3 Ekim 2012 Çarşamba

Vallahi pes!

Açıkçası az sonra yazacaklarımı yazıp yazmama konusunda küçük bir tereddüt yaşadım, zira ne tür manyak olduğum anında okuyanlar tarafından fark edilecekti. Sonra amaann ko gitsin dedim! (zaten bilmiyorlar mı?)

2 Ekim 2012 Salı

Beni neden seviyorsun?

Ya da "burasını, Günün Çorbasını neden takip ediyorsun" mu demeliydim? Neden okuyorsun?

Hiç sevmem yorum sayısını tavana fırlatmak için yazılan postları. Hani "siz ne dersiniz?" diye post bitirilir ve okuyucuya pas atılır, okuyucu yorum bırakırsa şut ve gol! Bırakmazsa top taca gider, olacağı bu! sorun değil yani. Benim de akıl danışmak istediğim konularda elbette ki böyle bir şey yapmışlığım vardır, hani bin küsür yazının birkaçında soruyla bitirmişimdir. Kınamıyorum kimseyi, sadece sevmiyorum ve samimiyetine inanmıyorsam topu taca atıyorum.

Her neyse...

Dumur diyalog #71

Yatakta babasıyla tepişmece oynayan Arca’ya “ben de geleyim mi?" diye sordum.
“OLMAZ!”
“Niye?”
“Araba oynuyoruz biz!”

1 Ekim 2012 Pazartesi

Arca'nın sanata dönüş öyküsü

Bakırköy’de yaşarken boş bir odamız vardı, bir de ailelerimizden kalma bir “oturma odası” kültürümüz. Biz de kendimize o boş odayı oturma odası yaptık. O yıllar “L” koltuklar pek modaydı, piyasadakileri beğenmedik de kendi tasarımımızı çizdik. Dedemden kalan Yağcıbedir halımıza uysun diye de kırmızı! Hey gidi kırmızı koltuk!! Bugün hala on senelik krem rengi salon takımımızı kullanabiliyorsak sayesindedir!


Neyse İzmir’e geldik, yatılı misafirimiz kalmadı. Bunun yanı sıra oturma odasına sığamayacak kadar çok yemekli, oturmalı, coşmalı misafirimiz olmaya başladı. Eh bizim öyle ayrı odalarda ayrı kanalları izleyelim gibi bir adetimiz de yok… Kaldı mı kırmızı koltuk boynu bükük! Artık tüm hayatımız salonda geçiyordu. Arca ayaklandığında kurcalayacak yerleri sınırlamak adına o odaya yönlendirdik kendisini bir de oyuncak rafı hazırladık, ne de olsa kendi odası küçüktü. Derken Arca büyüdükçe bir genişleme politikası izlemeye başladı. Kendi odasına sığmadı, bizim kırmızı koltuklu oturma odasını kendisine oyun odası tayin etti. Kırmızı koltuğumuz da kahve-mavi yeni döşemesi ile yazlığa sepetlenince cüce yayıldıkça yayıldı oturma odasına.

Sonunda onu yine bir odaya tıkma düşüncesiyle yatak odasını bu oturma odasına taşımaya karar verdik. Böylece mevcut yatak odası bizim hobi, sinema, çalışma odamız olacak kendimize yer açılacaktı. Hayır olmadı. Arca bu yaz itibariyle yatak odasını oyun odasına taşısak bile bizim hobi odamıza musallat olacağının sinyallerini verdi. Düşündük taşındık, yerleşimi bu haliyle bırakmaya karar verdik.

29 Eylül 2012 Cumartesi

Peki ya Cango, Kango, Fısıltı, Uyku, Garip, Arap, Bady ve diğerleri?

Bu yandaki fotoğraftaki güzellik Aylin. Özge'nin güzel kızı, daha doğrusu kızlarından biri. Diğeri de zaten Aylin'in koynunda. Susam.

