kolum kadar baget ekmeğe salamlı sandviçe hayır deyip, çilekli muzlu protein smoothie ile kahvaltı ettim, bu daha başlangıç!

- Alkole veda ama en çok da o canım Belçika biralarına! Ve yanındaki peynire cipse ve hepsine

- Sebzeye yelken açmaca, bol salataya…


Bu demek oluyor ki öğlen sefertası harekatına…

- ama en önemlisi, kendimi buradan canım blog bacım aracılığıyla motive etmek. Sonra bir gün yine dönüp okuduğumda, bak ne güzel çabalamışım demek, bugünleri unutmamak için her fırsatta yazmak. Bu görsel de ilk photo-motivation olsun. Yaz tatili planı yaparken taze fasulye ayıklama ve ayıklarken smoothie içme konulu görsel . Şekil 1



Neleri başarmadım ki, bunu mu başaramayacağım? Üzerimdeki o “kilo veremiyorum” etiketini de evvelden silmişim, olur mu olur!



Antwerp’te bir gün

 Belçika’da sandıkların açıldığı ilk günün sabahı soluğu sandık başında aldık. Yalnız değilmişiz, bir buçuk saat sırada bekledik. Seçime katıldığım sandıklarda seçtiğim partinin kazanmasına o kadar alışkınım ki -malum izmirlilik- azınlıkta olduğunu bilmek garip bir histi. Olsun. Biz görevimizi yaptık. 

Yurtdışından oy atmanın yanlış olduğunu düşünüyordum, sandıktan çıkacak sonuçtan bağımsız olarak, yaşamadığın ülkenin yönetimi hakkında niye söz sahibi olalım ki diyordum, muhterem mevzuya bakışımı değiştirdi, evet yerel yönetimde elbet söz sahibi olmayacaktın ama ülke yönetimi, senin de yaşadığın ülke de dahil olmak üzere diğer ülke politikalarını da etkiliyorsa, söz hakkın olmalıydı. Bizim buraların seçmeni de dik dur eğilmeci malum, bu dış politika bilincine sıkı sıkıya bağlıysa demek, ben bilememişim. Neyse verdik bakalım oyumuzu, yüzdeyi azaltabilirsek ne ala.

Sonra bastık Antwerp’e gittik. Cumartesileri şahane pazarı olur Antwerp’in, yerlisi hele gün de güneşliyse bugün gibi, ayçiçekleri gibi güneşe verirler yüzlerini, ellerinde şampanyaları önlerinde istiridyeleri sabahın onu demezler, keyfederler. Mevsim pek renklidir zira pazarın meyveleri, özellikle çilekleri, mis gibi gülleri, envai çeşit çiçekleri gözlere bayram olur. 



 Antwerp’e gitme sebeplerimizden biri de ziyarete açılan kütüphaneyi görmek istememizdi. “Hendrik Conscıence Heritage Library” Flaman dilinde kültüründe ve tarihinde büyük öneme sahip bir kütüphane. Pazarı gezmekten aşırı yorgundum ama içeri girer girmez etrafı saran kitap kokusuyla enerjim yükseldi. Benim favori koku sıralamamda ilk üçe girer kitap kokusu, ara ara kendi kitaplarımı koklarım, dilini hala doğru düzgün bilmediğim bu ülkede kitapçılara sırf kokusu için girerim, bu kütüphane bana overdose yaptı, kendimden geçtim. 






Antwerp, Belçika’nın Flaman şehirleri arasında İstanbul gibidir, kozmopolit, keyifli, canlı, özellikle cumartesileri ayrı neşeli. Seviyoruz nitekim. 

Bugün bira pedalcıları muhtereme fondip yapsın diye bira ikram edince, güneşe karşı bira keyfimizi iptal ettim, malum yola gideceğiz, muhterem başka içmesin dedim, dönerciye kırdık dümeni, öyle böyle değil Belçika’nın Almanya’nın bile en iyisi. Türk mahallesinde Kasap Döner, yolunuz düşerse şiddetle tavsiye. Eve dönmeden önce yaptık bir yaramazlık.



Bitirirken, pazardan aldığımız mis kokulu çileklerle buz gibi blush yudumlamaktayım, arz ederim:)



19 Mayıs 2023 Cuma

Bu kaçıncı?

 Bu kaçıncı yazı, güzel şeylerden bahsedeyim deyip yine ülke gündemine dönmem? Bu kaçıncı yazı, siyaset konuşmayayım deyip dönüp dolaşıp yine politikadan çıkmam? Hiçbirini yayınlamıyorum, gereksiz çünkü, manasız. 


Dün burada isa göğe mi yükselmiş ne, pazar görünümlü bir perşembe yaşadık. Bütün günü evde twitter fittirmekten beynimi mıncıklamakla geçirdim, twitterdan çıkıp instagrama girdim aa dedem canlı yayında, kaçırır mıyım? Yok dedim böyle olmayacak, boş sokaklara attım kendimi, yoksa sosyal medya zombisine dönecektim. 


