Tarih yazıldı bugün bizim evde, bu gözler 40.2'yi gördü.
Halbuki dün akşam saatlerine kadar herşey normaldi.
Geçen hafta Ümit abla İstanbula gitmek için iki gün istemişti, kırmak istemedik. Hem mutlu hem de üzücü bir haberle döndü, kızı hamileydi ve Arca'yı yakında bırakacaktı, en geç Eylül gibi... Hani bir yıl içinde bırakacağını düşünüyorduk ama daha önce olması fena koydu. Hazmetmeye çalışıyorum...
Neyse salı gün döndü, o gün iyiydi. Çarşamba geldiğinde çok öksürüyordu, içimize sinmedi, doktora gönderdik. Ümit abla kuvvetle muhtemel gripti ama doktorlar bronşitte ısrar ettiler. Biz yine önlemimizi aldık, pazartesiye kadar gelme dedik. Üç gün Arca'ya imece usülü bakıldı, annem, ablam, İlker...
Son olarak ben dün öğlen evdeydim. Arca öğlen uykusunda keyifle uyanıp yanıma geldi. Birlikte temizlik yaptık, neşeliydik. Akşama doğru başladı ateş. Arka azılara yorduk masumca.
39'ları görünce azı mazı rafa kalktı.
Aksiyon başladı!
Ateş bir türlü düşmedi, her yol denendi. Doktor arandı yeni talimatlar alındı. Yok yine düşmüyor. 40 sınırına dayandı, kaptık doğru doktora. Enfeksiyon şüphesi olduğundan bizi başka odada beklettiler, Arca kudurur durmaz. Aklıma "Kar Masalının" iphone uygulaması geldi, Arca'ya daha göstermemiştim. Bayıldı!! Hatta doktor sordu, o da eve gidince 2,5 yaşındaki kızına gösterecekti.
Doktor grip teşhisini koydu, biz antibıdıbıdıda ısrar ettik. Dünyada doktorunun anitbiyotik vermek istemediği ancak ailesi ısrar eden tek bebe Arca'dır herhalde. Yok öyle zor bir sabah geçirdik ki totomuz yemedi, ya ateş daha da çıkarsa?
Doktor bizi ikna etmek için kan tahlili ve boğaz kültürü talep etti. Sonunda ikna olduk. Acayip kıl bir anababayız, biliyorum. Yine de her ihtimale karşı reçeteye yazdırdık.
Kullanmamak üzere antibiyotik, kullanmak üzere ateş düşürücüler, kullanmama ümidi ile novalgin damla ayrıca şurupları içirmek için şırınga ve muhtemel sümükler için otribebe. Evet tüm donanımlarımız hazır! o grip virüsünü yeneceğiz!!
Arca iyiydi hoştu hatta 38 derecelere kadar düşen ateşi ile bipbip ile turlarken cıbıl poz verdi...
Sonra halası geldi, hoşbeş etti, ama hali yok.
Birlikte yemek hazırladık, tavuk ve bulgur pilavının yanına ayran istedi, birlikte çırptık. Ne olduysa o 15 dakika içinde oldu ve bir anda çıkan ateş hiç düşmedi. 40.2 yi gördük. Duş, sirkeli sular... Üstelik ateş düşürücülere daha vardı.
Bir ara düşer gibi oldu hatta üşüdü. Ama bu defa da kakası geldi, bingo ishal!!
Bu gece böyle... Uyumuyorum nöbetteyim yoksa top patlasa uyanmam. İlacın saatini bekliyorum, 10 dakika arayla ölçüyorum ateşi.
Bütün gün hiç bir şey yemedi. Normalde bütün gün boyunca yemek yiyen bir insan yavrusu için çok ama çok zor olmalı! Ara uyanmalarından birinde süt içmeye ikna oldu sadece.
Bir rivayete göre bu rezil ateş 5-6 gün sürüyormuş. Bakalım önümüzdeki geceler ne olacak. Bir de ayrılmadan doktora sorduk, kesin biz de kapmışsızdır, ne zaman hasta oluruz tahminen? Pazartesi bilemedin salıya kadar ömür biçti bize.
Bir de unutmadan....
İlker bir kulağından ateşini ölçüyor, Arca hop kalkıyor, öbür tarafı dönüyor "bunu da!!" illa ki iki kulak birden ölçülecek! Hani bir defa da değil her seferinde!
Allah iyiliğini versin Arca!
6 Şubat 2011 Pazar
4 Şubat 2011 Cuma
Arca karanlıktan korkuyor
Ve ben nasıl yaklaşacağımı bilemedim.
Spontane gelişti her şey.
Önce karanlık bir odanın ortasına gidiyor, sonra hüngür hüngür ağlıyordu. Bir iki defa sadece gidip ışığı yakmış, ağlamana gerek yok, beni çağır, ışığı yakayım, dedim. Hiç işe yaramadı tabii ki.
Sonra bir gün yine aynı şey olunca, bu defa daldım konuya hönk diye: Arca karanlıktan korkuyorsun?
Çok net EVET dedi.
Bebem sen bi dur ben iki satır kitap karıştırayım diyemeyeceğiniz bir andır o!
İç ses: annaaam zıştık, ne edecektik? Dur bir zaman kazanayım, belki dökülür.
Hmm peki, gel beraber karanlık odaya gidelim, ben yanındayken anlat, ne görüyorsun, ben de bakayım.
Odaya gidilir.
Y: Karanlıkta bir şey görüyorsun ve bu seni korkutuyor.
A: Evet
Y: bu bir hayvan olabilir mi? (tostoraman veya ejderhadan şüpheleniyorum)
A: GEYİK!
İç ses: ulen geyik nerde vardı yav? Çalıştır saksıyı yeliz, çalıştır, hangi kitaptı o? Dur biraz daha zaman kazanayım
Y: bana nerede olduğunu gösterir misin geyiğin?
A: Orda!
İç ses: yok lan orada bişey gölge bile yok, hadi bir hamle yapman lazım, hadi koçum, ahanda buldum Agoradaki bir vitrinde kocaman bir geyik koymuşlardı, o galiba!!
Y: hani Agoradaki geyik gibi değil mi? Hani büyüktü, o beyaz geyikten, evet şurada gördüm.Büyük bir geyik.
A: Küçüükk!
İç ses: hadi beh! Tutturamadık!
Derken…
Arca hayali küçük bir geyiğin uçtuğunu pandomim hareketleri ile tarif eder. Hayali geyiği yakalamaya çalışır.
İç ses: uçuyor lan bu geyikler.
Y: Ahanda yakaladım!! yok annem geyiği yakalamadım, değnek adam kitabındaki geyiklerden di mi? Uçuyorlar hani?
A: evet
İç ses: ohhh yırttık, şimdi hadiseyi yumuşatalım
Y: hmm gel o kitabı bir daha okuyalım. Geyikler Noel baba hediyeleri hızlıca dağıtsın diye yardım ediyorlar. Geyikler güzel hayvanlardır, ot yerler, boynuzları vardır, insanları, çocukları çok severler (ah ulan daha çok belgesel izlemem lazım, ot yiyordu di mi bunlar?)
Kitabı baştan tekrar okuduk, geyiklerin ne şeker ne sevimli hayvanlar olduğu ile ilgili brifing verdik. Hemen İlker ve Ümit abla uyarıldı ki, hazırlıklı olsunlar.
Çözdük! Diyemeyeceğim, çünkü bazen karanlık odaya girdiğinde yine ağlıyor, bazen ışığı kendi kendine açıyor. Ama en kötüsü uyumaya gittiğinde oda karanlık olmayacak. Bu da uyku öncesi ritüelimizi cidden sekteye uğratıyor. Hala kökten bir çözüme ulaşamadık yazık ki! Sadece onu anladığımı biliyor artık, tek kazanç bu!
Spontane gelişti her şey.
Önce karanlık bir odanın ortasına gidiyor, sonra hüngür hüngür ağlıyordu. Bir iki defa sadece gidip ışığı yakmış, ağlamana gerek yok, beni çağır, ışığı yakayım, dedim. Hiç işe yaramadı tabii ki.
Sonra bir gün yine aynı şey olunca, bu defa daldım konuya hönk diye: Arca karanlıktan korkuyorsun?
Çok net EVET dedi.
Bebem sen bi dur ben iki satır kitap karıştırayım diyemeyeceğiniz bir andır o!
İç ses: annaaam zıştık, ne edecektik? Dur bir zaman kazanayım, belki dökülür.
Hmm peki, gel beraber karanlık odaya gidelim, ben yanındayken anlat, ne görüyorsun, ben de bakayım.
Odaya gidilir.
Y: Karanlıkta bir şey görüyorsun ve bu seni korkutuyor.
A: Evet
Y: bu bir hayvan olabilir mi? (tostoraman veya ejderhadan şüpheleniyorum)
A: GEYİK!
İç ses: ulen geyik nerde vardı yav? Çalıştır saksıyı yeliz, çalıştır, hangi kitaptı o? Dur biraz daha zaman kazanayım
Y: bana nerede olduğunu gösterir misin geyiğin?
A: Orda!
İç ses: yok lan orada bişey gölge bile yok, hadi bir hamle yapman lazım, hadi koçum, ahanda buldum Agoradaki bir vitrinde kocaman bir geyik koymuşlardı, o galiba!!
Y: hani Agoradaki geyik gibi değil mi? Hani büyüktü, o beyaz geyikten, evet şurada gördüm.Büyük bir geyik.
A: Küçüükk!
İç ses: hadi beh! Tutturamadık!
Derken…
Arca hayali küçük bir geyiğin uçtuğunu pandomim hareketleri ile tarif eder. Hayali geyiği yakalamaya çalışır.
İç ses: uçuyor lan bu geyikler.
Y: Ahanda yakaladım!! yok annem geyiği yakalamadım, değnek adam kitabındaki geyiklerden di mi? Uçuyorlar hani?
A: evet
İç ses: ohhh yırttık, şimdi hadiseyi yumuşatalım
Y: hmm gel o kitabı bir daha okuyalım. Geyikler Noel baba hediyeleri hızlıca dağıtsın diye yardım ediyorlar. Geyikler güzel hayvanlardır, ot yerler, boynuzları vardır, insanları, çocukları çok severler (ah ulan daha çok belgesel izlemem lazım, ot yiyordu di mi bunlar?)
Kitabı baştan tekrar okuduk, geyiklerin ne şeker ne sevimli hayvanlar olduğu ile ilgili brifing verdik. Hemen İlker ve Ümit abla uyarıldı ki, hazırlıklı olsunlar.
Çözdük! Diyemeyeceğim, çünkü bazen karanlık odaya girdiğinde yine ağlıyor, bazen ışığı kendi kendine açıyor. Ama en kötüsü uyumaya gittiğinde oda karanlık olmayacak. Bu da uyku öncesi ritüelimizi cidden sekteye uğratıyor. Hala kökten bir çözüme ulaşamadık yazık ki! Sadece onu anladığımı biliyor artık, tek kazanç bu!
3 Şubat 2011 Perşembe
İkidir ne yapsa yeridir
İnsanın küçüğüne çocuk denir, çocuğun delisine “2 yaş çocuğu” denir.
Arca olumsuzluk eklerini öğrendi beridir, keyfimize diyecek yok!
Bir negatiflik hakim ki sorma gitsin!
Y: Gel annecim
A: gelme!
Y: Hadi yemek yiyelim
A: Yeme!
Y: Öpeyim mi bi kerecik?
A: Öpme!
Sonra öpülmek istediği aklına gelir hemen düzeltir : öp öp öp!!!
Yolda sokakta “kucaaak” olayı ayrı bir eğlence konusu. Neyse ki pusette anlaşıyoruz. Ama zırlayacaksa kucak şahane bir bahane!
Bir de öğle uykusu konusundaki direnç dostlar başına! Cumartesi düğüne gideceğiz, banyo yapmam lazım ama Arca 12’de gözleri kapanmaya başlamış olmasına rağmen tam üçte mırıl mırıl kitap dinlerken uyuyakaldı. Özel bir radarları var bu veletlerin anne telaşlı mı işi mi var, çocuğun uykuya yatmasını dört gözle mi bekliyor, hoop antenler devreye giriyor, başlıyor arızaya.
O nedensiz krizler mesela, çok ilginç! Elleri yıkamak için lavaboya yaklaşıyoruz, suyu açıyorum, kızıyor, kapatıyorum kızıyor. Empati hak getire! Biri de anadan yana empati kursa?
Agora’daki oyuncaklara söz vermiş İlker, bindirdik, hareket edince bastı yaygarayı, hop boynumda! Talep şu, bütün jetonları kullanıp oyuncakları çalıştıracağız, o nasıl hareket ettiklerini karşılarına geçip seyredecek, inceleyecek, çalışma prensiplerini keşfedecek! Oldu canım görürsem söylerim!!
Biliyorum dişler de zorluyor, keyfini kaçırıyor, bazen o kadar ağrım olsa koşup oynar mıydım diyorum. Mümkün mü?
Kendini ifade edememenin gerginliği bunlar, hem her şeyi yapabilecek gücü damarlarındaki asil kanda hissedecek hem hala anneye bağımlılığın gerçeği ile yüzleşecek.
Bu kadar çelişkiyle bu kadar acı ile o küçücük bedeni ve sevgi dolu yüreği ile baş edebilmek ancak deli işi olabilir.
Biz de ne yapalım “ikidir ne yapsa yeridir” deyip geçiyoruz.
Bitirirken…
Arca’nın ilk şarkısnı unutmadan yazalım
Oooo (işaret parmağı büzülmüş dudaklar çember yapılarak arasına sokulur, bazen bu kısım o kadar hoşuna gidiyor ki şarkıya geçemiyor)
Pokkavavı soydum (es)
Başucuma koydum (es)
Arca bir yalan uydurduh (es)
Duma duma dum kımını mum
Kocakarı kalktı
Nambayı yaktı
Üç göbek attı
Yatağına yatttt - tıh
Arca olumsuzluk eklerini öğrendi beridir, keyfimize diyecek yok!
Bir negatiflik hakim ki sorma gitsin!
Y: Gel annecim
A: gelme!
Y: Hadi yemek yiyelim
A: Yeme!
Y: Öpeyim mi bi kerecik?
A: Öpme!
Sonra öpülmek istediği aklına gelir hemen düzeltir : öp öp öp!!!
Yolda sokakta “kucaaak” olayı ayrı bir eğlence konusu. Neyse ki pusette anlaşıyoruz. Ama zırlayacaksa kucak şahane bir bahane!
Bir de öğle uykusu konusundaki direnç dostlar başına! Cumartesi düğüne gideceğiz, banyo yapmam lazım ama Arca 12’de gözleri kapanmaya başlamış olmasına rağmen tam üçte mırıl mırıl kitap dinlerken uyuyakaldı. Özel bir radarları var bu veletlerin anne telaşlı mı işi mi var, çocuğun uykuya yatmasını dört gözle mi bekliyor, hoop antenler devreye giriyor, başlıyor arızaya.
O nedensiz krizler mesela, çok ilginç! Elleri yıkamak için lavaboya yaklaşıyoruz, suyu açıyorum, kızıyor, kapatıyorum kızıyor. Empati hak getire! Biri de anadan yana empati kursa?
Agora’daki oyuncaklara söz vermiş İlker, bindirdik, hareket edince bastı yaygarayı, hop boynumda! Talep şu, bütün jetonları kullanıp oyuncakları çalıştıracağız, o nasıl hareket ettiklerini karşılarına geçip seyredecek, inceleyecek, çalışma prensiplerini keşfedecek! Oldu canım görürsem söylerim!!
Biliyorum dişler de zorluyor, keyfini kaçırıyor, bazen o kadar ağrım olsa koşup oynar mıydım diyorum. Mümkün mü?
Kendini ifade edememenin gerginliği bunlar, hem her şeyi yapabilecek gücü damarlarındaki asil kanda hissedecek hem hala anneye bağımlılığın gerçeği ile yüzleşecek.
Bu kadar çelişkiyle bu kadar acı ile o küçücük bedeni ve sevgi dolu yüreği ile baş edebilmek ancak deli işi olabilir.
Biz de ne yapalım “ikidir ne yapsa yeridir” deyip geçiyoruz.
