Geçtiğimiz haftalarda bizimkilerin mutfak gündemi çilekli pastaydı. Nereden nasıl akıllarına geldi bilmiyorum, nerelere kadar gidip pasta malzemeleri almışlar, çilek desen kasa kasa...
Cumartesi kahvaltıdan sonra baba oğul giriştiler. İlker'in mutfağı iyidir, malumunuz, lakin pasta börek işleriyle pek alakadar değildir, bundan sebep pastanın kekine kremasına kendi yorumunu katarken benim engin fikirlerimi almayı ihmal etmedi.
"Ya Yeliz kek çatlıyor pişerken!?"
"Fırının içine bir tas su koy."
Internetten tarif izliyor: "Ya adam sekiz yumurta kırdı keke! Yuh!"
"Sen de az koyma dağılır. Ha bir de yumurtalar oda sıcaklığı olsun aman diyeyim, kabarmaz."
Ben şimdi böyle sallıyorum ama bildiğimden değil, hamurişleriyle hiç işim olmaz aslında. O kadar ki, Arca, babası pasta yapasıya kadar pastanın dışarıdan alınan ve evde pişirilmeyen bir yiyecek olduğunu sanıyordu. Benimki pastane ustası gibi bir annenin yanında yancılıktan mürekkep teori.
MFÖ'nün Ali Desidero'sundaki kız gibiyim, "teoride desen zehir gibi, pratik dersen sallanmakta".
Bu ecnebilerin performans değerlendirmeleri var, enteresan. Hedefler veriyorlar sana, sonra birlikte değerlendiriyorsun filan... Buna göre maaş bandının ne olacağını, terfini belirliyorlar. Bu yaklaşımlardan bihaber olduğumu fark ettiğimden beri "ulen ben on dört sene Alman şirketinde çalıştığımı sanıyordum, meğer Alamancı şirketinde çalışıyormuşum" diyorum.
İşte bu antin kuntin şeyleri biz bir ara Eylülde konuşmuşsuz. Eylül benim için bambaşka önceliklerin (malum vize, ev tutma...) ayıydı, öyle bir şey konuştuysak da, ben, sohbet ettik sanmışımdır. Ne zaman iş değerlendirmeye geldi, ben bir uyandım meseleye. Ulen bunlar beni değerlendiriyorlar hasss....
Malum yarış atı neslinin bayrak sallayan neferlerindenim. Bana hedef göster, o hedefe varmazsam şerefsizim! Ama tabii meseleye evvelden aymak lazım. Değerlendirme sırasında aydım çok şükür. Buradaki iş hayatımın ilk üç ayı, "gel, git, ev bak, vize için yazış, kavga et, ev taşı..." arasında çalışmaya çalışmakla geçtiği için son üç ayda depara kalkmam bir halta yaramamış bence. Her ne kadar müdürüm beni sonucun normal olduğunu ikna etmeye çalışsa da nafile! Ben, yıldızlı pekiyi almamış olduğum hiçbir değerlendirmeyi başarı saymıyorum. Neslimin girdiği sınavların hiçbirinde ter dökmemiş bir Belçikalının beni anlayacağını da sanmıyorum.
Görüşme sırasında dedim ki, "ben bu development kısmındaki notu beğenmedim." Demek ki neymiş? Ben gelişememişim? Kısaca "Sorun sende değil, bende, sen o işi bana bırak", dedim, "bir de nerde ne eğitim var, ondan bana bir bahset bakalım, ben bir gelişeyim, böyle olmaz!"
Tam o günlerde mail kutuma bir eğitim çağrısı düştü. Tam da o basmayan development şeysi hakkında. Hemen kayıt oldum, gideceksem de gideceğim Ostend'e ve o eğitimi alacağım. Eğitim şart. Gittim. Daha doğrusu arkadaşımla gittik. Ben benim arabayla, benim şoförlüğümde gideriz dediydim, İlker "arkadaşın tehlikenin farkında mı?" dedi. Sağ olsun şoförlüğümün korkunçluğuna daha iyi değinemezdi. Neyse ki şirket arabası varmış, bana gerek kalmadı. Gittik. Eğitime girdik.
Eğitmen bir deneyden bahsediyor, iki gruba ayrılan öğrencilerden çalışmayı doğru tamamlayan öğrencilerden birinci kısımdakilere çok zeki oldukları geri bildirimi yapılıyor, ikinci kısımdakilere çok iyi çalıştıkları. Bir sonraki çalışmada hangisi daha başarılı olur? Herkes birinci grup diyor, ben ikinci grup diyorum, açıklıyorum ve on puanı kapıyorum.
Başka konuya geçiyoruz, eğitmenin anlattığı konu Marshmallow test! Ayol resmen "hazzın ertelenmesi". Ben o işin kitabını yazmasam da blog yazısını yazdım. Hemen el kaldırıyorum, konunun devamını anlatıyorum sınıfa.
Herkes için çok yeni konular, bana hiç yabancı değil. Eğitmen "kavanoz-kum-taş... desem... bu hikayeyi bilen var mı" diye soruyor, ayol "hayat kavanozu" bu! Bilmeyen mi var? Ben el kaldırıyorum: "Ben! Ben!" Anlatıyorum. Sınıfın her boku bilen iğrenç inek öğrencisiyim. Ders, tabiri caizse piç! Eğitime birlikte geldiğimiz arkadaşım şok, "vay bayağı iyisin!" diyor.
Cevap veriyorum: "senin de dokuz yaşında çocuğun olsa, sen de benim okuduğum tüm o makaleleri tüm o kitapları okusan sen de bilirsin, çok şey değil hani:)"
"o kitaplar" bkz aşağıdaki sıradağlar :)
Dedim ya, teoride desen zehir gibi... pratik dersen sallanmakta ! O işler okumakla olsaydı...
5 yorum:
Yeliz iş hayatıyla ilgili yazsa keşke biraz diyordum ki başka bir şey istesem olacakmış:)
Pınar
Ee hani çilekli pasta :)
ınstagrama koyduydum burayı ihmal etmişim :(
ay bazen sadece işle ilgili yazmak zorunda kalacakmışım gibi geliyor, başka hiçbir şey yok gibi :( sıkıcı olmuyor mu işle ilgili okumak?
Aa asla sıkıcı olmuyor aksine farklı bir kültürdeki iş ortamı merak uyandırıcı. Ayrıca senin yazdığın hiç bir yazı sıkıcı olmuyor Yeliz:)
Pınar
Yorum Gönder