5 Ocak 2009 Pazartesi
33. Hafta doktor kontrolü
Bu cumartesi 32. haftamızı tamamladık. 5 hafta daha çalışabilir raporu almamız gerekiyordu. Allahtan bizim doktor SSK raporu verebiliyormuş, vesileyle hem randevumuza gittik hem de raporu aldık.
Efendim, bizim velet yine ters!!! 6 hafta önceki randevumuzda tersti sonra 2 hafta önce döndü dendi, bugün yine ters! Sabah sağ kaburgalarıma giren ve nefesimi kesen ağrının bir bakıma sebebi ortaya çıktı. Bir rahatsızlık da kasıklarıma giren ve tüm vücudumu sarsan ağrı, meğer bu da veledin baskısıymış. Öyle bir hareketli ki doğuma kadar daha 10 defa dönebilir, hiç şaşırmam.
Bizim düdükcanın kilosu ve gelişimi iyi!! yeay!!! 1800 gr. Doktor dede, minyon olmama rağmen kilolu bir bebek doğurabileceğimi söyledi, hatta 4-4.5 kilo doğmasını istiyorsam bana bir tarif verebilecekti. Önce çok gerekli mi dedim, yani 3.5 kilo doğsa daha ne isterim. Ama yine de tarifimi aldım. Hergün; 1 litre süt, 1 muz, 1 elma rendesi, 2 yumurta sarısı ve bal mikserde karıştırılacak ve içilecek. Bunu içebileceğimi pek sanmıyorum:) Bunun yanı sıra ben son 6 haftada 3 kilo almışım, bunun 1 kilosu bebeğe gitmiş ama şu anda +11 kilodayım. Her hafta 500 gr alıyorum artık rutine bindi. Bu gidişle 15 kiloyu tamamlayacağım.
Tokluk kan şekeri testim henüz yapılmamıştı, yapılır diye aç karnına gitmiştim. Nitekim tam zamanıymış. 2 hafta önce Gülnur teyzeme gittiğimizde şekerimin düşük olması sebebi ile tokluk kan şekeri baktırmaya gerek yok, genelde kilolu hamilelerde baktırıyoruz ama istersen baktıralım demişti. Aslında 4 defa kan aldırmak pek bi deli işi ama, 4 sene kadar önce vertigoyu teşhis edemeyince acilde yaptıkları testlerin sonucu olarak hastane bana bir yazı göndermiş, gizli şekeriniz olabilir, dikkatli olun demişti. Kendim için gitmemiştim ama Allah biliyor ya insan çocuğu için neler yapıyor işte, şimdiden annelik başladı mı ne?
Kendimi korkunç bir sürece hazırlamıştım. Zor olacağını duymuştum. İlk kan alma işleminden sonra o şekerli suyu içtim, susamışım, iyi geldi valla:) İlker de lezzetli birşey sandı ben öyle lıkır lıkır içince. 1 saat sonra kan verdik yine, ben sanıyorum her saat başı o sudan yine içeceğim, eyvah diyorum içimden, ilki iyi gitti de sonrakilere dayanabilir miyim? Meğer gerek yokmuş, derin bir ohh!! Ama açlık beni bitirdi. Gözüm döndü, yaramazlık yaptım, deli gibi hamburger yedim:) En son bu şekilde yemek yediğimde orucumu bozarkendi ve annem "evladım bu şekilde iftar yapmak günah, kıtlıktan çıkmış gibi yiyorsun, sen istersen oruç tutma da derslerine çalış" demişti. Sonrasında eve gelmişiz - diyorum çünkü arabada da uyumuşum - ve yine uyudum.
Tokluk kan şekeri sonuçları için bu sabah hastaneden aradılar. Doktorum, "yeliz sonuçlar normalin üzerinde çıkmış, bu fena!!!" nasıl yaaa oldum. Meğer pek güveniyormuşum sağlığıma!! Sonra birden "aa yok bu başka hastanın sonuçlarıymış, sende herşey normal" dedi, eşşeğini kaybedip bulma hadisesi. Yüreğime inecekti. Ya diyorum bu doktor beni doğurtunca çocukları da karıştırmasın:) Gülnur teyzemi de doğuma sokmak şart oldu:)
Veledin kafası yine kaburgalarımda sanırım, sırtıma kadar ağrı vuruyor şu anda. Nefes almak ne mümkün!!!
31 Aralık 2008 Çarşamba
Mutlu yıllar...
Yeni yıldan öyle çok beklentim var ki!!!
Düdükcan artık gelsin istiyorum, ilkerin şantiyesindeki daireler satılsın ve maddi olarak bir ohhh çekelim istiyorum, işlerim iyi gitsin, stresler benden uzak dursun istiyorum.
Gelecek yıl buraya bu yazdıklarımın hepsinin gerçekleştiğini görüp, 2009 da ne iyi seneydi diyebilmek istiyorum.
Çok şey mi istiyorum:)
Herkese mutlu yıllar, herkesin isteklerine ulaştığı bir yıl olur umarım...
27 Aralık 2008 Cumartesi
30. hafta doktor kontrolü ve 31. hafta göbüşüm
Geçen haftaki doktor kontrolümüzden sonra bir türlü göbüşümün fotosunu çekemediğim için buraya koyamamıştım.
Doktor kontrolümüzden önce kan sayımlarımızı yaptırmıştık. Aile hekiminin hemşiresi sağolsun damarımı patlattığı için 2 haftadır sağ kolum mosmor!! Benim doktor şehirdışında olduğundan aylık kontrol için bu defa İlkerin teyzesine gittik. Cumartesi annemi de aldığımız gibi inanılmaz bir yağmur altında Urlaya gittik. Yine sınava girecek çocuklar gibi heyecanlıydım.
Değerleri gösterdik, şeker yok, karaciğer değerleri iyi ama demir biraz eksik bir de kollestrolüm yüksek çıkmış. Hamilelikte normal dedi. Geçen hafta hergün yediğim yumurtaları düşününce bana da normal geldi. Ama ilker iyice keyiflendi. Bu yaşta cancan kocamın kollestrolü yüksek diye sebze yedirmeye çalıştığım için bana gıcık oluyordu, artık konuşmaya hakkın kalmadı diyor. Zaten göbüşüm de onunkinden büyük!! özetle kendisi yanımda pek çıtır kalıyor:)
Hergün olduğu gibi bizim velet inanılmaz hareketliydi, Gülnur teyze ultrasonda bir rahat kontrollerini yapamadı, bu çıkınca da böyle olacak diyor:)
30. hafta itibariyle Düdükcanın kilosu 1460 gr, normalden biraz fazla, 3 -3,5 kilo arası doğacağı tahmin ediliyor, daha ne isterim. Boyu normalmiş, benim gibi bir cüceden ve İlker gibi bir 1,70 likten Micheal Jordan çıkmasını beklemiyorduk zaten:)Koca kafalı olacağı kesinleşti. İlkere benzeyeceğini sanıyoruz. 3 boyutlu ultrasona girebileceğimiz bir doktor tavsiyesi aldık. Böylece veletin tipini görebileceğiz. Ayrıca geçen kontrolümüzde ufaklık ters duruyordu, şimdi tam olması gerektiği gibi duruyormuş.
Ben +10 kilodayım. Tabii gönül isterdi ki kilomu daha az tutabileyim ama olmuyor işte, o 1 ayda alınan 5 kilonun ceremesini tüm hamilelik boyunca çekiyorum. Gülnur teyze normal diyor, dikkatli ve iyi beslenmeye devam!!Böyle giderse max 15 kilo civarı ile kurtarmayı planlıyorum.
Son 1 haftadır sağ arka kaburgalarımdan giren bir ağrı kürek kemiğime kadar çıkıyor, derken bütün sırtımı sarıyordu. Üşütüyor muyum, çalışırken kendimi mi kastım acaba derken meğer düdükcanın karaciğer ve dalağa yaptığı baskı bu sıkıntıya sebepmiş. Heyecanla Gülnur teyzenin doktor tavsiyesini bekledim ama nafile, çekeceksin dedi. Hatta bunlar daha başlangıçmış. Ayrıca bacaklarda biraz şişkinlik başlamış. Her fırsatta ayaklarımı kaldırarak dinlenmem ve az tuzlu yemem tavsiye edildi.
Kan uyuşmazlığı testinin tekrarlanması lazım. Ayrıca tokluk şekeri ölçümünü sorduk, herkese yapılmasına gerek yok, ama istersen yaptırabilirsin dedi.
Kendi doktorum SSK için rapor verebiliyormuş, yılbaşı ertesi gidip çalışabilir raporu alacağım. 5 hafta daha sahalardayım. Sonra bebeşi bekleyeceğiz.
İlk aylardaki o her akşam koltukta uyuyakalmalar başladı yine. Çok fena çünkü yoga, egzersiz yapmaya fırsatım olmuyor. Gerçi tecrübeli anneler vücudun doğum yaklaştıkça uyku depoladığını söylüyor ama ???
Dün akşam bir tanıdığımızın bebek ziyaretine gittik, ve tombik bir bebek olmasına rağmen bana inanılmaz küçük geldi ve kucağıma alamadım!! ya ben şunun şurasında 2 ay sonra çocuk doğuracağım ama 1 aylık bir bebeği kucağıma alamıyorum. Paranoyalar başlıyor mu ne????
20 Aralık 2008 Cumartesi
sezeryan mı normal mi
Hamile olduğunuzu öğrenen insanların ilk sorusu cinsiyeti ise, ikinci mutlaka sezeryan mı normal mi!!
Geçenlerde 10 küsür yıldır görmediğim, İlkerle ortak bir arkadaşımızın bu sorusu artık OHA dedirtti!! 30 yaşında çocuk sahibi bile olmayan bir erkek de bunu sordu ya, artık hiçbir şeye şaşırmam.
Bana insanlar anneliğimi bu sorunun yanıtına göre değerlendirmeye çalışıyormuş gibi geliyor. Sanki normal doğum istiyorsan ve saatler süren sancılara hazırsan fedakar annesin de sezeryanla kolayı seçiyormuşsun gibi!! Sanki 9 ay çektiğin sıkıntılar ve asla emekli olamayacağın bir annelik mesleği ile ömrünün sonuna kadar yaşayacakların yeterli fedakarlık değilmiş gibi!!
Özetle herşeyin doğalından yana olan ben, acı eşiğimin yüksekliği ve de cesurluğumla övünen ben normal doğumdan KORKUYORUM!!!
Sadece saatlerce çekeceğim sancılar değil korkularım. Bebeğe birşey olacakmış korkusu da var. Benim boynuma göbek kordonum dolanmış ve dünyanın en berbat doğumlarından biriymişim örneğin.
Sonra kendini aylarca normal doğuma kanalize edip de son anda yada 15 saat sancı çektikten sonra sezeryana mecbur olan hikayeleri dinledikçe tüylerim diken diken oluyor. O müthiş hayalkırıklığına ne kadar hazır olabilirim?
Ayrıca ben herşeyin planlı programlı olmasını isteyenbiriyim. Bilmem kaç gün doğum gecikse kafayı yerim. Benim gibi organize kadınım öyle spontane gelişmelerle hiç işi olmaz!! Ne zaman doğacağına tabii önce doktor sonra da ben karar vermek isterim. Hem velete kalsa balık burcu olacak ki hiç istemiyoruz, bu da işin geyiği :)
Bugün doktor kontrolüne İlkerin teyzesine gittik, kendisi normalci doktorlardandır. Bana kilomun, bebeğin ve de kalça yapımın (lanet geniş çatı!!!) normal doğuma acayip elverişli olduğunu, normal doğumun fiziksel olarak beni tamamen yenileyeceğini, bir ömür boyu rahat etmem için normal doğumun ne kadar faydalı olduğunu anlattı. Tabii sezeryan talebime saygısı olduğunu da ekleyerek. Bizimle birlikte İlkerin ve benim annelerimiz olduğu için tartışma zemini oluşmamasını tercih ettim ve daha 2 ay varken biraz daha düşünmeye karar verdim ama hala bilemiyorum!! Kendimi hiçbir şeye kanalize etmek istemiyorum. Yoga egzersiz, dikkatli kilo alma vs gibi her hazırlığımı yapa durayım, bir taraftan da sezeryanda diretecekmişim gibi geliyor. Bakalım zaman ne gösterecek!
Not: 30. hafta doktor maceramız ilker göbüşümün fotosunu çektikten sonra yayınlanmaya hazır olacak.
Geçenlerde 10 küsür yıldır görmediğim, İlkerle ortak bir arkadaşımızın bu sorusu artık OHA dedirtti!! 30 yaşında çocuk sahibi bile olmayan bir erkek de bunu sordu ya, artık hiçbir şeye şaşırmam.
Bana insanlar anneliğimi bu sorunun yanıtına göre değerlendirmeye çalışıyormuş gibi geliyor. Sanki normal doğum istiyorsan ve saatler süren sancılara hazırsan fedakar annesin de sezeryanla kolayı seçiyormuşsun gibi!! Sanki 9 ay çektiğin sıkıntılar ve asla emekli olamayacağın bir annelik mesleği ile ömrünün sonuna kadar yaşayacakların yeterli fedakarlık değilmiş gibi!!
Özetle herşeyin doğalından yana olan ben, acı eşiğimin yüksekliği ve de cesurluğumla övünen ben normal doğumdan KORKUYORUM!!!
Sadece saatlerce çekeceğim sancılar değil korkularım. Bebeğe birşey olacakmış korkusu da var. Benim boynuma göbek kordonum dolanmış ve dünyanın en berbat doğumlarından biriymişim örneğin.
Sonra kendini aylarca normal doğuma kanalize edip de son anda yada 15 saat sancı çektikten sonra sezeryana mecbur olan hikayeleri dinledikçe tüylerim diken diken oluyor. O müthiş hayalkırıklığına ne kadar hazır olabilirim?
Ayrıca ben herşeyin planlı programlı olmasını isteyenbiriyim. Bilmem kaç gün doğum gecikse kafayı yerim. Benim gibi organize kadınım öyle spontane gelişmelerle hiç işi olmaz!! Ne zaman doğacağına tabii önce doktor sonra da ben karar vermek isterim. Hem velete kalsa balık burcu olacak ki hiç istemiyoruz, bu da işin geyiği :)
Bugün doktor kontrolüne İlkerin teyzesine gittik, kendisi normalci doktorlardandır. Bana kilomun, bebeğin ve de kalça yapımın (lanet geniş çatı!!!) normal doğuma acayip elverişli olduğunu, normal doğumun fiziksel olarak beni tamamen yenileyeceğini, bir ömür boyu rahat etmem için normal doğumun ne kadar faydalı olduğunu anlattı. Tabii sezeryan talebime saygısı olduğunu da ekleyerek. Bizimle birlikte İlkerin ve benim annelerimiz olduğu için tartışma zemini oluşmamasını tercih ettim ve daha 2 ay varken biraz daha düşünmeye karar verdim ama hala bilemiyorum!! Kendimi hiçbir şeye kanalize etmek istemiyorum. Yoga egzersiz, dikkatli kilo alma vs gibi her hazırlığımı yapa durayım, bir taraftan da sezeryanda diretecekmişim gibi geliyor. Bakalım zaman ne gösterecek!
Not: 30. hafta doktor maceramız ilker göbüşümün fotosunu çektikten sonra yayınlanmaya hazır olacak.
15 Aralık 2008 Pazartesi
Çok güzel hareketler bunlar!!!
Tatilimiz bitiyor, oysa ne mutluyduk. İlk iki gün bol bol dinlendik, bayramda annelerde çok et yenecek diye sebze yemeği pişirdik. Bayramın ilk 3 günü aile ziyaretleri ile geçti. 4. gün İlkeri bir bebek odası telaşıdır aldı. İlk olarak odanın şimdiki çalışma odası olmasına karar verildi. Ben yorgun günün ardından kestirirken İlker odayı boşalttı, kitaplığı oturma odasına, halıyı giriş holüne koydu. Bilgisayar masası ablama verilecek.
Internetten bulduğumuz oda örneklerini çıkarınca nasıl birşey istediğimize karar vermiştik.
Herşeyden önce kesinlikle bebek işi bir oda olmayacak. Çiçekli böcekli, ayıcıklı mobilyalar istemiyoruz. Tercihimiz bebek odası olduğunun dekorasyon ile ortaya çıkması ve geri kalan herşeyin SADE olması. Hatta bir konsept bile belirledik. Hayvanlar alemi!! İlker tam bir hayvan delisi, bense hiç hoşlaşmam ama çocuğum benim gibi olmasın, hayvan sevgisi ile büyüsün istiyorum. Mobilyaları son derece sade seçip, duvarlarda hayvan resimleri - ki resimleri IKEA'dan aldık bile - ve raflarda hayvan oyuncakları ile odayı tamamlamayı planlıyoruz.
Duvarların buz mavisi olmasına karar verdik.
Mobilyaları beyaz lake istiyoruz. Ama internetten bulduğumuz resimdeki gibi bazı kısımları kahve venge ile hareketlendirmek hoş olabilir. Sonra gardrop kesinlikle istemiyoruz çünkü yer tutuyor ve ablamdan biliyorum, hiç kullanılmıyor. Kısacası bir şifonyer bir de karyola!! Bizim yatak odası takımından artan bir çamaşırlık var, buraya da bebeğin eşyalarını koyduk mu tamamdır, koca gardroba ihtiyaç kalmıyor. Tabii raflar olacak, bir de yerimizin kalacağını düşündüğümüzden bir koltuk mutlaka koymak istiyoruz. Sanki bebek uyurken aynı odada kitap okuyabilirmişim gibi geliyor. Daha doğrusu hayalini kuruyorum. Çok araştırmamıza rağmen bir koltuk nasıl ediniriz, bulamadık. Öyle sallanan anne koltuklarından olmasına gerek yok. Berjer tarzı olabilir, sonra yer açılsın diye salona koyarak değerlendirilebilir. Son çare IKEA'dan alacağız gibi görünüyor.
Bebek yatağı konusunda epey düşündük. Öncelikle sepet beşiğimiz ablamdan var. Annem tertemiz örtülerini yıkamış, acayip süslü birşey. Bu durumda seyyar beşik olayını çözmüş bulunuyoruz. Karyolasını herkesin tercih ettiği gibi büyüyebilen cinsinden mi olsun, yoksa sadece birkaç sene kullanabileceği bir yatak yeterli olur mu? Çok düşündük ama büyüyebileni tercih ettik çünkü;
1. İyi kalite ve bebek işi olmayan bir oda düşünüyoruz, yani bizim velet en az 10 yaşına kadar odasını kullanabilecek.
2. Karyolayı koymayı düşündüğümüz yer tam olarak büyük yatağa uygun, yani yer sorunumuz yok.
3. Aynı oda takımlarının küçük ve büyük yatakları arasında fiyat farkı düşündüğümüzden az.
4. son olarak yatağı büyütmek için çıkaracağımız parçada bol bol çekmece var.
Cuma günü Elvanı da yanımıza alarak inanılmaz bir yağmur altında Karabağlardaki mobilyacıları gezdik. Hepsi bebek odası diye bağırıyordu.Ama taleplerimizi sıralayınca yapabileceklerini öğrendik. Yine de tam olarak içimize sinmedi. İlk beğendiğimiz ve fiyatı oldukça yüksek olan takımın aynısını yaptırabileceğimiz bir yol bulduk. Bornovada bebek eşyaları satan İlknurun bir arkadaşı. En az 5 haftaya ihtiyacımız var ama olsun, şu an itibariyle 29. haftamızda olduğumuza göre hala vaktimiz var sayılır.
Bu arada hastane çantası bilgilerini Özgür anne ve Huysuzdan not ettim. Ufaklığın hastane çıkışı cicileri hazır benim hiçbirşeyim yok! Pijama istiyorum. Herkes gecelik diyor. Ama hayatımda hiç geceliğim olmadı ki, hiç sevmem!! Dagideki çiçeklileri anneanne işi olanları beğenmedim. M&S da kareli pijamalar çok süperdi. İlkerin annesi de Relax Mode da bir takım bulmuş, ona da bakacağım. Henüz karar vermiş değilim ama 1 gecelik yedek olarak yanıma alsam da sanıyorum pijama!!!
Hamilelik notu : düdükcan inanılmaz hareketli! Bu sabah beni resmen tekmeleri ile uyandırdı! Çok güçlü hareketleri var. Bulaşık yıkarken hala hamile olduğumu unutuyorum ya :) göneğimi tezgaha dayamışım, düdük rahatsız oldu galiba bir tekme attı, boş bulunmuşum geriye sektim. Artık karşıdan bakınca bile net bir şekilde hareketleri seçilebiliyor. İlker tekme attığı yerden bastırıyor, velet geri ittiriyor, ilker bi daha bastırıyor, bizimki sinirlenip iyice tepiyor. İtişip duruyoruz, çıkınca babasına bir yumruk gömecek sanıyorum :)
29. hafta itibariyle güçlü, sert, can acıtıcı ama ruh okşayıcı tekmeler attığını not etmeliyim ve sanıyorum hamilelikle ilgili en çok bunu özleyeceğim.
Internetten bulduğumuz oda örneklerini çıkarınca nasıl birşey istediğimize karar vermiştik.
Herşeyden önce kesinlikle bebek işi bir oda olmayacak. Çiçekli böcekli, ayıcıklı mobilyalar istemiyoruz. Tercihimiz bebek odası olduğunun dekorasyon ile ortaya çıkması ve geri kalan herşeyin SADE olması. Hatta bir konsept bile belirledik. Hayvanlar alemi!! İlker tam bir hayvan delisi, bense hiç hoşlaşmam ama çocuğum benim gibi olmasın, hayvan sevgisi ile büyüsün istiyorum. Mobilyaları son derece sade seçip, duvarlarda hayvan resimleri - ki resimleri IKEA'dan aldık bile - ve raflarda hayvan oyuncakları ile odayı tamamlamayı planlıyoruz.
Duvarların buz mavisi olmasına karar verdik.
Mobilyaları beyaz lake istiyoruz. Ama internetten bulduğumuz resimdeki gibi bazı kısımları kahve venge ile hareketlendirmek hoş olabilir. Sonra gardrop kesinlikle istemiyoruz çünkü yer tutuyor ve ablamdan biliyorum, hiç kullanılmıyor. Kısacası bir şifonyer bir de karyola!! Bizim yatak odası takımından artan bir çamaşırlık var, buraya da bebeğin eşyalarını koyduk mu tamamdır, koca gardroba ihtiyaç kalmıyor. Tabii raflar olacak, bir de yerimizin kalacağını düşündüğümüzden bir koltuk mutlaka koymak istiyoruz. Sanki bebek uyurken aynı odada kitap okuyabilirmişim gibi geliyor. Daha doğrusu hayalini kuruyorum. Çok araştırmamıza rağmen bir koltuk nasıl ediniriz, bulamadık. Öyle sallanan anne koltuklarından olmasına gerek yok. Berjer tarzı olabilir, sonra yer açılsın diye salona koyarak değerlendirilebilir. Son çare IKEA'dan alacağız gibi görünüyor.
Bebek yatağı konusunda epey düşündük. Öncelikle sepet beşiğimiz ablamdan var. Annem tertemiz örtülerini yıkamış, acayip süslü birşey. Bu durumda seyyar beşik olayını çözmüş bulunuyoruz. Karyolasını herkesin tercih ettiği gibi büyüyebilen cinsinden mi olsun, yoksa sadece birkaç sene kullanabileceği bir yatak yeterli olur mu? Çok düşündük ama büyüyebileni tercih ettik çünkü;
1. İyi kalite ve bebek işi olmayan bir oda düşünüyoruz, yani bizim velet en az 10 yaşına kadar odasını kullanabilecek.
2. Karyolayı koymayı düşündüğümüz yer tam olarak büyük yatağa uygun, yani yer sorunumuz yok.
3. Aynı oda takımlarının küçük ve büyük yatakları arasında fiyat farkı düşündüğümüzden az.
4. son olarak yatağı büyütmek için çıkaracağımız parçada bol bol çekmece var.
Cuma günü Elvanı da yanımıza alarak inanılmaz bir yağmur altında Karabağlardaki mobilyacıları gezdik. Hepsi bebek odası diye bağırıyordu.Ama taleplerimizi sıralayınca yapabileceklerini öğrendik. Yine de tam olarak içimize sinmedi. İlk beğendiğimiz ve fiyatı oldukça yüksek olan takımın aynısını yaptırabileceğimiz bir yol bulduk. Bornovada bebek eşyaları satan İlknurun bir arkadaşı. En az 5 haftaya ihtiyacımız var ama olsun, şu an itibariyle 29. haftamızda olduğumuza göre hala vaktimiz var sayılır.
Bu arada hastane çantası bilgilerini Özgür anne ve Huysuzdan not ettim. Ufaklığın hastane çıkışı cicileri hazır benim hiçbirşeyim yok! Pijama istiyorum. Herkes gecelik diyor. Ama hayatımda hiç geceliğim olmadı ki, hiç sevmem!! Dagideki çiçeklileri anneanne işi olanları beğenmedim. M&S da kareli pijamalar çok süperdi. İlkerin annesi de Relax Mode da bir takım bulmuş, ona da bakacağım. Henüz karar vermiş değilim ama 1 gecelik yedek olarak yanıma alsam da sanıyorum pijama!!!
Hamilelik notu : düdükcan inanılmaz hareketli! Bu sabah beni resmen tekmeleri ile uyandırdı! Çok güçlü hareketleri var. Bulaşık yıkarken hala hamile olduğumu unutuyorum ya :) göneğimi tezgaha dayamışım, düdük rahatsız oldu galiba bir tekme attı, boş bulunmuşum geriye sektim. Artık karşıdan bakınca bile net bir şekilde hareketleri seçilebiliyor. İlker tekme attığı yerden bastırıyor, velet geri ittiriyor, ilker bi daha bastırıyor, bizimki sinirlenip iyice tepiyor. İtişip duruyoruz, çıkınca babasına bir yumruk gömecek sanıyorum :)
29. hafta itibariyle güçlü, sert, can acıtıcı ama ruh okşayıcı tekmeler attığını not etmeliyim ve sanıyorum hamilelikle ilgili en çok bunu özleyeceğim.
4 Aralık 2008 Perşembe
Artık seyahat Yasak!!
Frankfurt – 2
Milano – İstanbul aktarmalı – 4
İstanbul – 6
Nurnberg – Münih aktarmalı – 4
İstanbul – 2
Dubai – İstanbul aktarmalı – 4
İstanbul – 4
Bunlar düdükcan ana rahmine düştüğünden beri yaptığı uçak seyahatleri, toplamda 26 defa!
Pazartesi akşam itibari ile 26. seferimizi yaptık ve uçak seyahatlerimizi 28. haftaya girdiğimiz bugünlerde yasağa girdi. Artık uçağa binmek yok. Hani bebekler arabaya bindiğinde susarlarmış veya uyurlarmış diye bir mit var ya bizimkinin aynı tepkiyi uçak için vereceğinden endişeliyim. Artık babacığı ona bir uçak alır, uykusu kaçınca bindirir, bir İstanbul yapar getiririz. Hem en cool – Tuba , en güzel – Gülayşe ve de en sevdiği – Elvan teyzelerini görmüş olur.
Aslında İstanbulda bu defa günübirlik işim vardı, ama aynı gün 2 uçak yolculuğu zor olur diye pazardan gittim istanbula. Akşamüzeri Tubaya gittik, bizim için nefis yemekler hazırlamış, Okka’dan muhteşem zeytinyağlılar kapmış. Deli yedik, bol bol sohbet ettik, dedikodu yaptık. Artık onları bir daha ancak doğumdan sonra görebileceğim. Elvancığım haftaya bayram için izmire geliyor, tek tesellim bu. Cıbıl göbüşümü açtık, düdükcanın hareketlerini seyrettik, tabi 3 bekar bayan için benim ufaklık ciddi merak uyandırıyor. GAP’ten 60 kişinin çıkarılmasına üzüldük, kriz her yerde kol geziyor, azrail gibi nefesi ensemizde. Bu defa Tuba iyi atlatmış ama hep diken üstünde. Düdükcana yine süper baby GAP cicileri getirmiş, pardon numuneleri:) benim GAP cicim yok, velet daha doğmadan kreasyonlarını tamamladı.
Ciciler deyince, aklıma geldi. Hamileliliğimin başlangıcından itibaren hep annelerimizin cicili bicili hamile elbiselerinden jilelerinden giymek istedim. Ama aynı zamanda çok para da vermek istemiyordum. İlkerin annesi gönüllü oldu bana süper 2 elbise dikti. Biri Mudo’dan modelini çaldığımız çiçekli bir kadife jile, diğeri bu yılın trendi ekose elbise. Ekose beni kocaman gösteriyor, ama olsun, nasıl olsa bi daha giymeyeceğim. Tek derdim topuklu giymek, öğleye doğru sırt ve bel ağrıları başlıyor. Düz ayakkabılar hep yanımda. Bu elbiselerle doğuma kadar götürürüm diyorum, süper rahatlar.
Bayramı iple çekiyorum, bol bol dinlenmeye fırsatım olacak, öyle ihtiyacım var ki, kitap okumaya, yayılmaya, film izlemeye...
Milano – İstanbul aktarmalı – 4
İstanbul – 6
Nurnberg – Münih aktarmalı – 4
İstanbul – 2
Dubai – İstanbul aktarmalı – 4
İstanbul – 4
Bunlar düdükcan ana rahmine düştüğünden beri yaptığı uçak seyahatleri, toplamda 26 defa!
Pazartesi akşam itibari ile 26. seferimizi yaptık ve uçak seyahatlerimizi 28. haftaya girdiğimiz bugünlerde yasağa girdi. Artık uçağa binmek yok. Hani bebekler arabaya bindiğinde susarlarmış veya uyurlarmış diye bir mit var ya bizimkinin aynı tepkiyi uçak için vereceğinden endişeliyim. Artık babacığı ona bir uçak alır, uykusu kaçınca bindirir, bir İstanbul yapar getiririz. Hem en cool – Tuba , en güzel – Gülayşe ve de en sevdiği – Elvan teyzelerini görmüş olur.
Aslında İstanbulda bu defa günübirlik işim vardı, ama aynı gün 2 uçak yolculuğu zor olur diye pazardan gittim istanbula. Akşamüzeri Tubaya gittik, bizim için nefis yemekler hazırlamış, Okka’dan muhteşem zeytinyağlılar kapmış. Deli yedik, bol bol sohbet ettik, dedikodu yaptık. Artık onları bir daha ancak doğumdan sonra görebileceğim. Elvancığım haftaya bayram için izmire geliyor, tek tesellim bu. Cıbıl göbüşümü açtık, düdükcanın hareketlerini seyrettik, tabi 3 bekar bayan için benim ufaklık ciddi merak uyandırıyor. GAP’ten 60 kişinin çıkarılmasına üzüldük, kriz her yerde kol geziyor, azrail gibi nefesi ensemizde. Bu defa Tuba iyi atlatmış ama hep diken üstünde. Düdükcana yine süper baby GAP cicileri getirmiş, pardon numuneleri:) benim GAP cicim yok, velet daha doğmadan kreasyonlarını tamamladı.
Ciciler deyince, aklıma geldi. Hamileliliğimin başlangıcından itibaren hep annelerimizin cicili bicili hamile elbiselerinden jilelerinden giymek istedim. Ama aynı zamanda çok para da vermek istemiyordum. İlkerin annesi gönüllü oldu bana süper 2 elbise dikti. Biri Mudo’dan modelini çaldığımız çiçekli bir kadife jile, diğeri bu yılın trendi ekose elbise. Ekose beni kocaman gösteriyor, ama olsun, nasıl olsa bi daha giymeyeceğim. Tek derdim topuklu giymek, öğleye doğru sırt ve bel ağrıları başlıyor. Düz ayakkabılar hep yanımda. Bu elbiselerle doğuma kadar götürürüm diyorum, süper rahatlar.
Bayramı iple çekiyorum, bol bol dinlenmeye fırsatım olacak, öyle ihtiyacım var ki, kitap okumaya, yayılmaya, film izlemeye...
29 Kasım 2008 Cumartesi
ondan şikayet bundan şikayet
Bugünlerde… Kabızım!
Her sabah birkaç kuru kayısı üzerine su
Hergün en az 2 lt su
Hergün 1 elma
Kepek ekmeği & Salata
Hemen her öğün mutlaka çorba
Yiyorum içiyorum ama tık yok. Tabii ki kabızlık hormonların etkisi ile görülmesi normal bir belirti ama benim sonum hemoroid olacak korkarım. Artık Dilber hala geçer karşıma “utanma evladım, basur zengin hastalığı” der durur:)
Herşey iyi hoş da işte hamileliğin böyle garip sıkıntıları da oluyor. Yediklerinden ishal olmuş ve acile taşınmış zavallı annemin tuvalet macerasını bile kıskançlıkla dinledim. İşin kötüsü karışık bitki çayı veya ilaç da içemiyorsun, yediklerine talimsin. Hadi bakalım sonumuz hayır ola:)
Bugünlerde… Alkol aşeriyorum!
İnanılmaz canım içki içmek istiyor. Hani öyle aman aman düşkünlüğüm de yoktu ama haftada bir arkadaşlarla birlikteyken bira-patates, sonra ara sıra şarap içmeyi sever(d)im. Doğuma az kaldı ama emzirirken de içki yasak ya, ben en az 9 ay daha sahalardan uzak kalacağım. Ama ilkerin sözü var, bu bebek mevzusu bittiğinde toplanıp bizim evde tequila partisi yapacağız. Öff ne temiz ne güzel içkidir o!!!
Bugünlerde … iştahım müthiş açık!
Özellikle de makarna manyaklığı hat safhada!! En azından zeytinyağlı domatesli ama mutlaka yanında salata yapıyorum yoksa 1 tencereyi bitirebilitem var. Ne olacak benim sonum bilmiyorum.
Bugünlerde … reflü top yapmış durumda!
Doktorun verdiği gibi sarı leblebi tıkınıyorum yemekten sonra, ama bana mısın demiyor. Bunlar hep veletin ters durmasından işte!! Kasıklarıma tekmeler atması yetmiyormuş gibi bir de mideme kafa atıyor:) İşimiz var küçük beyle.
Geçen postta herşey harika gidiyor diyordum değil mi? Dilimi eşşek arıları soksun nazar değdiriyorum kendi kendime. Yine de şükür, nankörlük etmemek lazım. bunlar sadece ufak tefek şikayet.
26 Kasım 2008 Çarşamba
Süper Koca
Geçen cumartesi doktor tetanoz aşısı olmamı söylemişti, hazır hastanenin yakınlarındayken eczaneden alalım yaptırıverelim olduk. Ama hiçbir eczanede bulamadık. Sonra İlker babasının eczacı arkadaşlarından araştırdı, yine yok! Piyasada cümle alemin tetanoz olası mı gelmiş anlamadım.
Dün ilker aradı, iş telefonumun direkt hattını sordu, hayırdır filan derken meğer bizim oranın sağlık ocağına gidip aile doktorumuzu bulmuş, bizleri kayıt ettirmiş, aşıyı bugüne temin etmelerini istemiş. Süper koca!!!
Bu sabah birlikte gittik. Aile doktorumuz bazı bilgilere ihtiyacı olduğunu söyledi, kan grubumdan, son tansiyon bilgilerine, ilk hamile kaldığımdaki kilomdan, kaç kilo aldığıma, ne ilaçlar kullandığımdan şimdiye kadarki test sonuçlarıma kadar İlker meğer herşeyi dün kafadan söylemiş, ŞOK oldum. Sadece doktor bir de benimle kontrol etmek istemiş. Hani biliyorum acayip ilgili bir kocadır da bu kadarına doktordan bile fazla şaşırdım. Zaten o hamilelik kitaplarının hepsini okudu, aradan şu şikayetim var filan deyince başlıyor nedenlerini tıp dilinde anlatmaya. Ama şekerim benim iğneden neşterden korktuğundan ne bugün aşı yapılırken yanımda durabildi, ne de doğuma girmeye niyeti var. Acayip korkuyor. En son bir cesaret yirmilikdiş ameliyatıma girmişti de tansiyonu filan düşünce doktor beni bırakıp onunla ilgilenmişti. Bu tecrübeden sonra ben de ısrar etmiyorum. En azından her anımda yanımda, doğumu da biz düdükcanla hallederiz:)
Bu aile doktorluğu meselesi fena değil galiba, İzmirin sağlıktan sorumlu vali yardımcısı İlkerin amcası, kendisi ile bu uygulama hakkında epey çatışmışlığımız vardı, doğru uygulandığında iyi sonuçlar vereceğini söylüyor, bana pek inandırıcı gelmiyordu. Hani yine bizim gibi özel sağlık sigortası ile işini görenler için çok gerekli olmayabilir ama bugün edindiğim izlenim kısıtlı imkanları olanlar için son derece pozitif. Doktor hanım, bazı hamilelerin çok bilinçsiz olduğunu, evlerine dahi giderek ilgilendiklerini, tüm kayıtları tuttuklarını anlattı. Bundan sonraki kontrollerimden hemen sonra telefon edip son bilgileri iletmemi istedi. Her kayıt olan hasta üzerinden ilave ücret aldıklarını biliyorum ama bu şekilde bir uygulama bence çok faydalı. Özel doktor görmeyen çok sayıda gebe var. Bu şekilde ciddi bir tetkikten geçiriliyor ve takip ediliyorlar. İzmirde sağlık konularına çok önem verildiğini biliyorum da umarım bu aile hekimliği meselesi diğer şehirlerde ve ücra köylerimizde de bu kadar ciddiye alınıyordur.
Dün ilker aradı, iş telefonumun direkt hattını sordu, hayırdır filan derken meğer bizim oranın sağlık ocağına gidip aile doktorumuzu bulmuş, bizleri kayıt ettirmiş, aşıyı bugüne temin etmelerini istemiş. Süper koca!!!
Bu sabah birlikte gittik. Aile doktorumuz bazı bilgilere ihtiyacı olduğunu söyledi, kan grubumdan, son tansiyon bilgilerine, ilk hamile kaldığımdaki kilomdan, kaç kilo aldığıma, ne ilaçlar kullandığımdan şimdiye kadarki test sonuçlarıma kadar İlker meğer herşeyi dün kafadan söylemiş, ŞOK oldum. Sadece doktor bir de benimle kontrol etmek istemiş. Hani biliyorum acayip ilgili bir kocadır da bu kadarına doktordan bile fazla şaşırdım. Zaten o hamilelik kitaplarının hepsini okudu, aradan şu şikayetim var filan deyince başlıyor nedenlerini tıp dilinde anlatmaya. Ama şekerim benim iğneden neşterden korktuğundan ne bugün aşı yapılırken yanımda durabildi, ne de doğuma girmeye niyeti var. Acayip korkuyor. En son bir cesaret yirmilikdiş ameliyatıma girmişti de tansiyonu filan düşünce doktor beni bırakıp onunla ilgilenmişti. Bu tecrübeden sonra ben de ısrar etmiyorum. En azından her anımda yanımda, doğumu da biz düdükcanla hallederiz:)
Bu aile doktorluğu meselesi fena değil galiba, İzmirin sağlıktan sorumlu vali yardımcısı İlkerin amcası, kendisi ile bu uygulama hakkında epey çatışmışlığımız vardı, doğru uygulandığında iyi sonuçlar vereceğini söylüyor, bana pek inandırıcı gelmiyordu. Hani yine bizim gibi özel sağlık sigortası ile işini görenler için çok gerekli olmayabilir ama bugün edindiğim izlenim kısıtlı imkanları olanlar için son derece pozitif. Doktor hanım, bazı hamilelerin çok bilinçsiz olduğunu, evlerine dahi giderek ilgilendiklerini, tüm kayıtları tuttuklarını anlattı. Bundan sonraki kontrollerimden hemen sonra telefon edip son bilgileri iletmemi istedi. Her kayıt olan hasta üzerinden ilave ücret aldıklarını biliyorum ama bu şekilde bir uygulama bence çok faydalı. Özel doktor görmeyen çok sayıda gebe var. Bu şekilde ciddi bir tetkikten geçiriliyor ve takip ediliyorlar. İzmirde sağlık konularına çok önem verildiğini biliyorum da umarım bu aile hekimliği meselesi diğer şehirlerde ve ücra köylerimizde de bu kadar ciddiye alınıyordur.
23 Kasım 2008 Pazar
Nanik
Dün yine midemde heyecan ağrıları ile doktor kontrolüne gittik.
* Velet bize bütün ultrason boyunca dil çıkardı. Çok ciddiyim resmen nanik yaptı. Bir güzel onu saran sıvıdan içti bir işemediği kaldı.
* Arkadaşın pipisini ilk defa gördüm. Önceki kontrollerde nasılsa ilker gördü diye, meraklısı da olmadığım için hiç aaa nerde nerde filan demiyordum.
* Kalp kapakçıklarının tamamını gördük. Ve tabi o dehşet kalp atışlarının sesini de duyduk yine.
* gözleri yanakları ağzı herşeyi artık rahatça görebiliyoruz.
* 890 gr - gelişimi normalmiş. Sanki bana hala ufak gibi geliyor.
* Ben 59 kilo tartıldım, yani 8 kilo almışım, son 5 haftadır da 1 kilo almışım. Bu defa fırçadan yırttık. Dikkatli yemeye devam, çünkü asıl bundan sonra inanılmaz bir iştah açıklığı beni bekliyor.
* Tetanoz aşısı aradık, hiçbir eczanede bulamadık. Anne bebek sağlığı merkezi edinmem lazım ki bu tür aşıları hemen yaptırabileyim.
* Düdükcanın tekmelerinin kasıklarıma doğru olmasının sırrı çözüldü. Bizim velet ters duruyormuş. Önemli değilmiş, belki düzelirmiş, düzelmezse sezeryana karar verilirmiş.
* Yemeklerin ağzıma gelme hissi normalmiş, yemekerden sonra birkaç leblebi sorunu çözermiş.
* Aralığın 4 ünden itibaren uçak kesinlikle yasakmış ki bunu biliyordum sadece tekrar sordum. Önümüzdeki 2 hafta seyahat ettim ettim, sonrası artık ev kuşuyum.
Şimdilik herşey normal görünüyor. Bugün İlkerle sahilde yürüyüşe çıktık, serin ama tertemiz bir hava. Konuşuyorduk, dedi ki keyifli bir hamilelik geçiriyorsun değil mi? Evet, tabii ki bazı sıkıntılar oluyor, çok yoğun çalışıp yorgunluktan ağladığım bile oldu ama yine de pek çok insandan daha rahat bir dönem geçiriyorum. En azından öyle aman aman bir bulantım olmadı, düdükcan ana rahmine düştüğünden beri sürekli gezmeme rağmen hiç sağlık sıkıntısı çekmedim, veletle iyiyiz, bana yardımcı oluyor... Sonra her türlü hormanal manyaklığıma anlayış gösteren bir ilkerim var. Yani keyfimin yerinde olmaması için hiçbir sebep yok. Bir de sağlıkla ufaklığı kucağımıza alırsak daha ne isteriz?
20 Kasım 2008 Perşembe
26. hafta
Evet 25 hafta bitti bile doktor kontrolüne az kaldı. 6,5 ayı devirdik düdükcanla.
Son doktora gittiğimizin üzerinden yaklaşık 5 hafta geçti. Sanıyorum bu ay 1 kilo aldım. Geçen kontroldeki 1 ayda 5 kilo krizinden bu yana iştahım yerinde olmasına rağmen yediklerime dikkat ediyorum. Haftada 1 gün makarna, 1 gün de hamburger, pizza, pide gibi kaka kaçamaklar yapıyorum. Bunun haricinde mutlaka çorba içiyorum, et, tavuk, sebze ile süt, yoğurt devam. Ekmeği kestim sadece kepekli UNO, ofise de götürüyorum. Meyvayı arttırdım, tatlı mandalinler en az günde 3-4 tane yeniyor, muz yada elma da mutlaka ilave oluyor. En önemlisi çikolatadan uzak durmaya çalışıyorum. Öyle yarım kavanoz nutella yemek yok artık. Son olarak cumartesi akşamı balık yiyebildim, çok değil ama hamileliğimden bu yana ilk defa bu kadar çok yedim. Alkış yaptık bana:)
Pazar günü İlker şantiyeye giderken beni Agora AVM ye bıraktı. Deliler gibi dolaştım, nasıl yorulmuşum. Aldığım da siyah ve beyaz uzun kollu penye. Bunları hamile butiklerinde 45 YTL ye satıyorlar, 11 YTL ye almaktan son derece büyük gururla kendimi ödüllendirmeye karar verdim. Kahve dünyasına oturdum, ve fondü söyledim!!! İşte haftanın kaçamağı. Muz ve çilek, sıcak çikolataya batırıp yiyorsun, muhteşemdi.
Annemlerle pazartesi günü yaptığım yıldönümü tebriğinden sonra durulduk. Zaten böyle olur, sevdiklerinle fazla dargın kalamazsın ama unutur muyum bilmiyorum.
Güzel bir kitap okuyorum, genelde okurken uyuyakalıyorum ama benim için bu kitap bir tür “Tabuları Yıkmak” hadisesi : Orhan Pamuk – Masumiyet Müzesi. Orhan Pamuk okumadım hiç, hem üniversite yıllarındaki birkaç başarısız deneme hem de sonraki dönemde yazarın siyasi bakış açısına duyduğum önyargı beni Orhan Pamuk’tan iyice soğuttu. Dubai’den beri okuyorum daha yarısına gelebilmiş değilim ama şimdilik herşey güzel.
Önümüzdeki günlerin merak konusu hep düdükcanın doktor kontrolü. Acaba sağlıklı mı? Kilosu boyu posu yerinde mi? Tam olarak ne zaman doğacak? Şahsen bu konu çok önemli. Zira 18 şubattan sonra kendileri bir balık burcu erkeği oluyor ki bundan hiç hazzetmem, dolayısı ile çapkın kova burcundan yanayım. Tanıdığım pek kova erkeği yok ama okuduğum kadarıyla enteresan bir burç. Çılgın biraz. Bana uyar. Evde 2 miskin boğa burcundan sonra çatlak kova biraz bizi kendimize getirir düşüncesindeyim. Biz çocuğumuz da bizim gibi boğa olsun isterken hesapları tutturamadık ama evde farklı bir karakter de ilginç olabilir.
Dün akşam İzmir Devlet Senfoni Orkestrasının Emil Tabakov şefliğinde Carmina Burana konserini dinlemeye gittik. Sabancı salonunda yapılacaktı ama sanat aşığı İzmirlilere salon dar gelince Fuardaki Atlas Pavyonuna taşınmış. Çoluk çocuk İzmirliler iyi müziğin keyfini çıkardı, herkes o kadar coştu ki konserin son kısmı seyirci eşliğinde tekrarlandı. Düdükcan da tekmeleri ile orkestraya ritm tuttu.
26. hafta böyle geçiyor, göbüşüm her geçen gün büyüyor. Şimdilik tek heyecan cumartesi günkü doktor kontrolü, bu kontrollerin sıklaşmasını sabırsızlıkla bekliyorum.
Son doktora gittiğimizin üzerinden yaklaşık 5 hafta geçti. Sanıyorum bu ay 1 kilo aldım. Geçen kontroldeki 1 ayda 5 kilo krizinden bu yana iştahım yerinde olmasına rağmen yediklerime dikkat ediyorum. Haftada 1 gün makarna, 1 gün de hamburger, pizza, pide gibi kaka kaçamaklar yapıyorum. Bunun haricinde mutlaka çorba içiyorum, et, tavuk, sebze ile süt, yoğurt devam. Ekmeği kestim sadece kepekli UNO, ofise de götürüyorum. Meyvayı arttırdım, tatlı mandalinler en az günde 3-4 tane yeniyor, muz yada elma da mutlaka ilave oluyor. En önemlisi çikolatadan uzak durmaya çalışıyorum. Öyle yarım kavanoz nutella yemek yok artık. Son olarak cumartesi akşamı balık yiyebildim, çok değil ama hamileliğimden bu yana ilk defa bu kadar çok yedim. Alkış yaptık bana:)
Pazar günü İlker şantiyeye giderken beni Agora AVM ye bıraktı. Deliler gibi dolaştım, nasıl yorulmuşum. Aldığım da siyah ve beyaz uzun kollu penye. Bunları hamile butiklerinde 45 YTL ye satıyorlar, 11 YTL ye almaktan son derece büyük gururla kendimi ödüllendirmeye karar verdim. Kahve dünyasına oturdum, ve fondü söyledim!!! İşte haftanın kaçamağı. Muz ve çilek, sıcak çikolataya batırıp yiyorsun, muhteşemdi.
Annemlerle pazartesi günü yaptığım yıldönümü tebriğinden sonra durulduk. Zaten böyle olur, sevdiklerinle fazla dargın kalamazsın ama unutur muyum bilmiyorum.
Güzel bir kitap okuyorum, genelde okurken uyuyakalıyorum ama benim için bu kitap bir tür “Tabuları Yıkmak” hadisesi : Orhan Pamuk – Masumiyet Müzesi. Orhan Pamuk okumadım hiç, hem üniversite yıllarındaki birkaç başarısız deneme hem de sonraki dönemde yazarın siyasi bakış açısına duyduğum önyargı beni Orhan Pamuk’tan iyice soğuttu. Dubai’den beri okuyorum daha yarısına gelebilmiş değilim ama şimdilik herşey güzel.