Bitirirken…
Arca’nın ilk şarkısnı unutmadan yazalım
Oooo (işaret parmağı büzülmüş dudaklar çember yapılarak arasına sokulur, bazen bu kısım o kadar hoşuna gidiyor ki şarkıya geçemiyor)
Pokkavavı soydum (es)
Başucuma koydum (es)
Arca bir yalan uydurduh (es)
Duma duma dum kımını mum
Kocakarı kalktı
Nambayı yaktı
Üç göbek attı
Yatağına yatttt - tıh
2 Şubat 2011 Çarşamba
Giyinmekten sorumlu devlet bakanı : Panda
Arca'yı giydirmek ölüm!! Daha doğrusu ölümdü! Artık değil.
Hemen tarifi vereyim.
Önce malzemeler:
1 adet insan yavrusu Arca
1 adet temiz bez
1 kat giysi, çorap vs...
1 adet panda
Evdeki malzemeleri de değerlendirebilirsiniz, mesela panda yoksa, tavşan, ayı vs... iş görür. Bizde Ayı uykudan sorumlu olduğundan bu işlem için pandayı tercih ettik.
Hazırlanışı:
İnsan yavrusu önce insani yollarla ikna edilmeye çalışılır.
Genelde bu ön sevişme sökmez, direkt olaya girişeyim denilir. Lakin hırpalanma olasılığı yüksek olduğundan Panda alınır, tam yüzünüzün ortasında yüzü Arca'ya bakacak şekilde tutulur. Tercihen değiştirilmiş bir ses tonu ve eller hareket ettirilerek şu ve benzer cümleler sarfedilir:
Panda: AA merhaba Arca, ben Panda, nasılsın?
Arca: İyiyim
Panda: Hmm ama üzerinde hiç giysi yok, bezin de çiş olmuş, böyle arkadaşlık edemeyiz seninle. hadi giyinmek için annene yardım edeceğine söz ver, el sıkışalım anlaşalım, olur mu?
Arca: anlaşalım
Panda ve Arca el sıkışırlar, Panda Arca'nın yanağından öper, yanına oturup giyinmesini izleyeceğini söyler ve Arca giyinir, sorunsuzca... Garip ama gerçek!!
Defalarca denendi!
Konu ile ilgili başka bir diyalog:
Yeliz: Arca giyinmemişsin, hhm nerede senin giyinmekten sorumlu arkadaşın? konuşmadı mı seninle?
Arca: Panda!
Doktordayız, aksi gibi Panda yanımızda yok, Arca'yı soyup giydirmek sorun!
Y: Panda burada değil ama hemen giyinecek olursan çok sevinecek, eve gidince birlikte anlatırız.
Arca giyinir.
Ümit ablanın olmadığı gün annem baktı Arca'ya, sabahtan akşama kadar bezini üstünü kesinlikle değiştirmemiş, eve geldim. Panda devreye girdi, annemin şaşkın bakışları arasında 5 dakikada tertemiz olmuştu!
Madem sınırsız hayal güçleri var, azıcık kendi yararımıza kullanmakta ne sakınca olabilir?
1 Şubat 2011 Salı
Hayat "hayat" kurtarır!
Aylar var ki Arca'nın yatağını büyütmek istiyorum. Yandaki komodinleri başka bir tarafa alıp koca yatakta Arca ile uykuya gömülmenin hayalini kuruyorum.
Bu süreçte çok araştırma yaptım, hatta -kazara- Arca'nın karyolasındaki korkulukları kırdım? Kendimi psikolojik olarak hazırladım.
Ama en çetin cevizde takılı kaldım. İlker! Her türlü radikal kararı gözü kapalı alırım da İlker'in gönüllü olmadığı işe asla girmem. Çünkü özellikle Arca konusunda müthiş bir sağduyusu vardır. Her seferinde beni dumura uğratır. Kısacası İlker'in ak dediğine kara demeyi totom yemez.
O hep erken diyordu. Geçtiğimiz haftalarda Arca'nın epey uzayıp da kırık korkuluklardan yere kapaklanmasına ramak kala korkuluğu kaldırdık.
Peki düşmesine nasıl engel olacaktık?
İşte burada devreye hayat kurtaran Kuzu Ela'nın annesi Hayat girdi ve bu postunda ilginç bir ürünü tanıttı. Denemeden harika olduğuna karar veremezdim.
Bu süngerlerden biri bizim evde şimdilerde, deniyoruz. İlkinde düştü, yerde uyumaya devam etti. Diğer düşüşünün sebebi Ümit ablanın çarşaf altına iyi sıkıştıramamasından kaynaklandı. Yani o gün bugündür fire yok.
Biz de alacağız, düşmekten yırtacağız. Daha iyi bir alternatifle henüz karşılaşmadım.
Anlatmazsam çatlarım, Arca'nın normal yatakta yatma olayı başladığından beri gece yatmadan önce bütün odaların kapıları kapanıyor, sadece bizim oda ve Arcanınki açık. Sokak kapısı kilitleniyor. Arca'ya her gece birşeye ihtiyacı olursa seslenmesi tembihleniyor. Aklımda inanılmaz felaket senaryoları var. Geçen İstanbula giderken tuvaletin kapısını kapatmayı unutmuşum sabahın köründe İlkeri arayıp kapattırdım. Mazallah Arca uyanır, kafasını klozete sokmaya karar verir filan? Bu arada evden çıktığımda arkadan sokak kapısını bir güzel kilitlediğimi söylememe gerek var mı?
30 Ocak 2011 Pazar
Pazar gecesi hesaplaşması
Bugün fark ettim ki, geçen hafta pazartesiden beri bugün ilk defa evde yemek yedim.
Salı...
Arca'nın doktor kontrolü vardı. Tahminlerimiz bizi yanıltmadı, 14 kilo! Öyle çok yağmur yağıyordu ki Alsancak'ta kalmayı totomuz yemedi, Göztepe'ye kaçtık. Ora Lahmacunda yedik. Oyun odasının yanına konuşlandık, Arca deli gibi oynadı. 5 yaşlarında bir kıza "heeeey çocuuuk!" diye seslenmmesi... komik velet yav! Doktor "olmuş bu artık, tamamdır" dedi. Bir de kalabalık saatlerde AVM'leri önermedi, malum salgın beter, herkes hasta.
Çarşamba...
İstanbuldaydım ya malum havaalanı tıkınması, Burger King kaçamağı!
Perşembe...
Dışarıdaydık. Arca balıklı havuzun başından ayrılmadı, arabasını da bir güzel dibe yolladı. Yorucu ama güzel bir akşamdı.
Cuma...
Annemlere yemeğe gittik. Duru ve Arca tepişmekten helak oldu. Ertesi gün için sözleştiler.
Cumartesi...
İlker'in kuzeninin düğünü. Tek düğün kıyafetimin içine sığmamı üç kadeh şarap ve tüm menüyü süpürerek kutladım. Aa tabii genç çiftleri de kutluyoruz. Bol bol kurtlarımızı döktük, iyi geldi be!!
Sonunda bugün...
Günlerdir acayip dağıtmışız evi. Sabah baş ağrısıyla uyandım. Arca kahvaltı etti, sıra bize geldi. Ekmek almaya çıkalım derken iş kumru yemeye dönüştü. İyi de sabahın bu vakti hiçbir kumrucu açık olmaz derken Çiftekumruların 24 saat açık olduğunu öğrendik. Sabah ayazında İnciraltı keyifliydi. Şöminenin yanına konuşlandık. Arca pokkavav suyunu anne baba kumruları götürdü:)Keme şeker taşımacılığının üstü açık vosvosla yapılabileceğine tanık olduk!
Güzeldi be!!
Evde yemek yapıp yemek ayrı güzeldi!
Aa unutmadan Arca'nın arka azıları çıkyor. Ellerinin ağzında olması bir tarafa açık ve net söylüyor : "Dişim acıyor!"
Güzel bir kaç ayın ardından yine uykusuz gecelere yelken açıyoruz, yine huysuz nöbetlere bünyeyi hazırlıyoruz.
Salı...
Arca'nın doktor kontrolü vardı. Tahminlerimiz bizi yanıltmadı, 14 kilo! Öyle çok yağmur yağıyordu ki Alsancak'ta kalmayı totomuz yemedi, Göztepe'ye kaçtık. Ora Lahmacunda yedik. Oyun odasının yanına konuşlandık, Arca deli gibi oynadı. 5 yaşlarında bir kıza "heeeey çocuuuk!" diye seslenmmesi... komik velet yav! Doktor "olmuş bu artık, tamamdır" dedi. Bir de kalabalık saatlerde AVM'leri önermedi, malum salgın beter, herkes hasta.
Çarşamba...
İstanbuldaydım ya malum havaalanı tıkınması, Burger King kaçamağı!
Perşembe...
Dışarıdaydık. Arca balıklı havuzun başından ayrılmadı, arabasını da bir güzel dibe yolladı. Yorucu ama güzel bir akşamdı.
Cuma...
Annemlere yemeğe gittik. Duru ve Arca tepişmekten helak oldu. Ertesi gün için sözleştiler.
Cumartesi...
İlker'in kuzeninin düğünü. Tek düğün kıyafetimin içine sığmamı üç kadeh şarap ve tüm menüyü süpürerek kutladım. Aa tabii genç çiftleri de kutluyoruz. Bol bol kurtlarımızı döktük, iyi geldi be!!
Sonunda bugün...
Günlerdir acayip dağıtmışız evi. Sabah baş ağrısıyla uyandım. Arca kahvaltı etti, sıra bize geldi. Ekmek almaya çıkalım derken iş kumru yemeye dönüştü. İyi de sabahın bu vakti hiçbir kumrucu açık olmaz derken Çiftekumruların 24 saat açık olduğunu öğrendik. Sabah ayazında İnciraltı keyifliydi. Şöminenin yanına konuşlandık. Arca pokkavav suyunu anne baba kumruları götürdü:)Keme şeker taşımacılığının üstü açık vosvosla yapılabileceğine tanık olduk!
Güzeldi be!!
Evde yemek yapıp yemek ayrı güzeldi!
Aa unutmadan Arca'nın arka azıları çıkyor. Ellerinin ağzında olması bir tarafa açık ve net söylüyor : "Dişim acıyor!"
Güzel bir kaç ayın ardından yine uykusuz gecelere yelken açıyoruz, yine huysuz nöbetlere bünyeyi hazırlıyoruz.
29 Ocak 2011 Cumartesi
Çocuk Eğitim kitabı orucumu bozduran kitap: Koruyucu Psikoloji
Önceki postta çok keyifli bir kitap önereceğim demiştim değil mi?
Takip ettiğim sevdiğim bir blog var: anne café
Geçtiğimiz aylarda daha önce adını hiç duymadığım bir kitaptan bahsetti. Çok ilgimi çekti. Kendimi kaptırdığımdan beri çocuk eğitim kitaplarına ara vermiştim.
Roman, öykü, fotoğraf… son günlerde ruhum bunlarla hayat buluyordu. Kitapçılarda dolanırken elime geçti, almadan edemedim. İlker’in gelmesini beklerken kahveme ve bana eşlik etti, çok sevdim.
Neden?
Keskin köşeleri yok kitabın. Yapın edin yerine yapılabilir, hiç bir şey için geç olmaz, birbirinizi sevin, çocuğunuzu anlayın mesajları var. Aynı “2 yaşındaki çocuğunuzu büyütürken” tarzında ama daha bilimsel yaklaşıyor olaya. Bazı yöntemler öneriyor, çocuğunuzun psikolojisini anlamanıza yardımcı oluyor. Sonra çocuğunuz ile aranızdaki bağı da tanımlamaya yardımcı oluyor. Bilimsel bir deney var, yeni bir oyun grubu veya yepyeni bir ortamda denemk istiyorum mesela, sonuçlar elbette sorgulanabilir ama benim çok hoşuma gitti.
Ben de yazsam aynılarını yazardım diye düşündüğüm için enerjimi daha fazla harcamıyorum ve sizi anne café'nin şu yazısına davet ediyorum.
Takip ettiğim sevdiğim bir blog var: anne café
Geçtiğimiz aylarda daha önce adını hiç duymadığım bir kitaptan bahsetti. Çok ilgimi çekti. Kendimi kaptırdığımdan beri çocuk eğitim kitaplarına ara vermiştim.
Roman, öykü, fotoğraf… son günlerde ruhum bunlarla hayat buluyordu. Kitapçılarda dolanırken elime geçti, almadan edemedim. İlker’in gelmesini beklerken kahveme ve bana eşlik etti, çok sevdim.
Neden?
Keskin köşeleri yok kitabın. Yapın edin yerine yapılabilir, hiç bir şey için geç olmaz, birbirinizi sevin, çocuğunuzu anlayın mesajları var. Aynı “2 yaşındaki çocuğunuzu büyütürken” tarzında ama daha bilimsel yaklaşıyor olaya. Bazı yöntemler öneriyor, çocuğunuzun psikolojisini anlamanıza yardımcı oluyor. Sonra çocuğunuz ile aranızdaki bağı da tanımlamaya yardımcı oluyor. Bilimsel bir deney var, yeni bir oyun grubu veya yepyeni bir ortamda denemk istiyorum mesela, sonuçlar elbette sorgulanabilir ama benim çok hoşuma gitti.
Ben de yazsam aynılarını yazardım diye düşündüğüm için enerjimi daha fazla harcamıyorum ve sizi anne café'nin şu yazısına davet ediyorum.
28 Ocak 2011 Cuma
Yaktın beni SPK!
Birkaç ay öncesine kadar çok kullandım bu lafı.
Anne İş’te kitabını yalayıp yutmuştum Sabiha Paktuna Keskin’in (bundan sonra SPK olarak yazacağım). Şimdi ben SPK ile ilgili duygularımı tam netleştirebilmiş değilim, hepi topu okuduğum da tek kitabı var, zaten haşa b.k atmak bize düşmez. Lakin işe başladığım dönemde süt sağarken filan ofiste hep bu kitap vardı elimde. Bu sahneyi hatırladığıma göre demek ki Arca daha 5-6 aylık filan.
Çalışmaya başlamışım, çalışmam lazım ama bir taraftan süt kokan bebe evde beni bekliyor.
Öyle bir psikoloji ki ancak taze anneler anlar. Bebek işten geldiğinde tavır mı yapıyor, Ümit teyzesini benden çok mu seviyor, sürekli bir gözleme hali. Gece uykuları kötü mü? Hmm çalışıyorum bütün gün görmüyor , beni özlüyor tespitleri. İş haricinde her dakikamı onunla geçirme arzusu. Say say bitmez…
Hadi itiraf edeyim, içten içe bir suçluluk duygusu. Ondan ayrı zaman geçirmemin vicdanıma yüklediği ağır yük.
Bu sebepten kitaplara sarıyorum, ondan ayrı olduğum zamanları internet başında araştırarak geçiriyorum ki vicdanım biraz rahatlasın. Daha iyi anne olabilmemin onunla daha çok vakit geçirebilmekten geçtiğini düşünüyorum, geçiremediğim zamanları yine onunla ilgili konu başlıklarına adıyorum ki biraz teselli bulayım.
Anne İş’te kitabı işte tam bu psikolojime rastladı. Ben kitaba çok inandım. İlker’e de bilmiş bilmiş kitaptan pasajlar aktardım. Bilin bakalım ne oldu? İlker tabiri caizse okkalı küfürü bastı SPK’ya!
Ben resmen dumur oldum, çünkü dedim ya acayip inanmıştım ilk başlarda.
Kitap der ki; “Çalışan anne, evde olduğu zamanlarda, 3 yaşına kadar bebeğin her türlü ihtiyacını, karşılamalıdır. Babalar anneye ancak ev işlerinde yardımcı olarak destek olabilirler.” İşte bu cümle İlker’i kopardı.
Niçin Arca’nın altını değiştiremiyormuş efendim! Niçin o uyutamıyormuş! Biliyorum biraz da ev işi kısmı işine gelmedi:)
Bir taraftan diyorum ki “o da babası, ne olacak ki”, bir taraftan da diyorum, “yok yav koskoca SPK bir bildiği vardır zaten bütün gün ayrıyız, aman diyim!!
Bir de bir arkadaşımın anlattığı hikaye kanımı dondurmuştu. Annenin sağlıkla ilgili sıkıntısından dolayı, bebeğin yaklaşık 3 yaşına kadar her türlü ihtiyacı ile baba ilgilenmişti. Çocuk 3,5 yaşında iken annesinden nefret eden ve babasına aşık bir profil çizmeye başlayınca pedagoga gitmişler ve teşhis konmuştu: “çocuk babasını anne yerine koymuş, anneyi reddediyor”. Bu olay beni feci etkiledi. Çocuğumun beni reddetmesi dünyanın sonu olurdu herhalde.