Benim kendi evladımla bir dört ayaklı dostunun böyle bir fotoğrafını çekmeme imkan yok. Çünkü ben bu fotoğrafa her baktığımda irkiliyorum, çok fena oluyorum. Elimde değil, çünkü ben köpeklerden korkuyorum, kedilerden korkmuyorum ama her ikisine de katiyen yaklaşamıyorum. Tüylerinin tenime değmesi sağlam bir çığlık atmam için yeterli. Belki fiziksel belki psikolojik bilmiyorum, üzülüyorum ama gerçek hissiyatım bu.

Bu sebepten Özge'den fotoğraf için izin istedim. Aslında başka bir yazı vardı taslağımda, çocuklarla hayvanların dostluğu üzerine, benim hiç tatmadığım ama bu yaz çokça tanık olduğum dostluk... Ama işler değişti.

28 Eylül 2012 Cuma

Flaş flaş… Arca cücesinin röportajını tüm çıplaklığıyla yayınlıyoruz!

Okulda duygularıyla ilgili sorular sormuşlar. Akşam çantasından çıkarıp verdi. Tüm içtenliği ile verdiği cevaplar:


Soru : En çok ne olunca sevinirim?
Cevap: Doğum günü partim olunca, arkadaşlarımla doğum günü partimde oynarken

Soru: En çok neler olunca şaşırırım?
Cevap: Arabalarımı sularken, sürprizlerimi yerleştirdiğimde

Soru: En çok neler olunca kızarım?
Cevap: Gezmeğe gittiğimde çünkü birazcık uykum geliyor

Soru: En çok neler olunca üzülürüm?
Cevap: Resim yaparken çünkü daire yapmak çok zor bir iştir.
….
Cevaplar gerçekten çok içten. Kendini çok iyi ifade edebilmiş bence. Sadece şaşırmayla sevinci biraz karıştırıyor galiba : ) Parti dedin mi her çocuk gibi akan sular duruyor ve akşamları misafirliğe gitmekten nefret ediyor ve direkt arızaya bağlıyor. Ama asıl dikkatimi çeken başka bir şey…

İşkilli anne mode on:)

27 Eylül 2012 Perşembe

Ham elmayı koparmışlar dalından yine de vatanım vatanım demiş

Bu sabah fire verdim. Uyku tatlı geldi. Az sonra Jillian bu avareliğin acısını fena çıkaracak biliyorum. Umrumda değil! Nasıl bir hamlık bu kardeşim hala kolum kanadım kırık.


Günün çorbası eşrafı benim bu sportmenlik oyunuma yavaş yavaş alışıyor. Misal dün İlker beni uyandırdı. Gerçi ben Arca’nın odasında minişime sarılarak uykunun en ballısını tadarken onun kulağının dibinde 05:58 – 06:00 – 06:05 saatlerinde çalan telefonu kafama fırlatmaya gelmiş ama olsun, sayesinde kalktım sporumu yaptım, mühim olan insanlık. Gün gelecek tek evladım da bana destek olacak, biliyorum, sabrediyorum.

Dumur diyalog #70

Annesine el kaldıran cüceye; “Arca! HEMEN ELİNİ İNDİR!”


Arca : “Elini indir değil”, “elini indirir misin lütfen” demelisin.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Bugün günlerden...

Boya badana dolayısıyla home office günü.

Önce aşağı attılar sonra da yer kalmadı diye eve sepetlediler beni. Öğleden sonra evden çalıştım. Ancak bu home office olayı sakat abicim. Hem çalışıyorum hem dıkınıyorum, cola dondurma fındık… ha babam yedim.

Bir de araya kredi kartı yıllık ücretini ekstreme sıkıştırmış olan bankamı kalaylamayı bile sığdırdım. Geçen sene böyle olmuştu, bu sene utanmadan pazarlık etmeye kalktılar benimle.