Önümüzdeki günlerin merak konusu hep düdükcanın doktor kontrolü. Acaba sağlıklı mı? Kilosu boyu posu yerinde mi? Tam olarak ne zaman doğacak? Şahsen bu konu çok önemli. Zira 18 şubattan sonra kendileri bir balık burcu erkeği oluyor ki bundan hiç hazzetmem, dolayısı ile çapkın kova burcundan yanayım. Tanıdığım pek kova erkeği yok ama okuduğum kadarıyla enteresan bir burç. Çılgın biraz. Bana uyar. Evde 2 miskin boğa burcundan sonra çatlak kova biraz bizi kendimize getirir düşüncesindeyim. Biz çocuğumuz da bizim gibi boğa olsun isterken hesapları tutturamadık ama evde farklı bir karakter de ilginç olabilir.
Dün akşam İzmir Devlet Senfoni Orkestrasının Emil Tabakov şefliğinde Carmina Burana konserini dinlemeye gittik. Sabancı salonunda yapılacaktı ama sanat aşığı İzmirlilere salon dar gelince Fuardaki Atlas Pavyonuna taşınmış. Çoluk çocuk İzmirliler iyi müziğin keyfini çıkardı, herkes o kadar coştu ki konserin son kısmı seyirci eşliğinde tekrarlandı. Düdükcan da tekmeleri ile orkestraya ritm tuttu.
26. hafta böyle geçiyor, göbüşüm her geçen gün büyüyor. Şimdilik tek heyecan cumartesi günkü doktor kontrolü, bu kontrollerin sıklaşmasını sabırsızlıkla bekliyorum.
15 Kasım 2008 Cumartesi
Uzun
Geçen cumartesiyi hafızamdan silmek istiyorum ama olmuyor. Herşey önceki gün başladı. Kendimi pek iyi hissetmedim cuma akşamı yarım saat erken çıktım. Nasıl olsa ertesi günü birkaç saatliğine ofise gidecektim. Eve geldiğimde genel müdür aradı tabi çözemedik, dedim ki sabahtan ofiste olacağım konuşuruz. İyice dinledip 9 gibi ofise gittim, kendisi İstanbulda ben izmirde, mail attım beni arayın ofisteyim diye. 12 de aradı. Tam 4 saat telefonda konuştuk ve sonunda hallettik ama benim ofisten saat 1 gibi çıkıp evde öğle uykusu uyuma hayallerim yalan oldu. Tam adamla konuşuyorum, babam aradı cepten, çalışıyorum şu an diyorum hala konuşuyor. Sonunda telefonu suratıma kapattı. Genel müdürle işim bitince aradım açmadı, ablamı aradım, neler yaptığımı konuştuk, ona gideceklermiş. İyi sorun yok, selam söylersin dedim. Eve geldim yemek yok ve ikimiz de kurt gibi açız, markete gittik, birşeyler atıştırdık, eve gelip sızdık. Markette indirime giren Hamilelikte Pilates DVD sini aldım. Artık Yoganın tüm repliklerini ezberlediğim için bu da farklı bir tat katsın egzersizlerime dedim, ama nerdeyse 1 hafta oldu henüz başlayamadım.
Tufanın annesi Hamiyet teyze muhteşem çiğ börek yapar, ne zamandır gidelim diyoruz olmuyordu. Bu pazar sabah erkenden hep beraber gittik. Gülle ben yapımda emek verdik, sonra da deliler gibi yedik. Sohbet muhabbet, akşam maçı hep beraber bizde izlemeye karar verdik. Zeynep de Tufanın ailesi ile nihayet bir araya gelebildi:) Düdükcan için çok sevimli süpermen tulumu almış. Çok güldük kendisine:)
Ama ne yemişiz, biz kızlar eve yürüyerek gitmeye karar verdik. Max. 3 km yol zaten.
Maça kadar Juno filmini izledik. Ben tek kelimeyle bayıldım. Kısaca lise öğrencisi Juno arkadaşı ile meraktan cinsel ilişkiye giriyor ve umulmadık şekilde hamile kalıyor. Bebeği doğurup zengin bir çifte vermeye karar veriyor. Bu tarz bir evlat edinmeden daha önce canı yanmış çift biraz temkinli yaklaşıyor ama Juno hazır cevaplılığı ve cana yakınlığı ile onların gönlünü kısa zamanda fethediyor. Senaryo çok başarılıydı ve Juno dahil tüm oyunculara rol iyi oturmuştu. Little Miss Sunshine tadında çok başarılı bir pazar seyirliği idi.
Pazartesi akşam henüz ofisteyken İstanbula gideceğimin haberini vermek için annemleri aradım. BAM!! Annem tüm telefon tafra yaptı babam bana bağırarak cumartesi gününün intikamını aldı. Ağzım açık kaldı. Kulaklarıma inanamadım, zaten son bir aydır her hafta seyahat, hemen hergün ve cumartesi de dahil mesaideyim, üstelik HAMİLEYİM bu sebeple türlü hormonal gelgitler yaşıyorum, kısacası bu acımasız eleştirileri hiç hakketmediğimi düşünüyorum. Hadi onu bırak, daha fazlasına bile talibim, normalden daha fazla anlayışa! Üstelik cumartesi günü ablam annemlere durumumu anlatmış olmasına ve aradan 2 gün geçmiş olmasına rağmen durulacağına daha da sinirlenmiş olmaları beni tek kelime ile kırdı. Akşam zaten işten 8 de çıktım, ağlaya ağlaya eve geldim ve uzun bir süre İlkerin beni teselli etmesi gerekti. Zavallı çocuk hayatı benim zırlamalarımı tebessüme çevirmekle geçiyor. Nerdeyse 1 haftadır aramıyorum, İstanbula gidip geldim, ve onlar da aramadı. Bakalım nereye kadar? ama insan hamileyken zaten çok kırılgan oluyor bir de en yakınlarından beklediği anlayış yerine kapris bulduğunda canı yanıyor!! Neyse pazartesi 35. evlilik yıldönümleri, elbet arayacağım ve belki bir süre sonra aramız düzelecek ama 1 haftadır kızgınlığım geçmedi.
Hafta içi türlü iş sıkıntıları yaşadım, inkar edemeyeceğim. Ama lafını da etmek istemiyorum artık. Sadece canımı sıkan bir konuda iki çift laf etmeden geçemeyeceğim. Merkez ofiste muhasebe müdürü ile görüştüm, sağdan soldan duyduğum hurafelerin gerçeklik payını öğrenmeliydim:
1. Doğum iznindeyken firma bana maaşımı tam veriyor mu? HAYIR! 4 ay boyunca tek kuruş almıyorsun, sonra SK'ya gidip topluca alıyorsun paranı. Ve bu da şirketten aldığın maaşın %75 ine denk geliyor. Bu oran da sabit sayılmaz çünkü eğer maaşın yüksekse, SSK nın bir üst tavan limiti var, bu oran senin maaşına göre %50 lere bile gelebilir.
2. Şubatta izne çıkıp Haziranda döneceğim, ikramiyem ne olacak? YOK !! 6 aylık ikramiyenin sadece 2 aylık kısmını alacaksın, 4 aylık kısmını almayacaksın!!
3. Peki zam zamanı geliyor, hamileyim diye bana daha az zam yaparlar mı? ne de olsa bak 4 ay çalışmayacağım? YOK CANIM! ona bakmıyorlar ayrım yapmıyorlar, BİR DE YAPSALARDI. Zam zamanı göreceğiz ama bir de zammımı sırf hamileyim diye az tutarlarsa işte o zaman YUH diyeceğim.
Hani bi de Alman şirketi olacak. Yabancı şirketler insanlara fazladan doğum parası veriyor da bizim şirket nerdeyse cezalandıracak.
Süt iznini korka korka sordum bak onu istediğin gibi veriyorlarmış, ister günde 1,5 saat, ister 1 tam gün gelme işe. Ben benzin paralarımı düşünüp 1 gün izin şeklinde kullanmayı planlıyorum ama genel müdür ne der göreceğiz.
Amaaan neyse diyeceğim de işte ilkerin inşaatından satış olmazsa benim maaşla geçinmeye devam edeceğimiz için şimdiden stres sarıyor her yanımı..
Bugün cumartesi ve son zamanların en iyi cumartesisiydi. Çünkü işe gitmedim. Akşam koltukta sızdığım için sabah erkenden kalktım, çamaşır ve etrafı toplamanın ardından İlkerin annesi geldi, birlikte Çankayadaki bir toptancıya gittik, henüz belki erken ama Düdükcana yeni doğmuş veletler için ne gerekiyorsa aldı babanesi:) Zıbınlar, body ler, bereler, çoraplar, alt değiştirme bişeysi... Artık yeni doğduğunda birkaç ay giyecek kadar çok cicisi var. Tabi renkler hep aynı, mavi pembe, yeşil turuncu.. Ben maviden çok biraz beyazlara kayıyorum. Çok seviyorum bebekte beyazı. İşimizi bitirdikten sonra İkiçeşmelikten çıkarken İlkerin annesi dedi ki burada belki 50 senelik bir Hasan Yoğurtçusu var, hadi ballı yoğurt yiyelim. Ben hiç yememiştim daha önce, daldık içeriye. Eskiden sadece ballı yoğurt satarken şimdi tatlılar da katmışlar ama öyle meşhurmuş ki İzmirde hemen herkes burayı bilirmiş. Matematik öğretmenliği bölümünde okurken bir hocaları getirmiş onları buraya, 35 senedir de sık sık gelirmiş. Koca bir kase - sanırım en az yarım kiloydu - ballı yoğurt keyfimi yerine getirdi, tabi uykumu da. O ders vermeye gitti, ben de atladım otobüse doğru eve. yatakta uzanıp geçen gece havaalanında Garanti bankasının Lounge dan çaldığım Instyle dergisine bakarken uyuyakalmışım. Ballı yoğurttan tatlı bir uykuydu valla:) Sonra ablam duruyla birlikte geldi, haftanın türk kahvesi eşliğinde sohbet çok iyi geldi. Ona aldığımız cicileri gösterdim, tamadır dedi, düdükcanın ilk birkaç ayı için herşeyin var artık bunlardan başka alma, daha büyük şeyler alırsın. Bence de!!!
Bugün zorla yediğim balık günü!! Çok zor yiyorum balığı ama düdükcan için yemem lazım. Tam ironi aslında onun için yemeye çalışıyorum ve onun yüzünden bir türlü 1 balığı bitiremiyorum. Hadi bakalım bu akşam nasıl bir balık savaşı bekliyor bizi göreceğiz.
Tufanın annesi Hamiyet teyze muhteşem çiğ börek yapar, ne zamandır gidelim diyoruz olmuyordu. Bu pazar sabah erkenden hep beraber gittik. Gülle ben yapımda emek verdik, sonra da deliler gibi yedik. Sohbet muhabbet, akşam maçı hep beraber bizde izlemeye karar verdik. Zeynep de Tufanın ailesi ile nihayet bir araya gelebildi:) Düdükcan için çok sevimli süpermen tulumu almış. Çok güldük kendisine:)
Ama ne yemişiz, biz kızlar eve yürüyerek gitmeye karar verdik. Max. 3 km yol zaten.
Maça kadar Juno filmini izledik. Ben tek kelimeyle bayıldım. Kısaca lise öğrencisi Juno arkadaşı ile meraktan cinsel ilişkiye giriyor ve umulmadık şekilde hamile kalıyor. Bebeği doğurup zengin bir çifte vermeye karar veriyor. Bu tarz bir evlat edinmeden daha önce canı yanmış çift biraz temkinli yaklaşıyor ama Juno hazır cevaplılığı ve cana yakınlığı ile onların gönlünü kısa zamanda fethediyor. Senaryo çok başarılıydı ve Juno dahil tüm oyunculara rol iyi oturmuştu. Little Miss Sunshine tadında çok başarılı bir pazar seyirliği idi.
Pazartesi akşam henüz ofisteyken İstanbula gideceğimin haberini vermek için annemleri aradım. BAM!! Annem tüm telefon tafra yaptı babam bana bağırarak cumartesi gününün intikamını aldı. Ağzım açık kaldı. Kulaklarıma inanamadım, zaten son bir aydır her hafta seyahat, hemen hergün ve cumartesi de dahil mesaideyim, üstelik HAMİLEYİM bu sebeple türlü hormonal gelgitler yaşıyorum, kısacası bu acımasız eleştirileri hiç hakketmediğimi düşünüyorum. Hadi onu bırak, daha fazlasına bile talibim, normalden daha fazla anlayışa! Üstelik cumartesi günü ablam annemlere durumumu anlatmış olmasına ve aradan 2 gün geçmiş olmasına rağmen durulacağına daha da sinirlenmiş olmaları beni tek kelime ile kırdı. Akşam zaten işten 8 de çıktım, ağlaya ağlaya eve geldim ve uzun bir süre İlkerin beni teselli etmesi gerekti. Zavallı çocuk hayatı benim zırlamalarımı tebessüme çevirmekle geçiyor. Nerdeyse 1 haftadır aramıyorum, İstanbula gidip geldim, ve onlar da aramadı. Bakalım nereye kadar? ama insan hamileyken zaten çok kırılgan oluyor bir de en yakınlarından beklediği anlayış yerine kapris bulduğunda canı yanıyor!! Neyse pazartesi 35. evlilik yıldönümleri, elbet arayacağım ve belki bir süre sonra aramız düzelecek ama 1 haftadır kızgınlığım geçmedi.
Hafta içi türlü iş sıkıntıları yaşadım, inkar edemeyeceğim. Ama lafını da etmek istemiyorum artık. Sadece canımı sıkan bir konuda iki çift laf etmeden geçemeyeceğim. Merkez ofiste muhasebe müdürü ile görüştüm, sağdan soldan duyduğum hurafelerin gerçeklik payını öğrenmeliydim:
1. Doğum iznindeyken firma bana maaşımı tam veriyor mu? HAYIR! 4 ay boyunca tek kuruş almıyorsun, sonra SK'ya gidip topluca alıyorsun paranı. Ve bu da şirketten aldığın maaşın %75 ine denk geliyor. Bu oran da sabit sayılmaz çünkü eğer maaşın yüksekse, SSK nın bir üst tavan limiti var, bu oran senin maaşına göre %50 lere bile gelebilir.
2. Şubatta izne çıkıp Haziranda döneceğim, ikramiyem ne olacak? YOK !! 6 aylık ikramiyenin sadece 2 aylık kısmını alacaksın, 4 aylık kısmını almayacaksın!!
3. Peki zam zamanı geliyor, hamileyim diye bana daha az zam yaparlar mı? ne de olsa bak 4 ay çalışmayacağım? YOK CANIM! ona bakmıyorlar ayrım yapmıyorlar, BİR DE YAPSALARDI. Zam zamanı göreceğiz ama bir de zammımı sırf hamileyim diye az tutarlarsa işte o zaman YUH diyeceğim.
Hani bi de Alman şirketi olacak. Yabancı şirketler insanlara fazladan doğum parası veriyor da bizim şirket nerdeyse cezalandıracak.
Süt iznini korka korka sordum bak onu istediğin gibi veriyorlarmış, ister günde 1,5 saat, ister 1 tam gün gelme işe. Ben benzin paralarımı düşünüp 1 gün izin şeklinde kullanmayı planlıyorum ama genel müdür ne der göreceğiz.
Amaaan neyse diyeceğim de işte ilkerin inşaatından satış olmazsa benim maaşla geçinmeye devam edeceğimiz için şimdiden stres sarıyor her yanımı..