Kader ağlarını örmüştü ve…
Ve böylece yeni bir dönem başladı. İlker’e hıhhı dedim, aslında hak da verdim ama kitaptaki o pasaj zihnime çakıldı kaldı, sonra arkadaşımın hikayesi… İçten içe Arca’nın her şeyi ile kendim ilgilenmeye başladım. İlker müthiş müdahil iken olaya, ufaktan dirsek attım, hep bir adım öne geçtim.
Sonrasında zaten “anneci” dönem başladı, benim de kendi kendime tek tabanca olma hallerim eklenince ortaya anne manyağı bir Arca modeli çıktı. Düşünce anneee diye ağlamalar, gece uyandığında kesinlikle İlker’e gitmemeler, İlker’i görmezden gelmeler, tepkiler, anne odadan çıktığında İlker’in odada bulunmasının anlamsız olduğu ve kıyameti kopardığı zamanlar…
Bu benim için yorucu olduğu kadar, İlker için de çok üzücü bir dönemdi. Şehir dışı seyahatlerimden bile çekinir olmuştu. Gece gelmeyeceksem hemen evi hala, babane, anane, teyze, Duru şeklinde kalabalıklaştırma projesi hayata geçiriliyordu.
Üstelik sürekli “bu çocuk beni sevmiyor mu?” diye soruyordu. Ben “yok canım saçmalama geçici bir dönem” diyordum ama iç sesim, bilinçli olarak çocuğu kendime bağladığımı söylüyordu ve artık geri dönülemez bir yola girmiştik.
Zamana, benim kendimi törpülememe, İlker’in işin peşini asla bırakmamasına bağlıymış her şey. Son günler babaya aşık haller kendimden geçiriyor beni. Beraber oynamalar, kudurmalar, birlikte uyumalar, sarılıp öpüşmeler, seni çok seviyorumlar…
Ama en çok geçen gün emin oldum! Seyahatlerden geç dönecek olmama bile telaşlanan İlker, Çin’e gideceğimin haberini alınca sevindi bile, oh Arca ona kalacak tabii.
Kıssadan hisse: Okuduklarımızı iyi yorumlamak ve körü körüne feyz almamak lazım. Bu kadar içine daldığınızda içgüdülerimizi rafa kaldırmış oluyoruz. Hani bu hikayede SPK’nın kitabı vesile oldu, MPK da olabilirdi, yani sonuçta vurun kahpeye yapamam. Ama kesin, hatta keskin söylemler, siyah/beyaz teşhisler bence çocukla ilgili her konuda çok olumsuz sonuçlar doğuruyor.
Next post : Yumuşak yollu bir ana baba eğitim kitabı önerisi
Anne İş’te kitabını yalayıp yutmuştum Sabiha Paktuna Keskin’in (bundan sonra SPK olarak yazacağım). Şimdi ben SPK ile ilgili duygularımı tam netleştirebilmiş değilim, hepi topu okuduğum da tek kitabı var, zaten haşa b.k atmak bize düşmez. Lakin işe başladığım dönemde süt sağarken filan ofiste hep bu kitap vardı elimde. Bu sahneyi hatırladığıma göre demek ki Arca daha 5-6 aylık filan.
Çalışmaya başlamışım, çalışmam lazım ama bir taraftan süt kokan bebe evde beni bekliyor.
Öyle bir psikoloji ki ancak taze anneler anlar. Bebek işten geldiğinde tavır mı yapıyor, Ümit teyzesini benden çok mu seviyor, sürekli bir gözleme hali. Gece uykuları kötü mü? Hmm çalışıyorum bütün gün görmüyor , beni özlüyor tespitleri. İş haricinde her dakikamı onunla geçirme arzusu. Say say bitmez…
Hadi itiraf edeyim, içten içe bir suçluluk duygusu. Ondan ayrı zaman geçirmemin vicdanıma yüklediği ağır yük.
Bu sebepten kitaplara sarıyorum, ondan ayrı olduğum zamanları internet başında araştırarak geçiriyorum ki vicdanım biraz rahatlasın. Daha iyi anne olabilmemin onunla daha çok vakit geçirebilmekten geçtiğini düşünüyorum, geçiremediğim zamanları yine onunla ilgili konu başlıklarına adıyorum ki biraz teselli bulayım.
Anne İş’te kitabı işte tam bu psikolojime rastladı. Ben kitaba çok inandım. İlker’e de bilmiş bilmiş kitaptan pasajlar aktardım. Bilin bakalım ne oldu? İlker tabiri caizse okkalı küfürü bastı SPK’ya!
Ben resmen dumur oldum, çünkü dedim ya acayip inanmıştım ilk başlarda.
Kitap der ki; “Çalışan anne, evde olduğu zamanlarda, 3 yaşına kadar bebeğin her türlü ihtiyacını, karşılamalıdır. Babalar anneye ancak ev işlerinde yardımcı olarak destek olabilirler.” İşte bu cümle İlker’i kopardı.
Niçin Arca’nın altını değiştiremiyormuş efendim! Niçin o uyutamıyormuş! Biliyorum biraz da ev işi kısmı işine gelmedi:)
Bir taraftan diyorum ki “o da babası, ne olacak ki”, bir taraftan da diyorum, “yok yav koskoca SPK bir bildiği vardır zaten bütün gün ayrıyız, aman diyim!!
Bir de bir arkadaşımın anlattığı hikaye kanımı dondurmuştu. Annenin sağlıkla ilgili sıkıntısından dolayı, bebeğin yaklaşık 3 yaşına kadar her türlü ihtiyacı ile baba ilgilenmişti. Çocuk 3,5 yaşında iken annesinden nefret eden ve babasına aşık bir profil çizmeye başlayınca pedagoga gitmişler ve teşhis konmuştu: “çocuk babasını anne yerine koymuş, anneyi reddediyor”. Bu olay beni feci etkiledi. Çocuğumun beni reddetmesi dünyanın sonu olurdu herhalde.
Kader ağlarını örmüştü ve…
Ve böylece yeni bir dönem başladı. İlker’e hıhhı dedim, aslında hak da verdim ama kitaptaki o pasaj zihnime çakıldı kaldı, sonra arkadaşımın hikayesi… İçten içe Arca’nın her şeyi ile kendim ilgilenmeye başladım. İlker müthiş müdahil iken olaya, ufaktan dirsek attım, hep bir adım öne geçtim.
Sonrasında zaten “anneci” dönem başladı, benim de kendi kendime tek tabanca olma hallerim eklenince ortaya anne manyağı bir Arca modeli çıktı. Düşünce anneee diye ağlamalar, gece uyandığında kesinlikle İlker’e gitmemeler, İlker’i görmezden gelmeler, tepkiler, anne odadan çıktığında İlker’in odada bulunmasının anlamsız olduğu ve kıyameti kopardığı zamanlar…
Bu benim için yorucu olduğu kadar, İlker için de çok üzücü bir dönemdi. Şehir dışı seyahatlerimden bile çekinir olmuştu. Gece gelmeyeceksem hemen evi hala, babane, anane, teyze, Duru şeklinde kalabalıklaştırma projesi hayata geçiriliyordu.
Üstelik sürekli “bu çocuk beni sevmiyor mu?” diye soruyordu. Ben “yok canım saçmalama geçici bir dönem” diyordum ama iç sesim, bilinçli olarak çocuğu kendime bağladığımı söylüyordu ve artık geri dönülemez bir yola girmiştik.
Zamana, benim kendimi törpülememe, İlker’in işin peşini asla bırakmamasına bağlıymış her şey. Son günler babaya aşık haller kendimden geçiriyor beni. Beraber oynamalar, kudurmalar, birlikte uyumalar, sarılıp öpüşmeler, seni çok seviyorumlar…
Ama en çok geçen gün emin oldum! Seyahatlerden geç dönecek olmama bile telaşlanan İlker, Çin’e gideceğimin haberini alınca sevindi bile, oh Arca ona kalacak tabii.
Kıssadan hisse: Okuduklarımızı iyi yorumlamak ve körü körüne feyz almamak lazım. Bu kadar içine daldığınızda içgüdülerimizi rafa kaldırmış oluyoruz. Hani bu hikayede SPK’nın kitabı vesile oldu, MPK da olabilirdi, yani sonuçta vurun kahpeye yapamam. Ama kesin, hatta keskin söylemler, siyah/beyaz teşhisler bence çocukla ilgili her konuda çok olumsuz sonuçlar doğuruyor.
Next post : Yumuşak yollu bir ana baba eğitim kitabı önerisi
27 Ocak 2011 Perşembe
Bir yol hikayesi : Arca'nın Kitaplığı
Sabah ofise geldim, geçen haftaki kitap siparişinin bir kısmı gelmiş, masamda duruyordu. Evet "out of office" sonrası bir tarafımda patlayan işler bekleye dursun ben kahve ve nesfitten oluşan kahvaltımı tıkınırken açtım kitapları okuyorum!
Geçen hafta kitap siparişini vermeden önce kitapla yolculuğumuza bir göz atmıştım, sonra aşağıdaki uzun yol hikayesi çıktı ortaya. Üstelik daha yolun başındayız:)
Ne demişiz?
Arca 4 aylıktı kitaplarla tanıştığında, Tiny love 3 boyutlu bez kitaplar... uzun bir süre Pocoyo, Pisi Kedi gibi çok kısa hikayelerle okuma serüvenini devam ettirdi.
Uzun hikayelere geçişimiz pek temkinli oldu:
Arca 16 Aylık:
Ayağına Diken Batan Süper Karga
Erken Çocukluk Kitaplığı-Diş Hekiminde
Küçük Einsteinler - Annie'nin Tek Kişilik Görevi
Cemile oyuncaklarını paylaşmıyor
Şaşırtıcı derecede ilgi gösterdi. Önce sadece resimlerine bakıp aa karga, aa diken batmış gibi kısa tanımlar yapıyordum. Diş Hekiminde kitabını baştan sona okuyunca hiç yadırgamadı. Mesela hala şu Annie’yi sevmem ben ama Ümit Ablayla birlikte hareketleri yapıyorlar ve hala kitaplıkta, hala böh gelmedi! Cemile’yi ise sanırım yazlıkta bıraktık, aylardır ortada yok. Sonradan bir dolap kitap ve Evrenin serinin diğer kitapları ile ilgili eleştirilerini yerinde buldum, hiç yanaşmadım.
Arca 17 Aylık:
Atakan Süpermarkete Gidiyor – Atakanla tanışıyoruz, önceleri hikaye uzun geliyor ama okudukça Arca’nın Atakanla dostluğu pekişiyor.
Kasabanın En Şık Devi – Julia Donaldson ile tanışıyoruz. Ve ailecek Dev’e aşık oluyoruz. Arca yatağında doğrulup işaret parmağını kitaplığa yönelterek DEV DEV diye talepte bulunuyor, defalarca okuyoruz. Hala kitaplıkta, hala okunuyor.
Yaramaz Fındık – Çok dokunuyor bu kitap, son sahne illa ki sarılarak canlandırılıyor, evet hala ve her defasında!!
Ormanda Doğum Günü Partisi – Sevgili Esra ve tatlı kızı Ada’nın tavsiyesi. Bu kitaptan sonra Ada ile Arca’nın zevklerinin ne kadar tuttuğunu fark ediyorum ve yeni bir dönem başlıyor benim için, artık işim çok kolay.
Önce Ada’nın dönem dönem sevdiği kitaplar listeleniyor, sonra Bir dolap kitap’tan detaylar okunuyor, vakit olursa Agoradaki Remzi kitapevinde inceleniyor, olmazsa direkt internetten sipariş ediliyor. İşte bu kadar!!
Bay Bay Bezim – Hiç hoşlaşmadığım ama Arca’nın hastası olduğu uğruna kakasını söylemeyi öğrendiği kitap. Kaybedip tekrar aldık, işte o maceramız.
Arca 18 aylık:
Dediğim gibi artık işim daha kolay, Arca’nın beğendiklerinden devam ediyorum:
Atakan serisinden Atakan Parka Gidiyor & Atakan Geceyi Anneannesiyle Geçiriyor
Erken Çocuk Kitaplığından diş hekiminde kitabını sevdi ya hemen doktorda ile seriye devam!
Anna Millbourne ile tanışıyoruz ve Hülya’nın tavsiyesi ile hemen Rüzgarlı bir gün ile Gölde’yi ekliyoruz kitaplığa. Bir taraftan önceden sevdikleri yeni tatlarla harmanlanıyor ve maya tutuyor. Arca glup diye sineği yutan kurbağanın yeni hayranı!
Aynı seriden 1001 hayvanı bulun da ilgisini çekmeyeceğini düşündüğüm ve yanıldığım başka bir kitap. Arca artık şaşırtmaya başlıyor.
Aç Tırtıl ve Ay’a yolculuk yine Esra ile Ada’nın tavsiyelerinden
Arca 19 Aylık:
Anna Millbourne o kadar seviyoruz ki seriden 4 kitabı daha katıyoruz kitaplığa, hem Arca öğreniyor hem biz: )
Yağmurlu Bir Gün
Yeraltında
Ay'da
Deniz kıyısında
Teker Teker Tekerleme ile unuttuğum çocukluk tekerlemelerine kavuşuyorum. Sayfa sayfa şarkılar söylüyorum. Arca mest, İlker odayı terk!!
Melül bakışlı Nino Arca’nın baş tacı, o kadar çok okuyoruz ki uzun bir sure kahraman Nino rüyalarımıza giriyor. Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor – seni okumak daha da zor! Ama keyifli: )
Bazen yanlış kitaplar aldığım da oluyor. Tübitak serisinden Denizin Altındayı almışım meğer 7-8 yaşa uygunmuş ama Arca resimlerine baktı.
Bebek Koala Çiftlikte denemek için aldığımız bir kitap. Arca kısa sure çok yoğun bir sevgi besledi, sonra bir sure bıraktı, çalkantılı bir ilişkileri var bu kitapla. Serinin devamına cesaretim yoktu sonra Nilda'ya Ümit abla için Hülya'nın tavsiye ettiği kayıp oyuncak kitabı almıştım geçende. Sonra Kipa'dan bulduğum yapbozları daha çok seveceğini düşündük, bu yeni kitap Arca'ya kaldı. Tahmin edin? Evet çok sevdi!!
Arca 20 aylık:
Atakan’ın supermarket ve parkta serisi yırtılınca ciddi bir Atakan ihtiyacı doğuyor ve diğer iki kitabı ile devam ediyoruz.
Atakan Marangoz Ustası Oluyor
Atakan İnşaat Ustası Oluyor
Ben şahsen diğerleri kadar sevmiyorum bu ikisini, belki de Atakan denen veletten bıkkınlık geldi, olabilir. Hep eve gelen misafire okutturuyorum bunları
Bisiklet,Kızak ve Vapur : Yeni kitap kurtları keşfediyorum, Füsun ve Defne. Füsun bloğunda çok güzel anlatıyor kitapları. Artık yeni bir referansım var. Bu ne biçim kitap dedik önce, şimdi bayılıyoruz, çok zekice çok!!
Julia Donaldson’ın b.kunu çıkarıyoruz:
Tostoraman
Pırtık Tekir
Değnek Adam
Hepsine tapıyor Arca. Julia Donaldson haremi gibi bizim kitaplık, her gün bir başka kitabın koynunda. Sülümanım benim:P
Araya yeni bir yazar sıkıştırıyorum: Feridun Oral, Kirpi ile Kestane. Bu da tutuyor! Artık şaşırmıyorum.
Arca’ya ne versen okutacak sanki, öyle bir hissiyata kapılıyorum. Evet benim çocuğum kitap yiyicisi!
Ara sıra gelen hediyeler, yeniliklerle tanıştırıyor bizi. Sevgili Kisd’in hediyesi “Kim korkar Kırmızı başlıklı kızdan?"
Kitabı benim şahsen öle bayıla okuduğum bir kitap. Hep en öne onu koyuyorum, Arca seçsin diye (pis yönlendirici ana:) )
Arca 21 aylık:
Mutlu Su Aygırı: Bana çok uzun ve biraz da sıkıcı gelse de güzel mesajları var. Arca tabii ki mesaj kaygılarıyla yaklaşmıyor kitaba, o şarkıyı söylememize bayılıyor, sabaha “yo yo yoooo” şeklinde uykudan uyanıyor. Evet bu çocuk yenilikleri seviyor!
