Üç haftalık ayrılıktan sonra, sidikli gökyüzünden iniş yaptığın an, serin havayı ciğerlerine çekip “oh be dünya varmış, nasıl da özlemişiz, gözünü sevdiğimin Brüksel havası” diyorsan, evet yaşlanmışsındır!
Eski komşumuz, altmışlarında Belçikalı bir çift, bütün yazı Brüksel’de geçirirdi, - yaz boyu terastaki çiçeklerimize bakmalarından ne kadar hoşnut olsam da - merak ederdim, niye tatile gitmiyorlardı?
“Havası” derdi, Dominique, “Brüksel’in yaz havası iyi geliyor, Ekim gibi güneye gidiyoruz, bu yaşta yaz aylarında güneyin sıcağı bize iyi gelmiyor.”
Tam da şimdi, sağanak yağmurla uyandığımız cumartesi sabahına gülümseyerek bakarken içimden “bana da iyi gelmiyor” diyorum.
Daha geçen yaz “iliğim kemiğim ısınsın” diyerek saatlerce güneş altında yatıp, yatarken de biramı, çiğdemimi eksik etmezken, bu yaz sabah ve akşam suyunda yüzmek bahanesinden gayrı sahile in(e)memişsem…
Mesleğime ihanet edercesine senelerce klimaya mesafeli konumumu korumuşken, bu yaz koştur koştur AVM’lerde klima altı aramışsam… Ablamın menopoz yelpazesine hallenmişsem…
Sıcaktan, bırak yemek yemeyi, bir duble buzlu rakıyı bile içemez hale gelmişsem…
Evet, sıcaklar beni bu denli etkiliyorsa… Yaşlanıyorum demektir.
Kabul etmek lazım. Kafa kağıdımızda yazan tarihten mi kaçacağız? Yüzümüzdeki çizgilerden mi?
Kaçmak demişken, ben doktora gitmekten kaçarım, yani artık sürünüyorsam veya çok ciddi bir rahatsızlıktan tırsıyorsam giderim. Bu yaz tatili, ablamın (benden sadece 4 yaş büyük) kan değerlerinin nasıl düzeltilmesi gerektiği çerçevesinde istişarelerle geçti. Muhterem kocamın da durumu iyi değil, ve bu bir sır değil, acil kilo vermesi gerektiğini t-shirtlerini geren göbeğinden anlayabiliyorsunuz. Beni asıl korkutan aynı yaştaki arkadaşlarımın da kolestrol, karaciğer yağlanması, şeker gibi sınır üstü değerlerinden bahsetmeleri oldu. Bir de muhterem demez mi, “çok kilolu olmayabilirsin ama aynı şekilde besleniyoruz, bir de alkole düşkünsün, senin kan değerlerin de kötü çıkabilir!” Bana bir titreme geldi ki, sorma. Pazartesi sabahı kan vermek üzere doktora gidiyorum, hem de kendi isteğimle…
Düzenli kan tahlili düşüncesine sıcak bakmaya başlamışsam… biliyorsunuz, cümleyi tamamlamayayım.
Bazen de senelik kontrolleri üç seneye çıkarınca (doktordan kaçtığımı söylemiştim) ve artık yaş kemale erince, boynunu büküp doktora gitmen gerekiyor. Özellikle de jinekoloğa. Genelde şikayet etmem, ama bu defa elimde uzun bir liste vardı. Gece terleyerek uyandığımdan, içkiyi daha zor tolere ettiğimden, regl öncesi dönemin uzadığından ve korkunç geçtiğinden, acilen menopoza girip tüm bu tantanadan kurtulmak, özgürlüğümü ilan etmek istediğime kadar tüm şikayetlerimi sakince dinledi.
Bana hormon testi yaptıracağından, sağlam bir ilaç tedavisine sokacağından emindim. Cerrahi bir müdahale beklemiyordum tabii ki ama beni sıkıntılarımdan kurtaracak her türlü çözüme de açık olduğumu hissediyordum.
Doktor, derin bir nefes aldı, menopoz filan yok dedi, bir kağıda, ne zaman progesteron hormonunun fazla salgılandığını, tüm bu şikayetlerin şimdilik bu hormon dengesizliğinden kaynaklanabileceğini grafiklerle anlattı. Sonra ekledi “bir şeyin yok” ve sihirli cümleyi söyledi: “sadece yaşlanıyorsun”.
“Daha iyi hissetmek için, sağlıklı yaşlanmak için, yapman gereken tek şey, bedenine iyi bakmak. İyi yemek, spor yapmak, iyi uyumak, ve stresle başa çıkmak.”
Doktorunuzdan “yaşlanıyorsun” teşhisini de aldıysanız, eh artık kabullenmenin vakti gelmiştir diyebilir miyiz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder