8 Kasım 2018 Perşembe

Unique*

Az önce "unique" kelimesinin Türkçe anlamlarına baktım.
Biricik, emsalsiz, yekta, yegane, eşsiz, kendine mahsus, özgün...
Bir dolu anlamı var.
En sevdiğim: Şahsına mühasır

Ay teveccühünüz...

Öyleymişim de.



Geçenlerde aylardır ertelediğim bir "işe giriş eğitimi"ne katıldım, gerçi hala gerekli miydi, sorgulamadım değil! Lakin işe girdiğinin ilk iki senesinde alabiliyormuşsun ve hatta eğitim sırasında fark ettim ki, benim gibi ilk yılında almak ilk aylarında almaktan daha faydalıymış.  İlk aylar malum kafası kesik tavuk gibi bir oraya bir buraya savruluyorsun, iş miş hak getire.

Eğitim iki gün sürüyor. Tüm departmanlardan kıdemli müdürler senin de katkını sağlayacak sunumlar yapıyor, gece yemekte şirketin en eski çalışanlarıyla buluşuyor ve hediye olarak da şirketin rozetini alıyorsun filan... Maksat aidiyet hisset. Konsept bundan ibaret.

Özellikle strateji kısmının hastası oldum. Bizim ofiste atom karınca tipli bir adam var, ben bunu bir şeye benzetememiştim, meğer kıdemli müdür imiş, hem de dünya genelinde şirket alımlarından sorumluymuş. Vaktiyle rakip diye Türkiye pazarında sıkı takip ettiğim bizim şirketin Türkiye fabrikalarının alım süreçlerini kendisiyle workshop sırasında irdeledik, ziyadesiyle keyif aldığım bir sohbet oldu. Hey gidi...

Katılıma katkı sağlansın, diğer bir deyişle katılımcılar uyumasın diye, insan kaynakları, eğitim kapsamında oyunlar hazırlamışlar. Bir tanesi de bu "unique" oyunu.

Tüm katılımcılar, kendilerinde eşsiz olduğunu düşündükleri bir özelliklerini söylüyorlar. Eğer diğer katılımcılardan herhangi birinde aynı özellik varsa, eleniyorlar. Sona kalan? Bildiniz: Unique :)

Biri "bilmemkaç metre yükseğe ekipmansız tırmandım" dedi, hop biri çıktı, "ben de", dedi.
Ben "blog yazıyorum" dedim, kimse "ben de" demedi.
Biri "benim vücudumda beş tane dövme var" dedi, beriki "benim sekiz" dedi.
Ben "bale eğitimi aldım" dedim, kimse "ben de" demedi.
Biri "10 yıl sonra işimi değiştirdim"dedi, ben, "o da bir şey mi? Ben 14 yıl sonra işimi, şehrimi, ülkemi değiştirdim" dedim. Garibim elendi.
Biri "İspanya'da yaşadım" dedi, bir başkası "ben de" dedi.
Ben "fotomodellik yaptım" dedim, o kadar genç ve güzel kızdan biri de çıkıp "ben de" demedi!
Biri, kendinden çok emin "ben evliyim!" dedi, ben, "gördüm ve artırıyorum, evliyim, benim bir de on yaşında oğlum var" dedim, oturdu.
Biri "iş seyahatimden sonra kedim benimle iletişimi kesiyor, beni resmen boşuyor !" dedi.
Beni bir gülme aldı, "o da bir şey mi? Benim kanımdan canımdan oğlum, doğurduğum insan, beni direkt annelikten reddediyor" dedim, rakibim Japondu, önümde eğildi.

Ve ben kazandım. Ben "unique" im. Yani şahsına münhasır. Ayol ben kendimi manasız bir tip sanıyordum, meğer epey renkli, eşsiz bir insanmışım. Yazık lan bu memleketin insanına.

Akşam, dediğim gibi, yemeğe gittik. Her masaya eski müdürlerden oturtuyorlar, adamlar altmış yaşın üzerinde. Benim masaya düşen bir tanesi otuz sekiz yıldır çalışıyormuş. Hani biraz sıksak adamın profesyonel hayatı benim ömrümle eş.

Araç telefonlarının olduğu zamanları yaad ettik, laptop çantasının 10 kiloluk laptoptan pahalı olduğu zamanları... "Göründüğüm gibi değilim, kırk yaşındayım ben!" dedim, inanmadılar, "mesleğin ilk yıllarında Kore'ye siparişleri faksla geçiyordum" dedim, inanır gibi oldular.

Nostaljimize, masadaki gençler "Back to the future" muamelesi yaptılar. (ki o filmi gördüler mi, emin değilim)

Bu yaşlı müdürler, gecenin ilerleyen vakitlerinde masa değiştiriyorlar. İyice zom olmuş kalite yöneticisi ile insan kaynaklarının genel müdürü, gecenin sonunda bizim masaya düştü. Masada bu iki müdürden gayri yeni ekiple iyice kaynaşmışız. Benim tüm sırlarımı biliyorlar: Türk'üm, kırk yaşındayım, evli ve çocuklu bir kişiyim. Unique'im ayol!

Masada sohbet döndü dolaştı, bana geldi. Dedim ki: "sizin bu insan kaynakları departmanı ne şahane oyunlar düzenliyor, sevdik cümleten. İster misiniz biz de bir oyun oynayalım?" Herkes zom (iş yemeklerinde iki kadehi aşmama presibine sahip şahsım ile asla içmeyen Özbek kardeş hariç) zaten, kabul ettiler.

Soru şu: Bilin bakalım ben hangi memlekettenim?

Bunu ilk seferinde tahmin eden tek Belçikalı çıkmadığı için son derece rahatım.

İlk sefer de ne? Bu iki müdür İngiltere'den başladılar, Romanya'ya kadar onlarca ülke saydılar. Arada soyadımı söyledim, belki çağrışım yapar diye, İtalya'da ısrar ettiler, vazgeçtim. Yunanistan'a geldiler, "hah yaklaştınız" dedim, "Makedonya!" demezler mi! Hey allahım. Türk'üm la Türk. İnanmadılar, iyi mi?

İnsan Kaynakları genel müdürüne, geçen yılki vize faciamızı hatırlatınca, taşlar yerine oturdu, o manyakla (bizzat şahsım) tanışmaya, cümle departmanın yanı sıra en tepedeki müdür de nail oldu ya, kanımca genel müdür kendini "unique" hissetmiştir.


3 yorum:

okuyanguzel dedi ki...

Biz zaten biliyoruz senin eşsiz olduğunu canım arkadaşım.

Ayrıca bir dahaki sefere şunu da söyleyebilirsin. "Benimle henüz yüzyüze görüşmemiş ama beni çok seven ve gerçekten çok yakın arkadaşı gibi gören garip bir kadın var." :)

yeliz dedi ki...

Kalp kalbe karşı :) Eskiden yadırgardım ama biliyor musun artık yazıların paylaşılanların bizleri birbirimize yakınlaştırdığına inanıyorum ve ben de seni arkadaşım olarak görüyorum.

Beyaz Yakalı dedi ki...

Güzel oyunmuş, grup içinde özel olmak keyifli olmalı. Şirketin yaklaşımı hoşuma gitti. Türkiyedeki yabancı firmalar da farklarını ortaya koyuyorlar zaman zaman, ta ki Türk yönetici başa gelene kadar.