Kırmızı Elma : Geçen ay Feridun amcayı çok sevince, hiç tereddüt etmiyorum.
Julia ah Julia… İyi ki yazıyorsun
Nohut Oda Bakla Sofa : Replikleri seslendirirken dümdüz okumayacaksınız, o zaman çok eğlenceli bir kitap. Bilge İhtiyarın sesini değiştirmeme bayılıyor Arca! Abuk subuk el kol hareketleri ile Yaşlı minik hanım favori!
Süpürgede Yer Var mı? Ejderha!! Arca cadıdan çok ejderhayı seviyor. Kitabın kötü kalpli karakateri olduğunu anlatmaya kasmıyoruz hiç. Ejderha'yı ailecek seviyoruz!
Arca 22 aylık:
Yılbaşı yaklaşıyor, Arca’nın kitaplık epey doluyor. Hatta küçük ayıklamalar yapıyorum. Ufaktan düzenliyorum ama büyük çoğunluğundan hepten vazgeçemiyorum. Çünkü Arca kimi günler Pocoyo’ları bile okutuyor. Idefix’in yılbaşı kampanyası bile cezbetmiyor beni düşünün nasıl abartmışız. Ama o kampanyanın sipariş listeleri bize yeni referanslar sağlıyor.
Yılbaşı çekilişi için Berk Arca’ya Mickey kitabı seçmiş. Arca bayılıyor. Defalarca okutuyor, hey bilgiliiii diye çağırıyor. Arca Noel babadan kitap isteyince internet siparişine bulaşmadan iki tane Mickey kitabı alıyorum. İki ay bunlarla idare ediyor, yeni kitap yok. Geçen hafta Kipa’dan 1 TL’ye aldığımız iki kitaba acayip sarıyor.
Artık kitapları kendisi okuyor: ) Tabii ki okumuyor, sadece bize oku demiyor, yanımıza gelip “bitti!” deyince elindeki kitaba bakmış, kitabı bitirmiş olduğunu anlıyoruz. Bu bizim için güzel birşey ! Ama bir taraftan da yeni kitaplara ihtiyacı olduğunu hissediyorum. Sıkılmaktan çok ezberledi hepsini. Öyle sayfa atlayayım, iki satır az okuyayım şeklinde yırtamıyorsunuz, mutlaka yakalıyor ve foyanızı ortaya çıkarıyor.
Mickey ve Atakanların ciltleri kötü olduğundan sayfa sayfa ayrılmasına acaip gıcık oluyorum, bu arada. Uzun ömürlü olmuyorlar, üzücü!
Yeni siparişte emniyetli kitaplar var, kesin sevecek dediklerim, bir de sürprizler, daha önce benzerini hiç okumadığımız çok ilginç kitaplar var.
Çayır,Ahır ve Çiftlik Evi : Bisiklet kızak ve vapurun yazarından. Aslında Hayat'ın tavsiyesi üzerine Koalalı olanı alacaktım ama bulamadım, bununla idare edeceğiz artık. Listemizde vardı ama bunu daha tedarik edememişler, sonra gönderilecek.
Koyun Russell : çok yeni kitap bizim için, tutarsa muhtemelen devamı gelecek
Bütün Gün Esneyen Prenses: Remzi kitabevinde bayılarak okudum sevdim hatta hediye aldım, özellikle çizimlerine hasta oldum, Arca'nın tepkisini merak ediyorum.
Bu kitabı ilk Füsun'un bloğunda görmüştüm.
Fark ettim ki, ben kitapları kızlara yönelik, erkeklere yönelik diye ayırmıyorum. Mesela çok sonra bebek koalanın kitap tanıtımında kız olduğunu ve kız çocuklara yönelik olduğunu öğrendim. Gerek var mıydı böyle bir tanıma? Sonra Cemile’yi de aldık. Bu da bir prenses nihayetinde: )
Zaten referans kitap kurtlarım hep kız çocukları: )
Burun : Hem bloglarda (Füsunun blogtu sanırım) hem bir dolap kitapta çok güzel eleştiriler okudum. Ben çok merak ediyorum, bakalım Arca sevecek mi?
Baloncu Dede ve Üç Küçük Yaramaz: Yine Remzi Kitabevinde okudum, bayıldım, çok kitabı var diye ertelemiştim, vakti geldi. Diğer Feridun Oral kitaplarına göre daha canlı çizimler. İtiraf ediyorum, Kirpi ile Kestane ve Kırmızı Elma çok solgun gelmişti bana.
Limon Ağacının Şarkısı ve Yetenek Yarışması, yine bilmediğimiz sularda gezeceğiz, düşüncesi bile heyecan veriyor. Yazık ki bu paketin içinden çıkmadı.
Zogi!! Ben nasıl atlamışım bu Julia şah eserini? Hem de bir dolu ejderha varmış içinde, kalıbımı basarım Arca okutmakla kalmayacak birlikte uyuyacak bu kitapla.
Arca'da bu ilgi ben de bu heves oldukça daha çok listeler yazılır buraya:)
Hadi ben kaçtım, işler bekler.
Not: Ben mesela çok okurum ama kitaplığım boştur çünkü çok dağıtırım, hele bir daha okumayacaksam kitaplıkta durmasına ihtiyaç hissetmem ama Arca'nın kitaplarıyla bir türlü vedalaşamıyorum. Arca da öyle maalesef! Hani yine ilgi duyar mı, okumaya başlayınca bunları kendisi okur mu? Bu kadar kitabı alt alta koyunca şimdi aklıma geldi de, keşke Arca artık bazı kitaplarla tamamen vedalaşsa da bunları bir koliye koyup çocuk esirgeme kurumuna gönderebilsem. Arca'nın gözlerindeki ışıltıyı bir çocukta daha görmek ne güzel olurdu.
Geçen hafta kitap siparişini vermeden önce kitapla yolculuğumuza bir göz atmıştım, sonra aşağıdaki uzun yol hikayesi çıktı ortaya. Üstelik daha yolun başındayız:)
Ne demişiz?
Arca 4 aylıktı kitaplarla tanıştığında, Tiny love 3 boyutlu bez kitaplar... uzun bir süre Pocoyo, Pisi Kedi gibi çok kısa hikayelerle okuma serüvenini devam ettirdi.
Uzun hikayelere geçişimiz pek temkinli oldu:
Arca 16 Aylık:
Ayağına Diken Batan Süper Karga
Erken Çocukluk Kitaplığı-Diş Hekiminde
Küçük Einsteinler - Annie'nin Tek Kişilik Görevi
Cemile oyuncaklarını paylaşmıyor
Şaşırtıcı derecede ilgi gösterdi. Önce sadece resimlerine bakıp aa karga, aa diken batmış gibi kısa tanımlar yapıyordum. Diş Hekiminde kitabını baştan sona okuyunca hiç yadırgamadı. Mesela hala şu Annie’yi sevmem ben ama Ümit Ablayla birlikte hareketleri yapıyorlar ve hala kitaplıkta, hala böh gelmedi! Cemile’yi ise sanırım yazlıkta bıraktık, aylardır ortada yok. Sonradan bir dolap kitap ve Evrenin serinin diğer kitapları ile ilgili eleştirilerini yerinde buldum, hiç yanaşmadım.
Arca 17 Aylık:
Atakan Süpermarkete Gidiyor – Atakanla tanışıyoruz, önceleri hikaye uzun geliyor ama okudukça Arca’nın Atakanla dostluğu pekişiyor.
Kasabanın En Şık Devi – Julia Donaldson ile tanışıyoruz. Ve ailecek Dev’e aşık oluyoruz. Arca yatağında doğrulup işaret parmağını kitaplığa yönelterek DEV DEV diye talepte bulunuyor, defalarca okuyoruz. Hala kitaplıkta, hala okunuyor.
Yaramaz Fındık – Çok dokunuyor bu kitap, son sahne illa ki sarılarak canlandırılıyor, evet hala ve her defasında!!
Ormanda Doğum Günü Partisi – Sevgili Esra ve tatlı kızı Ada’nın tavsiyesi. Bu kitaptan sonra Ada ile Arca’nın zevklerinin ne kadar tuttuğunu fark ediyorum ve yeni bir dönem başlıyor benim için, artık işim çok kolay.
Önce Ada’nın dönem dönem sevdiği kitaplar listeleniyor, sonra Bir dolap kitap’tan detaylar okunuyor, vakit olursa Agoradaki Remzi kitapevinde inceleniyor, olmazsa direkt internetten sipariş ediliyor. İşte bu kadar!!
Bay Bay Bezim – Hiç hoşlaşmadığım ama Arca’nın hastası olduğu uğruna kakasını söylemeyi öğrendiği kitap. Kaybedip tekrar aldık, işte o maceramız.
Arca 18 aylık:
Dediğim gibi artık işim daha kolay, Arca’nın beğendiklerinden devam ediyorum:
Atakan serisinden Atakan Parka Gidiyor & Atakan Geceyi Anneannesiyle Geçiriyor
Erken Çocuk Kitaplığından diş hekiminde kitabını sevdi ya hemen doktorda ile seriye devam!
Anna Millbourne ile tanışıyoruz ve Hülya’nın tavsiyesi ile hemen Rüzgarlı bir gün ile Gölde’yi ekliyoruz kitaplığa. Bir taraftan önceden sevdikleri yeni tatlarla harmanlanıyor ve maya tutuyor. Arca glup diye sineği yutan kurbağanın yeni hayranı!
Aynı seriden 1001 hayvanı bulun da ilgisini çekmeyeceğini düşündüğüm ve yanıldığım başka bir kitap. Arca artık şaşırtmaya başlıyor.
Aç Tırtıl ve Ay’a yolculuk yine Esra ile Ada’nın tavsiyelerinden
Arca 19 Aylık:
Anna Millbourne o kadar seviyoruz ki seriden 4 kitabı daha katıyoruz kitaplığa, hem Arca öğreniyor hem biz: )
Yağmurlu Bir Gün
Yeraltında
Ay'da
Deniz kıyısında
Teker Teker Tekerleme ile unuttuğum çocukluk tekerlemelerine kavuşuyorum. Sayfa sayfa şarkılar söylüyorum. Arca mest, İlker odayı terk!!
Melül bakışlı Nino Arca’nın baş tacı, o kadar çok okuyoruz ki uzun bir sure kahraman Nino rüyalarımıza giriyor. Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor – seni okumak daha da zor! Ama keyifli: )
Bazen yanlış kitaplar aldığım da oluyor. Tübitak serisinden Denizin Altındayı almışım meğer 7-8 yaşa uygunmuş ama Arca resimlerine baktı.
Bebek Koala Çiftlikte denemek için aldığımız bir kitap. Arca kısa sure çok yoğun bir sevgi besledi, sonra bir sure bıraktı, çalkantılı bir ilişkileri var bu kitapla. Serinin devamına cesaretim yoktu sonra Nilda'ya Ümit abla için Hülya'nın tavsiye ettiği kayıp oyuncak kitabı almıştım geçende. Sonra Kipa'dan bulduğum yapbozları daha çok seveceğini düşündük, bu yeni kitap Arca'ya kaldı. Tahmin edin? Evet çok sevdi!!
Arca 20 aylık:
Atakan’ın supermarket ve parkta serisi yırtılınca ciddi bir Atakan ihtiyacı doğuyor ve diğer iki kitabı ile devam ediyoruz.
Atakan Marangoz Ustası Oluyor
Atakan İnşaat Ustası Oluyor
Ben şahsen diğerleri kadar sevmiyorum bu ikisini, belki de Atakan denen veletten bıkkınlık geldi, olabilir. Hep eve gelen misafire okutturuyorum bunları
Bisiklet,Kızak ve Vapur : Yeni kitap kurtları keşfediyorum, Füsun ve Defne. Füsun bloğunda çok güzel anlatıyor kitapları. Artık yeni bir referansım var. Bu ne biçim kitap dedik önce, şimdi bayılıyoruz, çok zekice çok!!
Julia Donaldson’ın b.kunu çıkarıyoruz:
Tostoraman
Pırtık Tekir
Değnek Adam
Hepsine tapıyor Arca. Julia Donaldson haremi gibi bizim kitaplık, her gün bir başka kitabın koynunda. Sülümanım benim:P
Araya yeni bir yazar sıkıştırıyorum: Feridun Oral, Kirpi ile Kestane. Bu da tutuyor! Artık şaşırmıyorum.
Arca’ya ne versen okutacak sanki, öyle bir hissiyata kapılıyorum. Evet benim çocuğum kitap yiyicisi!
Ara sıra gelen hediyeler, yeniliklerle tanıştırıyor bizi. Sevgili Kisd’in hediyesi “Kim korkar Kırmızı başlıklı kızdan?"
Kitabı benim şahsen öle bayıla okuduğum bir kitap. Hep en öne onu koyuyorum, Arca seçsin diye (pis yönlendirici ana:) )
Arca 21 aylık:
Mutlu Su Aygırı: Bana çok uzun ve biraz da sıkıcı gelse de güzel mesajları var. Arca tabii ki mesaj kaygılarıyla yaklaşmıyor kitaba, o şarkıyı söylememize bayılıyor, sabaha “yo yo yoooo” şeklinde uykudan uyanıyor. Evet bu çocuk yenilikleri seviyor!
Kırmızı Elma : Geçen ay Feridun amcayı çok sevince, hiç tereddüt etmiyorum.
Julia ah Julia… İyi ki yazıyorsun
Nohut Oda Bakla Sofa : Replikleri seslendirirken dümdüz okumayacaksınız, o zaman çok eğlenceli bir kitap. Bilge İhtiyarın sesini değiştirmeme bayılıyor Arca! Abuk subuk el kol hareketleri ile Yaşlı minik hanım favori!
Süpürgede Yer Var mı? Ejderha!! Arca cadıdan çok ejderhayı seviyor. Kitabın kötü kalpli karakateri olduğunu anlatmaya kasmıyoruz hiç. Ejderha'yı ailecek seviyoruz!
Arca 22 aylık:
Yılbaşı yaklaşıyor, Arca’nın kitaplık epey doluyor. Hatta küçük ayıklamalar yapıyorum. Ufaktan düzenliyorum ama büyük çoğunluğundan hepten vazgeçemiyorum. Çünkü Arca kimi günler Pocoyo’ları bile okutuyor. Idefix’in yılbaşı kampanyası bile cezbetmiyor beni düşünün nasıl abartmışız. Ama o kampanyanın sipariş listeleri bize yeni referanslar sağlıyor.
Yılbaşı çekilişi için Berk Arca’ya Mickey kitabı seçmiş. Arca bayılıyor. Defalarca okutuyor, hey bilgiliiii diye çağırıyor. Arca Noel babadan kitap isteyince internet siparişine bulaşmadan iki tane Mickey kitabı alıyorum. İki ay bunlarla idare ediyor, yeni kitap yok. Geçen hafta Kipa’dan 1 TL’ye aldığımız iki kitaba acayip sarıyor.
Artık kitapları kendisi okuyor: ) Tabii ki okumuyor, sadece bize oku demiyor, yanımıza gelip “bitti!” deyince elindeki kitaba bakmış, kitabı bitirmiş olduğunu anlıyoruz. Bu bizim için güzel birşey ! Ama bir taraftan da yeni kitaplara ihtiyacı olduğunu hissediyorum. Sıkılmaktan çok ezberledi hepsini. Öyle sayfa atlayayım, iki satır az okuyayım şeklinde yırtamıyorsunuz, mutlaka yakalıyor ve foyanızı ortaya çıkarıyor.
Mickey ve Atakanların ciltleri kötü olduğundan sayfa sayfa ayrılmasına acaip gıcık oluyorum, bu arada. Uzun ömürlü olmuyorlar, üzücü!
Yeni siparişte emniyetli kitaplar var, kesin sevecek dediklerim, bir de sürprizler, daha önce benzerini hiç okumadığımız çok ilginç kitaplar var.
Çayır,Ahır ve Çiftlik Evi : Bisiklet kızak ve vapurun yazarından. Aslında Hayat'ın tavsiyesi üzerine Koalalı olanı alacaktım ama bulamadım, bununla idare edeceğiz artık. Listemizde vardı ama bunu daha tedarik edememişler, sonra gönderilecek.
Koyun Russell : çok yeni kitap bizim için, tutarsa muhtemelen devamı gelecek
Bütün Gün Esneyen Prenses: Remzi kitabevinde bayılarak okudum sevdim hatta hediye aldım, özellikle çizimlerine hasta oldum, Arca'nın tepkisini merak ediyorum.
