18 Şubat 2013 Pazartesi

Balık yemeyen cüce bir kuru ekmeğe talim

Arca’nın geçmişini bilenler daha iki yaşında iken bir orta boy çipurayı silip süpürdüğünü hatırlarlar. Geçmişini şeettiğimin cücesi! Senesi oldu, balığa yanaşmıyor. En son balık konusunda endişelerimi dile getirdiğimde “antin kuntin tariflere bulaşmadan yemek yedirme konusunda ahkam kesiyordum. Ispanakta son derece faydalı olan özendirme politikasının balıkta sökmediğine değinmeme bilmem gerek var mı?

Nereden baksan bir yıl olmuş, bir bütün balığı bitirdiği günleri geçtim, birkaç lokma yediğinde zevkten dört köşe oluyoruz. Kendimce zorlamadan çok şey denedim. Balık ekmek, “önce balık sonra makarna” olumlaması, envai çeşit ve pişirme tekniği ile farklı balık sunumları ve hatta İglo’nun kıtır balıkları… Sadece balık ekmek işe yarar gibi oldu, geçen bir sene içinde birkaç defa yediyse böyle yemiştir. Yanına da illa ki salata.

El kadar bebeyken bir bütün balığı ekmeksiz götüren çocuğun bu halleri düşmesi acı verici tabii ki. Balık mühim balık şart. En azından bence… Empati de kuramıyorum zira bende çiğ balık kokusundan bile aşerme görülebiliyor.

Misal dün İlker’in işleri olduğu için Güzelbahçe’deydik. O işlerini hallederken biz Arca ile telaşsız baş başa bir günün tadını çıkardık. Şantiyenin yakınındaki keçileri ebegümeci otlarıyla besledik, tavuklara yem verdik, bol bol koştuk açık havada. Dönüşte İlker aklımı çeldi. Balık ekmek. Aç mıyız değil miyiz derken bir baktım büfedeyiz. Var ya hayatında böyle sardalye yememişsindir. Kendimizden geçerken Arca’ya da teklif ettik tabii ki “ı-ıh” dedi. Varmadık üstüne, kuru ekmeğe talim etti. Oradan balık haline geçtik, zira balık ekmek kesmemişti, kalamar tava ve bira ile cilalayacaktık öğünü.

Arca’nın ekmek kemirdiğini gören haldeki otçu köylü teyze bile karıştı “buna ekmek vermeyin, sulu yemek de yesin” dedi. Hey allahım! Sana ne teyze, çocuk benim çocuğum!

Çocukların yemek yiyip yememesi toplumsal bir sorun mu?


İştahsız ve eskiden yediği yemeklere ilgisiz olduğu dönem "kendi haline bırakmamız" çok tepki almıştı.

Bir süre sonra İlker de ben de sofraya kurallar koymaya, sert yapmaya kalktık. Özellikle makarnanın çığırından çıktığı dönem. Bakmayın ekmeğe talim ettiğine, Arca normalde ekmek yemez. Ekmek yemediği ve makarnaya da çok düşkün olduğu için önden sebzesini bitirmek koşulu ile yardımcı yemek olarak tereyağlı makarnasına katiyen karışmadık bir dönem. Lakin iş değişti, ana yemek porsiyonları küçülmeye ve hatta ağza sürülmemeye başladı.

İlker’in tepesi o kadar attı ki, bir hafta makarna pişirmedik evde. Gözümüz dönmüş bir şekilde zorla enginar yedirmeye kalktığımız o gün Arca gibi iştahlı bir çocuk kusmanın eşiğine geldiğinde “hop n’oluyoruz!” diye silkindik.

Evet sofrada sorunumuz vardı. İnatlaşma, okulda yediğini evde yememe, kendi başına yemek istememe, az yemek çok abur cubur yeme, eskiden çok severek yediği yemeklere (karnabahar, kereviz) dokunmama, yeni tatlara yanaşmama… Her şey bize bir sorunu işaret ediyordu.

Lakin sorun Arca’da değildi, bizdeydi.

Bunu anlamak için “Çocuğum yemek yemiyor” kitabını okumam gerekiyormuş. İlk duyduğumda "bize gerekmez Arca öküz gibi yiyor" diyerek burun kıvırdığım kitap... 

