Ama öyleydi. Yüzlerini hiç görmediğimiz insanları, yazıları ile sevdiğimiz zamanlar vardı.
Sonra?
Sonra soruyoruz : İçerik öldü mü?
Öldü tabii, helvasını bile yedik cümleten, ruhuna El-fatiha.
Bugün bloglara rağbetin azalmasından şikayet ediyoruz da, önce facebook'la, sonra twitter'da paylaştığımız yüzkırk (pardon ikiyüzseksene çıkarıldı değil mi?) klavye darbesiyle, efendime söyleyeyim, anlık tüketim paylaşım merkezi instagrama verdiğimiz öncelikle, sebebi en nihayetinde bizzat biz değil miyiz? Biz derken blog yazan ve blog okuyanlardan bahsediyorum.
Değişimi önemsiyorum, değişime ayak uydurabildiğin uyum sağlayabildiğin ölçüde hayatta ve güçlüsün. Değişimin gücünü yadsıyamazsın, aksi halde yok olmaya mahkumsun. Demem o değil.
Tüm bu dönüşümün içinde asıl amacı yazmak olanlar, onlar, hep oradaydılar, blog sayfalarında. Bir sosyal medya profili olmanın çok ötesinde yazmaya, yazılarıyla var olmaya devam ettiler, devam ettik. Çünkü bir instagram hesabın olması için her gün bir fotoğraf paylaşman yeterli ya da facebook'ta birilerinin sayfalarında gördüklerini paylaşırsın, gider...
Blog sayfası bundan biraz daha fazlasıdır, emek ister. Hem yazandan, hem okuyandan. Bundan sebep ben blog yazanları da, blogları takip edip okuyan, yorum yapanları da diğer tüm sosyal medya kullanıcılarından - diğer tüm sosyal medya mecralarını asla küçümsemeden - ayrı tutarım.
Blog benim kişisel belleğim gibi. Günün Çorbası blogunu açalı on yıl olmuş. Öyle güzel insanlar biriktirdim ki, bu on yılda... Artık blog sayfalarına yazmayanlarla, diğer sosyal mecralarda takipleşiyoruz, iyi ki... Diğerleriyle yani benim gibi bloglarını güncel tutan o bir avuç insanın yazılarını, değerli birer sanat eseri itinasıyla takip ediyorum (siz de sağdaki blogroll'dan takip edebilirsiniz:) ).
Onlardan biri sevgili Leylak Dalı. Canım Nurşen abla'yı mı Lale abla vasıtasıyla tanıdım, yoksa tam tersi mi? Öyle çok zaman geçmiş ki inan hatırlamıyorum. Benim için onlar sanki hep bir, hep birlikte gibi. İkisine de ayrı ayrı öyle hayranım ki... Onlar belki birer rock star değiller ama benim için blogstar'lar. Onlar emekliliklerini köşelerine çekilmek için bahane değil, yeni yaratımları için fırsat bilmiş şahane kadınlar. Bugüne kadar okuduğum kitapların pek çoğuyla beni tanıştıran, anneliğimin en salak (evet ama hepimiz salaklıklarımı biliyoruz :P) evrelerinde beni silkeleyip, "su yolunu bulur" diyerek sakinleştiren ve bunu birkaç paragraflık yorumlarıyla başarabilen muhteşem insanlar.
Lafı uzattım ama bir sor, neden?
Çünkü Leylak Dalı Nurşen abla'nın kitabı birkaç gündür elimde. Çıktığı dönemde İlker İzmir'deydi, hemen sipariş verdim, getirdi. Alır almaz kurcaladım birkaç bölüm okudum. Şimdi de tadını çıkarıyorum desem abartmış olmam. Çünkü Mutfağın Hatıra Defteri'nde tadını çıkaracağımız anılar ve anıların tarifleri var. Her bir anıda kendimi, kendi çocukluğumu bulmamın tadının ise tarifi mümkün değil.
İyi yemek yaparım. Küçücükken annemin mutfağında, çorba ya da muhallebi karıştıran, patates doğrarken parmaklarını da doğrayan, sarımsak soyduğu için elleri kokan ben, bu yamaklığımın meyvesini elbette iyi yemek yaparak alacaktım. Ama mutfakta en keyif aldığım zamanların ya yancı ya yamak olduğum zamanlar olduğunu keşfettiğimden beri, kim yemek hazırlıyorsa ona yancı olurum. En çok da İlker'in. Hiçbir şey yapmasam bir şarap açar ilk kadehini yemek hazırlanır, ben de bir ucundan tutarken içerim. En keyiflisi de odur ha!