İyi de oldu, kitap dinledim. İki yılda tahminimden daha hızlı genişletilen bir ekibe el yordamıyla liderlik etmem bekleniyor, eğitim filan hikaye. Söyleye söyleye sonunda davet edildiğim eğitim ertelenince dedim iş başa düştü, sizin yapacağınız işe…. İşte öyle böyle ha boyna liderlik eğitimleri dinliyorum, izliyorum, okuyorum. Bu aralar Brene Brown’dan “Liderlik etmeye cesaret etmek” kitabını dinliyorum. İngilizcesini alıp başlamıştım ama sarmamıştı, yürürken dinlemek daha iyi geldi. Brene Brown’ın diğer kitaplarını (“mükemmel olmamanın hediyeleri” , “cesur yanınızı kucaklayın” “kuvvetle ayağa kalkmak” ) daha çok beğenmiştim, nedense bu kitapta aynı samimiyeti yakalayamadım. 


Yürürken kitap dinlemek özellikle de kişisel gelişim bana çok hitap eden bir çözüm oldu. Hem iyi bir müzik dinleyicisi olmadığım için hem de bazı bazı kitap okumaya zaman bulamadığım için. 


Okumak deyince, Kindle’dan okumak çok rahat olsa da, ara ara kitap kokusuna ihtiyaç duyduğumda kitaplığıma dönüyorum, hala okunacak onca kitabımın olması şahane! Türkiyeye her gittiğimde kitap yüklenip geldiğim için kitaplık hiç eksilmiyor malum. İzmir’e gitmeden önce başladığım ve yanımda götürmediğim Yaşar Kemal * Bir ada hikayesi bitmek üzere, ne güzel ne başka bir lezzet Yaşar Kemal okumak, tarifsiz bir okuma keyfi. İzmir’deyken Sıcak Kafa’yı epey ilerlettiydim, malum dizisi Netflix’te ilk sezonda sonlandırılınca ve de kitaptan uyarlama olduğunu öğrenince, meraktan kitaba şans verdim. Açıkçası dizisi kitabından daha iyiymiş, sahi niye ikinci sezonu çekmediler ki?


Bu aralar izlediğim hiçbir şey yok. Aile dizisine maç akşamları “bakmayı” saymazsak tamamen Türk haber kanallarına ve siyaset tartışmalarına kendimi teslim etmiş bulunmaktayım. Seçim bitse de boşbeleş dizi bakmalara geri dönsem…


Yarın tekrar oy vermeye gidiyoruz, her ne kadar yurtdışında yaşayan insanların oy vermesine karşı olsam da, sırf tayyipçilere meydanı bırakmamak yine yollara düşeceğiz. Umut var mı yok mu, ortaya karışık, biz bize verilen görevi yerine getireceğiz. Görevimiz, hepimizin görevi, laik Atatürk Türkiyesine sahip çıkmak. 

15 Mayıs 2023 Pazartesi

Biri umut mu dedi?

 Umudumuzun kalmadığı onlarca durumun içinde yurtdışına taşınma kararı almıştık. Tam da “bu ülke bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” kafasıyla alınmış bir karardı. Gezi ile darbe girişimi arasında bir zaman diliminde senelerce konuşulmuş, sindirilmişti. Ani değildi, ama netti. Umudumuz kalmamıştı, öyle sanıyorduk ama Belçika’ya taşındığımızdan beri defalarca umutlanmışız. Nerden mi biliyorum? Çünkü defalarca umutsuzluğa dönüştü o umutlar. Hayalkırıklıklarında fark ettik. Bir de üzerine kızdık kendimize, ne diye umutlandık diye.


Beş yıldan fazla oldu, geldiğim için hiç pişman olmadım ama kendime şaşırdım, umut beslemeye devam ediyor olmama şaşırdım. İnsan ikametini değiştiriyor da, sevdikleri için kalbinin sızlamasını değiştiremiyor. Bugünden sonra yurtdışına yerleşmek isteyenler artacaktır, onları çok iyi anlıyorum, haklılar, lakin kalplerin sızısı gerçeğini de bilsinler isterim, umutlar tükendi sanılırken hiç tükenmiyormuş, farkında olsunlar isterim. İsterim ki, bir gün dönecek bir ülkemiz kalsın, umutlar tükenmesin. 



Bize düşen umutla devam etmek.

Kızkardeşlerimiz için

Çocuklarımız için

Kızlarımız için

Bir gün eğer istersek dönecek bir ülkemiz olması için.

14 Mayıs 2023 Pazar

Baharlar gelecek

Gece rüyamda bizim yurtdışı oylarını götüren uçak düşüyor haberi geliyordu, sonra uçağın düşmesi mantıksız gelmiş olacak, rüya değişti, uçağın düşmediği fakat oyların çalındığı bilgisi geldi. Rüya işte bir yandan o kadar oy attık boşuna mı gitti diyorum, sonra aman zaten Belçikada hep 70% üzeri çıkıyor isabet olmuştur düşüncesinde kendimi rahatlatıyorum. Öyle uyanmışım.