Bugün cumartesi ve son zamanların en iyi cumartesisiydi. Çünkü işe gitmedim. Akşam koltukta sızdığım için sabah erkenden kalktım, çamaşır ve etrafı toplamanın ardından İlkerin annesi geldi, birlikte Çankayadaki bir toptancıya gittik, henüz belki erken ama Düdükcana yeni doğmuş veletler için ne gerekiyorsa aldı babanesi:) Zıbınlar, body ler, bereler, çoraplar, alt değiştirme bişeysi... Artık yeni doğduğunda birkaç ay giyecek kadar çok cicisi var. Tabi renkler hep aynı, mavi pembe, yeşil turuncu.. Ben maviden çok biraz beyazlara kayıyorum. Çok seviyorum bebekte beyazı. İşimizi bitirdikten sonra İkiçeşmelikten çıkarken İlkerin annesi dedi ki burada belki 50 senelik bir Hasan Yoğurtçusu var, hadi ballı yoğurt yiyelim. Ben hiç yememiştim daha önce, daldık içeriye. Eskiden sadece ballı yoğurt satarken şimdi tatlılar da katmışlar ama öyle meşhurmuş ki İzmirde hemen herkes burayı bilirmiş. Matematik öğretmenliği bölümünde okurken bir hocaları getirmiş onları buraya, 35 senedir de sık sık gelirmiş. Koca bir kase - sanırım en az yarım kiloydu - ballı yoğurt keyfimi yerine getirdi, tabi uykumu da. O ders vermeye gitti, ben de atladım otobüse doğru eve. yatakta uzanıp geçen gece havaalanında Garanti bankasının Lounge dan çaldığım Instyle dergisine bakarken uyuyakalmışım. Ballı yoğurttan tatlı bir uykuydu valla:) Sonra ablam duruyla birlikte geldi, haftanın türk kahvesi eşliğinde sohbet çok iyi geldi. Ona aldığımız cicileri gösterdim, tamadır dedi, düdükcanın ilk birkaç ayı için herşeyin var artık bunlardan başka alma, daha büyük şeyler alırsın. Bence de!!!
Bugün zorla yediğim balık günü!! Çok zor yiyorum balığı ama düdükcan için yemem lazım. Tam ironi aslında onun için yemeye çalışıyorum ve onun yüzünden bir türlü 1 balığı bitiremiyorum. Hadi bakalım bu akşam nasıl bir balık savaşı bekliyor bizi göreceğiz.
13 Kasım 2008 Perşembe
kısa
yine yoktum buralarda. istanbula gittim bu hafta. yoğunluktan canım elvanı tubayı gülayşeyi bile arayamadım. dün gece 2 gibi evdeydim!!! ve tabi bugün sabah iyice uykumu almadan işe gitmemeye karar verdim. ne güzel oldu, qumania ve ruhdağı gibi yeni blogger lar ekledim siteme, bütün arkadaşlarımı ziyaret ettim, mesajlar bıraktım. ama şimdi işe gitmem lazım en azından öğlenden sonra biraz işlerimi kolaylarım. sonra uzun uzun yazacağım, çünkü ihtiyacım var:))
5 Kasım 2008 Çarşamba
Yeliz's day OFF!!
Bayram sonrası her hafta ayrı bir seyahate , bu seyahatlerin öncesi sonrası mesailer de eklenince en son yorgunluktan ne yapacağımı şaşırdığımı hatırlıyorum. Pazartesi akşamı İlker sonunda bana kızdı, 8 olmuş ofisten çıkmamışım, "sen hamilesin, artık eve gel" diye fırçayı bastı. Haksız da sayılmaz, ama gerçekten işler bitmiyor, saatler yetişmiyor. Sonra buradan çektiklerimi okuyan sevgili blogger arkadaşlarımın da artık dinlen çağrılarına cevaben salı günü birikmiş mesailerimden kesilmek üzere izin aldım.
Bizim burda salı günleri kıyafet pazarı kuruluyor. Pazartesi akşam 9 gibi uyuyakalınca sabah 7 de cin gibiydim. İlker beni gevrekçiye bıraktı, işe gitti, kaptım sıcak çıtırları doğru annemlerin evine. Sabahın sekizinde dayandım kapılarına, yazık uyandırdım garipleri:) Mis gibi kahvaltı yaptık, sohbet ettik, sonra babam bizi pazara bıraktı. Uzun zamandır gitmemişim pazara, ne çok tezgah ne çok kıyafet. Hem de inanılmaz ucuz. 5 YTL ye hamile pantalonu buldum, 5 - 10 YTL ye üstler, penye atletler aldım. 3 çift terlik 10 YTL, malum düdükcan doğunca gelen giden çok olacak evde terlik lazım yani. 1-2 hafta önce hamile kıyafeti satan dükkanlardan sinir olup çıkmıştım, çünkü kollarım ve sırtım fazla kilo almadığı için her üst bende komik duruyor. Nasıl da pahalı, penye bluzler 40 tan başlıyor. Hani hep giyeceğim şeyler olsa paraya kıy al ama giymeyeceğim ki doğumdan sonra, yazık. Kısacası ucuz aldığım ciciler beni müthiş mutlu etti.
Öğlen yorgun ama mutlu eve geldim, yemek yedim, 1 saat keyif uykusuna yattım, göbüşümde düdükcan kıpır kıpır. Yemek ve hafiften temizlik yaptım. İlker kendimi yormama çok kızdı ama evle ilgilenmek iyi geldi valla, özlemişim ev işini. İzni iple çekiyorum:)
Doğumu çok yakın olan arkadaşım Yeşimin bloğunda bir foto vardı, annenin ve babanın resmini koyuyorsun sonra bebek çıkıyor. İşte site bu : http://www.vw.com/vwhype/babymaker/en/us/
Durur muyum hemen denedim, hem de birkaç fotoğrafla. En çok aşağıdakini sevdim çünkü en tombulu buydu:
Bizim burda salı günleri kıyafet pazarı kuruluyor. Pazartesi akşam 9 gibi uyuyakalınca sabah 7 de cin gibiydim. İlker beni gevrekçiye bıraktı, işe gitti, kaptım sıcak çıtırları doğru annemlerin evine. Sabahın sekizinde dayandım kapılarına, yazık uyandırdım garipleri:) Mis gibi kahvaltı yaptık, sohbet ettik, sonra babam bizi pazara bıraktı. Uzun zamandır gitmemişim pazara, ne çok tezgah ne çok kıyafet. Hem de inanılmaz ucuz. 5 YTL ye hamile pantalonu buldum, 5 - 10 YTL ye üstler, penye atletler aldım. 3 çift terlik 10 YTL, malum düdükcan doğunca gelen giden çok olacak evde terlik lazım yani. 1-2 hafta önce hamile kıyafeti satan dükkanlardan sinir olup çıkmıştım, çünkü kollarım ve sırtım fazla kilo almadığı için her üst bende komik duruyor. Nasıl da pahalı, penye bluzler 40 tan başlıyor. Hani hep giyeceğim şeyler olsa paraya kıy al ama giymeyeceğim ki doğumdan sonra, yazık. Kısacası ucuz aldığım ciciler beni müthiş mutlu etti.
Öğlen yorgun ama mutlu eve geldim, yemek yedim, 1 saat keyif uykusuna yattım, göbüşümde düdükcan kıpır kıpır. Yemek ve hafiften temizlik yaptım. İlker kendimi yormama çok kızdı ama evle ilgilenmek iyi geldi valla, özlemişim ev işini. İzni iple çekiyorum:)
Doğumu çok yakın olan arkadaşım Yeşimin bloğunda bir foto vardı, annenin ve babanın resmini koyuyorsun sonra bebek çıkıyor. İşte site bu : http://www.vw.com/vwhype/babymaker/en/us/
Durur muyum hemen denedim, hem de birkaç fotoğrafla. En çok aşağıdakini sevdim çünkü en tombulu buydu:
2 Kasım 2008 Pazar
Son 1 hafta
26 ekim 2002... İlkerle ömrümüzün sonuna kadar birlikte olmak için bir adım attık ve geçen pazar 6. yılımızı bitirdik. Onu neden çok sevdiğimi biliyorum : O, hayatta bir defa sevilebileceğne inandırabiliyor beni!!!
Neyse koca göbeğimle dans etmem zor olduğuna, hala 9 gibi sızdığıma ve içki de içemediğime göre akşam kutlaması rafa kalktı. Haftasonu kaçamağı ise seneye artık.. Yapmaktan en çok zevk aldığımız şeyi yapmaya karar verdik. YAŞASIN YEMEK YEMEK!!! Son doktor kontrolünde yediğim çok kilo almışsın fırçalarından sonra kendimi dizginlediğim 1 hafta sonrası tam bir special occasion oldu:)
Sabah erkenden Çeşme yolu üzerindeki Hanedana gittik. Emekli bir öğretmenin senelerdir işlettiği mekan muhteşem kahvaltısı ve kahvaltıda sundukları lor ve dut reçeli ile meşhurdur. Çiğ böreğinin ve et yemeklerinin de müthiş olduğunu söylerler ama ben hiç yemedim. Sonra ver elini Alaçatı, yıllar var ki gitmemiştim, trendy mekan olmadan önce lise yıllarında Denizde kalırken buraya geldiğimizi hatırlıyorum. Tabii çok değişmiş, her yer otel cafe ama dokusundan birşey kaybetmemesi yine de sevindirici.
Çeşmeye geçtik sonra, tabii daha kalabalıktı. Çarşıda adım başı ucuz kitapçı vardı. Korsan da diyemiyorsun üzerinde bandrol var, çözemedim kısacası. Masumiyet Müzesini 4 YTL ye almak işkillendirdi.
Akşam eve yorgun gelmişiz, ne güzel bir uykuydu...
Tüm hafta çalışmakla, yarım gün olan 28 ekim ile 29 ekim Dubai seyahatine hazırlanmakla geçti. Genel müdürle seyahat cidden gerilimli oluyor. Kendilerinin sağı solu belli olmadığından. Deli para verdiğimiz otelden nefret ettim. İlk gece 3 e kadar müzikten uyuyamadım, ertesi gün sabahtan akşama kadar toplantıyla ve gerginlikle geçti. Akşam Arap yemeği önerdiler, Lübnan lokantasına gittik. Türk mutfağına bu kadar benzemesi çok sevindiriciydi. Hemen herşey tanıdıktı. Dolayısı ile haftanın kaçamağını Dubai de yapmış olduk. Son gün direkt havaalanına gitmek zorunda olduğumuzdan hiç gezmedim. Ama gezmek de içimden geçmedi. Arabadan gördüğüm silüetinden ve TV den anladığım kadarıyla son derece yapmacık, yaşayan bir şehir olmaktan uzak bir yer burası. Avrupaya iş için de gitsem mutlaka gezmek için bir fırsat yaratırım. Bir şehir meydanı iki kilise görmek için can atarım. Ama Dubaide görmek istediğim hiçbir şey yoktu. Trafiği korkunç. Araba ve benzin çok ucuz olduğundan her evde 2-3 araba var. Toplu taşımacılık yok denecek kadar az. Sabah 15 dk da geldiğimiz yolu akşam 1,5 saatte alamadık. Polis, devlet memuru gibi kilit noktalarda Araplar çalışıyor, diğer herşeyi diğer ülkelerden gelen insanlar yapıyor. Nereye baksan Hintliler uzakdoğulular. Zaten nüfusun sadece onda biri yerli gerisi yabancı. Hiç hoşlanmadım ben Dubaiden. Sadece bol bol ananas yedim:)
Uçakta genel müdürle gelmekten çok hoşlanmadım, öyle tersti ki konuşmak istediğim hiçbir şeyi konuşamadım. Uçak yasağının başlayacağı Aralıktan önce bir İstanbul seyahati yapıp alıp karşıma konuşmam şart oldu.
Son doktor kontrolünde kıçını dönüp hareket etmediği için düdükcana gıcık olmuştuk. Bu arada İlkerin yengesi tekrar muayenehane açınca cumartesi sabah soluğu orada aldık. Hemen ultrasona girdik. Düdükcan coştu. Pipisini gösterdi, canlı yayında tekmeler attı, resmen kendini sapıttı. Kilomda bir değişiklik olmamış 2 haftadır hatta 1 kilo eksik bile çıktı ama düdükcan 250 gr dan fazla almış ve tam 650 gr olmuş. Bu şekilde devam ederse 3-3,5 kilo doğabilirmiş:) Gülnur teyzem bu velet çıkınca da çok hareketli olacak dedi, galiba bana benzeyecek, çünkü ilker pek sakin bir çocukmuş. Boy boy fotoraflarını çektik düdükcanın. Normal şartlarda 20-25 Şubat arası doğum tarihi çıktı, hadi hayırlısı.
Neyse koca göbeğimle dans etmem zor olduğuna, hala 9 gibi sızdığıma ve içki de içemediğime göre akşam kutlaması rafa kalktı. Haftasonu kaçamağı ise seneye artık.. Yapmaktan en çok zevk aldığımız şeyi yapmaya karar verdik. YAŞASIN YEMEK YEMEK!!! Son doktor kontrolünde yediğim çok kilo almışsın fırçalarından sonra kendimi dizginlediğim 1 hafta sonrası tam bir special occasion oldu:)
Sabah erkenden Çeşme yolu üzerindeki Hanedana gittik. Emekli bir öğretmenin senelerdir işlettiği mekan muhteşem kahvaltısı ve kahvaltıda sundukları lor ve dut reçeli ile meşhurdur. Çiğ böreğinin ve et yemeklerinin de müthiş olduğunu söylerler ama ben hiç yemedim. Sonra ver elini Alaçatı, yıllar var ki gitmemiştim, trendy mekan olmadan önce lise yıllarında Denizde kalırken buraya geldiğimizi hatırlıyorum. Tabii çok değişmiş, her yer otel cafe ama dokusundan birşey kaybetmemesi yine de sevindirici.
Çeşmeye geçtik sonra, tabii daha kalabalıktı. Çarşıda adım başı ucuz kitapçı vardı. Korsan da diyemiyorsun üzerinde bandrol var, çözemedim kısacası. Masumiyet Müzesini 4 YTL ye almak işkillendirdi.
Akşam eve yorgun gelmişiz, ne güzel bir uykuydu...
Tüm hafta çalışmakla, yarım gün olan 28 ekim ile 29 ekim Dubai seyahatine hazırlanmakla geçti. Genel müdürle seyahat cidden gerilimli oluyor. Kendilerinin sağı solu belli olmadığından. Deli para verdiğimiz otelden nefret ettim. İlk gece 3 e kadar müzikten uyuyamadım, ertesi gün sabahtan akşama kadar toplantıyla ve gerginlikle geçti. Akşam Arap yemeği önerdiler, Lübnan lokantasına gittik. Türk mutfağına bu kadar benzemesi çok sevindiriciydi. Hemen herşey tanıdıktı. Dolayısı ile haftanın kaçamağını Dubai de yapmış olduk. Son gün direkt havaalanına gitmek zorunda olduğumuzdan hiç gezmedim. Ama gezmek de içimden geçmedi. Arabadan gördüğüm silüetinden ve TV den anladığım kadarıyla son derece yapmacık, yaşayan bir şehir olmaktan uzak bir yer burası. Avrupaya iş için de gitsem mutlaka gezmek için bir fırsat yaratırım. Bir şehir meydanı iki kilise görmek için can atarım. Ama Dubaide görmek istediğim hiçbir şey yoktu. Trafiği korkunç. Araba ve benzin çok ucuz olduğundan her evde 2-3 araba var. Toplu taşımacılık yok denecek kadar az. Sabah 15 dk da geldiğimiz yolu akşam 1,5 saatte alamadık. Polis, devlet memuru gibi kilit noktalarda Araplar çalışıyor, diğer herşeyi diğer ülkelerden gelen insanlar yapıyor. Nereye baksan Hintliler uzakdoğulular. Zaten nüfusun sadece onda biri yerli gerisi yabancı. Hiç hoşlanmadım ben Dubaiden. Sadece bol bol ananas yedim:)
Uçakta genel müdürle gelmekten çok hoşlanmadım, öyle tersti ki konuşmak istediğim hiçbir şeyi konuşamadım. Uçak yasağının başlayacağı Aralıktan önce bir İstanbul seyahati yapıp alıp karşıma konuşmam şart oldu.
Son doktor kontrolünde kıçını dönüp hareket etmediği için düdükcana gıcık olmuştuk. Bu arada İlkerin yengesi tekrar muayenehane açınca cumartesi sabah soluğu orada aldık. Hemen ultrasona girdik. Düdükcan coştu. Pipisini gösterdi, canlı yayında tekmeler attı, resmen kendini sapıttı. Kilomda bir değişiklik olmamış 2 haftadır hatta 1 kilo eksik bile çıktı ama düdükcan 250 gr dan fazla almış ve tam 650 gr olmuş. Bu şekilde devam ederse 3-3,5 kilo doğabilirmiş:) Gülnur teyzem bu velet çıkınca da çok hareketli olacak dedi, galiba bana benzeyecek, çünkü ilker pek sakin bir çocukmuş. Boy boy fotoraflarını çektik düdükcanın. Normal şartlarda 20-25 Şubat arası doğum tarihi çıktı, hadi hayırlısı.