Mutfağın belleğini, en iyi yancılar tutar.
Geçen hafta ablamlar bizdeydi. Benim de seyahat sonrası en yoğun dönemim, aksi gibi eve hep geç geldim. Her geldiğimde yemek yapmakta olan İlker'in yanında yancısı Mustafa'yı buldum. Onu soruyor, bunu soruyor, birkaç işin ucundan tutuyor. İnan ondan keyiflisi yok! Aynı benim gibi, çocukluğun anne anneanne mutfağının atmosferini soluyan çocuk, aynı bugünün İlker mutfağının tadını çıkaran Yeliz gibi. Mutfağın Hatıra Defteri'ni yazan "küçük kız" Nurşen gibi...
Otobüste eve gelirken kitabı bitirdim ve şöyle düşündüm: Yıllardır Nurşen ablanın okuduklarını, tavsiyelerini okurum, ilk defa yazdığı kitabı okudum, hepsinden daha mı güzel geldi, ne?
Değişimi önemsiyorum, değişime ayak uydurabildiğin uyum sağlayabildiğin ölçüde hayatta ve güçlüsün. Değişimin gücünü yadsıyamazsın, aksi halde yok olmaya mahkumsun. Demem o değil.
Tüm bu dönüşümün içinde asıl amacı yazmak olanlar, onlar, hep oradaydılar, blog sayfalarında. Bir sosyal medya profili olmanın çok ötesinde yazmaya, yazılarıyla var olmaya devam ettiler, devam ettik. Çünkü bir instagram hesabın olması için her gün bir fotoğraf paylaşman yeterli ya da facebook'ta birilerinin sayfalarında gördüklerini paylaşırsın, gider...
Blog sayfası bundan biraz daha fazlasıdır, emek ister. Hem yazandan, hem okuyandan. Bundan sebep ben blog yazanları da, blogları takip edip okuyan, yorum yapanları da diğer tüm sosyal medya kullanıcılarından - diğer tüm sosyal medya mecralarını asla küçümsemeden - ayrı tutarım.
Blog benim kişisel belleğim gibi. Günün Çorbası blogunu açalı on yıl olmuş. Öyle güzel insanlar biriktirdim ki, bu on yılda... Artık blog sayfalarına yazmayanlarla, diğer sosyal mecralarda takipleşiyoruz, iyi ki... Diğerleriyle yani benim gibi bloglarını güncel tutan o bir avuç insanın yazılarını, değerli birer sanat eseri itinasıyla takip ediyorum (siz de sağdaki blogroll'dan takip edebilirsiniz:) ).
Onlardan biri sevgili Leylak Dalı. Canım Nurşen abla'yı mı Lale abla vasıtasıyla tanıdım, yoksa tam tersi mi? Öyle çok zaman geçmiş ki inan hatırlamıyorum. Benim için onlar sanki hep bir, hep birlikte gibi. İkisine de ayrı ayrı öyle hayranım ki... Onlar belki birer rock star değiller ama benim için blogstar'lar. Onlar emekliliklerini köşelerine çekilmek için bahane değil, yeni yaratımları için fırsat bilmiş şahane kadınlar. Bugüne kadar okuduğum kitapların pek çoğuyla beni tanıştıran, anneliğimin en salak (evet ama hepimiz salaklıklarımı biliyoruz :P) evrelerinde beni silkeleyip, "su yolunu bulur" diyerek sakinleştiren ve bunu birkaç paragraflık yorumlarıyla başarabilen muhteşem insanlar.
Lafı uzattım ama bir sor, neden?
Çünkü Leylak Dalı Nurşen abla'nın kitabı birkaç gündür elimde. Çıktığı dönemde İlker İzmir'deydi, hemen sipariş verdim, getirdi. Alır almaz kurcaladım birkaç bölüm okudum. Şimdi de tadını çıkarıyorum desem abartmış olmam. Çünkü Mutfağın Hatıra Defteri'nde tadını çıkaracağımız anılar ve anıların tarifleri var. Her bir anıda kendimi, kendi çocukluğumu bulmamın tadının ise tarifi mümkün değil.