Bu kitabı ilk Füsun'un bloğunda görmüştüm.
Fark ettim ki, ben kitapları kızlara yönelik, erkeklere yönelik diye ayırmıyorum. Mesela çok sonra bebek koalanın kitap tanıtımında kız olduğunu ve kız çocuklara yönelik olduğunu öğrendim. Gerek var mıydı böyle bir tanıma? Sonra Cemile’yi de aldık. Bu da bir prenses nihayetinde: )
Zaten referans kitap kurtlarım hep kız çocukları: )
Burun : Hem bloglarda (Füsunun blogtu sanırım) hem bir dolap kitapta çok güzel eleştiriler okudum. Ben çok merak ediyorum, bakalım Arca sevecek mi?
Baloncu Dede ve Üç Küçük Yaramaz: Yine Remzi Kitabevinde okudum, bayıldım, çok kitabı var diye ertelemiştim, vakti geldi. Diğer Feridun Oral kitaplarına göre daha canlı çizimler. İtiraf ediyorum, Kirpi ile Kestane ve Kırmızı Elma çok solgun gelmişti bana.
Limon Ağacının Şarkısı ve Yetenek Yarışması, yine bilmediğimiz sularda gezeceğiz, düşüncesi bile heyecan veriyor. Yazık ki bu paketin içinden çıkmadı.
Zogi!! Ben nasıl atlamışım bu Julia şah eserini? Hem de bir dolu ejderha varmış içinde, kalıbımı basarım Arca okutmakla kalmayacak birlikte uyuyacak bu kitapla.
Arca'da bu ilgi ben de bu heves oldukça daha çok listeler yazılır buraya:)
Hadi ben kaçtım, işler bekler.
Not: Ben mesela çok okurum ama kitaplığım boştur çünkü çok dağıtırım, hele bir daha okumayacaksam kitaplıkta durmasına ihtiyaç hissetmem ama Arca'nın kitaplarıyla bir türlü vedalaşamıyorum. Arca da öyle maalesef! Hani yine ilgi duyar mı, okumaya başlayınca bunları kendisi okur mu? Bu kadar kitabı alt alta koyunca şimdi aklıma geldi de, keşke Arca artık bazı kitaplarla tamamen vedalaşsa da bunları bir koliye koyup çocuk esirgeme kurumuna gönderebilsem. Arca'nın gözlerindeki ışıltıyı bir çocukta daha görmek ne güzel olurdu.
26 Ocak 2011 Çarşamba
Dumur diyalog #5
Siz Arca'dan inciler okurken...
Ben yine bir İstanbul seyahatindeyim...
.....................................................
Evin kapısındayız, asansöre binmek üzereyiz.
Y: Arca hadi çıkalım da asansörü çağıralım
A: ATANTÖÖÖRRR (bağırarak çağırıyor)
.....................................................
Müdahale etmezsen asla sonlanmayacak bir diyalog, ikisi de bu hatır sorma işini yeni öğrenmiş.
Arca : Nasılsın
Cansu: çok iyiyim
A: Nasılsın
C: çok iyiyim
A: Nasılsın
C: çok iyiyim
.
.
.
.
....................................................................
Feridun Oral'ın 365 güne masallar kitabını bulmuş çıkarmış bir yerden, aslında tam da 4 yaş civarı okunacak cinsten bir kitap saklamıştık ama ısrarla okutuyor masalları
Y: Serçe (ya da başka bir kuş hatırlamıyorum şimdi) evin penceresinden içeri bakmış, Evin içinde bir ağaç, üzerine süsler ve altında hediyeler…
A: Noel Ağacı!
.....................................................................
Ufak bir sakar-ana anısı...
Y: of
İ: aman yeliz ya koskoca sehpayı görmüyorsun, kapıyı görmüyorsun, insan kendi evinde bu kadar çarpar mı ya orasını burasını? Morardı di mi?
A: Buz
Y: yok annem o kadar değil, sakar anayım ben, kısaca sakar anne diyebilirsin puhaha
A: ı-ıh iyi anne
Yeliz Arca’ya dalar, Arca’yı bu iltifatı yapacağına pişman olasıya kadar sömürür.
Ben yine bir İstanbul seyahatindeyim...
.....................................................
Evin kapısındayız, asansöre binmek üzereyiz.
Y: Arca hadi çıkalım da asansörü çağıralım
A: ATANTÖÖÖRRR (bağırarak çağırıyor)
.....................................................
Müdahale etmezsen asla sonlanmayacak bir diyalog, ikisi de bu hatır sorma işini yeni öğrenmiş.
Arca : Nasılsın
Cansu: çok iyiyim
A: Nasılsın
C: çok iyiyim
A: Nasılsın
C: çok iyiyim
.
.
.
.
....................................................................
Feridun Oral'ın 365 güne masallar kitabını bulmuş çıkarmış bir yerden, aslında tam da 4 yaş civarı okunacak cinsten bir kitap saklamıştık ama ısrarla okutuyor masalları
Y: Serçe (ya da başka bir kuş hatırlamıyorum şimdi) evin penceresinden içeri bakmış, Evin içinde bir ağaç, üzerine süsler ve altında hediyeler…
A: Noel Ağacı!
.....................................................................
Ufak bir sakar-ana anısı...
Y: of
İ: aman yeliz ya koskoca sehpayı görmüyorsun, kapıyı görmüyorsun, insan kendi evinde bu kadar çarpar mı ya orasını burasını? Morardı di mi?
A: Buz
Y: yok annem o kadar değil, sakar anayım ben, kısaca sakar anne diyebilirsin puhaha
A: ı-ıh iyi anne
Yeliz Arca’ya dalar, Arca’yı bu iltifatı yapacağına pişman olasıya kadar sömürür.
25 Ocak 2011 Salı
Alsancak İskelesinin önünde... yağmurda... şap şap yapan iki deli
Soğuk ve yağmurlu kış günlerini sevmezdim çocukken. Dışarı çıkamazsın, gezemezsin.
Babam evde tıkılı kalmayalım diye, Pazar öğleden sonra bizi alır dışarı çıkarırdı. Araba ile gezmeye: )
Boş caddelerde cama vuran yağmur damlalarını seyrederken Alsancak’a doğru yol alırdık. Arka koltukta oturmayı sevmezdim, annemle babamın koltuklarının arasına dizlerimi sıkıştırır (o yıllar bilinçsizmişiz, Arca böyle bir şey talep etse dizlerini kırarım:P), kıvırcık kafamı ikisinin kafasının arasına sokar durmadan konuşurdum.
Ablam tercihen sağ tarafta dışarısını izleyerek hayallere dalmış olurdu. Kordon’da tıngır mıngır ilerler, dönüşte İzmir sinemasının önünde park eder, sinemanın yanındaki meşhur salepçiden salep ısmarlardık. Küçücük su bardağı şeklinde ama hacmi çay bardağından hallice bardaklarda arabaya servis edilirdi. Arabanın içi mis gibi tarçın kokardı. Üflerken tarçınlar illa ki burnuma kaçardı ama keyfim asla kaçmazdı. İlginçtir bir süre sonra radyo illa ki bir maç yayınına dönerdi, saleplerimiz biter, dönüş yolunda maç dinleyerek Pazar gezmesini tamamlardık.
Fark ettiniz değil mi? Asla arabadan inmemişiz: ) Yağmurda çocuk sokakta dolaşır mı? Dolaşırsa illa ki araba ile dolaşır: )
Bu Pazar…
İlker önceki geceden beri aşerdiği cheesecake talebini sonunda itiraf etti. Ciddi değil sandım, yoo çok ciddiydi. Gecenin üçünde canımız hamburger çektiğinde üşenmeden Alsancak’a giden bir çift olduğumuz için talebi çok yadırgamadım sadece hani güya yediklerimize dikkat ediyoruz ya, lahana turşusu ilişkisini kurmaya çabaladım, o da çok değil birkaç saniye: )
Arca’nın güzellik uykusundan uyanmasını bekledik sabırsızlıkla. İtiraf ediyorum, öpme bahanesiyle dürtmüş bile olabilirim. Kimse beni suçlayamaz, o cheesecake’ten yememiş hiç kimse suçlayamaz!
Arca’nın ısrarla defalarca dinlettiği şarkılar eşliğinde Alsancak’a gittik. Dinlemek yetmiyor, bir de eşlik edeceksin!
Tam iskelenin oraya döndük, yağmur bastırdı. İlker Baks’a girdi, sonra yanımıza gelip hazırlanmasının 15 dakikayı bulacağını söyledi. Otur otur sıkılmışım, Arca’yı ayarttım indik arabadan.
İlker içerde kahvesini yudumlaya dursun...
Evet Alsancak iskelesinin önünde, yağan yağmurun altında, su birikintilerinde kahkahalarla şap şap yapan ve donumuza kadar ıslanan iki deli bizdik!
Yedek alt? Vardı canım!! Ama çorap unutmuşuz, çıplak ayaklarını eve dönünceye kadar elimde ısıttım, biri ısınınca “bunuuu” diye öbürünü uzattı.
Evet biraz üşüdük ama benim de çocukluğumda içimde kalan “Kordon’da yağmur altında şap şap yapmak” konulu uhde böylelikle huzura ererek gökyüzüne yükseldi…
Babam evde tıkılı kalmayalım diye, Pazar öğleden sonra bizi alır dışarı çıkarırdı. Araba ile gezmeye: )
Boş caddelerde cama vuran yağmur damlalarını seyrederken Alsancak’a doğru yol alırdık. Arka koltukta oturmayı sevmezdim, annemle babamın koltuklarının arasına dizlerimi sıkıştırır (o yıllar bilinçsizmişiz, Arca böyle bir şey talep etse dizlerini kırarım:P), kıvırcık kafamı ikisinin kafasının arasına sokar durmadan konuşurdum.
Ablam tercihen sağ tarafta dışarısını izleyerek hayallere dalmış olurdu. Kordon’da tıngır mıngır ilerler, dönüşte İzmir sinemasının önünde park eder, sinemanın yanındaki meşhur salepçiden salep ısmarlardık. Küçücük su bardağı şeklinde ama hacmi çay bardağından hallice bardaklarda arabaya servis edilirdi. Arabanın içi mis gibi tarçın kokardı. Üflerken tarçınlar illa ki burnuma kaçardı ama keyfim asla kaçmazdı. İlginçtir bir süre sonra radyo illa ki bir maç yayınına dönerdi, saleplerimiz biter, dönüş yolunda maç dinleyerek Pazar gezmesini tamamlardık.
Fark ettiniz değil mi? Asla arabadan inmemişiz: ) Yağmurda çocuk sokakta dolaşır mı? Dolaşırsa illa ki araba ile dolaşır: )
Bu Pazar…
İlker önceki geceden beri aşerdiği cheesecake talebini sonunda itiraf etti. Ciddi değil sandım, yoo çok ciddiydi. Gecenin üçünde canımız hamburger çektiğinde üşenmeden Alsancak’a giden bir çift olduğumuz için talebi çok yadırgamadım sadece hani güya yediklerimize dikkat ediyoruz ya, lahana turşusu ilişkisini kurmaya çabaladım, o da çok değil birkaç saniye: )
Arca’nın güzellik uykusundan uyanmasını bekledik sabırsızlıkla. İtiraf ediyorum, öpme bahanesiyle dürtmüş bile olabilirim. Kimse beni suçlayamaz, o cheesecake’ten yememiş hiç kimse suçlayamaz!
Arca’nın ısrarla defalarca dinlettiği şarkılar eşliğinde Alsancak’a gittik. Dinlemek yetmiyor, bir de eşlik edeceksin!
Tam iskelenin oraya döndük, yağmur bastırdı. İlker Baks’a girdi, sonra yanımıza gelip hazırlanmasının 15 dakikayı bulacağını söyledi. Otur otur sıkılmışım, Arca’yı ayarttım indik arabadan.
İlker içerde kahvesini yudumlaya dursun...
Evet Alsancak iskelesinin önünde, yağan yağmurun altında, su birikintilerinde kahkahalarla şap şap yapan ve donumuza kadar ıslanan iki deli bizdik!
Yedek alt? Vardı canım!! Ama çorap unutmuşuz, çıplak ayaklarını eve dönünceye kadar elimde ısıttım, biri ısınınca “bunuuu” diye öbürünü uzattı.
Evet biraz üşüdük ama benim de çocukluğumda içimde kalan “Kordon’da yağmur altında şap şap yapmak” konulu uhde böylelikle huzura ererek gökyüzüne yükseldi…
24 Ocak 2011 Pazartesi
İyi ki doğdun Ela
Ela ... beş böcüğün arasında bir papatya! Yıllar sonra suşi.. Ege'nin bukleleri... Berk'in afacan bakışları... Alperen'in 4 yaş bilgeliği (Fucking four mu demeli?)... Tuna'nın yakıtı alınca coşması (Aç ayı misali:) )... Arca'nın patır patır merdiven çıkma ve götün götün inme aktivitesi ... Fıstık Elif'in endamı, Elfanam'ın tespitleri ;P ... Nil'in güzelliği ...
Hayat & Gültekin ... çok teşekkürler
21 Ocak 2011 Cuma
İki yaşa doğru kazanılan beceriler konulu workshop ve ileri seviye kurs kayıtları başlamıştır!
İki hamle sonrasını ön görebilme yetisini güçlendirme teknikleri:
Az mı uyumuş, çok mu yemiş? Gün içindeki davranışların delil olarak hazırlanması
Bakıcıya doğru sorular sorulması üzerine pratik eğtim
Akşamın getirecekleri üzerine ön çalışma ve strateji belirleme
Eğitmen : Yeliz
Olduğu gibi kabullenebilme konusunda ileri seviye kursu
Çocuğun karakterini belirleme yöntemleri
Karaktere göre davranış geliştirme
Topluma kazandırma konulu tez çalışması
Eğitmen: Yeliz
Aktivite becerilerini arttırma kursu :
Parmak boyası, sulu boya, pastel boya ile resim yapmak
Oyun hamurundan heykel yaratma dersleri
Kitaplardaki kahramanların resim ve heykelleri için usta belgesi
Eğitmen: Ümit Abla
Hızlı oyuncak araba sürüş teknikleri teori ve pratik çalışma:
Evdeki oyuncak arabalar ve çalışma prensibi üzerine teorik bilgiler
Uygulamaları araba yarıştırma (evden oyuncak araba getirilmesi tavsiye edilir)
Eğitmen: İlker
Oyuncak tamiratı ve pil değiştirme
Uygun pil seçimi üzerine teorik bilgiler
30 saniyede pil değiştirme becerisi üzerine uygulamalar
Oyuncak tiplerine göre tamir workshop
2 dakikada oyuncak tamiratı
Eğitmen: İlker
Kitap okuma teknikleri
İstemediğimiz bir kitabı okumaktan nasıl vazgeçiririz?
Kitap okurken canlandırma için başarının anahtarı : drama dersleri
Kitap okurken uyanık kalmak ? Özel yöntemlerimiz ile mümkün!
Eğitmen: Yeliz
İleri seviye politikacılık:
Çocuğunuzla polemiğe girmemenin yolları
Ağlattığın çocuğu “aaa seni kim ağlattı evladım, gel yamacıma” cümlesi ile dumura uğratma - uygulamalı eğitim
Shakira’dan hallice kıvırma teknikleri
Eğitmen: Yeliz
Organizasyon teknikleri
Doğum günü partisi hazırlama
Kolay finger food nasıl hazırlanır?