Aynen şöyle gelişti olay:

Y: Benden yıllık aidat alamazsınız, derhal parayı hesabıma iade istiyorum
(Senelerin verdiği bir bıkkınlık var, artık öyle ık mık yok, direkt koyuyorum postayı)
Müşteri temsilcisi: hemen kontrol edelim. Hmm kartınıza 20 TL’lik … yükleyelim.
Y: Benden 55 TL alacaksınız, karşılığında 20 TL vereceksiniz, (aslında burada salak mıyım lan ben, sen kim oluyorsun beni söğüşlüyorsun dümbük diyecektim ama kişiselleştirmek istemedim, ne de olsa kurumun bir çalışanı karşımdaki, ee tabii bir de kaydediliyor:P ) doğru mu anlıyorum?

25 Eylül 2012 Salı

Önceki gün... dün... bugün ... günlerden...

SPOR!!

Daha doğrusu Jillian denen spor koçu mu ne haltsa onun sülalesine saydırma günü. An itibariyle hiç bilmediğim kaslarımı hissedebiliyorum ve hayır mazoşist olmadığım için hoşuma da gitmiyor.

Tamam baştan alalım. Ben ortaokuldayken… Puhaahah fazla baştan oldu ama beni başka türlü duyumsamanın imkanı yok, aramızdaki münasebet bir yanılsamadan ibaret olmasın istedim, istedim ki ilk gençliğimin köklerine ineyim.

Uzatmayalım, ben beden dersinden sınıfta on üzerinden yedi alan tek insandım. Matematiği on aerobiği yedi. Hırslı bir öğrenciydim. Evde turnike çalıştım başaramadım (evet evde beden dersine çalışan tek insandım ayrıca, bu kadar da inek bir insanım), takımlara girersem direkt on verirler düşüncesiyle baktım basketbolda kıvıramıyorum, voleybol takımına girmek istedim, alınmadım. Yılmadım, atletizm takımına girdim yüksek atlama diye tutturdular, bıraktım.

3,5 yaş babasının babatomisi

“Biz bunu yaptık ama olmadı bu!” repliğini 3,5 yaş babalarının icat ettiği, Gülse Birsel’in arakladığı rivayet edilir. Babayı sallamayan veletler büyük bir titizlikle anaya havale edilir. Zaten despotlukta duayen mertebesine ulaşmış 3,5 anasına böyle laf dinlememeler çerez gelir, söylemesi ayıp.

3,5 yaş babası babatomik olarak çocuğun istediği oyuncağı en ince ayrıntısına kadar çözmüştür. Ananın ofis komşusu İstanbuldaki oyuncakçıda siyah kumandalı büyük BMW bulunacağını içgüdüsel olarak hissetmiş, tam isabet ettirmiştir.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Dumur diyalog #69

Facebook'ta okulun koyduğu fotoğraflara bakıyoruz.
Geziye gitmişler. Aşağıdaki fotoğrafı görünce;
Y: Aa Arca hangi spor bu?
A: Trabzonspor

21 Eylül 2012 Cuma

Dumur diyalog #68

Okuldan haber monologları / diyalogları:


Y: Arca bugün okulda uyudun mu?

A: Uyumadım, uyumuyorum ben, bebekler uyuyor.

(Hafta sonu öğlenleri dötünde pireler uçuştu ama!)

Firari cüce

Sezonu bir türü kapatıp da şehre çekilemiyoruz, hala aklımız sayfiyede.

Geçen hafta sonu İlker balığa çıktı, iki turna iki küçük de palamut tutmasalar, çıkmayın kardeşim artık diyecektik, sustuk. İçim gidiyor yav! En son hamileliğimin ilk birkaç haftasıydı, tekneyle açıldık, haliyle atlayamamıştım. Şimdi de cüce var, deniz manyağı atlar tutamayız filan diye eşlik edemiyoruz, evde kocalarımızı bekliyoruz! Balıkçı karısı Yeliz :P

20 Eylül 2012 Perşembe

3. Sayfa haberi: Arakçı cüce aramızda!

Günün çorbası eşrafından Arca cücesinin okuldan oyuncak arakladığı ortaya çıktı.


Acılı anne muhabirimize konuştu:

3,5 yaş anasının anatomisi

Anatomi-babatomi serisine devam!


Tarihte bir ilk...

