Belçika’da üst üste üç gün otuz derecenin üzerinde seyretmesi Türkiye’de bile haber olmuşken, mayışan beynim yüzünden markette komşumu tanıyamamam gayet normal değil mi? Ya da yaşlılık mı? Belki bilmiyorum, havalar normale dönünce tekrar irdelemek lazım.
Yaşlılık mı dedim? etrafımdaki gençlerin enerjilerine tanık olunca daha iyi fark ediyorum ki, yaşlanıyorum. Doğal bir süreç fakat insan hayret ediyor….
Etrafımda gençler var, evet. Duru geldi. Ve arkadaşı Ayşegül. Ayşegül yirmi dört saat hemen hiç uyumadan yolculuk etmişti, Amsterdam otobüsünden aldık, eve getirdik. Muhterem yine mutfağa girmiş, lazanya yapmıştı. Bir kadeh şarap da içtiler mi, yatar uyur kızlar diye düşünürken baktım duşlar alınmış, nerde bira içmeye gidelim diye soruyorlar. Ertesi sabah Antwerp’e oradan da Gent’e gittiler, trenler, tramvaylar in bin yürü gez, gecenin yarılarında döndüler. Ve en sonunda da Amsterdam’a … Ve tüm bunları mevsim normallerinin rekor üzerinde hava koşullarında yaptılar, yapıyorlar. Ben anlatırken yoruluyorum.
İlker, biz de onların yaşında buralarda olaydık biz de buraların tozunu attırırdık dedi. Sahi keşke olaydık be! Şimdi kırklarımızda, çocuklu yaşamımızda bu hız nerdeee…
Kendi tempomda bile bazen çok hızlı olduğumu düşünüyorum. Frene basma ihtiyacı hissediyorum. Çünkü beyin yorgunluğu genç olsan bile altından kalkılabilecek bir şey değil. İhtiyaç duyduğun şey: rahatlama. Ben bunu farkında olmadan yapıyormuşum, sabah yedide mesaiye başlayıp öğlen olmadan beşinci toplantıma girdiğim ve oturmaktan basurumun nüksettiği bir evde çalışma günümde kendimi sokağa atınca anladım.
Hızlı bir öğle yemeği yedim, öğlen birdeki toplantıya red cevabı gönderdim ve spor ayakkabılarımı giyip mahallede yürüyüşe çıktım. Kulağımda müzik, rota belirlemeksizin yürüdüm. Ve tabii dönüşte kayboldum. Altı yıldır yaşadığım mahallede kaybolmak da ancak benim başıma gelecek bir şey. Derken bir yol çıktı karşıma. Gül yolu. Genişliği ancak bir metre hani yan yana iki kişi zor yürürsün, bırak arabayı bisiklet geçişi yasak. Ve bu yolun duvarları resimler, çeşitli el işlemeleri, minik kutular , tek kalmış bebek çorapları ve türlü çiçeklerden saksılar boyu bir sergiye dönüştürülmüştü. Günün geri kalanının bu güzel sürprizle kutsandığını, bana nasıl da iyi geldiğini ve yük olmadan müthiş bir verimlilikle geçtiğini söylesem, abartmış olmam.
Bugün elimdeki kitabın son bölümüne geldiğimde “rahatlama”, bu anı düşünüp gülümsedim, insana aradığı geliyor.
Elimdeki kitap “5 seçim”.
Aralık ayında bu eğitime katılamamıştım, çok da umursamamıştım zira zaman yönetimi ise mesele, kitabını yazarım diye büyüklenmiştim ama departman müdürüm ısrar etti, hızlandırılmış da olsa kısa bir eğitim vereyim departmandan eksikli kalma dedi. Yoğunluğun az olduğu Ağustos’a ayarladık. Yeni ve ilginç yaklaşımları vardı, zaten bildiğim pek çok yöntemi saymazsak, uygulanabilirliği olan dahası sadece iş değil, hatta işten daha fazla özel yaşamı kapsayan uzun lafın kısası, verimliliği hayatın merkezine koyan bir anlayış sunuyor. Stefaan kitabı da var, sen çok okuyan birisin, belki ilgini çeker deyince, kitaba aydım ve sıcağı sıcağına Türkiyeden ablamlarla getirttim.
Eğitimin üzerine kitabı ana dilde okumak epey pekiştirdi.
Kitabın ve eğitimin bence püf noktası beyne odaklanması ve beyni her anlamda sağlıklı tutma önerilerini bir arada toplaması. İşte rahatlama 5.seçimde devreye giriyor. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur sözünün vücut bulmuş hali diyelim.
Kitabı, itiraf ediyorum, İlkeri düşünerek okudum. Ve İlkerle ilişkimizi.
Hayattaki rollerinizi modellemenizi istiyor kitap. Anne, baba, kardeş, evlat, lider, sporcu vesaire… Hayatta pek çok rolümüz var. Her birinde neredeyiz? Ve nerde olmak istiyoruz? Bunu hayatının odağına koymanın bize getirisi ne olur?
Eş olarak şahane bir rolüm olduğunu düşünürken birden bundan daha iyi ne yapabilirime odaklanınca ne çok eksiğim ihmallerim olduğunu fark ettim.
Ben İlker’in en iyi arkadaşı olarak onun hayallerini gerçekleştirmesinde ne kadar katkıda bulunuyordum? Burada ne yapmak istediği ile ilgili hayatına ne kadar müdahildim? Halbuki o, buraya gelirken anlaşmaya vardığımız iş bölümü ve rol paylaşımında olması gerekenin de ötesinde bir performans sergilerken ben ne yapmıştım? Cömertçe bana sunulanı kabul ederken iş bölümündeki kendi rolüme - kariyer yapmak - fazlaca dalmış ve ihmalkar davranmıştım. Nasıl ki ilk geldiğimizde kendimi aptal gibi hissedip daha azına razı olacakken İlker bana benden fazla inanıp destek olduysa, benim de onun için yapabileceğim bir şeyler olmalıydı.
Kendimden yola çıkarak konuşmaya başladığım bu konu artık bende bir tıkanmışlık olmaktan çıktı. Belki geç kalınmış bir adımdı ama ve lakin hiçbir şey için geç değildir.