Sabahın köründe uyanmak da fena, attık kendimizi dışarı. Mahallenin pazarına gittik, anneler günü vesilesiyle ayrı bir çiçek coşkusu vardı. Herkesin elinde bir demet çiçek.






Dönüşte Areklerle karşılaştık, şampanyaları buzdolabına atmak ve gece karşılıklı balkonlardan patlatmak üzere anlaştık. Ayşe korna çalarak caddelerde tur atmayı önerdi ama laf aramızda yemedi. Bu insanlar 10 yaşından beri bu distopyayı yaşıyorlar daha ne kadar haklı olacaklar! ÜGerçi bizim sitedeki yerli komşular da bizim kadar heyecanla sonucu bekliyor. Yan komşular “gönderiyor musunuz bu sefer?” Diye soruyorlar, hadi inşallah diyoruz inşallah. 

Gün geçmiyor. Temizlik yaptım yemek yaptım, kişisel bakımlar yaptım, şimdi de ütü yapacağım. Hadi artık akşam olsun.

Rüya gibi her şey. Biz mi başka taraftan bakıyoruz biz mi fazla umutluyuz yoksa gerçekten bu defa olacak mı.. Rüya gibi derken kabusa uyanmasak… heyecan dorukta, elimiz kalbimizde. Çok acayip zamanlar çok… buraya not olsun şampanyaları patlattık diye haber edelim tertemiz mis gibi kutlamalar olsun.🫶🏻


7 Mayıs 2023 Pazar

İzmir’den sonra

Önce İstanbul vardı. İş için dört gün, 27 yıllık arkadaşlarım için iki gün. Yüksek dozda sosyallik yetmemiş olacak ki, İzmir’e gittim. Gittiğim gün ve saat, Rte mitingine denk gelmeyeydi iyiydi. Beni havaalanından almaya gelen ailem telef olmuş yollarda, her yer her yol kapalıymış. Onlar geriye eve dönerken ben güç bela taksiyle aynı saatte evde kavuşabildik. 

Ertesi gün CHP mitingi de olacak denince, yazlığa kaçtık lakin manasızmış, Kılıçdaroğlu yüzünden tek bir yol kapanmamış. Farka gel! 


Yazlığın mayıs gülleri

Yazlık ve mayıs gülleri, 44 yaşımın son günü için muhteşem bir fon oldu. Ve tabii ki sahilde gün batımı. Bahçede ıslak çimlerin üzerinde içilen buz gibi akşam üzeri birasından sonra sahile indim. Ayaklarımı dizlerime kadar denize soktum. Günü batırırken kırk dördüme veda ettim. Güzel yaş mıydı? Bilmem ki… 



Zor bir yaştı. Bir yandan kırklarımın keyfini çıkardığım, bir yandan her hafta aldığım terapilerle kendimle yüzleştiğim, yoğun yorucu bir yaştı. Bahsetmemiştim değil mi, terapileri bitirdik. Terapistim devam etmemize gerek olmadığını söyledi, iyi haber. Sorsan, bende hala panik ataklar, stres altında baş dönmeleri var, araba kullanabiliyor musun dersen hala şehirlerarası çevre yollarında rahat değilim ama bir şekilde yönetiyorum diyelim. 



Her şeyden önce yılbaşından beri üzerimdeki o “sal gitsin” “olacağına varır” “su yolunu bulur” “hayırlısı ise olsun” kafaları iyi kafalar. Kader de, alınyazısı de, zorladıkça bir yere varmadığını, çok zorlamaların hayır etmediğini fark edip de kabullenişlere yelken açtığımdan beridir, iyiyim. Flamanca kurslarına devam edemiyor muyum, etmiyorum. İlker çalışmıyor mu, çalışmasın. Buralara geldiğimizden beri fakirleştik mi, fakirleştik ne yapalım…. Son olarak da sınırsız oturum iznime cevap gecikti mi, gecikti, ne oldu neden oldu, niye benim başıma geldi isyanları yok, yok … Bu kafa nereye varır bilemem, şimdilik bu huzurla devam. 


Dediğim gibi 44 zor bir yaştı, hem özel hem iş hayatında çok zor bir yıl yaşadım. 


45 tüm kolaylıkları, huzuru ile gelsin.


Sahilde 44’ümün son güneşini batırdıktan sonra eve döndüm, babamla mangalı yaktık, rakıları açtık, oh be mis canımıza değsin.


Doğum günüm şahaneydi, Zeyneplerle günü geçirdim, ablamlarla devam ettim ve evde beşinci pasta ile tamamladım günü. Belki kocam ve oğlum yoktu ama herkes vardı, tüm sevdiklerim… şahaneydi. 


Her günüm sevdiklerimle uzun sohbetlerle geçti, bir haftadan biraz kısa ama tam dozunda. 


Bugün bir pazar klasiği olarak bir saatlik mahalle sokakları yürüyüşümü yaparken, tüm gün yapan yağmurun toprakta yarattığı kokuyu içime çeke çeke şükrettim, yokluğumda yeşillenen her dala, açan her leylağa, her morsalkıma, yağan her damla yağmura şükrettim. 









Hayat güzel şey, yaşamak içine çeke çeke yaşamak güzel şey. 

24 Nisan 2023 Pazartesi

Göbek önden göt beriden

İki post evvel yemek için yaşayanlar kulübünden bahsetmiştim. Eşbaşkanlar ben ve muhterem. 

Muhterem bir tık daha manyak eminim. 

Şöyle ifade edeyim. 

Bir pazar sabahı düşünün. Brüksel’de pek nadir bir olay olarak güneş bulutların arasından günaydın demiş, allahım başımıza taş yağacak! Muhteremle sabah kahvelerimizi yudumlarken anlaşmışız, öğleye kalmadan yürüyüşe çıkacağız, hem de gezinti filan değil ha, yüksek tempo bir saat yürüyeceğiz. Belçikalıların meşhur uygulamasından baktık, teyit ettik, yağmur öğlene kadar yok. 

Spor kıyafetlerimizi giymiş, çıkmışız yola, hedef 1 saatte 6km”den fazla yürümek. 

Kiraz ağaçları çiçeğe vurmuş, kimi taçyapraklarını döküvermiş, yer pembe, dallar pembe ben pembe coşmuşum, her yeni gördüğüm çiçekte muhteremi dürtüyorum, bak geçen bunlar tomurcuktu, nasıl da açmış hey yavrum be!! 


Muıhterem ne dese beğenirsiniz? “Kahvaltıda ne yiyelim?” Ay ne bileyim peynir ekmek yumurta … “İtalyan marketine gitsek de mortadella salami alıp baget ekmeğe sandviç yapsak mı” yürüyüş yapıyoruz ya düzgün mü beslensek? Yok yok o sandviç çok iyi hem rotayı değiştirirsek hem markete gideriz hem de yine 1 saat yürümüş oluruz yağmurdan önce eve varırız. 

Serde oburluk var hayır diyebilir miyim? Demedim.

Yaptık aynen dediği gibi yaptık. Sandviçlerden sonra göbeğimizi kaşırken bundan sonraki pazar sabah yürüyüş rotamızı belirlemiş olmanın haklı gururuyla birbirimizi kutlamaktaydık. Evet yine bir etkinliği lezzete bağlamıştık.

O yazıda yorum yapan Ahu, acaba Brükselde yemek işine mi giriyoruz, acaba haber mi veriyoruz diye bir beklentiye girmiş, ayol biz o işe girsek iki günde batarız, pişirir pişirir biz yeriz. 

Yeriz ama iyi yeriz. Nitekim durumlar fena … neden dersen kilolar aldı başını gidiyor, yürüyüşmüş egzersizmiş efendime söyleyeyim yogaymış hikaye, bizim göbek önden gidiyor, göt arkadan çekiyor. 


Biraz dikkat mi etsek, az mı yesek, temiz mi yesek derken dün büyük bir özveriyle Antwerp’te bulduğumuz şahane dönerci teklifi ile üstüne cila atabileceğimiz falafelciyi reddettim. Kendimle gurur duyuyorum, tabii ertesi sabahına kolum kadar ekmeğe sandviç yemeyeydim iyiydi. Neyse ne diyordum gurur. Evet diyet konusunda kendimle gurur duyduğum tek konu yemekleri ofise evden götürmek. Diğer bir deyişle sefer tası ecnebicesi lunch box.

Konuyu ve iki evvelki postu bağlayacağım şey şu ki, evden işe sefer tası - lunch box götürüyorsanız da bunun bile bir özeni, raconu zevki lezzeti olacak. Ofiste lunch boxlarıma iltifatlar aldığımı fark edince, bana göre gayet sıradan olan bu rutinin başkalarına ilham vereceğini düşündüm ve Lunch box tariflerimi paylaşmaya karar verdim. Salata ağırlıklı bir seri olacak, baştan söyleyeyim ;)

23 Nisan 2023 Pazar

Yalnız kalma korkusu bir gizli toplumsal şantaj olabilir mi?

“Me time” mı diyorlar, ay hiç bilmiyorum, Türkçe meali kendinle geçirilen zamanlar. Yaşlandıkça bu süre artıyor. Neden biliyor musun? Çünkü yaşlandıkça kendini daha daha çok seviyorsun. Yani en azından ben daha çok seviyorum. 

Canım kendim. 

Tatlı kadınımdır ben, yani ben ben olmasam, arkadaşım olayım isterim yani. Bir tek şu var ki, ben biraz götün önde gideniyim. Yani bir an “hepinizi döverim” bakışı, bir an “seni sevgi manyağı yaparım” modu. Stabilite arıyorsan ya net içedönük ya net dışadönük insanla ilişki kurmak istiyorsan ben seni tutmayayım ama ben öyle ortaya karışık. 

Bu kişilik tipinin başkaları için kolay olmadığına eminim ama nasıl desem… kim takar? 

Diğer yandan kendimi pek çok sevdiğim zamanlar kimselere ihtiyaç duymamak ve müthiş keyif almak kendinden… işte bu, bacım-kardeşim herkese temenni ettiğim şahane bir özgürlük.Yalnız kalma korkusunu bir nevi sinsice gelişen şantaja bağlayıp son verseydik ve sadece kendimize tutunsaydık ne olurdu? Yemek yerken yalnız olmanın nesi kötü? Peki ya yalnız içmenin, yalnız alışveriş yapmanın nesi o kadar korkutucu? İlla bir refakatçi mi olmalı sosyal bir aktivitede?  

Dün sabah İlker Arca’nın maçını izlemek istedi, ben merkeze inip alışveriş yapmak. Beni yalnız bırakıyor endişesi vardı onda, bende oh be kendimle takılacağım hevesi. 

Dükkanlara girdim, reyonları gezdim, kendimle konuştum bazı bazı. Bundan bende var, allah giymek nasip etsin, baktın iyi hissettirdi, gelir alırsın, şimdi acele etme dedim kendime, bazen de ay bu Duruya iyi olur alayım, dedim, kendime hep kendime. Birkaç dükkan sonra yağmur bastırdı, şemsiyeden yana tedarikliydim, bir telaş arayan İlker’e burda da yağıyor sorun yok, keyifler yerinde dedim, ben ve kendimin. Evde mi yiyecektim? Bilmem acıkırsam girer bir lokantaya yerim diye düşünmüştüm, kimsenin bana göre plan yapmasına gerek yoktu, ay bu nasıl bir özgürlük keyfiydi… 

Acıktım ama, evde yumurta kırmayı tercih ettim - bütçemi aşan o kadar alışverişin üstüne - tramvayda kitap okudum, caddeleri seyrede seyrede geldim eve. Duraktan eve yürürken… Nasıl temiz sakin bir yağmur, ne rüzgar var ne sağnak… usul usul yağıyor. Tam “acıkmasam böyle bir bir saat daha yağmurun altında yürürüm” diyordum ki sitenin bahçesinde bu çıktı karşıma, merhaba lale ;)


18 Nisan 2023 Salı

Yemek için yaşayanlar kulübü eş başkanları

Sene 1996 bilemedin 1997…

Bir belediye otobüsünün arka koltuğunda “çıkma teklifi” (gençler bilmez, bizim zamanımızda çıkma teklif edilirdi)  alalı ve de naçizane kabul edeli bir sene olmamış daha…

90larda biz :)

Kordon’da gezerken bir de bakmışız ki aynı fakülteyi kazanmışız, aynı binada ders alıyoruz, her teneffüs her öğlen her allahın günü birlikteyiz, ne çabuk sevgili buldun diye soran yurttaki kızlara  “yok ben bulmadım yanımda getirdim” diye cevap verişim. o yıllarda üniversite tercihlerini ÖYS’den önce yaptığın için uğraşsan denk getiremezsin.


Kadere inanası gelir insanın, öyle bir tesadüf. 


Fakülte yıllarının ilkinde bir gün, fark ediyoruz ki biz akranlarımız gibi barlarda partilerde kopmaktan ziyade  restoranlara gidip yeni yemekler keşfetmeyi, yeni lezzetlerin peşinden olmadık yerlere girmeyi seviyoruz. Akranlarımız partilerde kopuyor biz şarap evlerinde panelenmiş peynirlerle şaraplar deniyor, akabinde muhteremin evinde deniyoruz yeni tadımları. Yılbaşı hediyesi Jack Daniels alıyorum daha yirmi yaşında değilim, biliyorum ki rafine zevklerine muhteremin, ancak Jack abi cevap verebilir. Bir muhterem kolay olunmuyor.


Bebekte iyi bir lokanta bulmuşsak ve dönüş yoluna cebimizde kuruş kalmadıysa, Beşiktaş’a kadar yürüyoruz, yürürken yediklerimizden sohbet ediyoruz, konu hep aynı “evde nasıl yapabiliriz?” Yaparız lan ne ki, bir de iyi şarap bulduk muydu…


Turistik bir mekan gezecek miyiz - Yerebatan Sarayı olur, Sultanahmet Aya Sofya olur - evvela oralarda ne yiyeceğiz, bunu araştırıyoruz, Google maps yok ki anasını satıyım. 


Lokantalarda yediklerimizi evde denemek birlikte yemek pişirmek bizim tutkumuz… Evet daha yirmilerimizin başındayız. O yıllar daha farkında bile olmadığımız ortak bir tutkumuz var, yemek.


İnternetin yaygın olmadığı yıllar, 2000 diyorum öyle bir zamanda, araştırıp da beğendiğim yemek tariflerini bir deftere yazıyorum, kendime çeyizim o defter ve  hala bizimle. 