Oyun grubu organize etme
Annelerle çabuk kaynaşmayı sağlayacak temel sorular, sohbet konuları
Eğitmen: Yeliz
Gelecek dönem kursları:
Davranışa müdahale teknikleri – kriz anlarını savuşturma
Empati kurma üzerine uygulamalı workshop – 2 yaş bebesi nasıl düşünür? Mağara adamı kılığına bürünme
İleri sanat çalışmaları – Çop adamdan soyut resimlere geçiş
Az mı uyumuş, çok mu yemiş? Gün içindeki davranışların delil olarak hazırlanması
Bakıcıya doğru sorular sorulması üzerine pratik eğtim
Akşamın getirecekleri üzerine ön çalışma ve strateji belirleme
Eğitmen : Yeliz
Olduğu gibi kabullenebilme konusunda ileri seviye kursu
Çocuğun karakterini belirleme yöntemleri
Karaktere göre davranış geliştirme
Topluma kazandırma konulu tez çalışması
Eğitmen: Yeliz
Aktivite becerilerini arttırma kursu :
Parmak boyası, sulu boya, pastel boya ile resim yapmak
Oyun hamurundan heykel yaratma dersleri
Kitaplardaki kahramanların resim ve heykelleri için usta belgesi
Eğitmen: Ümit Abla
Hızlı oyuncak araba sürüş teknikleri teori ve pratik çalışma:
Evdeki oyuncak arabalar ve çalışma prensibi üzerine teorik bilgiler
Uygulamaları araba yarıştırma (evden oyuncak araba getirilmesi tavsiye edilir)
Eğitmen: İlker
Oyuncak tamiratı ve pil değiştirme
Uygun pil seçimi üzerine teorik bilgiler
30 saniyede pil değiştirme becerisi üzerine uygulamalar
Oyuncak tiplerine göre tamir workshop
2 dakikada oyuncak tamiratı
Eğitmen: İlker
Kitap okuma teknikleri
İstemediğimiz bir kitabı okumaktan nasıl vazgeçiririz?
Kitap okurken canlandırma için başarının anahtarı : drama dersleri
Kitap okurken uyanık kalmak ? Özel yöntemlerimiz ile mümkün!
Eğitmen: Yeliz
İleri seviye politikacılık:
Çocuğunuzla polemiğe girmemenin yolları
Ağlattığın çocuğu “aaa seni kim ağlattı evladım, gel yamacıma” cümlesi ile dumura uğratma - uygulamalı eğitim
Shakira’dan hallice kıvırma teknikleri
Eğitmen: Yeliz
Organizasyon teknikleri
Doğum günü partisi hazırlama
Kolay finger food nasıl hazırlanır?
Oyun grubu organize etme
Annelerle çabuk kaynaşmayı sağlayacak temel sorular, sohbet konuları
Eğitmen: Yeliz
Gelecek dönem kursları:
Davranışa müdahale teknikleri – kriz anlarını savuşturma
Empati kurma üzerine uygulamalı workshop – 2 yaş bebesi nasıl düşünür? Mağara adamı kılığına bürünme
İleri sanat çalışmaları – Çop adamdan soyut resimlere geçiş
20 Ocak 2011 Perşembe
İki eğlence bir şikayet
Görmemişin çam ağacı olmuş, Ocak ayının sonu gelmiş, hala başköşeyi işgal edermiş: )
Yok Arca üzülürmüş, ağacı pek severmiş, yok İlker üşenirmiş… Hepsi hikaye! Bildiğin toplamak istemiyorum işte!! Bu yaşıma gelmişim çam ağacım olmuş bir de büyük çaba harcamışım almak için 2012’ye kadar dursun köşede diyordum. Laf aramızda karşısına oturup seyretmekten hiç bıkmadım.
Ama eve gelen giden misafirin alay konusu olmaktan sıkıldım!
Arca’ya uzun uzun ağacın neden kaldırılması gerektiğini anlattım. Sandım ki çok üzülecek, kaldırmayalım isteyecek. Hatta küçük bir hikaye uydurdum, Noel baba gelmeden önce evimizi görsün hediyeler getirsin diye ağacı süslüyoruz, hediyeleri getirdikten sonra ağacı kaldırıyoruz, taa ki Noel baba tekrar gelesiye kadar. Arca “hokkayay” dedi ağaca, döndü kıçını gitti.
Anladım ki o hikaye benim kendime tesellimmiş.
Cumartesi öğle uykusunu tam alamamış Arca’yı fazla aktive etmeyecek aktiviteler düşünürken, ampul yandı! Ağacın süslerini kaldıralım mı? Arca bayıldı!! Hoplaya zıplaya süsleri söktü, kutularına yerleştirdi. Eğlenceliymiş be!! Ben de gözümde büyütmüşüm. Şimdi evin büyük oğlu İlkerin keyfini bekliyoruz, ağacı tamamen kaldırmak için.
Parmak boyası denedik Arca ile!! Çok eğlenceli çookk!! Keşke biri bana daha önce bu parmak boyalarının çabucak çıkabildiğini söyleseydi de kendimizi banyoya kapatmasaydık, Arca’ya artık küçük gelen kollu önlüğü zorla giydirmeseydim boşu boşuna, keşke: )
Arca bayıldı, vıcık vıcık diye diye elleriyle daldı boyaların içine. Ayak izi çıkarmalıydık ama öyle kolay olmadı tabii, önce gıdıklandı, sonra kıkırdadı. Banyoya gireceğiz vaadi çok işe yaradı.
Hem eğlendik hem de bir sosyal sorumluluk projesine minicik de olsa bir katkıda bulunduk.
Bu arada sarı boyamız yolda patlamış atmak zorunda kaldım. Bu vesile ile Yurtiçi kargoyu kınamak istiyorum.
Bu kargonun takibini yaptım ve evimize gelindiğini adreste kimse bulunmadığı için not bırakılıp paketin şubeye götürüldüğünü öğrendim. Şubeyi arayıp “sakın geri göndermeyin, ben gelip alacağım” dedim. Gitmeden önce tekrar aradığımda paket çoktan geri gönderilmişti. Sinir katsayımı hesaplamaya hesap makinasının basamakları yetmez!
Proje sorumlusunu arayarak durumu anlattım, sağ olsunlar paketi tekrar göndermişler ama boyamızın birini yitirmiş olduk. Benzer bir olay Monami’nin hediye paketlerinde yaşandı, ama Yurtiçi kargonun bu hareketi sebebi ile muhtemelen geri gönderildi paketler, bizimle iletişime geçen firma yetkililerine durumu anlatmama rağmen bir daha da bize ulaşmadı. Ne yapalım sağlık olsun.
Cep telefonlarımız alıcı kısmında yazıyor, çok mu zor mesaj atılması, paketimizin geldiğinin haber verilmesi? Ben mi çok şey istiyorum? Bilemedim?
Yok Arca üzülürmüş, ağacı pek severmiş, yok İlker üşenirmiş… Hepsi hikaye! Bildiğin toplamak istemiyorum işte!! Bu yaşıma gelmişim çam ağacım olmuş bir de büyük çaba harcamışım almak için 2012’ye kadar dursun köşede diyordum. Laf aramızda karşısına oturup seyretmekten hiç bıkmadım.
Ama eve gelen giden misafirin alay konusu olmaktan sıkıldım!
Arca’ya uzun uzun ağacın neden kaldırılması gerektiğini anlattım. Sandım ki çok üzülecek, kaldırmayalım isteyecek. Hatta küçük bir hikaye uydurdum, Noel baba gelmeden önce evimizi görsün hediyeler getirsin diye ağacı süslüyoruz, hediyeleri getirdikten sonra ağacı kaldırıyoruz, taa ki Noel baba tekrar gelesiye kadar. Arca “hokkayay” dedi ağaca, döndü kıçını gitti.
Anladım ki o hikaye benim kendime tesellimmiş.
Cumartesi öğle uykusunu tam alamamış Arca’yı fazla aktive etmeyecek aktiviteler düşünürken, ampul yandı! Ağacın süslerini kaldıralım mı? Arca bayıldı!! Hoplaya zıplaya süsleri söktü, kutularına yerleştirdi. Eğlenceliymiş be!! Ben de gözümde büyütmüşüm. Şimdi evin büyük oğlu İlkerin keyfini bekliyoruz, ağacı tamamen kaldırmak için.
Parmak boyası denedik Arca ile!! Çok eğlenceli çookk!! Keşke biri bana daha önce bu parmak boyalarının çabucak çıkabildiğini söyleseydi de kendimizi banyoya kapatmasaydık, Arca’ya artık küçük gelen kollu önlüğü zorla giydirmeseydim boşu boşuna, keşke: )
Arca bayıldı, vıcık vıcık diye diye elleriyle daldı boyaların içine. Ayak izi çıkarmalıydık ama öyle kolay olmadı tabii, önce gıdıklandı, sonra kıkırdadı. Banyoya gireceğiz vaadi çok işe yaradı.
Hem eğlendik hem de bir sosyal sorumluluk projesine minicik de olsa bir katkıda bulunduk.
Bu arada sarı boyamız yolda patlamış atmak zorunda kaldım. Bu vesile ile Yurtiçi kargoyu kınamak istiyorum.
Bu kargonun takibini yaptım ve evimize gelindiğini adreste kimse bulunmadığı için not bırakılıp paketin şubeye götürüldüğünü öğrendim. Şubeyi arayıp “sakın geri göndermeyin, ben gelip alacağım” dedim. Gitmeden önce tekrar aradığımda paket çoktan geri gönderilmişti. Sinir katsayımı hesaplamaya hesap makinasının basamakları yetmez!
Proje sorumlusunu arayarak durumu anlattım, sağ olsunlar paketi tekrar göndermişler ama boyamızın birini yitirmiş olduk. Benzer bir olay Monami’nin hediye paketlerinde yaşandı, ama Yurtiçi kargonun bu hareketi sebebi ile muhtemelen geri gönderildi paketler, bizimle iletişime geçen firma yetkililerine durumu anlatmama rağmen bir daha da bize ulaşmadı. Ne yapalım sağlık olsun.
Cep telefonlarımız alıcı kısmında yazıyor, çok mu zor mesaj atılması, paketimizin geldiğinin haber verilmesi? Ben mi çok şey istiyorum? Bilemedim?
19 Ocak 2011 Çarşamba
19 Ocak
Söylenecek çok şey var da dilim varmıyor.
En iyisi Hülyanın geçen yılki sözlerine kulak verelim.
Bir bebekten bir katil yaratan sistemi sorgulamalı" demişti acılı eş Rakel Dink, bundan tam 3 sene önce bugün. 3 yılda değişen bir şey olmadı ve biz buna şaşırmadık, değil mi?
Burası oğlumun adına açtığım bir blog ya, ne işi var siyasi söylemlerin burada?
Anlatayım.
Çünkü oğluma şunları anlatmakla görevliyim ben:
Bir adamı sırtından vurmak vatanseverlik değil; kalleşliktir, korkaklıktır.
Bu ülkeyi gerçekten sevmek, barındırdığı renkleri, farklı kimlikleri, dinleri sevmek demektir.
"Bak işte değişen bir şey yok" diyenlere inat sesini çıkarmak gerek.
Çünkü masum bir bebeği, bir katile dönüştürmek mümkün.
En iyisi Hülyanın geçen yılki sözlerine kulak verelim.
Bir bebekten bir katil yaratan sistemi sorgulamalı" demişti acılı eş Rakel Dink, bundan tam 3 sene önce bugün. 3 yılda değişen bir şey olmadı ve biz buna şaşırmadık, değil mi?
Burası oğlumun adına açtığım bir blog ya, ne işi var siyasi söylemlerin burada?
Anlatayım.
Çünkü oğluma şunları anlatmakla görevliyim ben:
Bir adamı sırtından vurmak vatanseverlik değil; kalleşliktir, korkaklıktır.
Bu ülkeyi gerçekten sevmek, barındırdığı renkleri, farklı kimlikleri, dinleri sevmek demektir.
"Bak işte değişen bir şey yok" diyenlere inat sesini çıkarmak gerek.
Çünkü masum bir bebeği, bir katile dönüştürmek mümkün.
18 Ocak 2011 Salı
Eşeğimi buldum!!! yeayyyy!!
Arca’nın Mike Tyson günüydü, en son kareler o günden kalma…
Akşama doğru markete gittik, dönüşte hava kararmıştı ve gözlüğümü çıkarıp sırt çantasının suluk gözüne tıktığımı hatırlıyorum. Sonrası malum, elektriklerin kesilmesi ile başlayan uğursuzluk Arca’nın düşmesi ve gözü morartması ile devam etti, bitti sandıydık. Bitmemiş, gözlüğüm de kayıp!
Bu kadar dağınık bir insan olmama rağmen gözlük kaybetme huyum yoktur. Hala lisedeki güneş gözlüğüm durur, Arca takıyor. Üniversite yıllarında aldığım gözlüğüm ise yazlıkta, denize giderken takarım. Ama bu 3 numara çok özeldi benim için. Çok para vermiştim, o bi kenara , çok aradım taradım. İlker’le internetleri araştırdık. Çok gözlükçüye girdik çıktık.
Neden kastık bu kadar? Çünkü;
1. Suratımın göz kısmı küçük, her gözlük olmuyor
2. Hem büyük hem de arı maya gibi göstermeyecek gözlük bulmak zordu o yıllar (2007)
3. O kadar para vermeyi bünyemin sindirmesi için zamana ihtiyaç vardı
Yaklaşık 3 ay süren bir fizibilite çalışmasının ardından inanılmaz bir pazarlıkla kavuştum bu gözlüklere. Çok emek var üzerinde, sapı kırıldığında, henüz garanti kapsamındayken 30 gün yolunu gözlemiştim, yani işin manevi kısmı çok ağır basıyor.
İzmir güneşli memleket, yaz kış güneş gözlüğü ihtiyaç, özellikle benim gibi hassas gözleriniz varsa ve araba kullanırken gözlüksüz yapamayanlardansanız.
Evi dip köşe aradım, Ümit ablaya sordum, ilknura sordum o akşam belki onlarda bıraktım diye, yok! Arabanın altını üstüne getirdim, dellenip dellenip ara ara evi alt üst ettim. YOK!! O kadar eminim ki gözlüğümü kaybetmediğimden! İlker kalk gözlük alalım der, ben yok o çıkacak bir yerden asla gözlük almam derim. Gözlerim güneşten yaşarır yine de gidip almam. Arabada liseden kalma gözlüklerimi kullanırım, yine de almam.
Sonra düşündüm, dedim ki uyduruk bir gözlük alayım, nasıl olsa bir yerden çıkacak. İki gözlüğüm olur, hem o kadar para da vermemiş olurum. İlker kör mü olacaksın diye karşı çıktı. En az 3 haftalık debelenmenin ardından en son Pazar günü pes ettim. Hala “hiç yapmam ama herhalde markette filan unuttum” diyorum.
Sabahtan Agora’ya gittik. Arca nasıl huysuz. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Belli ki yorgun uykusu var.
Puset HAYIM! Yürümek HAYIM! Kucak İVİT!
Ama anne kucağı olacak da yavrum oldun 14 kilo ben nasıl dolaşayım seninle? İlker hiç tasvip etmediğim rüşvet yöntemi ile Arca’yı kucağına almayı başardı. Gözlükçüye girdim, fazla yayılmaya niyetim yok, zira Arca her an kriz çıkarabilir. Satıcı “sırt çantanızı çıkarın rahat edersiniz” diye öneride bulundu, hiç adetim olmadığı üzere çemkirdim “rahatım böyle” diye azarladım adamı.
Uzun süren tak çıkar seremonisinin ardından hiçbir gözlük gözüme olmadı. Üstelik İlkerin fikrine şiddetle ihtiyaç duyuyorum, ama o Arca’yı oyalıyor. Zaten almak da istemiyorum ya her şey bahane. Arca’nın uykusu geldi, yok zaten burada hiç çeşit yok, yok yok fiyat çok yüksek (1000 TL telaffuz edildi, tansiyonum düştü)… Çıktım, vazgeçtim.
Bir taraftan da ömrü hayatımda ilk defa gözlük kaybettiğimi kabul ediyorum ama hala içimde bir şeyler o güzlüğün bir yerlerden çıkacağını söylüyor. Tama sus diyorum o sese, unuttun işte, uzatma, sakin sakin araştırıp uygun bir gözlük bulacağız!
Bu sabah…
Arca uyanmış, opotüsü ile oynuyor, işe gitmek için hazırlanıyorum. Bir anda ilahi bir gücün eli değdi sanki her şeyi hatırlamaya başladım.
Evet bir çantanın yan gözüne tıkmıştım gözlüğü ama sırt çantasına değil, önce oraya tıkmıştım ama sonra Arca’nın suluğunu koyarız buraya deyip çıkarmıştım. O an elime geçirdiğim fotoğraf makinasının yan gözü gözüme güvenli gözükmüştü ve oraya koymuştum.
Hemen çantaya uzandım, yan gözü açtım, işte ORDA!!!
Sabah 8 itibari ile çığlık kıyamet!! İlker koştu, taşkın sevinç gösterilerime sükunetle gülümsedi, belki milyonuncu defa “Allahım ben bu kadını nerden buldum!” diye kendi kendine sordu.