25 Ekim 2008 Cumartesi
Yorgunluktan ağlamak
Seferi düdükcanın yeni durağı Nürnberg. Sadece 1 hafta önce fuara gitmeye karar verince apar topar bilet ayırttık, otel ayarladık. Çarşamba sabahın 3ünde kalkıp önce İzmir Münih yaptık sonra 4 saat havaalanında takıldık. Münih Nürnberg arası 250 km, aslında araba kiralamak mantıklı olabilirdi ama hiç bilmediğimiz için yeltenmedik. Bir otobüse bindirdiler bizi havaalanında, uçağa gideceğiz. Git git bitmiyor, sanırsın ki uçağa değil de aldılar bizi direkt Nurnberge götürüyorlar. Ama havaalanındayız hala neyseki çünkü ufak tefek uçakların arasından geçiyoruz. Derken yanımdaki arkadaş geçen yaz o pırpırlardan birine binip Atina Sakız adası arasını kellekoltukta geçtiğini anlatmaya başladı. Ama uçak acayip küçük, ben de başladım atıp tutmaya, yok bu uçak mıymış, bari zepline binseymişmiş, öyle uçağa bineceğine yüzerek gitseymiş adaya, filan filan... derken birtanesinin yanında durduk. Yok artık!!! ağzım resmen açık kaldı. Koptuk tabii, napalım çare yok bineceğiz, 1.60 lık boyumla kafam uçağın tavanına değiyor, varın boylu almanların halini siz düşünün. Bir de kanada düşmüş müyüz!! 7 numarayız ama arkalardayız, hani yani o kadar küçük bir aletin içindeyiz. Dönüş yolu için hemen bir araba kiralamayı planlamaya başladık ama fiyatları duyunca vazgeçtik. Elimizde bavullar fuar alanına gittik. Ertesi gezeceğimiz standları belirledik. Ama bir türlü nasıl otele gideceğiz bilemiyoruz. Bizi alacak Alman arkadaşın programı değişmiş, sadece tek gün fuara uğrayacağı tutmuş. Otel ucuz olsun diye dünyanın bir ucunda, metro bile gitmiyor. Trenle gitsen en az 1 saat. Sonunda metroyla merkeze indik. Yağmur da başladı inceden, dedim ki ben yorgunluktan ölüyorum hadi taksiye binelim. Allahtan süper şeker bir şoföre denk geldik, hemencecik alıp götürdü bizi. Otele gittiğimizde duş alıp saat 8 de uyudum. Hiç bu kadar mutlu uyuduğumu hatırlamıyorum. Kaldığımız otel sonbaharın etkisi ile her renk yapraktan oluşan bir örtünün altında küçücük bir misafirevi, haftasonu kaçamakları için yapılmış, buraya İlkerle gelmemizin hayallerini kurdum. İlker de ben de ayrı ayrı çok ülke gezdik, hep iş gezisi ama bunca yıldır evliyiz, ikimiz birlikte hiç yurtdışına çıkamadık. Bu yüzden gittiğim her ülkede İlkerle gitsek nasıl güzel olur hissinden kopamıyorum bir türlü. Ertesi gün ciddi bir programla tüm standları gezip 2 firma ile görüştük. Akşama kadar saatlerce yürüdük. Akşam otele geldiğimizde yine sızmıştım. Son yarım gün için karar verdik, şehri gezeceğiz. Bavullarımızı fuardaki beleş vestiyere bıraktık, metroyla tarihi dokunun bozulmadığı eski şehire indik. Yaklaşık 4 saat yürümüşüz. Nürnberg meşhur Nazi mahkemelerinin kurulduğu şehir. Kiliseler, müzeler, kütühaneleriyle bildiğimiz bir Alman şehri. Hava 8 C di. İlkerin bana palto aldırmıiş olmasına dualar ederek günü bitirdim. Yine bir pırpırla dönüş, havaalanında alınan freeshop siparişleri ve İzmir uçağı ile dönüş. Ertesi gün hala ayaklarım sızlıyordu. Bu kadar yürümenin zararlı olduğunu biliyorum ama insan bazen hamile olduğunu unutuyor.
Dönüşte sadece 3 gün işe gidip, stresli saatler ve uzun mesailer geçirip perşembe bu defa İstanbula gittim. Ertesi günün toplantısına hazırlıkla geçen günümün sonunda Elvan ve Tuba ile buluştuk, Kırıntıda saatlerce sohbet ettik. Cool teyze Tuba Baby GAP ten düdükcana 2 takım pijama amış, inanılmaz şirinler. Karnımın iyice büyümüş olması kızların acayip ilgisini cezbetti. Milletin şaşkın bakışları arasında iki yanıma oturup düdükcanın hareketlerini hissetmeye çalıştılar, elleri karnımda. Eskiden hamile kadınların göbeklerine kamu malı muamelesi yapıp elini koyanlara acayip kıl olur, hamileler nasıl izin veriyor diye şaşardım, ama öyle değil işte rahatsız olmak bir kenara müthiş keyifli geliyor bana. Ertesi gün toplantılar sabah başlayıp akçam bitti. Sabiha Gökçendeki biletimi Atatürke aldırdım, önce bostancıdan deniz otobüsüne sonra taksiyle havaalanına yetişip eve döndüm. İlker beni havaalanından aldığında yorgunluktan resmen ağlamak üzereydim. Yazık ki cumartesi de işlerimi bitirmek için birkaç saatliğine ofise uğradım, ama tam anlamıyla mesai oldu. Genel müdürle saatler süren telefon görüşmesi, işleri yetiştirme stresi derken sonunda ofiste yorgunluktan hüngür hüngür ağladım. Eve akşam döndüğümde yığılıp uyuyakaldım. Güya Güzelbahçeye balık yemeye gidecektik, tabii sattık hemen zeynepleri akşamı evde geçirdik.
İlker ne zamandır Düdükcanın hareketlerini farketmeme acayip kıl oluyordu, kıskançlık top yapmıştı. Bilgisayarda dvx izlerken kaykılmışım, göbeğimi de açtım, gayri ihtiyarı okşuyorum, birden gözümle bir hareket seçtim. Aaa dedim ilkere artık hareketlerini görebiliyorum. Yok artık oldu ama sonra 10 dakika ben hiç kıpırdamadım ve o da gözlerini karnımı dikip bakınca hareketleri gözüyle gördü. Harikaydı, artık kıskanmıyor beni :)
20 Ekim 2008 Pazartesi
Kim korkar hain kilolardan!!
Karı koca düdükcana çok kızgınız.
20 hafta 5 günlük bebeğimizi ziyarete gittik ama beyefendi döndü kıçını yüzünü göstermedi bize!! Sadece kaburgalarını beynini omurilik kol bacak gördük. Başını arkadan gördüğümüz için sadece kulaklarının kepçe olmadığını biliyoruz, ki sürpriz olmadı, bizde kepçe yok ki!! Doktor bu defa erkek olduğundan bile emin olamadı. Kilosu iyi, 392 gr, normali 340 gr civarında olmalıymış. Olması gerekenden 1 hafta daha büyük bir bebek şimdilik.
Bomba haber 58 kilo tartıldım. Doktor tabiri caizse fırçaladı beni. Patates, pilav, makarna, ekmek, acı, baharatlı, ekşi yemek yok. 12 kilo alman lazım sen daha şimdiden 7 kilo almışsın bile, çok fazla hemen dikkat etmeye başlıyorsun!!! O çikolataların bana ihanet edeceğini bilmeliydim. 4. ay sonunda sadece 2 kilo almışken sadece bu ay 5 kilo almamın sebebini başka yerde aramanın manası yok. Aslında düdükcanın suçu yok tabii ki, ben çok iyi biliyordum nasıl beslenilmesi gerektiğini, nelerin yenmesinin bir halta yaramayacağını. Bile bile bu kadar kilo aldığım için kendime kızıyorum. İlker ne kadar ye diye zorlasa da benim yemememem gerekirdi. İlker doktordan çıktığımızda benim rejime filan gireceğimden korkarak hala bana canımın istediğini yemem gerektiğini söylüyordu tabii fikir ayrılığı ufak bir tartışma doğurdu ama rejim filan yapmayacağımı sadece dikkat edeceğime ikna olunca işbirliğine söz verdi.
Ne mi yapıyoruz?
- Kasaptan etlerin en yağsız tarafından aldık.
- Markete gidip haftalık yağsız yoğurt ve süt stoklarımızı aldık. Sonra artık bizim fırının mis gibi ekmeğinden eve sokmak yok. Sadece kepek ekmeği yenecek.
- Pek sebze olmadığından superfresh bamya ve barbunya aldım. İlker bamya yemese de ona üşenmeden başka bir yemek pişirip kendim bamya yiyeceğim!!
- Manava gittik, meyvelerin yanı sıra taze salata malzemeleri aldık. Artık öğlenleri yemeğin yanında mutlaka kendi salatamı yiyeceğim.
- Evdeki tüm çikolatalar gözden ırak bir yere kaldırıldı. Artık bana çikolata yer misin diye sormak yok. Ballı sütle tatlı krizlerimi aşacağım.
Şimdilik ilk gün iyi gitti. 3 gündür evde yokum diye dışarıda yemek yemek durumunda kaldığımda Burger Kinge gittik ama ben sadece diet hot wrap yedim. Son 5 adet kızarmış patatesi de saymak lazım. Akşam da sadece meyve ve ballı süt ve ne öyle çikolata manyaklığı yaşadım ne de açıklıktan öldüm. Artık hergün yediklerimi bir kenara not edip yoganın yanı sıra diğer hamilelik egzersizlerini de yapmaya çalışacağım. Hergün yürüyüş benim tempoda ve uzun saatler çalışan bir insan için çok kolay görünmüyor ama ilkeri ikna edersem neden olmasın?
Kim korkar hain kilolardan !!! belki bundan sonra 12 kilo ile değil 15 kilo ile doğum yapacağım fikrine kendimi alıştırmalıyım ama öğrendim ki hiçbir işe yaramayan yemekler sadece kilo aldırıyor. Tek tesellim düdükcanın kilosunun iyi durumda olması:)
İlker düdükcana inanılmaz gıcık oluyor bu aralar, çünkü biz oğlumla artık az çok haberleşiyoruz. Yani son 2 haftadır hareketlerini çok net hissediyorum. Hatta örneğin uzandığımda elim uzun süre karnımdayken elimle bile hissettiğim oluyor ve ilker için bunlar henüz mümkün değil! Çok gıcık oluyor. Korkarım bundan sonra eli göbeğimde yaşayacağız...
20 hafta 5 günlük bebeğimizi ziyarete gittik ama beyefendi döndü kıçını yüzünü göstermedi bize!! Sadece kaburgalarını beynini omurilik kol bacak gördük. Başını arkadan gördüğümüz için sadece kulaklarının kepçe olmadığını biliyoruz, ki sürpriz olmadı, bizde kepçe yok ki!! Doktor bu defa erkek olduğundan bile emin olamadı. Kilosu iyi, 392 gr, normali 340 gr civarında olmalıymış. Olması gerekenden 1 hafta daha büyük bir bebek şimdilik.
Bomba haber 58 kilo tartıldım. Doktor tabiri caizse fırçaladı beni. Patates, pilav, makarna, ekmek, acı, baharatlı, ekşi yemek yok. 12 kilo alman lazım sen daha şimdiden 7 kilo almışsın bile, çok fazla hemen dikkat etmeye başlıyorsun!!! O çikolataların bana ihanet edeceğini bilmeliydim. 4. ay sonunda sadece 2 kilo almışken sadece bu ay 5 kilo almamın sebebini başka yerde aramanın manası yok. Aslında düdükcanın suçu yok tabii ki, ben çok iyi biliyordum nasıl beslenilmesi gerektiğini, nelerin yenmesinin bir halta yaramayacağını. Bile bile bu kadar kilo aldığım için kendime kızıyorum. İlker ne kadar ye diye zorlasa da benim yemememem gerekirdi. İlker doktordan çıktığımızda benim rejime filan gireceğimden korkarak hala bana canımın istediğini yemem gerektiğini söylüyordu tabii fikir ayrılığı ufak bir tartışma doğurdu ama rejim filan yapmayacağımı sadece dikkat edeceğime ikna olunca işbirliğine söz verdi.
Ne mi yapıyoruz?
- Kasaptan etlerin en yağsız tarafından aldık.
- Markete gidip haftalık yağsız yoğurt ve süt stoklarımızı aldık. Sonra artık bizim fırının mis gibi ekmeğinden eve sokmak yok. Sadece kepek ekmeği yenecek.
- Pek sebze olmadığından superfresh bamya ve barbunya aldım. İlker bamya yemese de ona üşenmeden başka bir yemek pişirip kendim bamya yiyeceğim!!
- Manava gittik, meyvelerin yanı sıra taze salata malzemeleri aldık. Artık öğlenleri yemeğin yanında mutlaka kendi salatamı yiyeceğim.
- Evdeki tüm çikolatalar gözden ırak bir yere kaldırıldı. Artık bana çikolata yer misin diye sormak yok. Ballı sütle tatlı krizlerimi aşacağım.
Şimdilik ilk gün iyi gitti. 3 gündür evde yokum diye dışarıda yemek yemek durumunda kaldığımda Burger Kinge gittik ama ben sadece diet hot wrap yedim. Son 5 adet kızarmış patatesi de saymak lazım. Akşam da sadece meyve ve ballı süt ve ne öyle çikolata manyaklığı yaşadım ne de açıklıktan öldüm. Artık hergün yediklerimi bir kenara not edip yoganın yanı sıra diğer hamilelik egzersizlerini de yapmaya çalışacağım. Hergün yürüyüş benim tempoda ve uzun saatler çalışan bir insan için çok kolay görünmüyor ama ilkeri ikna edersem neden olmasın?
Kim korkar hain kilolardan !!! belki bundan sonra 12 kilo ile değil 15 kilo ile doğum yapacağım fikrine kendimi alıştırmalıyım ama öğrendim ki hiçbir işe yaramayan yemekler sadece kilo aldırıyor. Tek tesellim düdükcanın kilosunun iyi durumda olması:)
İlker düdükcana inanılmaz gıcık oluyor bu aralar, çünkü biz oğlumla artık az çok haberleşiyoruz. Yani son 2 haftadır hareketlerini çok net hissediyorum. Hatta örneğin uzandığımda elim uzun süre karnımdayken elimle bile hissettiğim oluyor ve ilker için bunlar henüz mümkün değil! Çok gıcık oluyor. Korkarım bundan sonra eli göbeğimde yaşayacağız...
18 Ekim 2008 Cumartesi
çikolata çikolata sevgilim sevgilim...
Geçen hafta bayramın hemen sonrası beni bi paranoya sardı. Hani paranoya olduğunu bilirsiniz ama yine de kendinizi telkin edemezsiniz, işte öyle bir durum. Düdükcan 12 haftalık iken ikili tarama testi yapılmış, sonuç mükemmel çıkmıştı. Ama benim kitaplardan ve de sağdan soldan öğrendiklerime göre bir de üçlü tarama testi, eğer bir sıkıntı varsa amniyosentez yapılmalıydı. Geçen hafta 19. hafta oldu (bu üçlü test 16-18 haftalar arası olurmuş) ama doktordan ses seda yok, hani yaşlı ya unuttu mu acaba diyorum. Sardı beni bir telaş. Gece yarılarına kadar internetten araştırma yaptım. 11-14 testi dedikleri ikili tarama testi hamilelik yeni olduğu için çok hassas sonuçlar verirmiş. Üçlü testte ama ikilide taranmayan bir hormondan da tarama yapılırmış. Hadiii buyrun burdan yakın. İnternet bunun tamamen doktorun kararına göre olduğunu söylüyor ama beni yine de bir telaş aldı. Herkesler üçlü test yaptırmış, bildiğim bir tek Zührenin ikili testi sıkıntılı olduğu için yaş itibariyle de uygun görüldüğünden amniyosentez yapmışlar. İlker doktoru cepten ara diyor ben paranoyamın 100% doğru olmadığını bildiğimden aramak istemiyorum, derken pazartesiyi ettim. Hemen dedeyi aradım, bana tane tane anlattı. Tıp konferanslarında da tartışılırmış ama ikili testi iyi çıkanlara amniyosentez veya üçlü yapılmazmış çünkü bu ikili test pek hassas bilgiler verirmiş. Sonrasında detaylı ultrasonik tarama ile sonuçlar kesinleştirilirmiş. İçim rahat galiba, yani soru işareti yok ama hadi gel üçlüyü de yapalım dese sanki daha rahat edecektim:)
Pazar sabah rüyamdan hiç hayatımda görmediğim çikolatalar yiyerek uyandım, sonra geçen hafta yediğimiz frambuazlı cheesecake in çileklisi nasıl olur hayalleri kurdum. Akşam haftanın tek türk kahvesinin yanında ablam iki parça çikolata koymuş, Duru herkesin tabağındaki çalarken benimkine dokunmasın diye alelacele çikolatalarımı yedim, üstüne düdükcanın canı ister diye cüceyi kandırıp ganimetinden bir parça otlandım. Cumartesi işe gitmemek için cuma akşamı ofisi geç terkedecekken başım döndü, kendi stoklarımı bitirdiğimden başkalarının dolaplarına saldırdım ve koca bir paket biskrem buldum, ağzıma iki tane atıp açlığımı dindirecekken 6 oldu, sonra paketi alıp arabaya koydum, yolda eve giderken paket bitti!!! benimki tam ye tatlıyı çıkar atlıyı oldu galiba:) son zamanlarda aldığım kiloları da bu çikolata hadisesine bağladığımı, bu tatlı krizlerinin kesinlikle psikolojik olmadığını, benim bu çikolatalara fiziksel olarak ihtiyaç duyduğumu anlatmak suretiyle İlkere günah çıkarırken, kendisi düz mantıkla olaya yaklaştı "niçin bu çikolata yemenin nedenlerine bu kadar takıyorsun ki ? sonuçta canın çikolata mı istiyor, bitti, yiyeceksin o zaman!!!" Nitekim sabah yürüyüşünden döndükten sonra bana Bonjour Pastanesinin ev yapımı muhteşem çikolatalarından aldı ve sanıyorum bu kalori bombalarından tüm pazar 10 tane filan yedim. Yani boşuna konuşuyorum, ben bu güzellere bayılıyorum.