Bu yemek tutkusu bana çok yeni değil aslında. Yani ilkerle baslamadi.


Kendimi bildim bileli mutfaktayım. Kalabalık akraba sofralarına mantı yapılacaksa, ben sarımsak ayıklar yoğurt çırparım, hamuru kurumasın diye hızlı hızlı kapatmalarda başroldeyim. Yaşım beş.


Yemeklerin salataları, cacıkları benden sorulduğunda daha ortaokula başlamamıştım. Ergen midemi sıvazlamak için akşam üzeri yarım ekmeğe bir sandviç yapardım, ablam çökerdi, bir tane de kendin yap derdi, yapardım. İlk zeytinyağlı dolmamı yaptığımda 16 var yoktum. Yurtta tek göz ocakta dört kişiye tencere yemeğinin yanına mis gibi tereyağlı pilav yapardım da, yurt müdüresi bile şaşırırdı. 


Demem o ki, yemek yaparım, iyi yaparım. Hep böyleydi. 


Annemin babamdan şikayet konularından (epey var) biri yemektir. Annemin sık sık “biz yaşamak için yemiyoruz yemek için yaşıyoruz” dediğini duyarsınız. Sebebini, az yemekle birlikte iyi yemek yiyen, gıdasından ve daha ziyade gıdasının keyfinden asla taviz vermeyen babamın boğa burcu olmasına bağlayabiliriz. Bu yaşıma kadar yemekten zevk almayan bir tane boğa burcu mensubu görmedim, göreceğimi de sanmıyorum.


Burçlara inanın inanmayın, bazı birtakım net özellikleri vardır burçların. Koç rekabetçidir, Başak düzenlidir, Oğlak disiplinlidir, Yengeç duygusaldır, Akrep kincidir, Terazi çalışkandır, estetiğe düşkündür, Kova özgürdür, Aslan liderdir, Balık duygusaldır … 


Boğa boğazına düşkündür. Yemek için yaşar. 


Yükseleni terazi olan bir boğa olarak yemeğin iyisine düşkün , velakin sadece yaşamak için yiyenlere hayran bir kimseyim. Mutfağı zaman zaman yasaklamak zorunda kaldığımız muhteremin boğa olduğunu belirtmeme gerek var mı bilemedim.


Yirmi yedi yıllık ortak tutkumuzun yemek olması ve bunun belki de boğa burcu olmamızdan kaynaklanması sürpriz olmasa gerek, baksana tüm taşlar yerine oturuyor.


Bu uzun girizgahtan diyeceğim şu ki… 


Bazı insanlar yemek yemeği unuturlar.

Bazı insanlar ne yiyeceklerini düşünmekten öyle sıkılmışlardır ki bilim iki hap atıp doyalım desin diye hayaller kurmaktadır.


Bazı insanlarınsa hayattaki tutkuları lezzettir.


Bu insanlar, bir lokantaya gittiklerinde yemeğin detaylarına inerler, var böyleleri, yediklerinin içindekileri tahminlerini romantik bir yıldönümünde karısına not aldıran.


Bunlar ki, sms okumaya üşenir ama ansiklopedik yemek kitaplarını hatmeder, vardır yani…


Bu gibi birtakım yemek düşkünleri sosyal aktivite olarak yemek yaparlar, yaptıklarını komşulara dağıtırlar. Böyleleri yemek yiyecek yer bulamaz, zira Michelin yıldızlı lokantalarda yiyemezsiniz onların yemeklerini, vardır böyleleri. 


Bir arkadaşım hayat arkadaşını seçerken ortak tutkularının ne olduğuna baktığını söylemişti. Evet yaş ilerlemişse farklı şekilde inşa edilmiş hayatları birleştirmek gençliğe nazaran zor olabilirdi, bunu kabul etmek lazımdı, lakin eğer bir çift tek bir ortak tutkuda buluşuyorsa bu, hayat arkadaşı olmalarına yeterdi. 


Yaşadığımız evlerin en kıymetli mekanlarının mutfak, en önemli sohbetlerin yapıldığı yerin mutfak masasının etrafı, en heyecan verici sohbet konularının ne pişireceğimiz olması tesadüf değil. 


Bugün yirmi yedi senelik aşkıma baktığımda fark ediyorum ki, bizi birbirimizden farklı kılan onlarca şey varken hala birimize bağlayan tutkularımız var, biri yemek yemek, diğeri yeni yerler keşfetmek - ama illa ki keşfettiğimiz yeni yerlerde ne yiyeceğimiz :))


Yaşasın yemek yemek!




16 Nisan 2023 Pazar

3N 1 ben: Nisan

 Nisan

Dün bahar şöyle bir göz kırptı ama fazla yüz vermeden kaçtı saklandı yine. Pazar sabahında yine bulutlarla birlikteyiz, bekleriz.

En Avrupalı özelliğimin havalardan şikayet etmek olması an meselesi. 

Ve de güneşi gördüm mü kendimi dışarı atma telaşesi.