İlker maç izlemeye dışarı gitti. (hayır bu ilk değil : P)

Arca cücesi nezle ile sezonu açtı, an itibariyle ateş çıkacak mı çıkmayacak mı diye bahisleri açıyorum!! (Tabii ki bu da bir ilk değil puhahaha)

Bu vesile ile uyumamam lazım, bilgisayarı ve televizyonu açtım. Zira kitap okursam uyuyakalmayacağımın garantisi yok. Nurti senin face benim takılıyorum, işin bilgisayar kısmında sıkıntı yok lakin televizyon konusunda pek acemi pek pratiksiz kalmışım. Kuzey Güney ile Muhteşem yüzyıl arasında mekik dokuyorum. İkisi de pek güzelmiş, bir defa daha beğendim.

19 Eylül 2012 Çarşamba

Kelin merhemi olsa…

Sevgili yorumcu arkadaşlarım aldığım ürünlerle ilgili soru sormuşlar.


Öncelikle sözlerime “kelin merhemi olsa kendi başına sürer” diyerek başlamak istiyorum : )

Canım arkadaşlarım cidden paylaşmakla ilgili bir sorunum yok da işe yarar mı hiç bilmiyorum, herkesin cildi ihtiyaçları farklı. Ama yine ben ne yapıyorum onu yazayım. 

Merhaba!

Bizim Arca çok değil birkaç ay öncesine kadar tam bir hödüktü. Yok hayır abartmıyorum, son derece kıl bir tipti. Yanına yanaşıp öpmeyi filan bırak insanların bakmasına bile laf ederdi.


Yazlıkta terasta oturuyoruz mesela; yoldan geçen adama bağırırdı. “BAKMA!” Bir de bana dönüp “bakmasın bu bana!” derdi.

Yine bu yaz başka bir gün, yemek yerken meşhur Veli dede’nin karısı gayri ihtiyari bize doğru bakmış ki yan komşumuz gayet normal gözünün kayması. Bizimki önce pirzolaları güvenceye aldı sonra başladı bağırmaya: “BAKMASIN!”
“Kim bakmasın?"
“Veli dedenin karısı bana bakmasın! Niye bana bakmak istemiş annem? Söyle bakmasın, yemesin”

Bir de insanların üzerine yürürdü yolda giderken, “niye bakıyorsun?”

Arca bebekken bile böyleydi, ters bakardı, “alırım façanı aşağıya!” lafını yemiş gibi olur yanaşamazdın butlarına. Hiç unutmuyorum, bir gün blogta bir yorumcu, “Arca hiç gülmüyor” demişti. Sosyal medyanın bile ilgisini çekmiş!

Halbuki biz sevecen çocuğa alışkınız. Bizim Duru bebekken ve sonrasında sokağa bir çıktı mı herkesler çevresine doluşurdu, “prenses hazretleri halkını selamlamaya çıktı” derdik. Tamam, çok güzel bir bebekti (hala da çok güzeldir) ama asıl insanların gönlünü alan sıcak davranışları, herkese selam vermesi, gülümsemesiydi.

Neyse tam Arca da böyle işte alışacağız, kabulleneceğiz, üzerine düşmeyeceğiz dediğimiz hatta boş ver daha iyi kimseyle yüz göz olmuyor, kimseye öpücük filan vermiyor, diye işin iyi taraflarına bakmaya başladığımız bir anda, Arca yüz seksen derece döndü. Dönüş o dönüş.

18 Eylül 2012 Salı

Yarışma sonuçlarını açıklıyorum!

Çok depresiftim. Hata manik nanik depresif bir günümdeydim.


Motivasyonum sıfırdı, işimden, kendimden, hayattaki saçma sapan seçimlerimden ve hormonlarımın boyunduruğu altına girmiş PMS’den nefret ediyordum. Üstelik kahkahalarla güldüğüm kitabım tam da uçakta bitmiş, THY’nin dergisi okunmuş, gazete emlak ilanlarına kadar didik didik edilmiş, okunacak ne varsa tükenmişti. Allah kimseyi ama hiç kimseyi yolculukta kitapsız bırakmasın, amin!