İyi yemek yaparım. Küçücükken annemin mutfağında, çorba ya da muhallebi karıştıran, patates doğrarken parmaklarını da doğrayan, sarımsak soyduğu için elleri kokan ben, bu yamaklığımın meyvesini elbette iyi yemek yaparak alacaktım. Ama mutfakta en keyif aldığım zamanların ya yancı ya yamak olduğum zamanlar olduğunu keşfettiğimden beri, kim yemek hazırlıyorsa ona yancı olurum. En çok da İlker'in. Hiçbir şey yapmasam bir şarap açar ilk kadehini yemek hazırlanır, ben de bir ucundan tutarken içerim. En keyiflisi de odur ha!
Mutfağın belleğini, en iyi yancılar tutar.
Geçen hafta ablamlar bizdeydi. Benim de seyahat sonrası en yoğun dönemim, aksi gibi eve hep geç geldim. Her geldiğimde yemek yapmakta olan İlker'in yanında yancısı Mustafa'yı buldum. Onu soruyor, bunu soruyor, birkaç işin ucundan tutuyor. İnan ondan keyiflisi yok! Aynı benim gibi, çocukluğun anne anneanne mutfağının atmosferini soluyan çocuk, aynı bugünün İlker mutfağının tadını çıkaran Yeliz gibi. Mutfağın Hatıra Defteri'ni yazan "küçük kız" Nurşen gibi...
Otobüste eve gelirken kitabı bitirdim ve şöyle düşündüm: Yıllardır Nurşen ablanın okuduklarını, tavsiyelerini okurum, ilk defa yazdığı kitabı okudum, hepsinden daha mı güzel geldi, ne?
9 yorum:
Yeliz ne güzel sözler bunlar, çok mutlu oldum. Hiçbir zaman yazarlık gibi bir iddiam olmadı ama yazmayı çok sevdim, hiçbir zaman aşçılık gibi bir iddiam olmadı ama mutfak ve yemek olayını çok sevdim. İkisi birleşince de bu naçizane kitabım ortaya çıktı. O benim dikili ağacım, geleceğe bırakacağım bir kalıt. Kimse okumazsa ben okurum gibi ironik bir düşünceyle verdim yayıncı istediğinde ama bu güzel geri dönüşleri almak harika, çok teşekkür ederim. Hele de seni çocukluğuna döndürdüyse daha da harika. Kucak dolusu sevgiler yolluyorum Belçika'ya Antalya'dan.
Ve küçük bir not daha, keşke o blogların ilk yılları hala devam ediyor olsaydı :)
Nurşen hanım kitabınızı hemen sipariş ettim bugün...izmir li bir anne olarak,zevkle okuyacağıma eminim...şimdiden emeğinize sağlık...
Yelizciğim bloğuna hergün bakıyorum,yeni bir şey yazmışsan okumak için özel bir an yaratıp tadına vara vara okuyorum her yazını...bi kere daha yazmıştım sana ve “eğer İzmir de bir yerde görürsem seni gelip sarılacağım “demiştim...şimdi bu ihtimal iyice azaldı ama o kadar sevindim ki sizin adınıza...Brüksel de yaşayan bi arkadaşım varmış gibi hissediyorum artık,nasıl benimsemişsem...uzun lafın kısası sen hep yaz,blogdan sakın vazgeçme...
Alıp okuyacaklar listemdeydi benim de o kitap ama son gidişimde alamadım. Artık yaza inşallah. Adı bile ilgimi çekmeye yetti benim
Ah çok teşekkür ederim, dilerim keyifle okursunuz. Sevgiler...
Harika bir şey yaptın Nurşen ablacım. Bizlere de senin güzel öykülerini okumak nasip oldu. Ve kesinlikle o yıllar ne kadar keyifliydi... Pek azımız kaldı geriye.
Tatillerde yine izmirdeyiz Hülya inşallah görüşürüz. Blogdan asla vazgeçmem, sizlere bağlayan en güzel köprü bu blog.
çok keyifli çok sıcak belki kendimden çok şey bulduğum için belki yazan Nurşen abla olduğu için, bilemiyorum:) ama sen de çok seversin eminim.
Merhaba Yeliz , benim ve oğlumun kitap listelerinde senden ve Arca'dan pekçok kitap önerisi etki etmiştir, ama nedense mutfak uzak bir evren gibi benim için .Yancılık ok , sever yaparım ama mutfak komutanlığı bana göre değil. O sorumluluk hoşuma gitmiyor. Belki bu kitap hisiyatima iyi gelir , Lale abla zaten yazdıysa :)
Yorum Gönder