Dünden, Louisa caddeleri: Güneşi gören masum Avrupalı kendini sokaklara atar


Asimile oluyorum a dostlar! 


Hemen her ay bloga naklettiğim (3N; ne okuyorum ne izliyorum ne yapıyorum) üçlememde Nisanın en önemli konu başlığı seçim. Hani N’ye sokarım bilmiyorum - ki bu da ne kadar önemli , onu da bilmiyorum - lakin seçim, bizim evin en önemli gündem maddesi. 


Her akşam twitter özenle açılıyor, gün içinde neler kaçmış yakalanıyor. Twitter benim, ana akım medya İlkerin paylaşım kaynağı, uzun uzun tartışıyoruz. Haberlerinde hiçbir heyecan olmayan Belçikalılar bizim gündemimizden haberdar. Nerede tatil yapacağız, akşam nerede rezervasyon yaptıralım, haftasonu barbekü mü yapsak gibi sorunları olan bir millet için Türkiye her yeni gün yeni bir renk. Hani derler ya vatandaşı olmasan şahane ülke, işte öyle…


Ne yapıyorum?


Mutfak penceresinden. Kavak ağaçları. Nadir bulunan az bulutlu bir günden.


3000 kilometrelik mesafedeki bir mutfak masasında memleketi kurtarmak, mutfak penceresinden kavak ağaçlarımızın yeni filizlenen sarı-turuncu minik yapraklarını izlemek ve son aylarda işten şikayet etmek dışında pek bir şey yaptığım söylenemez. İşimin en sevdiğim kısmı olan yaratıcılık, diğer öncelikler yüzünden sorun çözmeye kurban gidiyor. Sorun çözmek de yaratıcılık ister, o da bende ziyadesiyle var lakin bu aralar sorunlar o kadar büyük ki, altında ezildiğimi hissediyorum ve bu da bana stres olarak geri dönüyor. 


Geçen postta aynı döngünün içinden çıkamamaktan şikayet ediyordum ya, değiştirdim. Alışkanlığa dönüşmeye başladığını fark ettiğim iş dönüşü iki kadeh şarap içmeyi bıraktım. Alışkanlığı tetikleyeni bulduğunuzda ve de onun sağladığı ödülü fark ettiğinizde, ödül aynı kalmak koşuluyla rutinin yerine başka bir rutin koyarsanız alışkanlığı değiştirirsiniz. 


Ben de şarabın yerine birayı koydum puhahahhah

Her günün çorbası :)))


Yok lan şaka yapıyorum. Tetikleyen, stresi atma, gevşeme ihtiyacı, ödül ise sakinleşmek, gevşemek ve de keyif almaktı. Aynı ödülü verecek başka şeyler soktum araya, mekanizma işledi. Ne mi? çay, aromatik yağlar, uzun banyolar ve kişisel bakım ve de komedi izleyip okumak. 


Bu yukarıda bahsettiğim mekanizmayı “Alışkanlıkların gücü” kitabında okumuştum. Belki alkolikler veya madde bağımlıları için uygulaması zordur ama benim için zor olmadı, üstelik alkolün ertesi günü baş ağrısı gibi, uykusuzluk gibi yan etkilerini silmiş olması da ekstra ödül hanesine yazıldı.


Bazen bazı formülleri uygulamak için sadece okumak yetmiyor, bazen birilerinden daha duyarsanız, daha iyi ikna oluyor, pratiğe dökünce de daha iyi içselleştiriyorsunuz. Küçük Joe’nun önceki posta yorumu gibi… 


Yorum demişken ipad veya telefondan yorum cevaplamayı aylardır beceremiyordum ya, ayarları değiştirdim oldu! Evet belki tam yorumun altına cevap yazamıyorum ama en azından bir sonraki yorumda isim belirterek cevaplayabiliyorum. Çok mesudum! Cevaplamayacak diye yorum yazmaktan vazgeçenlerdenseniz artık vazgeçmenize gerek yok salın gitsin.


Ne okuyorum?


Tarık Dursun K.’dan ikinci kitabı da bitirdim: Rıza bey Aile evi. 



İzmirli olduğum için mi

Babamın İzmir’in 1950’lerini dupduru anlatışına benzetmemden mi

Yazarın insan hikayelerini anlatırkenki sadeliğinden mi

Yoksa bir roman okumaktan ziyade bir film izler gibi sürüklenip gittiğimden mi çok sevdim? 

Bilmiyorum.


Bildiğim tek şey, İzmir’i özlemişim. Canım İzmir güzel İzmir.


Bir de yeni bir Yaşar Kemal romanına başladım: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana.

Benim Yaşar Kemalle ilgili en büyük hüznüm çok geç başlamam. 

Öle bayıla okuduğum yazarların ortak özelliği bu, geç tanışmak. Bana her muhteşem kitap “keşke daha önce okusaydım” dedirtiyor. 


Daha az kişisel gelişim daha çok roman, öykü. Ancak böyle arayı kapatabilirim.