TV de izlenecek hiçbirşey yok yine. Ulusal kanalların dizileri gerçekten gına getirdi. Hemen her yıl bir dizi edinelim, muhabbetlerden uzak kalmayalım isterim ama ne kadar zorlasam da izleyemiyorum. Akşam haberleri izledikten sonra biraz moviemaxlere bakıyoruz, sonra Dizimax te de pek yeni birşey olmadığından televizyonu kapattığımız çok oluyor. Şimdi yeni bir uğraş bulduk kendimize. Desperate House Wifes ... hiç izlememiştim, dvx leri de evde duruyordu. Son bir haftadır fena sardık. Dedikleri kadar varmış. Bebek doğasıya böyle şeylerle uğraşıyoruz, geldi mi bloga yazacak iki satır bulacağımdan bile endişeliyim.
bu postu taa haftabaiı yazmıştım, yine bir Almanya seyahati çıkınca gönderememişim bile, şimdiden cumartesi oldu. Neyse ki evimdyim ve duşumu aldım birazdan Düdükcanı görmeye doktor dedeye giiyoruz, heyecan yine dorukta:)
Pazar sabah rüyamdan hiç hayatımda görmediğim çikolatalar yiyerek uyandım, sonra geçen hafta yediğimiz frambuazlı cheesecake in çileklisi nasıl olur hayalleri kurdum. Akşam haftanın tek türk kahvesinin yanında ablam iki parça çikolata koymuş, Duru herkesin tabağındaki çalarken benimkine dokunmasın diye alelacele çikolatalarımı yedim, üstüne düdükcanın canı ister diye cüceyi kandırıp ganimetinden bir parça otlandım. Cumartesi işe gitmemek için cuma akşamı ofisi geç terkedecekken başım döndü, kendi stoklarımı bitirdiğimden başkalarının dolaplarına saldırdım ve koca bir paket biskrem buldum, ağzıma iki tane atıp açlığımı dindirecekken 6 oldu, sonra paketi alıp arabaya koydum, yolda eve giderken paket bitti!!! benimki tam ye tatlıyı çıkar atlıyı oldu galiba:) son zamanlarda aldığım kiloları da bu çikolata hadisesine bağladığımı, bu tatlı krizlerinin kesinlikle psikolojik olmadığını, benim bu çikolatalara fiziksel olarak ihtiyaç duyduğumu anlatmak suretiyle İlkere günah çıkarırken, kendisi düz mantıkla olaya yaklaştı "niçin bu çikolata yemenin nedenlerine bu kadar takıyorsun ki ? sonuçta canın çikolata mı istiyor, bitti, yiyeceksin o zaman!!!" Nitekim sabah yürüyüşünden döndükten sonra bana Bonjour Pastanesinin ev yapımı muhteşem çikolatalarından aldı ve sanıyorum bu kalori bombalarından tüm pazar 10 tane filan yedim. Yani boşuna konuşuyorum, ben bu güzellere bayılıyorum.
TV de izlenecek hiçbirşey yok yine. Ulusal kanalların dizileri gerçekten gına getirdi. Hemen her yıl bir dizi edinelim, muhabbetlerden uzak kalmayalım isterim ama ne kadar zorlasam da izleyemiyorum. Akşam haberleri izledikten sonra biraz moviemaxlere bakıyoruz, sonra Dizimax te de pek yeni birşey olmadığından televizyonu kapattığımız çok oluyor. Şimdi yeni bir uğraş bulduk kendimize. Desperate House Wifes ... hiç izlememiştim, dvx leri de evde duruyordu. Son bir haftadır fena sardık. Dedikleri kadar varmış. Bebek doğasıya böyle şeylerle uğraşıyoruz, geldi mi bloga yazacak iki satır bulacağımdan bile endişeliyim.
bu postu taa haftabaiı yazmıştım, yine bir Almanya seyahati çıkınca gönderememişim bile, şimdiden cumartesi oldu. Neyse ki evimdyim ve duşumu aldım birazdan Düdükcanı görmeye doktor dedeye giiyoruz, heyecan yine dorukta:)
13 Ekim 2008 Pazartesi
Kelebek ve Dalgıç
Yönetmen Julian Schnabel’e Cannes Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren Kelebek ve Dalgıç filmi
Elle dergisi editörü Jean-Dominique Bauby’nin gerçek yaşam hikâyesinden yola çıkarak yazdığı kitaptan uyarlanmış.
43 yaşında geçirdiği rahatsızlık sonucu sol gözü, kulakları ve beyninden başka hiçbir organı çalışmayan, hayata sol gözünden dahil olabilen bir adamın hikayesi. Filmin en etkileyici tarafı o sol gözden anlatılmasıydı. Burada görüntü yönetmeni ve kurguyu da selamlamak lazım. O sol gözden bütün dünyayı izliyorsun, felçli bir adamın sol gözü sayesinde konuşmasına ve bir kitap yazmasına şahit oluyorsun ve onun duygularını iliklerinde hissediyorsun. Sinemanın büyüsü buradan geliyor bence, hissettiriyor. Vücudu bir dalgıç kıyafeti içine hapsolmuş olsa da sol gözü onu bir kelebek kadar özgür kılıyor.
Sinemayı eğlenceden ibaret görenler için elbette ağır gelecektir ancak ben tek kelimeyle hayran kaldım. Filmi DVD den izlemenin en iyi tarafı da bonusları. Filmin çekilme, kurgu aşamalarına ait kısa bir belgesel vardı, en az film kadar etkiledi. Henüz izlememiş olanlar için etkileyici bir eser.
5 Ekim 2008 Pazar
bir haftasonunun ardından
Az önce karnım yine kazınınca, muzlu süt yapasım geldi. Yarımdan biraz fazla muzu küçük küçük doğradım, sürahinin içine attım, sonra üzerine light süt (yağl süte dayanamıyorum) ve bal. Daldırdım blender ı içine biraç dakika bııız ve köpük köpük muzlu süt hazır. Allah blenderı icat eden zattan sağolsun. Kesin birşeyleri süzgeçten geçirmekten sıkılmış bir hatun kişidir.
Geçen haftanın tek çalışma günü cumayı az telefon çalmasını da fırsat bilerek biraz işlerimi hafifletmeye ayırdım. İyi de oldu. Önümüzdeki iki hafta epey yorulacağımı biliyorum zira. Akşam cuması tatil olan dostlardan Gül ve Orçuna yemeğe gittik. Tedarikliyiz ama, yanımızda tabu xl, okey, birkaç tane dvd de var. Gül muhteşem bir baharatlı tavuk yapmış. Artık yemek yerken mutluluktan ellerimi çırpan bir kadın oldum. Oldum olası iyi yemekten keyif alırım da 4,5 aydan sonra bu keyif coşkuya dönüştü. Yemekten sonra Royal Tenenbums filminin yönetmeni (kim hatırlamıyorum) Owen Wilson lu filminde karar kıldık. Filmden pek bahsetmeyeceğim zira uyudum:) pek keyifli bir film değilmiş, birşey kaybetmemişim. Hindistan kültürünü anlatan belgesel tadındaydı, tek hatırladığım bu. Saat 11 e doğru zeynepin eve gitmesi gerekti. Dedik ki tufan dönsün, zeynepten önceki okey turnuvalarımıza geri dönelim. Tufan zeynepi bırakıp dönünceye kadar biraz daha koltukta kestirdim, zaten artık her evin kanepesi benim uyku alanım. Gece 3 e kadar okey oynayıp beylerin ifadesini aldık:)Bu arada bütün gece yağan yağmur cansuyu gibiydi, umarım barajların biraz olsun dolmasını sağlamıştır.
Cumartesi sabah kalktığımızda canımız hiç kahvaltı hazırlamak istemedi, kaptık simitleri doğru anneme. Oh bir güzel kahvaltı yaptık. Sonra ilker eve döndü ben de bizimkilerle Kemeraltına indim. Annem alem kadın, nerde ne var acayip iyi biliyor. Hamile kıyafetleri arıyorum, artık bir beden büyük aldığım pantalonlar da belden sıkmaya başlayınca hamile pantalonu almak farz oldu. Ama alışveriş merkezlerindeki pantalonlar 130-180 ytl arası, inanılmaz pahalı. Hani diktirtmeye kalksan bakalım istediğin gibi olacak mı? Neyse anneme sıkıntımı anlatınca, salepçioğlu çarşısında iyi fiyata buluruz dedi. Bulduk nitekim. Hem de 70 dediği pantalonu 45 e aldık. Pazarda 1 demet maydonoza pazarlık eden annem bunda mı fiyat kırmayacak!!! Bir güzel öğle yemeğimi de yiyip eve döndüm alelacele. Denizi aylar sonra yakaladık bırakır mıyız, Zeynep beni evden aldı, doğru Alsancaka. Eski deniz mahsülleri yemekleri yapan Miço vardı, işte onun sokağında Kıbrıs Şehitleri caddesinin sol yamacında yeni bir cafe ye götürdü deniz bizi. Ketre. Cafe yemekleri var lezzet müthiş ama en iyisi fiyatları. Cep yakmıyor. Bonjour, Reci's filan halt etmiş burda alası var. Yemeğin sonunda bir frambuazlı cheesecake geldi, nerdeyse tabağı yalayacaktım. Ev yapımı, ve kesinlikle baymıyor, muhteşem birşey, Bugün hala ilkere anlatıyordum. Deniz bir 70 lik kalecik karası söyledi. Sonunda dayanamadım iki yudum içtim. Şifa niyetine:) salamdı sucuktu kolaydı koymuyor da şu şarap bira keyfi burnumda tütüyor şerefsizim. 6 da buluştuk ve tam 11 de kalktık. 5 saat!!! hadi tufanla beraberliğinden beri zeyneple hemen her hafta buluşur olduk da denizi 5 ay görmeyince saatler yetmiyor sohbetlere. İlginç tespitler var bu buluşmaya dair ve dipnotlar ama haftasonu postunun bir bölümünü oluşturamayacak kadar derin mevzular. Bir ara aklımda, yazmalıyım, neticede tam 4 hafta sonrasında bizim evde buluşmaya ve pijama partisi yapmaya karar vererek ayrıldık birbirimizden. Eve geldiğimde canım kocam maçlara dalmış beni bekliyordu, can bu adam ya, hiç sesi çıkmaz hamile karısı bekar arkadaşlarıyla saatlerce sokaklardaymış, evin yolunu şaşırmışmıymış...
Bu yorgunluğun üzerine pazarımızı evde lahanalar gibi yayılmaya ayırdık. Sabahın köründe kalktım her pazar olduğu gibi ama en azından ilkere kahvaltı hazırlıyorum diye teselli buluyorum. Biraz yemek yapıp etraf toplandıktan sonra, geçtik filmin başına. Hani tam evde yayılacak günmüş, fırtına kıyamet, yağmur... patlamış mısır eşliğinde "No country for old man" i izledik. Ara sıra ani çığlık tepkileri verdim, hatta son sahnede düdükcanın sağlığından endişe bile duyacak kadar hopladım yerimden. Çok başarılı bir filmdi de sonu ile ilgili bazı hayal kırıklıkları yaşamadım değil. hani katil o kadar cana kıydıktan sonra trafik kazasından bir kol kırılması ile sıyırmasaydı da ölseydi, ilahi adalet bu diyecektim, ironik bir son olacaktı ama farklı bir senaryo tercih edilmiş. Oscar almış senaryoyu bile eleştiren bir yapım var ya helal yani!!!
Akşamüzeri haftalık süt ve meyve alışverişinin ardından güzel bir yemek yedik ilkerle. Artık oturma odasındaki koltukta kötü pozisyonlarda uyuyakalmaktan sıkıldığım için kestireceksem bile yatağıma gider oldum. şaka bir yana, Düdükcan için bir bardak süt kadar gerekli görüyorum uyku olayını. Hem de haftaiçi yoğun çalışıp öğlen uykusuna hasret kaldığım için haftasonu çok değerli benim için. Tek sıkıntı saatlere yayılması, bunu da sadece 1 saat sonrasına saat kurarak ve ilkeri mutlaka kaldırması yönünde görevlendirerek aşmaya çalışıyorum. Yoksa gece uykum kaçabiliyor.
Az önceki muzlu süt öncesi yine yoga yaptım. Yoga benim için yeni değil aslında. İstanbulda yaşarken Sports Internationala üye idik ve ilkerin askerliği dönemine geldiği için ben neredeyse orada yatar olmuştum. Hatta evdeki banyo günlerimi bile spor günlerime denk getirip evdeki su parasından tasarruf ediyordum. (kronik cimri olduğumu söylemiş miydim?) Neyse yoga ile tanışmam o zamana rastlar. Deliler gibi yüzdüğüm birgün ayağıma kramp girdi, dediler ki yoga dersine gir iyi gelir. Aman ne şahane şey o öyle. Tütsüler yakılıyor, fonda bir çançingçong müziği ki çok severim, gevşe gevşe oh ne güzel. Sonraları bu dersleri kaçırmaz oldum. Pilatese de o zamanlar merak salmıştım. Sports üyeliğimizi izmire geldiğimizde mecburen sonlandırınca bu defa yoga zone vcd leri ile devam ettim. İlker benle yogi diye dalga geçiyor ki yeni kilolarımla ayı yogi olmama ramak kaldı, ama çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Sürekli oturarak çalışmaktan ve sorumluluk altında kaskatı kesiliyorum, sonra rahat doğum için iyi olduğu konusunda uzman görüşleri var. Herşeyin ötesinde doktorun verdiği egzersizlerden çok da farkı yok. Umarım tembelliğime yenilip yarıda bırakmam şimdilik gün aşırı yapmaya çalışıyorum, iyi gidiyor.
Nerdeyse 12 oldu, yarın hafta başlıyor. Artık saçıma fön çekip yatmam lazım. İyi haftalar...
(fotografı yogakam.com dana aldım, benim düdükcan kesin içerde böyle yapıyordu, hiç sesi çıkmıyordu veletin)
Geçen haftanın tek çalışma günü cumayı az telefon çalmasını da fırsat bilerek biraz işlerimi hafifletmeye ayırdım. İyi de oldu. Önümüzdeki iki hafta epey yorulacağımı biliyorum zira. Akşam cuması tatil olan dostlardan Gül ve Orçuna yemeğe gittik. Tedarikliyiz ama, yanımızda tabu xl, okey, birkaç tane dvd de var. Gül muhteşem bir baharatlı tavuk yapmış. Artık yemek yerken mutluluktan ellerimi çırpan bir kadın oldum. Oldum olası iyi yemekten keyif alırım da 4,5 aydan sonra bu keyif coşkuya dönüştü. Yemekten sonra Royal Tenenbums filminin yönetmeni (kim hatırlamıyorum) Owen Wilson lu filminde karar kıldık. Filmden pek bahsetmeyeceğim zira uyudum:) pek keyifli bir film değilmiş, birşey kaybetmemişim. Hindistan kültürünü anlatan belgesel tadındaydı, tek hatırladığım bu. Saat 11 e doğru zeynepin eve gitmesi gerekti. Dedik ki tufan dönsün, zeynepten önceki okey turnuvalarımıza geri dönelim. Tufan zeynepi bırakıp dönünceye kadar biraz daha koltukta kestirdim, zaten artık her evin kanepesi benim uyku alanım. Gece 3 e kadar okey oynayıp beylerin ifadesini aldık:)Bu arada bütün gece yağan yağmur cansuyu gibiydi, umarım barajların biraz olsun dolmasını sağlamıştır.