Arca önce anlamadı sonra baktı ortamda neşe var, hemen dahil oldu. Neşeli Günler filminin dağlardaki sahnesindeyiz şimdi…
Do.. bir külah dondurmaaaa
Re… masmavi bir dereeee
Hayat bir müzikal, lay lay lay….
Neye sevineceğimi bilemedim? Bulduğuma mı, dünya para vermek zorunda olmadığıma mı, tekrar gözlük aramak için kazandığım zamana mı,” ben demiştim işte kaybetmem ben gözlük” cümlesini kurabileceğime mi???
Nasreddin Hoca’nın kulakları çınlasın.
Akşama doğru markete gittik, dönüşte hava kararmıştı ve gözlüğümü çıkarıp sırt çantasının suluk gözüne tıktığımı hatırlıyorum. Sonrası malum, elektriklerin kesilmesi ile başlayan uğursuzluk Arca’nın düşmesi ve gözü morartması ile devam etti, bitti sandıydık. Bitmemiş, gözlüğüm de kayıp!
Bu kadar dağınık bir insan olmama rağmen gözlük kaybetme huyum yoktur. Hala lisedeki güneş gözlüğüm durur, Arca takıyor. Üniversite yıllarında aldığım gözlüğüm ise yazlıkta, denize giderken takarım. Ama bu 3 numara çok özeldi benim için. Çok para vermiştim, o bi kenara , çok aradım taradım. İlker’le internetleri araştırdık. Çok gözlükçüye girdik çıktık.
Neden kastık bu kadar? Çünkü;
1. Suratımın göz kısmı küçük, her gözlük olmuyor
2. Hem büyük hem de arı maya gibi göstermeyecek gözlük bulmak zordu o yıllar (2007)
3. O kadar para vermeyi bünyemin sindirmesi için zamana ihtiyaç vardı
Yaklaşık 3 ay süren bir fizibilite çalışmasının ardından inanılmaz bir pazarlıkla kavuştum bu gözlüklere. Çok emek var üzerinde, sapı kırıldığında, henüz garanti kapsamındayken 30 gün yolunu gözlemiştim, yani işin manevi kısmı çok ağır basıyor.
İzmir güneşli memleket, yaz kış güneş gözlüğü ihtiyaç, özellikle benim gibi hassas gözleriniz varsa ve araba kullanırken gözlüksüz yapamayanlardansanız.
Evi dip köşe aradım, Ümit ablaya sordum, ilknura sordum o akşam belki onlarda bıraktım diye, yok! Arabanın altını üstüne getirdim, dellenip dellenip ara ara evi alt üst ettim. YOK!! O kadar eminim ki gözlüğümü kaybetmediğimden! İlker kalk gözlük alalım der, ben yok o çıkacak bir yerden asla gözlük almam derim. Gözlerim güneşten yaşarır yine de gidip almam. Arabada liseden kalma gözlüklerimi kullanırım, yine de almam.
Sonra düşündüm, dedim ki uyduruk bir gözlük alayım, nasıl olsa bir yerden çıkacak. İki gözlüğüm olur, hem o kadar para da vermemiş olurum. İlker kör mü olacaksın diye karşı çıktı. En az 3 haftalık debelenmenin ardından en son Pazar günü pes ettim. Hala “hiç yapmam ama herhalde markette filan unuttum” diyorum.
Sabahtan Agora’ya gittik. Arca nasıl huysuz. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Belli ki yorgun uykusu var.
Puset HAYIM! Yürümek HAYIM! Kucak İVİT!
Ama anne kucağı olacak da yavrum oldun 14 kilo ben nasıl dolaşayım seninle? İlker hiç tasvip etmediğim rüşvet yöntemi ile Arca’yı kucağına almayı başardı. Gözlükçüye girdim, fazla yayılmaya niyetim yok, zira Arca her an kriz çıkarabilir. Satıcı “sırt çantanızı çıkarın rahat edersiniz” diye öneride bulundu, hiç adetim olmadığı üzere çemkirdim “rahatım böyle” diye azarladım adamı.
Uzun süren tak çıkar seremonisinin ardından hiçbir gözlük gözüme olmadı. Üstelik İlkerin fikrine şiddetle ihtiyaç duyuyorum, ama o Arca’yı oyalıyor. Zaten almak da istemiyorum ya her şey bahane. Arca’nın uykusu geldi, yok zaten burada hiç çeşit yok, yok yok fiyat çok yüksek (1000 TL telaffuz edildi, tansiyonum düştü)… Çıktım, vazgeçtim.
Bir taraftan da ömrü hayatımda ilk defa gözlük kaybettiğimi kabul ediyorum ama hala içimde bir şeyler o güzlüğün bir yerlerden çıkacağını söylüyor. Tama sus diyorum o sese, unuttun işte, uzatma, sakin sakin araştırıp uygun bir gözlük bulacağız!
Bu sabah…
Arca uyanmış, opotüsü ile oynuyor, işe gitmek için hazırlanıyorum. Bir anda ilahi bir gücün eli değdi sanki her şeyi hatırlamaya başladım.
Evet bir çantanın yan gözüne tıkmıştım gözlüğü ama sırt çantasına değil, önce oraya tıkmıştım ama sonra Arca’nın suluğunu koyarız buraya deyip çıkarmıştım. O an elime geçirdiğim fotoğraf makinasının yan gözü gözüme güvenli gözükmüştü ve oraya koymuştum.
Hemen çantaya uzandım, yan gözü açtım, işte ORDA!!!
Sabah 8 itibari ile çığlık kıyamet!! İlker koştu, taşkın sevinç gösterilerime sükunetle gülümsedi, belki milyonuncu defa “Allahım ben bu kadını nerden buldum!” diye kendi kendine sordu.
Arca önce anlamadı sonra baktı ortamda neşe var, hemen dahil oldu. Neşeli Günler filminin dağlardaki sahnesindeyiz şimdi…
Do.. bir külah dondurmaaaa
Re… masmavi bir dereeee
Hayat bir müzikal, lay lay lay….
Neye sevineceğimi bilemedim? Bulduğuma mı, dünya para vermek zorunda olmadığıma mı, tekrar gözlük aramak için kazandığım zamana mı,” ben demiştim işte kaybetmem ben gözlük” cümlesini kurabileceğime mi???
Nasreddin Hoca’nın kulakları çınlasın.
Lohusalık üzerine mim
Çok sevdiğim İlknur mimlemiş. Hemen yazalım.
1- Lohusalık denen hadise sizce tam olarak nedir?Mutlaka tıbbi bir tanımı vardır. Ancak ben kendi adıma farklı başlıklar koyayım:
Deliliğe ramak kala
Hormonlar çıldırmış olmalı
Aşk ile nefret arası gidip gelmeler
2- Lohusalık içinde hormon dengesizliğini de barındıran bir şeyse neden 40 gün sürer gibi bir algı var toplumda sizce? Regl olamadığın, emzirme ile birlikte hormonların dağınık kaldığı süre boyunca sürmesi makul değil mi?Hmm ben bu kırk gün bebeğin kendini toparlaması olarak biliyordum. Ama bu hormonlar kişiye göre değişir bence. Fiziksel olduğu kadar duygusal bir süreç. Kişinin nasıl geçirip atlattığı ile yakından ilgili.
3- Sizin lohusalığınız (Hormonal dengesizlikler ve depresif olma halini kastediyorum hep lohusa derken) ne kadar sürdü?Hormonal kısmını pek hatırlamıyorum ama Arca ile başbaşa kalıp kendi düzenimizi oturttuğumuzda rahatladığımı hatırlıyorum. Sonrasında tabii ki ara sıra anlık dellenmelerim oldu ama sebepsiz gibi görünen cinnet hallerim ve durdurulamayan ağlamalarım Arca 15 günlükken azalmıştı.
4- Nasıl geçti, hep aynı şiddette miydi? Normale yavaş yavaş mı, birden mi döndünüz? Herp depresif, sinirli olacak şekilde mi etkiledi sizi, manik, aşırı enerjik anlarınız da oldu mu? Bende anlık ağlamalar ve anıra anıra ağlamalar oldu. Yeşil kaka konusunda annemle sıkı bir tartışmanın ardından durduramadığım bir ağlama yaşadığımı hatırlıyorum. Sonra bir gün gerçekten bunaldığımı ve İlkerin bizi alıp arabayla turladığımızı, arabada yağan yağmurun altında kahve içişimizi ve nasıl düzeldiğimi hatırlıyorum.Bir de Arca tok ve gazı çıkarılmış olmasına rağmen durmadan ağlarken soğuk ve yağmurlu bir günde kendimizi sokğa attığımızı, sokaklarda hüngür hüngür ağlayarak gezdiğimizi İlkerin son gaz eve gelip bizi yollardan topladığını hiç unutmuyorum. Bir de pusetin tekerleklerini tam takamamışım, felakete ramak kalmış. İlk günlerdeki uykuya aç, yorgun ve mutsuz hallerimi saymazsak, genelde neşeli günlerdi. Dediğim gibi anlık patlamalarım oldu.
5- O dönem yanınızda, sizi gerçekten anlayan, destek olan eş, dost, arkadaşınız var mıydı? Yalnız mı geçirdiniz?Annem ve İlkerin annesi ilk 15 gün bizimleydi. Arkadaşlarımızın arasında ilk doğum yapan ben olduğum için beni anlamalarını pek beklemiyordum zaten. Mesela benden 2 ay sonra doğuracak olan Nazlının bize yemek getirdiğini, ablamın iki arada bir derede eve gelip temizlik yaptığını, İlknurun bizde kaldığını filan hatırlıyorum. Hiç yalnız değildim. Özellikle yalnız bırakılmadım. Hatta bir sure sonra yalnız kalmaya ihtiyaç duydum: ) Arca 1,5 aylıkken evden çalışmaya başlayacağım için Ümit abla aramıza katıldı, bir sure yarım gün. Ama onun destek ve gazı ile epey süt üretimim dolayısı ile kendime güvenim artmıştı. Hem bana hem Arca’ya baktı.
6- Eşinizle nasıl geçirdiniz bu süreci?Valla süperdi. Sanırsın 3 çocuklu baba, öyle bir tecrübe hali. Her böhüüü şeklinde ağlamalarıma sükunetle yaklaştı hatta hala öyle. Emzirme konusunda çok destek oldu, harika bir ekip çalışmasıydı. Kiloya taktığım dönem tartı aldı geldi, kakalı bezleri bile tarttık. Süreci eğlenceye dönüştürme konusunda çok başarılıydı. Hani bir daha çocuk yapsam (tövbe) sırf İlker etrafta olacağı için daha rahat olurum.
Ben de canım cicim kuzumun annesi Hayat'a, çiçeği burnunda 2 yaş annesi Özleme gönderiyorum.
Sevgiler
1- Lohusalık denen hadise sizce tam olarak nedir?Mutlaka tıbbi bir tanımı vardır. Ancak ben kendi adıma farklı başlıklar koyayım:
Deliliğe ramak kala
Hormonlar çıldırmış olmalı
Aşk ile nefret arası gidip gelmeler
2- Lohusalık içinde hormon dengesizliğini de barındıran bir şeyse neden 40 gün sürer gibi bir algı var toplumda sizce? Regl olamadığın, emzirme ile birlikte hormonların dağınık kaldığı süre boyunca sürmesi makul değil mi?Hmm ben bu kırk gün bebeğin kendini toparlaması olarak biliyordum. Ama bu hormonlar kişiye göre değişir bence. Fiziksel olduğu kadar duygusal bir süreç. Kişinin nasıl geçirip atlattığı ile yakından ilgili.
3- Sizin lohusalığınız (Hormonal dengesizlikler ve depresif olma halini kastediyorum hep lohusa derken) ne kadar sürdü?Hormonal kısmını pek hatırlamıyorum ama Arca ile başbaşa kalıp kendi düzenimizi oturttuğumuzda rahatladığımı hatırlıyorum. Sonrasında tabii ki ara sıra anlık dellenmelerim oldu ama sebepsiz gibi görünen cinnet hallerim ve durdurulamayan ağlamalarım Arca 15 günlükken azalmıştı.
4- Nasıl geçti, hep aynı şiddette miydi? Normale yavaş yavaş mı, birden mi döndünüz? Herp depresif, sinirli olacak şekilde mi etkiledi sizi, manik, aşırı enerjik anlarınız da oldu mu? Bende anlık ağlamalar ve anıra anıra ağlamalar oldu. Yeşil kaka konusunda annemle sıkı bir tartışmanın ardından durduramadığım bir ağlama yaşadığımı hatırlıyorum. Sonra bir gün gerçekten bunaldığımı ve İlkerin bizi alıp arabayla turladığımızı, arabada yağan yağmurun altında kahve içişimizi ve nasıl düzeldiğimi hatırlıyorum.Bir de Arca tok ve gazı çıkarılmış olmasına rağmen durmadan ağlarken soğuk ve yağmurlu bir günde kendimizi sokğa attığımızı, sokaklarda hüngür hüngür ağlayarak gezdiğimizi İlkerin son gaz eve gelip bizi yollardan topladığını hiç unutmuyorum. Bir de pusetin tekerleklerini tam takamamışım, felakete ramak kalmış. İlk günlerdeki uykuya aç, yorgun ve mutsuz hallerimi saymazsak, genelde neşeli günlerdi. Dediğim gibi anlık patlamalarım oldu.
5- O dönem yanınızda, sizi gerçekten anlayan, destek olan eş, dost, arkadaşınız var mıydı? Yalnız mı geçirdiniz?Annem ve İlkerin annesi ilk 15 gün bizimleydi. Arkadaşlarımızın arasında ilk doğum yapan ben olduğum için beni anlamalarını pek beklemiyordum zaten. Mesela benden 2 ay sonra doğuracak olan Nazlının bize yemek getirdiğini, ablamın iki arada bir derede eve gelip temizlik yaptığını, İlknurun bizde kaldığını filan hatırlıyorum. Hiç yalnız değildim. Özellikle yalnız bırakılmadım. Hatta bir sure sonra yalnız kalmaya ihtiyaç duydum: ) Arca 1,5 aylıkken evden çalışmaya başlayacağım için Ümit abla aramıza katıldı, bir sure yarım gün. Ama onun destek ve gazı ile epey süt üretimim dolayısı ile kendime güvenim artmıştı. Hem bana hem Arca’ya baktı.
6- Eşinizle nasıl geçirdiniz bu süreci?Valla süperdi. Sanırsın 3 çocuklu baba, öyle bir tecrübe hali. Her böhüüü şeklinde ağlamalarıma sükunetle yaklaştı hatta hala öyle. Emzirme konusunda çok destek oldu, harika bir ekip çalışmasıydı. Kiloya taktığım dönem tartı aldı geldi, kakalı bezleri bile tarttık. Süreci eğlenceye dönüştürme konusunda çok başarılıydı. Hani bir daha çocuk yapsam (tövbe) sırf İlker etrafta olacağı için daha rahat olurum.
Ben de canım cicim kuzumun annesi Hayat'a, çiçeği burnunda 2 yaş annesi Özleme gönderiyorum.
Sevgiler
17 Ocak 2011 Pazartesi
Kabullendik, sırada... Arca'yı topluma kazandırma procesi
“Yavaştan canlanan çocuk”, “kitap bebek”, “nazlı çocuk”…
Her kitapta ayrı bir etiket. Bunlar tabii ki hap şeklinde hazırlanmış ve kolay yutulsun kolay sindirilsin formülleri. Yermiyorum, eleştirmiyorum, çok faydalandım, faydalanıyorum.
Arca için yeni etiketler ekleyebilirim, çeşitlendirebilirim… “hemen kaynaşamayan, temkinli, yavaş yavaş ortama ısınan, iyice ölçüp biçen, tanımadığı ortamlara kolay alışamayan…”
Artık çok üstünde durmuyorum, kriz anlarında soran gözlerle bakanlara – sanki mecburmuşum gibi- davranış psikolojisi, karakter haritası veya “günlük rutinden şaştı” konulu brifing vermeyi bırakalı çok oldu.
Ben kısaca “Arca işte” diyorum. Nev-i şahsına münhasır bir çocuğum var.
Alkolizm derneği toplantısındaki gibi, “Ben Yeliz, benim bir çocuğum var, adı Arca!”
Ve salondan alkış kopar, yüzüme bunu kabullenmenin ve dile getirmenin verdiği huzurla bir tebessüm yerleşir, bir oh çekerim.
Bu aslında zorlu bir yolun ilk adımıdır. “Olsun adım atmak başarmanın yarısı” dediğinizi duyar gibiyim, lakin o iş öyle kolay değil.