Ne izliyorum? 


Ayak işleri


Geçenlerde çay içmeye uğrayan Arek ve Ayşe tavsiye etmişti. Önce İlker başladı diziye. Ben ne de olsa “akşam on yatağa kon”. O kadar eğlenceliymiş ki, bir tur da birlikte izliyoruz. İlaç gibi geldi. 


Maç olduğu akşamlar, çalışma odasına sepetlendiğimden Aile dizisine bakıyorum. Burada “izliyorum”dan ziyade “bakıyorum” daha doğru bir ifade zira kendini verip de merakla izlenecek bir dizi değil bence. Oyuncular güzel, oyunculuklar şahane ama işte o kadar. Bilmem belki güzelleşir. Dizinin tek iyi tarafı otuz bölümde bitecek olması. Dizinin kısası makbuldür.


Sosyal medyayı sallayan Kızılcık şerbetine hiç yeltenmedim, mesafemi koruyorum, ne dersiniz izlenir mi?


E siz neler izliyorsunuz, neler okuyorsunuz bu aralar?


PS: şimdi yazarken fark ettim de, gündeminden romanına dizisine bu aralar epey yerli ve milli takılıyoruz, tesadüfün böylesi.


10 Nisan 2023 Pazartesi

Kendinin daha iyi bir versiyonu hakkında

 Bir Paskalya tatilinin daha sonuna geldik. Tatil dediysem de hafta sonunun kuyruğuna eklenen pazartesi işte. Öyle stresli, yorucu ve depresif bir haftaydı ki öncesi, bu uzun hafta sonu bana yetmedi. Geçen yılın iyi sonuçlarını kutlamak için organize edilen öğle yemeği partisinde kendimi yine şikayet eder buldum, halbuki ne güzel bir nefes alma vesilesiydi. Yok tadını çıkaramadım. O haftaya ait işle ilgili hiçbir şeyin tadını çıkaramadım.

Birkaç hafta önceki döngülerin içinde boğuldum yine, sabah işe git, öğleye varmadan dağıl, yüzünden bile anlaşılsın stresin, eve dön, gevşemek için bir iki kadeh şarap iç, uyuyakal, ama gecenin bir vakti cin gibi uyan, bir türlü uyuyama, uyanamadığın için sabah sporunu atla, sabah duşunu atla, sabah sayfalarını meditasyonunu ve sabaha dair her şeyi atla, fincan fincan kahve iç sabah, yine öğle olmadan dağıl… hop başa dön, hep başa dön.


Uzun lafın kısası… Bu uzun hafta sonu öncesindeki hafta da önceki birkaç hafta gibi kendimin çok çok kötü bir versiyonunu yaşadım ve bundan hiç hoşlanmadım.


Kendinin daha iyi bir versiyonunu yaratmak üzerine düşünüyorum ne vakittir. 

Evin yakınındaki ormanda 10kmlik yürüyüşümüzden bir hatıra  - Ukkel Brüksel


Daha iyi bir versiyonumun tanımını yapmaya çalışıyorum. Sayfa sayfa yazıyorum onun hakkında, cilt cilt kitaplar okuyorum. Nefeslerimi bilinçle alır verirken gözlerimi kapatıp düşünüyorum. Kendimi iyileştirmenin yollarını el yordamıyla bulmaya çalışıyorum.


Önüme yazılar düşüyor internette… 5 a.m. Club, sabah rutinleri, kendimle whatsapp grubumda linkler paylaşıyorum onunla, açıp okur çünkü daha iyi versiyonum, daha iyi versiyonlar böyle gelişmeler için zaman ayırırlar. Zamanları olur.


Zamanları olur.


Okumaya, yazmaya, çalışmaya, yakınlarına, sevdiklerine, yapmak istediklerine her şeye zamanları olur en iyi versiyonların. 


Peki zaman dediğin meret herkes için aynı ise, yani herkesin yedi gün yirmi dört saati varsa, nasıl oluyor da bu iyi versiyon türleri bu zamandan daha çok pay alıyor?


Seçiyorlar. Evet o zamanı nasıl değerlendireceklerini seçiyorlar bu iyi versiyon kardeşler. Döngüyü kırıyorlar, zarar gördükleri ya da göreceklerini fark ettikleri döngüye çomak sokup dönüştürüyorlar. Daha iyi seçimlere dönüştürüyorlar. Çünkü her zaman daha iyi seçimlere dönüştürme güçlerini buluyorlar. Bu gücü sevgiden alıyorlar, kendilerine olan sevgilerinden. 


Her şey sevmekle başlıyor, her şey sevmeye varıyor. 


Kendini sevmek.


Kendinin daha iyi bir versiyonuna dönüşmek, kendini değiştirmek değil, kendine kaçmayı aklından bile geçirmeyeceği bir hayat yaratmak.


Kendine, kendinin daha iyi bir versiyonuna dönüştürecek bir hayat yaratmak ve o hayatı yaşamak. İşte hepsi bu.