Cumartesi sabah kalktığımızda canımız hiç kahvaltı hazırlamak istemedi, kaptık simitleri doğru anneme. Oh bir güzel kahvaltı yaptık. Sonra ilker eve döndü ben de bizimkilerle Kemeraltına indim. Annem alem kadın, nerde ne var acayip iyi biliyor. Hamile kıyafetleri arıyorum, artık bir beden büyük aldığım pantalonlar da belden sıkmaya başlayınca hamile pantalonu almak farz oldu. Ama alışveriş merkezlerindeki pantalonlar 130-180 ytl arası, inanılmaz pahalı. Hani diktirtmeye kalksan bakalım istediğin gibi olacak mı? Neyse anneme sıkıntımı anlatınca, salepçioğlu çarşısında iyi fiyata buluruz dedi. Bulduk nitekim. Hem de 70 dediği pantalonu 45 e aldık. Pazarda 1 demet maydonoza pazarlık eden annem bunda mı fiyat kırmayacak!!! Bir güzel öğle yemeğimi de yiyip eve döndüm alelacele. Denizi aylar sonra yakaladık bırakır mıyız, Zeynep beni evden aldı, doğru Alsancaka. Eski deniz mahsülleri yemekleri yapan Miço vardı, işte onun sokağında Kıbrıs Şehitleri caddesinin sol yamacında yeni bir cafe ye götürdü deniz bizi. Ketre. Cafe yemekleri var lezzet müthiş ama en iyisi fiyatları. Cep yakmıyor. Bonjour, Reci's filan halt etmiş burda alası var. Yemeğin sonunda bir frambuazlı cheesecake geldi, nerdeyse tabağı yalayacaktım. Ev yapımı, ve kesinlikle baymıyor, muhteşem birşey, Bugün hala ilkere anlatıyordum. Deniz bir 70 lik kalecik karası söyledi. Sonunda dayanamadım iki yudum içtim. Şifa niyetine:) salamdı sucuktu kolaydı koymuyor da şu şarap bira keyfi burnumda tütüyor şerefsizim. 6 da buluştuk ve tam 11 de kalktık. 5 saat!!! hadi tufanla beraberliğinden beri zeyneple hemen her hafta buluşur olduk da denizi 5 ay görmeyince saatler yetmiyor sohbetlere. İlginç tespitler var bu buluşmaya dair ve dipnotlar ama haftasonu postunun bir bölümünü oluşturamayacak kadar derin mevzular. Bir ara aklımda, yazmalıyım, neticede tam 4 hafta sonrasında bizim evde buluşmaya ve pijama partisi yapmaya karar vererek ayrıldık birbirimizden. Eve geldiğimde canım kocam maçlara dalmış beni bekliyordu, can bu adam ya, hiç sesi çıkmaz hamile karısı bekar arkadaşlarıyla saatlerce sokaklardaymış, evin yolunu şaşırmışmıymış...
Bu yorgunluğun üzerine pazarımızı evde lahanalar gibi yayılmaya ayırdık. Sabahın köründe kalktım her pazar olduğu gibi ama en azından ilkere kahvaltı hazırlıyorum diye teselli buluyorum. Biraz yemek yapıp etraf toplandıktan sonra, geçtik filmin başına. Hani tam evde yayılacak günmüş, fırtına kıyamet, yağmur... patlamış mısır eşliğinde "No country for old man" i izledik. Ara sıra ani çığlık tepkileri verdim, hatta son sahnede düdükcanın sağlığından endişe bile duyacak kadar hopladım yerimden. Çok başarılı bir filmdi de sonu ile ilgili bazı hayal kırıklıkları yaşamadım değil. hani katil o kadar cana kıydıktan sonra trafik kazasından bir kol kırılması ile sıyırmasaydı da ölseydi, ilahi adalet bu diyecektim, ironik bir son olacaktı ama farklı bir senaryo tercih edilmiş. Oscar almış senaryoyu bile eleştiren bir yapım var ya helal yani!!!
Akşamüzeri haftalık süt ve meyve alışverişinin ardından güzel bir yemek yedik ilkerle. Artık oturma odasındaki koltukta kötü pozisyonlarda uyuyakalmaktan sıkıldığım için kestireceksem bile yatağıma gider oldum. şaka bir yana, Düdükcan için bir bardak süt kadar gerekli görüyorum uyku olayını. Hem de haftaiçi yoğun çalışıp öğlen uykusuna hasret kaldığım için haftasonu çok değerli benim için. Tek sıkıntı saatlere yayılması, bunu da sadece 1 saat sonrasına saat kurarak ve ilkeri mutlaka kaldırması yönünde görevlendirerek aşmaya çalışıyorum. Yoksa gece uykum kaçabiliyor.
Az önceki muzlu süt öncesi yine yoga yaptım. Yoga benim için yeni değil aslında. İstanbulda yaşarken Sports Internationala üye idik ve ilkerin askerliği dönemine geldiği için ben neredeyse orada yatar olmuştum. Hatta evdeki banyo günlerimi bile spor günlerime denk getirip evdeki su parasından tasarruf ediyordum. (kronik cimri olduğumu söylemiş miydim?) Neyse yoga ile tanışmam o zamana rastlar. Deliler gibi yüzdüğüm birgün ayağıma kramp girdi, dediler ki yoga dersine gir iyi gelir. Aman ne şahane şey o öyle. Tütsüler yakılıyor, fonda bir çançingçong müziği ki çok severim, gevşe gevşe oh ne güzel. Sonraları bu dersleri kaçırmaz oldum. Pilatese de o zamanlar merak salmıştım. Sports üyeliğimizi izmire geldiğimizde mecburen sonlandırınca bu defa yoga zone vcd leri ile devam ettim. İlker benle yogi diye dalga geçiyor ki yeni kilolarımla ayı yogi olmama ramak kaldı, ama çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Sürekli oturarak çalışmaktan ve sorumluluk altında kaskatı kesiliyorum, sonra rahat doğum için iyi olduğu konusunda uzman görüşleri var. Herşeyin ötesinde doktorun verdiği egzersizlerden çok da farkı yok. Umarım tembelliğime yenilip yarıda bırakmam şimdilik gün aşırı yapmaya çalışıyorum, iyi gidiyor.
Nerdeyse 12 oldu, yarın hafta başlıyor. Artık saçıma fön çekip yatmam lazım. İyi haftalar...
(fotografı yogakam.com dana aldım, benim düdükcan kesin içerde böyle yapıyordu, hiç sesi çıkmıyordu veletin)
3 Ekim 2008 Cuma
Uyku biraz uykuuuu...
Doktora geçen gidişimizde İlkerin sorduğu tek şey "yelizdeki bu uyku hali akşam 9 dedin mi uyumalar ne zaman bitecek?" olmuştu. Doktor uykusuzluğun uyku halinden daha beter olduğunu anlattı, kısaca bırak uyusun dedi:)Şimdi dört gözle normale dönmemi bekliyor. Aslında hak vermiyor değilim, zaten tüm gün ayrıyız, bir de akşam sadece yemekte karşılaşıyoruz, 2 çift laf edemiyoruz ve ben bulduğum heryerde uyuyorum. Misafir filan dinlemiyorum, gözler düşüyor. Ve nasıl tatlı, en sevdiğim tatlılardan daha tatlı. Nitekim bayram tatili de böyle geçti. Arifeden annemlerin yazlığa gittik ama öncesinde ne zamandır gitmediğim şantiyeye uğradık. Nerdeyse herşey bitmiş. İlkerin ilk inşaatı. Satış hala yok ki bu canımızı iyice sıkıyor ve bizi ekonomik dar boğaza itiyor ama onun bu sektör değişiminde yaşadığı tecrübeler motive olmasına yetiyor. Yada öyle görünüyor. Tek eksik bir müşteri :)
Annem muhteşem yemekler ve tatlılar yapmış. Akşam 8-11 arası uyudum tabi, sonra hadi uykum kaçmasın diye 12 de yatağa yattım. Sabah İlkerin annesi de geldi, kocaman bir bayram kahvaltısı, ananem, ablamlar, hep birarada. Çok keyifliydi. Sohbet konusu düdükcana ne isim koyacağımız idi. İlknur ile canlı bağlantı kuruldu. 50 yaş üstünde, birkaç akşam önce var mısın yok musun da annesi çok para kazanan çocuk Doruk ismi öne çıktı. İsim çok güzel de canım arkadaşım Gizemin oğlunun adı Doruk, yani o kadar yakınlarda aynı isimden iki çocuk çok fena. Sonra Deniz, Demir, Doğa, Yiğit, Cenk... Bu arada hayallerimin ismi Efe den tamamen vazgeçtik. Daha doğrusu bize Tanrı tarafından bazı işaretler gönderildiğini düşünüyoruz, çok alacakaranlık kuşağı oldu ama öyle!! Her yanımızda ağlayan çocuklar, yaramazlar hep Efe. Sonra sabahlara kadar anıran 7 yaşında bir velet var, alt kat komşumuz. Bu velet apartman toplantılarında madde olarak geçiyor, "anne ve babası tarafından gece saatlerinde susturulması..." gibisinden. İsminin Efe olduğunu öğrendiğimizden beri bizim için Efe tamamen bitmiştir.
Neyse son gözdemiz ARCA!! Ablamın verdiği isim sözlüğünden bulduk. Temiz, namuslu demekmiş. Hem kolay söylenen bir isim hem kimselerde yok. Şimdilik belirledik gibi ama daha 4-4,5 ay var, her an değişebilir. Bu isme anne, baba karşı pek tutmadılar ama genç nesil acayip beğendi.
Bayramın 1. günü öğleden sonra eve döndük ve ben 3 saat kadar uyudum yine, bu defa sağlam uyumuşum, gece uyuyamadım, Ahlaksız teklif filmine daldım, iki gözüm iki çeşme... biliyorum, defalarca izledim ve ağlamakla alakasız bir film ama tutamıyorum işte. Malum hormonlar :)
Ertesi gün ziyaretlerle geçti, arabada sürekli uyudum, akşamüstü İlkerin kuzenine gittik. Duru adında şahane bir bebekleri var, bütün durular sevimli oluyor galiba... Akşam Avrupa Yakasını izlerken bile uyumayı başarmıştım. Son gün bütün gün evdeydik, kahvaltı sonrası uyudum ama iyi ki de uyumuşum yoksa "There will be blood" filmini izlerken kesin sızardım. O film film değil sanki baştan aşağı bir Daniel Day Lewis!!! Yani bir oyuncu Oscar ı bu kadar mı hakkeder? Film de iyiydi ama oyuncu oyunculuğunu bu kadar konuşturunca film ikinci planda kalmış. DVD nin bonuslarında biri de film öncesi toplanan bilgiler, yapılan araştırmaları içeriyordu. O yıllardan kalma fotograflar ve filmler birebir yansıtılmış neredeyse. Çok incelikle işlenmiş bir film.
Bu tatilin bende bıraktığı en kötü şey sanırım kilo!!! Doktora gittiğimden beri tartılmamıştım, dün itibari ile son 2 haftada 1,5 kilo aldığımı gördüm ve şok oldum. Galiba tüm ay boyunca 1 kilo filan almak lazımdı. Ama o kadar ye, iç , yat, tatlılara yumul, çok normal, inşallah düdükcana gidiyordur da boşa almıyorumdur bu kiloları:)
Yok bunu anlatmadan geçemeyeceğim.
Hamilelikte yoga DVD si ile çalışmalara başladım. Ancak sonlara doğru sırtüstü yada sola doğru yatma kısmı var, hah işte ben tam orada uyuyakalmışım, DVD bitmiş, herhalde en az 10 dakika yerde öylece kestirmişim, ama ne yapayım eğitmen acayip yumuşak konuşuyor ve yoga insanı müthiş gevşetiyor... ahhh uyku ahhhh... sen ne tatlı şeysin:)
Annem muhteşem yemekler ve tatlılar yapmış. Akşam 8-11 arası uyudum tabi, sonra hadi uykum kaçmasın diye 12 de yatağa yattım. Sabah İlkerin annesi de geldi, kocaman bir bayram kahvaltısı, ananem, ablamlar, hep birarada. Çok keyifliydi. Sohbet konusu düdükcana ne isim koyacağımız idi. İlknur ile canlı bağlantı kuruldu. 50 yaş üstünde, birkaç akşam önce var mısın yok musun da annesi çok para kazanan çocuk Doruk ismi öne çıktı. İsim çok güzel de canım arkadaşım Gizemin oğlunun adı Doruk, yani o kadar yakınlarda aynı isimden iki çocuk çok fena. Sonra Deniz, Demir, Doğa, Yiğit, Cenk... Bu arada hayallerimin ismi Efe den tamamen vazgeçtik. Daha doğrusu bize Tanrı tarafından bazı işaretler gönderildiğini düşünüyoruz, çok alacakaranlık kuşağı oldu ama öyle!! Her yanımızda ağlayan çocuklar, yaramazlar hep Efe. Sonra sabahlara kadar anıran 7 yaşında bir velet var, alt kat komşumuz. Bu velet apartman toplantılarında madde olarak geçiyor, "anne ve babası tarafından gece saatlerinde susturulması..." gibisinden. İsminin Efe olduğunu öğrendiğimizden beri bizim için Efe tamamen bitmiştir.
Neyse son gözdemiz ARCA!! Ablamın verdiği isim sözlüğünden bulduk. Temiz, namuslu demekmiş. Hem kolay söylenen bir isim hem kimselerde yok. Şimdilik belirledik gibi ama daha 4-4,5 ay var, her an değişebilir. Bu isme anne, baba karşı pek tutmadılar ama genç nesil acayip beğendi.
Bayramın 1. günü öğleden sonra eve döndük ve ben 3 saat kadar uyudum yine, bu defa sağlam uyumuşum, gece uyuyamadım, Ahlaksız teklif filmine daldım, iki gözüm iki çeşme... biliyorum, defalarca izledim ve ağlamakla alakasız bir film ama tutamıyorum işte. Malum hormonlar :)
Ertesi gün ziyaretlerle geçti, arabada sürekli uyudum, akşamüstü İlkerin kuzenine gittik. Duru adında şahane bir bebekleri var, bütün durular sevimli oluyor galiba... Akşam Avrupa Yakasını izlerken bile uyumayı başarmıştım. Son gün bütün gün evdeydik, kahvaltı sonrası uyudum ama iyi ki de uyumuşum yoksa "There will be blood" filmini izlerken kesin sızardım. O film film değil sanki baştan aşağı bir Daniel Day Lewis!!! Yani bir oyuncu Oscar ı bu kadar mı hakkeder? Film de iyiydi ama oyuncu oyunculuğunu bu kadar konuşturunca film ikinci planda kalmış. DVD nin bonuslarında biri de film öncesi toplanan bilgiler, yapılan araştırmaları içeriyordu. O yıllardan kalma fotograflar ve filmler birebir yansıtılmış neredeyse. Çok incelikle işlenmiş bir film.
Bu tatilin bende bıraktığı en kötü şey sanırım kilo!!! Doktora gittiğimden beri tartılmamıştım, dün itibari ile son 2 haftada 1,5 kilo aldığımı gördüm ve şok oldum. Galiba tüm ay boyunca 1 kilo filan almak lazımdı. Ama o kadar ye, iç , yat, tatlılara yumul, çok normal, inşallah düdükcana gidiyordur da boşa almıyorumdur bu kiloları:)
Yok bunu anlatmadan geçemeyeceğim.
Hamilelikte yoga DVD si ile çalışmalara başladım. Ancak sonlara doğru sırtüstü yada sola doğru yatma kısmı var, hah işte ben tam orada uyuyakalmışım, DVD bitmiş, herhalde en az 10 dakika yerde öylece kestirmişim, ama ne yapayım eğitmen acayip yumuşak konuşuyor ve yoga insanı müthiş gevşetiyor... ahhh uyku ahhhh... sen ne tatlı şeysin:)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)