("Çocuğum yemek yemiyor" kitabından alıntılar ve daha fazla detay için  Blogcu anne Elif'in yazısına göz atmanızı tavsiye ederim. bu yazıyı okuduğumda burun kıvırmış, yaklaşık üç sene sonra aynı duruma düşünce fellik fellik kitabı aramıştım:) ) 

İki saatte okudum kitabı. Tabii ki bizimle ilgili olan kısımları. Zira emzirme ve katı gıdaya geçiş konusunda bu kitabı okumuşçasına içgüdülerimizle doğru hareket etmiş olduğumuzu fark etmem için ilk birkaç sayfayı incelemem yetmişti.

Kaybettiğimiz şey içgüdülerimizdi.

Ezberden gider olmuştuk. “Az yiyor” diyenlere inanıyorduk, “küçücük kaldı” diyenlere hak veriyorduk. Tamam belki TV’nin karşısına oturtup tıkıştırmıyorduk lokmaları, belki peşinden koşmamaya çalışıyorduk yesin diye ama kırk takla atıyorduk.

Geçmişte çok çok yemek yiyen Arca’nın şimdi kuş kadar yemesine anlam veremiyorduk, halbuki tam da bu yaşlarda çocukların büyüme hızı çok da yüksek değilmiş ve aslında Arca kitapta anlatılanlara göre çok yiyormuş. Yemek seçmeyen, okulda önüne ne konsa yiyen, evde ise yemek ayıran hallerine “inat” diyorduk. Hepimizde olan o “damak tadı” değişikliği nedense çocukta olamaz gibi geliyordu ve işin kötüsü bunu bir savaşa çeviriyorduk. Canı istedi mi pek güzel kendi yiyen ama akşam oldu mu anası yedirsin isteyen hallerine “naz” diyorduk.

Bıraktık… Çünkü zaten savaşmanın varacağı bir nokta yoktu. Bu dönemin öncesinde önüne koyduğumuzu öyle böyle yiyordu, az yedin çok yedin tantanası yapmıyorduk. Üstüne düşmemeye devam etsek belki bir dönemdi geçti diyecek yolumuza devam edecektik. Çocuğu da kendimizi de birkaç hafta epeyce hırpalamış olduk boşu boşuna.

Hala özeleştirilerim var. Mesela çok üzerinde durmuyorum şu anda ama içimden geçen; iki buçuk yaş öncesine dönüp evde ne kadar sağlıksız abur cubur varsa kapının önüne koymak! Cips ve jelibon konusunda kurallarım net. Ama bisküvi, çikolata ziyadesiyle mevcut evde. Meyvesini sebzesini etini yiyen çocuğun çikolatasına karışmak istemiyorum ama diğer taraftan ağız tadını değiştirenin bu yapay şeyler olduğunu da aklımdan çıkaramıyorum.

Uzun lafın kısası bir sene öncesine döndük, durmuyoruz üzerinde. Ağzına göre oldu mu yiyor. Ete itiraz yok mesela, buna da şükür sonuçta protein.
Bkz. "hunharca katledilen pirzola" sanatsal çalışması:)

Burun kıvırdıklarında gelişme var mı var, mesela yeşil mercimek yemeğini de eskisi gibi yemez olmuştu, baktım geçen gün ikinci kaseyi istiyor.

Ha balık dersen… Mis gibi balık dururken bir kuru ekmeğe talim hala maalesef:(

Baktım olmuyor, on beşine geldi mi rakı balık kültürümüzü aşılar yediririm bir şekilde : )


4 yorum:

laleninbahcesi dedi ki...

Yeliz her yazına örneklemelerle yorum yapma hoşuma gidiyor:))
Bizim Naziş, çocukken balıkçıların peşinden koşardı babuk babuk diye, ama 10 yıldır falan ağzına sürmediği gibi balık pişen mekanlardan da kaçıyor. Evdeki her balık akşamı ya da balıkçıya gitmek eziyet. Ama gel görki diğer deniz ürünlerine de meftun. Kalamardır,karidestir löp löp götürüyor.

Mor Bisikletçi dedi ki...

Yeliz evet, savaşmak, kurallar koymak kesinlikle işe yaramıyor. Ben de konuyla ilgili bir kitap okudum yakın zamanda paylaşacağım. Demek damak tatları değişiyormuş ha, evet bizimki de önceden yediği şeyleri yemez olmuştu bir süredir... "Hunharca katledilen pirzola adlı sanatsal çalışma" :) bizde de rövaçta, varsa yoksa kemikli et.

yeliz dedi ki...

evet lale ablacım ağız tadı değişiyor insanın inandım ben:) bir de kızlardan örnek verdin öi mest oluyorum:) Sevgiler

yeliz dedi ki...

oyyy çok sevindim TS'nin et olayına:) sanki iki yaz önce yemiyordu gibi aklımda kalmış:)