GERÇEKTEN kabullenmek, olduğu gibi kabul etmek. Çok çetin bir yol. Zira bu yolun üzerinde çok tehlikeli tuzaklar var.
Kendi bakış açınla olaylara bakmak mesela, çok sakıncalı. Çünkü o ben değil, ne şimdiki ne küçüklüğümdeki, o bambaşka bir insan.
Sonra başka bir tuzak da başka çocuklarla karşılaştırmak, bu iyi ya da kötü hemen her anababanın en azından acemi dönemlerinde düştüğü bir tuzak.
Bu tuzaklar olabildiğince bertaraf edebilirse, sıra daha zorlu ve dikkat edilmesi gereken kısma geliyor.
- Benim elimde sadece bir tane denek olduğu için genelleme yapmadan “Arca deneği” üzerinden konuşacağım. -
Çocuğu topluma kazandırmak!
Bu ciddi emek isteyen bir proje ve hassas bir süreç, el emeği istiyor, ciddiyet istiyor, üzerinde düşünmek istiyor.
Elimizdeki malzeme belli. Uyguladığımız işleme göre bu malzemeden arkadaşlarıyla paylaşan, onlarla oynamaktan zevk alan, daha az mızmızlanan, daha sosyal bir çocuk da çıkabilir, daha içine kapanık, daha anne delisi, daha mızmız, ağlak bir bebe de çıkabilir.
Süreç uzun, her hikayemiz “iyi malzeme iyi yemek” ile sonuçlanmıyor. Bazen yemeğin altını yakabiliyoruz. Ama bazen de öyle lezzetli oluyor ki iki tabak yiyesimiz geliyor.
Uzman görüşlerine değer vermek sürecin bir parçası, cumartesileri gittiğimiz oyun grubunun psikologunun geçen haftaki krizin akabinde sunduğu “kenarda durmayın, Arca oynarken sizi gördüğünde konsantrasyonu bozuluyor, sizinle vakit geçirmek istiyor, gidin gezin kahve için” tezini uygulama kararı aldım.
Hafta içi işledim Arca’yı. Fitne fücur soktum o minik beynine.
"Hafta sonu oyun grubuna gidilecek, Ela da gelecek, anne içeri girmeyecek, dışarıda işi var, Arca Ela ve ablalarla oynayacak."
Hatta bu özet sohbet bir hikayeye dönüştü ve uyku önceleri defalarca anlatıldı.
Arca’nın içinden; “öf amma kastın anne bea, gel işte birlikte tepişelim, kaydıraktan kayalım, sen daha güzel eğliyorsun beni, bu çıtır ablalardan daha canlısın” dediğini duyar gibi olup duymazdan geliyorum.
Paylaşmayı öğrenmeli! Farklı ortamlarda bensiz de takılabilmeli. Başarabiliriz!! Arca ben olmadan ve ağlamadan başka ablalarla ve çocuklarla farklı bir ortamda oynayabilmeli!! Hani bunu yapabilirsek ve arızasız günü geçirirsek Afrika’daki aç çocuklar doyacak sanki! Allahım buradan bakınca ne kadar anlamsız geliyor. Sanki Arca’nın topluma kazandırılmasının tek kriteri oyun grubunda annesiz oynayabilmesi. Artık nasıl kafayı sıyırdıysam?
Şimdi gülüyorum ama samimiyetle Arca’nın o gün bensiz, Ela ve ablalarla oynamasını gerçekten istediğimi söyleyebilirim, bunu bir başarı, bir adım öteye gitme, artık ne dersen de, olması gerektiğine öyle inandırmıştım ki kendimi, sanki bu başarının ardından ikimize ana oğul madalyası takılacak.
Tabii Arca’nın evden çıkmadan hemen önce kayan çorapları ile koşarken slalom yaparak kafayı yatağın köşesine çarpması ve yaklaşık bir saat o kafanın şişini indirmeye çalışmamız hesapta yoktu. Hatta gitmeyelim istersen dedim, öyle işlemişim ki, illa ki gidecek.
Diğer hesaba katmadığımız konu o gün Ela’nın karnının aç olmasından dolayı hafif arıza kodu vermesiydi. Neyse yarım saat kırkbeş dakika beni umursamadan güzelce oynadı. Çok da üstelemedim, kucak istediği ilk anda çıkardım alandan.
Ela’larla birlikte Kipa’nın içinde gezmek daha eğlenceliydi. Kitaplar aldık, ikisi market arabalarında birbirlerine öpücükler gönderdiler. Nasıl tatlılardı, Arca Elayı seviyorrrr!!!
O yorgunluğun üzerine Arca gündüz sadece yarım saat uyudu. Akşama doğru arıza sesleri çıkarıyorken Nazlı aradı, çaya geleceğiz diye, önce hayhay sonra amanın Arca çok az uyudu, arıza yapabilir uyarısı. Aman Cansu hiç uyumadı, boş ver dedi. Allah biliyor ya akşam Cansu ile saç saça kavgaya girişeceklerinden adım gibi emindim.
Cansu gelecek deyince Arca bir sevgi kelebeğine dönüşüverdi. 4 bebek tabağı makarna bile ağırlık yapmadı düdüğe. (Bu arada makarnanın içinde de çikolatadaki gibi mutluluk hormonu salgılamamızı sağlayan bir madde mi var?)
Cansu ile süper oynadılar, Tow mater ve mcqueenin nasıl çalıştığını gösterdi. Aletleriyle tamir yaptılar, hatta üstüne binilen arabasını verdi, sırayla bineceksiniz uyarısını dikkate aldı, kaplumbağaları çok seven Cansu’ya peluş kaplumbağasını verdi, hatta üçümüz birlikte Arca’nın yatağına girip Kırmızı Elma kitabını okuduk.
Bir peri masalı bile bu kadar güzel olamazdı.
Şimdi bakıyorum da, varsın oyun grubunda kendini ispatlamasın, (daha doğrusu ben ispatlamayayım: ) ) Arkadaşlarıyla oynuyor mu, oynuyor! Kendi kendine oyun oynuyor mu? Oynuyor! Arkadaşlarını seviyor mu? Seviyor! Paylaşıyor mu? Hmm evet, daha yolumuz var ama evet diyelim yazının ruhunu bozmayalım: )
“Eh tamam işte! O kadar kasmaya da gerek yokmuş” demek isterdim ama arızanın önde gideniyim, iflah olmuyorum, Arca’yı hafta sonu aktiviteleri için şimdiden işlemeye başlıyorum.
Bu haftanın konusu : Ela’nın doğum günü partisi (Ela’nın doğum günü partisine gideceğiz, arabada başka arkadaşlarımız da olacak, uzun bir yol, istersen uyuyabilirsin, Ela’nın pastasını üfleyeceğiz, alkış yapıp oynayacaksınız, Tuna, Berk, Ege, Demir, Alpi… )
13 Ocak 2011 Perşembe
Dün
Yıllık “geçen sene ne halt yedik bu sene ne halt edeceğiz?” toplantısı…
Öncesine de “internal” toplantı sıkıştırınca sabah 5 dedin mi Yeliz kalkar.
Sabah görüşemeyeceklerini Arca’ya anlatmanın bedeli olarak Arca tüm gece düzenli aralıklarla uyanmış, “annenin dakat” (annenin yatağı) talep etmiş, son bombasını da çıkmadan az önce kabus görmüş ağlamasıyla yapmıştır.
Yeliz Arca’yı İlker’e teslim eder ve gör dötüm yollar.
Sonradan Arca’nın sıkıntısı anlaşılmıştır:
Arca: Anne?
İlker : Anne işe gitti, gel uyuyalım beraber
Arca yeri göğü inletircesine osurur
Arca: osurdum
Akşamları kuru fasulye pilav yedirmesek mi acaba?
Uçakta uyudum.
İlk toplantı eh işte.
İkinci toplantı çok iç acıtıcıydı, her defasında daha kötüye gidiyor. Detaylar bu güzel alan için gereksiz. Yeni şeyler öğrendim. Koreliler bana “discount manager” diyormuş, bir de “negotiator”. Pazarda bir dal maydanoza pazarlık eden anamdan aldığım genler aktive oluyor, biliyorum.
Çok çetin geçti yine, vakit kaybetmemek için toplantı sırasında sandviçler tıkınıldı, jet lag yemiş çekik gözlüler bir güzel hırpalandı ama nafile.
Adettendir yemeğe götürdük beyleri, bol bol Kore geyiği, 35 lik şarabın üzerine Atatürk Havalimanına kadar bir güzel uyumuşum, gece 12 uçağı trafik olmaz, havaalanında vakit geçiririm derken ucu ucuna yetiştim zira yolda kaza vardı. Rötar vardı, ne şahane ! Uçakta yine uyudum.
Sonra takside yine uyudum.
Bu kadar uyumanın üzerine gece yine uyudum, ama bu defa Arca ile. Gece bol bol yüzümü sevdi, öptü, hayal meyal hatırlıyorum, acayip özlemiş beni.
Sabah yine uyudum. “Uyudum” kelimesi tam 6 defa yazıldı şimdiye kadar ama hala kendime gelemedim. Feci hırpalanmışım.
Sabah tuvalette kaka yaparken taksi arabasıyla oynayan Arca ile Ümit ablanın sesini duyuyorum:
Ümit abla: Taksi ile nereye gittiniz?
Arca: Oyun guubu
Ümit abla: Kimler vardı oyun grubunda?
Arca: Ela
Ümit abla: Başka ? Alpi var mıydı?
Arca: Ela
Ümit abla: Tuna var mıydı?
Arca : Ela
(Belli ki Ümit abla Topolino ile oyun grubunu karıştırıyor, Arca da oyun grubundan bir Ela’yı hatırlıyor, takışıp duruyorlar)
Neyse dayanamadım, Alpi, Tuna filan o takımla oyun grubuna gitmedik dedim, rahatladı.
Ümit abla: A Arca kaka yapmışsın. Neye benzemiş?
Arca : yılan!
(kakasını kurabiyeye benzeten Umut Barış'ı hatırladım, Allahım ne tatlı çocuktur o!)
Dur unutmadan yazayım;
Akşam İlker Arca’ya Berk’in aldığı o Tow Mater’ın Mcqueen’inden almış (kapitalist düzenin çarkına ait bir dişliyiz artık, itiraf ediyorum ve İlker’i kesinlikle engelleyemiyorum) paketinden çıkarmak için pense gerekmiş, ama pense Ümit abla’nın giyinmekte olduğu odada, İlker demiş ki: “pense lazım Arca, ama Ümit teyzen çıksın odadan alalım, az bekle” Arca koşa koşa çıkmış, elinde kendi oyuncak pensesi!
Hani aslında çok normal ama beklemediğin bir anda gelen bu haraketler çok heyecan veriyor çook! Tabii bir yıl sonra bu davranışlar sıradan gelecek, tıpkı şimdi Arca’nın geğirmesi gibi , halbuki 2 aylıkken geğirdiğinde dünyalar bizim olurdu. Ama diyorum ya her şey zamanında güzel!
Çok güzel bir şey hatırlıyorum; çok yeni anneyim daha ve kucağa alıştırmayın diyenler olmuştu, biz de el kadar bebek fazla kucakta tutmasak mı diyorduk, neyse… ben bunu bloğa yazmıştım. Enne, bana bir yorum göndermişti, “deli misin kucağına alacaksın tabii, nasıl olsa gün gelecek o kucak istemeyecek, tadını çıkar bu günlerin” temalı bir yorumdu. Gerçekten ya!! olmuştum. Gerçi vur deyince öldüren cinsi olarak kucak olayını biraz abarttım sanıyorum zira düdük tepemden inmiyor!
Çenem düştü, hadi kaçtım ben!
Öncesine de “internal” toplantı sıkıştırınca sabah 5 dedin mi Yeliz kalkar.
Sabah görüşemeyeceklerini Arca’ya anlatmanın bedeli olarak Arca tüm gece düzenli aralıklarla uyanmış, “annenin dakat” (annenin yatağı) talep etmiş, son bombasını da çıkmadan az önce kabus görmüş ağlamasıyla yapmıştır.
Yeliz Arca’yı İlker’e teslim eder ve gör dötüm yollar.
Sonradan Arca’nın sıkıntısı anlaşılmıştır:
Arca: Anne?
İlker : Anne işe gitti, gel uyuyalım beraber
Arca yeri göğü inletircesine osurur
Arca: osurdum
Akşamları kuru fasulye pilav yedirmesek mi acaba?
Uçakta uyudum.
İlk toplantı eh işte.
İkinci toplantı çok iç acıtıcıydı, her defasında daha kötüye gidiyor. Detaylar bu güzel alan için gereksiz. Yeni şeyler öğrendim. Koreliler bana “discount manager” diyormuş, bir de “negotiator”. Pazarda bir dal maydanoza pazarlık eden anamdan aldığım genler aktive oluyor, biliyorum.
Çok çetin geçti yine, vakit kaybetmemek için toplantı sırasında sandviçler tıkınıldı, jet lag yemiş çekik gözlüler bir güzel hırpalandı ama nafile.
Adettendir yemeğe götürdük beyleri, bol bol Kore geyiği, 35 lik şarabın üzerine Atatürk Havalimanına kadar bir güzel uyumuşum, gece 12 uçağı trafik olmaz, havaalanında vakit geçiririm derken ucu ucuna yetiştim zira yolda kaza vardı. Rötar vardı, ne şahane ! Uçakta yine uyudum.
Sonra takside yine uyudum.
Bu kadar uyumanın üzerine gece yine uyudum, ama bu defa Arca ile. Gece bol bol yüzümü sevdi, öptü, hayal meyal hatırlıyorum, acayip özlemiş beni.
Sabah yine uyudum. “Uyudum” kelimesi tam 6 defa yazıldı şimdiye kadar ama hala kendime gelemedim. Feci hırpalanmışım.
Sabah tuvalette kaka yaparken taksi arabasıyla oynayan Arca ile Ümit ablanın sesini duyuyorum:
Ümit abla: Taksi ile nereye gittiniz?
Arca: Oyun guubu
Ümit abla: Kimler vardı oyun grubunda?
Arca: Ela
Ümit abla: Başka ? Alpi var mıydı?
Arca: Ela
Ümit abla: Tuna var mıydı?
Arca : Ela
(Belli ki Ümit abla Topolino ile oyun grubunu karıştırıyor, Arca da oyun grubundan bir Ela’yı hatırlıyor, takışıp duruyorlar)
Neyse dayanamadım, Alpi, Tuna filan o takımla oyun grubuna gitmedik dedim, rahatladı.
Ümit abla: A Arca kaka yapmışsın. Neye benzemiş?
Arca : yılan!
(kakasını kurabiyeye benzeten Umut Barış'ı hatırladım, Allahım ne tatlı çocuktur o!)
Dur unutmadan yazayım;
Akşam İlker Arca’ya Berk’in aldığı o Tow Mater’ın Mcqueen’inden almış (kapitalist düzenin çarkına ait bir dişliyiz artık, itiraf ediyorum ve İlker’i kesinlikle engelleyemiyorum) paketinden çıkarmak için pense gerekmiş, ama pense Ümit abla’nın giyinmekte olduğu odada, İlker demiş ki: “pense lazım Arca, ama Ümit teyzen çıksın odadan alalım, az bekle” Arca koşa koşa çıkmış, elinde kendi oyuncak pensesi!
Hani aslında çok normal ama beklemediğin bir anda gelen bu haraketler çok heyecan veriyor çook! Tabii bir yıl sonra bu davranışlar sıradan gelecek, tıpkı şimdi Arca’nın geğirmesi gibi , halbuki 2 aylıkken geğirdiğinde dünyalar bizim olurdu. Ama diyorum ya her şey zamanında güzel!
Çok güzel bir şey hatırlıyorum; çok yeni anneyim daha ve kucağa alıştırmayın diyenler olmuştu, biz de el kadar bebek fazla kucakta tutmasak mı diyorduk, neyse… ben bunu bloğa yazmıştım. Enne, bana bir yorum göndermişti, “deli misin kucağına alacaksın tabii, nasıl olsa gün gelecek o kucak istemeyecek, tadını çıkar bu günlerin” temalı bir yorumdu. Gerçekten ya!! olmuştum. Gerçi vur deyince öldüren cinsi olarak kucak olayını biraz abarttım sanıyorum zira düdük tepemden inmiyor!
Çenem düştü, hadi kaçtım ben!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)