19 Temmuz 2025 Cumartesi

İki roman ve ergenlik üzerine

 Kitap okuma alışkanlığı edinmemi, leş gibi sıkıldığım ergenlik yıllarımın yazlarına borçluyuz.

Elime ne geçerse okudum. Yazık ki ailemin tavandan zemine kitap raflarıyla dolu bir kütüphanesi yoktu. Dolayısıyla elime geçenler, babamın 1960’lardan kalma Tübitak Bilim ve Teknik dergileri ve annemin beyaz dizileri ile sınırlıydı. 

“Geniş omuzları ve uzun boyuyla odayı dolduran” yanık tenli, güçlü, zengin erkek ile sahnenin en ateşli yerinde “erkeğin güçlü parmaklarıyla mengene gibi sıktığı kolu”nu hışımla çeken “narin, güzel, tecrübesiz” kadın… 

Hepsinde aynıdır. Biliyorum çünkü bizim evdeki bütün seriyi o bıkkın yazlarda bitirdim. Utanmıyorum derken şimdi utanmıyorum. Geçmişimle yüzleşebilecek olgunluğa eriştim çok şükür. Yoksa o yaz tabii ki ulu orta okumadım beyaz dizileri. 

Odayı dolduran adamların güçlü kollarının sardığı narin kadınlara ait erotik hikayeleri okuduktan sonra bir metre altmış beş santim boyunda kocalarıyla yatağa giren kadınların psikolojisini hiç anlayamadım. 

Belki de o yüzden aşk romanları yazarı olmakla mühendislik arasında fazla tereddüt etmeden fen lisesine gittim. Aşktan anlamıyordum, bilim ve teknolojiye, en azından 1960’ların teknolojisine - dergiler sağ olsun - hakimdim. 

Sonraları, okuma zevkim bir ergene yakışan şekilde evrildi. Ablam klasiklerine, Aziz Nesin’lerine ve Agatha Christie’lerine çökmeme izin vermeseydi, ne olurdum hiç bilmiyorum. İyi okur olma tohumlarını ablam ekti, yıllar içinde yollarımın kesiştiği kitap kurtları ise, yeni yazarlar edinmemi, okuduklarımın çeşitliliğini sağladı.

Tavsiyelerin kıymetini, ancak evinde tavandan zemini kitaplık rafları olmayan okurlar bilir. Nitekim benim de tavsiyelerine kulak verdiğim, alışveriş sepetimi siparişe dönüştürmeden evvel, son bir tur “ne okumuşlar” diye bakıp “ne tavsiye etse okurum” dediğim iyi okur bildiklerim var. 

Şahsımın da başkaları için böyle bir kategoride olduğunu bir instagram DM’sinden öğrendim, hattın öbür ucundan “okuduklarınızı nerede paylaşıyorsunuz, ben sizin tavsiyelerinizi hep keyifle okudum” diye bir mesaj alınca fark ettim ki, ne vakittir okuduklarımı paylaşmıyorum. 

(devamı tavsiyedir, ilgilenmeyenler yazıyı terk edebilir 😀 )

Türkiye’de yaşarken gündemden kaçma planlarımın en başarılısı her zaman kitaplar oldu. Kitap kurdu olmamı berbat ülke gündemine borçluyuz. 

Bu yaz öyle bir gündemin içine düştük ki, daha memleket hava sahasına girmeden ablamların evine teslim edilen kitap siparişime dua ettim. Kitap kulesine yan gözle bakan muhterem kocamı da “ben bunları burada bitiriveririm sen merak etme” diyerek teskin ettim. O anda Belçika’ya dönüş bavullarına gizlice koyacağım yeni kitap siparişinden haberi yoktu. 

Veronica Raimo’dan “Yalan Dolan”a başladım. 

Son zamanlarda bu kadar keyifle okuduğum başka bir roman oldu mu, hatırlamıyorum. Kahkaha attığım bile oldu, hem de en hüzünlendirecek kısımlarında.

İnsan kendisiyle dalga geçebildiği sürece başına gelen her türlü dertten kurtulabilir kanımca. 

Hayatta kalma dersi 101: Kendinle dalga geçmeyi öğren.

Vero büyüme sancıları içinde, kontrol manyağı kaygı bozukluğu sınırında bir anne ve her dehşet verici hadiseye yorumu “paradoksun doruklarındayız” olan bir baba, ailenin gözbebeği dahi bir ağabey üçgeninde kıvranıyor. Bize de su gibi akıp giden romanın sayfaları arasında yüzümüzden gülümseme eksilmeden kaybolmak düşüyor.

İyi ki bu kitapla yollarımız kesişmiş. Kadın yazarları yayınlayan Medusa Yayınlarıyla tanıştığım kitap oldu.

Bu kitaptan hemen önce bitirdiğim “Yetişkinlerin Yalan Hayatı” da usta yalancı süper zeki bir ergeni merkeze alıyordu. “Ne yazsa okurum” kategorisindeki yazar listemin ilk sıralarında yer alan Elena Ferrante yazmış, okumayacak mıyız? 

İki kitabın bir ortak noktası İtalyan kadın yazarlar ise, bir diğeri de usta yalancı süper zeki ergenleri merkeze almasıydı. 

Ergenlikte hayatta kalma dersi 102: Yalanlarla günü kurtar.

Bu iki kadın yazmasaydı, ergenlikte hayatta kalmanın kitabını ben yazabilirdim; ergenliğin zor günlerini katlanılabilir kılan tek şey bazen iyi tasarlanmış yalanlar oluyor. Yani en azından benim için öyleydi. Kendi hayatımı korumanın başka yolu yoktu ya da söylediğim yalanlar bana ne kadar zeki olduğumu kanıtlıyordu, bilmiyorum. Fark etmez de, zaten. Günü kurtarıyor muydum? Evet! 

“Yetişkinlerin Yalan Hayatı” mizah unsurunu “Yalan Dolan” kadar kullanmamış olduğundan, daha katmanlı bir roman izlenimi veriyor. Bir ergenlik mağduru kız çocuğunun varoluş sınavı, çürümüş aile kavramı şoku ve bir bileklik etrafında kurgulanan romanı okurken sık sık kendi ergenliğime döndüm. Büyümek ne kadar zor ve ne kadar kendine has bir şey. Herkes on sekizine gelince büyümüş olmuyor bazılarımız otuza kadar bazılarımız on ikisinde… Kimimiz hep çocuk kalıyor. 

Hiç yorum yok: