Tatil kitaplarının biri de Cehennem’di. Çok zaman önce Dan Brown okumamaya karar vermiştim. Sebebini hatırlamıyorum, bir overdose durumu mevzubahisti muhtemelen. Sonuçta pek aklımda değilken onu kitaplığa nasıl dahil ettiğimi hepimiz biliyoruz.
14 Ağustos 2013 Çarşamba
13 Ağustos 2013 Salı
Bu kadar basit !
Arca’nın her şeyi ama her şeyi en ince ayrıntısına kadar sorduğu zamanlarda Tübitak yayınlarının mini ansiklopedisini almıştım. İnternetten siparişin bazen yaşına uygun olmayan kitapları seçmiş olmak gibi riskleri oluyor. 8 yaş imiş. Açıp okudum, 35 yaş bile olabilirmiş, zira benim bile bilmediğim ne çok şey varmış. Bir de fen lisesi mezunu olacağım. Arca’ya vermedim bile kitabı, öyle bir yerlerde duruyordu.
Yaz kitabı diye bir şey var.
Akşamlardan bir akşam çekirdek aile olarak Çeşme merkeze indik. Miskin yer cücesini dondurma vaadiyle kandırmıştık, evde yayamayıp yürüyüşe çıkarmamıza gıcık olmuştu, suratı beş karış yürüyordu önümüzde.
Ben çocuklar gibi şendim. Bayılırım sahil kasabalarının çarşılarına. Henüz yazlığımızın olmadığı yıllar Kuşadası’nda Yetiş Motel’e giderdik. Arka kapısından girersin, öyle görevli filan yok, önüne çıkana sordun mu seni odana yerleştiriverirler. U biçiminde sıralanmış odaların kapıları, içinde envai çeşit bitki olan bir orta bahçeye (daha doğrusu çiçekliğe) açılır. Odalar karanlıktır ve dolayısı ile acayip serindir. Masalarında kutu oyunlarının, tavla ve satranç tahtalarının olduğu lobiden aşağı denize inersin. Çocukluğumun nefis mercimek çorbasını, çorbanın içindeki tereyağlı kıtırları ilk o motelde yediğimi hatırlıyorum. Hala duruyor mu bilmem ama o günlerin en sevdiğim ritüellerinden biri de yemekten sonra Kuşadası çarşısına gitmekti. Annem, ablamla beni tertemiz giydirirdi. Maraş usülü dondurmayı dondurmacı şakasıyla kapar yerdik. Ufak tefek hatıralar alırdı babam bize, bir deri kolye, belki sandalet… Ne zaman bir sahil kasabasının çarşısına insem çocukluğum aklıma gelir, çocuklaşasım gelir.
12 Ağustos 2013 Pazartesi
Hakkımda bilinmeyen fakat “bilinse de olur bilinmese de olur” türdengerçekler
Muhterem kocam ve kardeşi çocuklukları hakkında pek az şey hatırlıyor. Hayret verici zira ben bile İlknur’un çocukluğuna dair pek çok şey hatırlıyorum. İlknur neredeyse otuz yaşında olduğuna göre, var sen düşün İlker’i ne kadardır tanıdığımı.
Ben? Ben doğumumdan öncesini bile hatırlıyorum. Gülmeyin len! Hatırlıyorum. Babamın babası, herkes tarafından çok sevilen bir insanmış. Herkes hürmetle anar kendisini. Bir de bir resmi vardı bizim evde. Tamam işte! Onunla ilgili anılarımı bile anlatırdım. Rahmetli, ablam üç aylıkken vefat etmiş.
Kendine ait bir oda
Virginia Woolf'un feminizmin kitabını yazdığını kabul edersek "kendine ait bir oda" da feminizmin kitabının ta kendisi oluyor bu durumda. Virginia ablamız der ki; kadının kendine ait bir odası, geliri ve kendine ayıracağı zamanının olması lazım... yazmak için.
8 Ağustos 2013 Perşembe
5 Ağustos 2013 Pazartesi
Arca n’apıyor?
Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri NA ile şehrin tadını çıkarıyor.
Kah evde yayılıp oynuyorlar, kah komşu çocuklarıyla toplaşıp parkta sabah pikniği yapıyorlar. Gün geliyor metro ile geziyorlar. Akşamları anası ve babasıyla bol kudurmacalı saatler geçiriyor. Yatmaya yakın odasının klimasını açıp iyice serinletiyor ki keyifle uyuyabilsin. Evet gıdada eti, uykuda serinliği sevmesini babasının genlerine bağlıyoruz. Gel gör ki babasıyla uyku, anasının seyahatte olduğu akşamlar haricinde tercih edilmiyor. Salı akşamları uyku öncesi aktivitesi çanta toplama. Çantalar teker teker hazırlanıp kapı önüne akşamdan konuyor.
Çarşambaları ya anneanne-dede ikilisi ya da babaannesi bizim yer cücesini ve kapının önündeki eşyaları doğru yazlığa götürüyor. Yer cücesinden mutlusu yok.
Özdere’de çoğunluğu annesinin çocukluk arkadaşlarına ait yaşıtı sekiz kadar oğlan çocuğu ile sokakta oynamaya bisiklete binmeye bayılıyor. Özellikle Ali Emir favorisi. Araları sadece bir ay ve müthiş eğleniyorlar birlikte. İcat ettikleri oyunlar o kadar eğlenceli ki... Geçen haftaki oyun “Ali Emir’in ablasını bulma” oyunuydu. Bütün siteyi bisikletle dolaşıp bulmaya çalıştılar, artık akşam olduğunda ablası bunları buldu. Bir de zıp zıp var, illa ki akşamları gidiliyor, zıplanıyor. Dondurmadan yana stoklu çalışmayı uygun görüyor cüce, muhakkak her gün bir dondurma alınıp buzluğa atılıyor. Bir de anasının yüklenip getirdiği sandalyesine kuruluyor.
Çeşme’de pek yaşıtı yok ama bazen kankası Poyrazla denk geliyorlar yeay!! bir de tabii ki Deniz var! Bu sene Deniz’i tenhada sıkıştırıp orasını burasını acıtayım derdinde değil. Bir olgunluk geldi üstüne, Deniz de kendini sağlam savunuyor, Arca üzerine yürüdü mü basıyor çığlığı katiyen altta kalmıyor. Kardeş şart değil ama kuzen şart! Zira bir geçenlerde tüm hafta İzmir’de geçirdiğinde Duru’cuğu ile müthiş eğlendiler. Bazen diyorum ki önceden Arca’ya bir abla doğuraymışız iyiymiş.
İki bahçede de biberler, acurlar… Arca’nın her daim taze taze atıştıracağı kaynaklar mevcut.
Uzun lafın kısası “Arca n’apıyor?” diye soracak olursan şehirde olsun, yazlıkta olsun, tatilin tadını çıkarıyor. Ha bir de hiç ama hiç okula gitmek istemiyor. Sabah yaptığımız uzun konuşmadan da bir çözüme varamadık. Ama vardığımız sonuç arca okula kesinlikle gitmek istemiyor. Sonbahar geldiğinde ne halt edeceğiz bilmiyoruz.
Çarşambaları ya anneanne-dede ikilisi ya da babaannesi bizim yer cücesini ve kapının önündeki eşyaları doğru yazlığa götürüyor. Yer cücesinden mutlusu yok.
Özdere’de çoğunluğu annesinin çocukluk arkadaşlarına ait yaşıtı sekiz kadar oğlan çocuğu ile sokakta oynamaya bisiklete binmeye bayılıyor. Özellikle Ali Emir favorisi. Araları sadece bir ay ve müthiş eğleniyorlar birlikte. İcat ettikleri oyunlar o kadar eğlenceli ki... Geçen haftaki oyun “Ali Emir’in ablasını bulma” oyunuydu. Bütün siteyi bisikletle dolaşıp bulmaya çalıştılar, artık akşam olduğunda ablası bunları buldu. Bir de zıp zıp var, illa ki akşamları gidiliyor, zıplanıyor. Dondurmadan yana stoklu çalışmayı uygun görüyor cüce, muhakkak her gün bir dondurma alınıp buzluğa atılıyor. Bir de anasının yüklenip getirdiği sandalyesine kuruluyor.
Çeşme’de pek yaşıtı yok ama bazen kankası Poyrazla denk geliyorlar yeay!! bir de tabii ki Deniz var! Bu sene Deniz’i tenhada sıkıştırıp orasını burasını acıtayım derdinde değil. Bir olgunluk geldi üstüne, Deniz de kendini sağlam savunuyor, Arca üzerine yürüdü mü basıyor çığlığı katiyen altta kalmıyor. Kardeş şart değil ama kuzen şart! Zira bir geçenlerde tüm hafta İzmir’de geçirdiğinde Duru’cuğu ile müthiş eğlendiler. Bazen diyorum ki önceden Arca’ya bir abla doğuraymışız iyiymiş.
İki bahçede de biberler, acurlar… Arca’nın her daim taze taze atıştıracağı kaynaklar mevcut.
Uzun lafın kısası “Arca n’apıyor?” diye soracak olursan şehirde olsun, yazlıkta olsun, tatilin tadını çıkarıyor. Ha bir de hiç ama hiç okula gitmek istemiyor. Sabah yaptığımız uzun konuşmadan da bir çözüme varamadık. Ama vardığımız sonuç arca okula kesinlikle gitmek istemiyor. Sonbahar geldiğinde ne halt edeceğiz bilmiyoruz.
3 Ağustos 2013 Cumartesi
Dumur diyalog #102
Dergide kahraman bir köpeğin haberini okurken;
Y: annecim bak ne kadar cesur bir köpek sahiplerinin hayatını kurtarmış.
A: maşallah!
----------
Babaannesiyle matematik çalışırken(!)
B: arca gel sana ikişer ikişer saymayı öğreteyim
A: tamam
B: 2-4
A: niye 1-3 değil?
-----------
Sabah dondurma paketlerini çöpte bulan Arca "neay siz magnum mu yediniz ben uyurken!"
--------
Benzincide oyuncak araba rafına bakarken,
"bu arabaları kimse almamış annem kimse istememiş bunlar yalnız kalmış"
Y: annecim bak ne kadar cesur bir köpek sahiplerinin hayatını kurtarmış.
A: maşallah!
----------
Babaannesiyle matematik çalışırken(!)
B: arca gel sana ikişer ikişer saymayı öğreteyim
A: tamam
B: 2-4
A: niye 1-3 değil?
-----------
Sabah dondurma paketlerini çöpte bulan Arca "neay siz magnum mu yediniz ben uyurken!"
--------
Benzincide oyuncak araba rafına bakarken,
"bu arabaları kimse almamış annem kimse istememiş bunlar yalnız kalmış"
2 Ağustos 2013 Cuma
Akıllı alışveriş – mi acaba?
Ben buradan alışveriş danışmanı (reyhan özledim bacım) gibi rehber, el kitabı filan yazıyorum ya, bir halttan anladığım yok aslında. Kendi totomun ölçüsünden bihaberim. Geçen öve öve bitiremediğim, 14 TL’ye iki takım pijamam oldu diye ballandıra ballandıra anlattığım pijamalar var ya, hah işte onları yıkayınca totom girmedi. Girse de tayt gibi durdu, yani iğrenç! Şimdi 3,5 TL’ye almışım, adamın kafasına atsam ne olacak. Taş bezi de yapamazsın. Allahtan benim bir numara küçük ebatlarımda yeğenim var! Verdim. Hmm tabii pijamasız kaldım ama sorun değil, haftada bir Pazar var, Pazar varsa ben oradayım. Bu sefer daha usturuplu bir tezgahtan aldım. Takımı 7,5 TL. Oldu oldu, olmadı Duru’nun pijama koleksiyonuna yeni bir takım geliyor!
Her zaman bu kadar salak değilim ama.. Misal geçen hafta Penti’nin internet sitesini keşfettim. Kışın oradan çorap alan arkadaşım çok. Benim de şiddetle bikiniye ihtiyacım var. Neyse girdim, doldurdum sepeti, 25% gibi bir indirim de var, oh mis. Nedense unuttum siparişi vermeyi, hayatıma devam ettim. Hafta sonu daha geçen sezon aldığım bikinin totosu eriyince siparişi vermek şart oldu. Bir girdim siteye 60 küsür TL’lik sepetim 42 TL’ye düşmüş yeay!!! İndirim 50%'ye çıkmış. Şansın gözünün yağını yiyeyim.
Yemedim ama her önüme gelene anlattım. Aman ne övünüyorum ne mutluyum, yav ben bu alışveriş işinden anlıyorum. Anlamayı bırak, inanılmaz önsezilerimle daha fazla indirim olacağını hissediyorum, allahım doğuştan bir alışveriş gurusuyum yeminle… Tabii ki siparişi verdim, beklemeye başladım.
İnternetten alışverişin en kötüsü de beklemektir. Kargoya verilesiye kadar beklersin, verilir teslim edilesiye kadar beklersin. Bekler allah beklersin!
Bekledim. Sipariş takibinden Perşembe günü elime ulaşması gerektiğini görüyorum, gel gör ki saat beş oldu gelen giden yok! Ulen her gün uğrayan kargocu, leylek beklemiyoruz ya! Yok girdim yine internet sitesine bastım kargo takibine, abovvv şube değiştirmiş. Abicim ne şubesi belli değil mi adres? Açtım sordum tabii. Telefondaki kadın sesi “yanlış şubeye gönderilmiş, bu sebepten araç şimdi bize getiriyor, yarın bize ulaşır, biz de yarın size göndeririz” diyor ama sesinde mesai saatinin bitmesine az kalmış insanlara özgü bir sabırsızlık ve bitkinlik tonu kuvvetle hissediliyor.
“Hmm peki, dün ta İstanbul’dan İzmir’e gelebilmiş bir paket nasıl oluyor da aralarında 10 km bile olmayan iki semt şubesinin birinden diğerine aynı sürede ancak ulaşabiliyor?”
Sorumu katiyen anlamadı ama bir şikayette bulduğumdan son derece emin. Zira telesekreter tonundaki sesiyle hızlıca dökülüyor ezberi diline “bizimle bir ilgisi yok bunun hanımefendi, bize yarın gelecek, göndereceğiz”
Var ya aslında çok göt olabilir ve hattın ucundaki bezgin bekirin kızkardeşini ağlatabilirim. Ama üstüne varmıyorum. Zira ertesi gün elime ulaşması yeni bikinilerimi tatilde giymem için yeterli.
Ertesi gün kargoyu takibime alacağım, bakalım semtler arası o pek uzak yolculuk tamamlandı mı, paket ofise gelecek mi? Giriyorum yine, siparişlerimden bakacağım. BAM! “Plaj ürünlerinde 70%’e varan indirim!”
LEAYNNNNN! Bir siparişim geleydi allahsızlar! Bir sahilde salınaydım şerefsizler! Allah tepenizden baktırsın! Nerde ulen benim bikinilerim! Utanmıyor musunuz beni kandırmaya!
Tam bir Nasreddin Hoca’nın doğuran kazan fıkrası içindeyim.
Hayır bikiniler de gelmedi iyi mi! Sabahın köründe sen yükle araca akşam oldu hala yok piyasada. Zırt pırt şubeyi arıyorum, bu defa "bizimle ilgisi yok" demesine fırsat vermeyeceğim ağlatacağım, ama anladı mı ne, telefon mütemadiyen meşgul. Kiminle konuşuyorsun lan!
Bir taraftan da gözüm pencerede... Karşı dükkanların sigara içmeye çıkan çalışanları onları kesiyorum sanacaklar, halbuki bilseler kargo kamyoneti dikizlediğimi... derken hah geldi! Nerdesiniz be oğlum! Ulen gidiyor! Gitme lan nereye gidiyorsun? Hayır karizmamın çizilmesinden tırsmasam atacağım kendimi sokağa. Ama penti için kendini yollara vuran kadın imajı profilime ters. Gitmiyorum, bekliyorum, hop döndü. Pencereden de el sallayamıyorum, karşıdakiler paketi tüttürdü şerefsizim! Ah ulen internetten sipariş verenin taaaa....
Yanaştı allahtan ama yan binaya. Ha boyna bir şey indiriyorlar. Senin sevkiyatın mı değerli benim tatil öncesi bikinilerime kavuşmam mı?
Neyse artık üstünde durmuyorum, bugün arabayla geldim, olmadı akşam alırım şubeden hem bizzat ağlatırım ablayı diye teselli buluyorum, çalışmaya devam. Allah çalışanı sever, bak, beş dakika geçmiyor getiriyorlar paketi.
Deniyorum tuvalette, oldu gibi be!
Israr etmeyin len diri fücudumun bikinili görsellerini paylaşmayacağım, hıh!
Ulen var ya tam da tatil öncesi, iyi oldu be, iyi oldu iyi oldu... hem baksana 50 liraya üç bikini... iyi oldu iyi oldu... Akıllı alışveriş işte:P
Görsel açıklaması: şimdi ben ofise metroyla gidiyorum ya yanımda bişey taşımayayım diye makyaj çantası, topuklu ayakkabı torbaları bilimum dergi vs... Hep ofiste. Dokuz günlük tatile çıkacağım ya ufak çapta taşındım bu akşam.
Her zaman bu kadar salak değilim ama.. Misal geçen hafta Penti’nin internet sitesini keşfettim. Kışın oradan çorap alan arkadaşım çok. Benim de şiddetle bikiniye ihtiyacım var. Neyse girdim, doldurdum sepeti, 25% gibi bir indirim de var, oh mis. Nedense unuttum siparişi vermeyi, hayatıma devam ettim. Hafta sonu daha geçen sezon aldığım bikinin totosu eriyince siparişi vermek şart oldu. Bir girdim siteye 60 küsür TL’lik sepetim 42 TL’ye düşmüş yeay!!! İndirim 50%'ye çıkmış. Şansın gözünün yağını yiyeyim.
Yemedim ama her önüme gelene anlattım. Aman ne övünüyorum ne mutluyum, yav ben bu alışveriş işinden anlıyorum. Anlamayı bırak, inanılmaz önsezilerimle daha fazla indirim olacağını hissediyorum, allahım doğuştan bir alışveriş gurusuyum yeminle… Tabii ki siparişi verdim, beklemeye başladım.
İnternetten alışverişin en kötüsü de beklemektir. Kargoya verilesiye kadar beklersin, verilir teslim edilesiye kadar beklersin. Bekler allah beklersin!
Bekledim. Sipariş takibinden Perşembe günü elime ulaşması gerektiğini görüyorum, gel gör ki saat beş oldu gelen giden yok! Ulen her gün uğrayan kargocu, leylek beklemiyoruz ya! Yok girdim yine internet sitesine bastım kargo takibine, abovvv şube değiştirmiş. Abicim ne şubesi belli değil mi adres? Açtım sordum tabii. Telefondaki kadın sesi “yanlış şubeye gönderilmiş, bu sebepten araç şimdi bize getiriyor, yarın bize ulaşır, biz de yarın size göndeririz” diyor ama sesinde mesai saatinin bitmesine az kalmış insanlara özgü bir sabırsızlık ve bitkinlik tonu kuvvetle hissediliyor.
“Hmm peki, dün ta İstanbul’dan İzmir’e gelebilmiş bir paket nasıl oluyor da aralarında 10 km bile olmayan iki semt şubesinin birinden diğerine aynı sürede ancak ulaşabiliyor?”
Sorumu katiyen anlamadı ama bir şikayette bulduğumdan son derece emin. Zira telesekreter tonundaki sesiyle hızlıca dökülüyor ezberi diline “bizimle bir ilgisi yok bunun hanımefendi, bize yarın gelecek, göndereceğiz”
Var ya aslında çok göt olabilir ve hattın ucundaki bezgin bekirin kızkardeşini ağlatabilirim. Ama üstüne varmıyorum. Zira ertesi gün elime ulaşması yeni bikinilerimi tatilde giymem için yeterli.
Ertesi gün kargoyu takibime alacağım, bakalım semtler arası o pek uzak yolculuk tamamlandı mı, paket ofise gelecek mi? Giriyorum yine, siparişlerimden bakacağım. BAM! “Plaj ürünlerinde 70%’e varan indirim!”
LEAYNNNNN! Bir siparişim geleydi allahsızlar! Bir sahilde salınaydım şerefsizler! Allah tepenizden baktırsın! Nerde ulen benim bikinilerim! Utanmıyor musunuz beni kandırmaya!
Tam bir Nasreddin Hoca’nın doğuran kazan fıkrası içindeyim.
Hayır bikiniler de gelmedi iyi mi! Sabahın köründe sen yükle araca akşam oldu hala yok piyasada. Zırt pırt şubeyi arıyorum, bu defa "bizimle ilgisi yok" demesine fırsat vermeyeceğim ağlatacağım, ama anladı mı ne, telefon mütemadiyen meşgul. Kiminle konuşuyorsun lan!
Bir taraftan da gözüm pencerede... Karşı dükkanların sigara içmeye çıkan çalışanları onları kesiyorum sanacaklar, halbuki bilseler kargo kamyoneti dikizlediğimi... derken hah geldi! Nerdesiniz be oğlum! Ulen gidiyor! Gitme lan nereye gidiyorsun? Hayır karizmamın çizilmesinden tırsmasam atacağım kendimi sokağa. Ama penti için kendini yollara vuran kadın imajı profilime ters. Gitmiyorum, bekliyorum, hop döndü. Pencereden de el sallayamıyorum, karşıdakiler paketi tüttürdü şerefsizim! Ah ulen internetten sipariş verenin taaaa....
Yanaştı allahtan ama yan binaya. Ha boyna bir şey indiriyorlar. Senin sevkiyatın mı değerli benim tatil öncesi bikinilerime kavuşmam mı?
Neyse artık üstünde durmuyorum, bugün arabayla geldim, olmadı akşam alırım şubeden hem bizzat ağlatırım ablayı diye teselli buluyorum, çalışmaya devam. Allah çalışanı sever, bak, beş dakika geçmiyor getiriyorlar paketi.
Deniyorum tuvalette, oldu gibi be!
Israr etmeyin len diri fücudumun bikinili görsellerini paylaşmayacağım, hıh!
Ulen var ya tam da tatil öncesi, iyi oldu be, iyi oldu iyi oldu... hem baksana 50 liraya üç bikini... iyi oldu iyi oldu... Akıllı alışveriş işte:P
Görsel açıklaması: şimdi ben ofise metroyla gidiyorum ya yanımda bişey taşımayayım diye makyaj çantası, topuklu ayakkabı torbaları bilimum dergi vs... Hep ofiste. Dokuz günlük tatile çıkacağım ya ufak çapta taşındım bu akşam.
Arkası yarın - 2
Boğazına kadar fotokopi işine gömülmüş yirmili yaşlarının başındaki gençten bir oğlan çocuğu beni görünce gülümsedi, buyur etti. Hmm derdimi ve olayın ehemmiyetini anlatabileceğim bir samimiyetle karşılanmak güzel. Hemen başladım anlatmaya. Ama ta Çin'e gitmedim bu defa...
İlker'in en komik bulduğu yönlerimden biri gevezeliğimdir. Bir şeyi anlatacaksam ecdadından başlarım. Üniversitedeyken bir gün ablam bana kargoyla ayakkabılarımı gönderdi, herhalde unutmuşum gelirken arkamdan gönderivermiş. Artık adres mi yanlıştı, neydi bilmiyorum, kargo kaldığım yurda ulaşmadı, illa ki şubeden teslim alacağız. Şube de o zamanlar Tarlabaşında bir yerlerde, bir türlü bulamıyoruz haliyle esnafa soracağız. Ben başlıyorum anlatmaya "şimdi abicim ben salak gibi ayakkabıları unutmuşum, eh hava malum soğudu, kıyamam ablam da bana kıyamamış kargo etmiş" "neyi" "ayakkabıları" "hangi ayakkabıları" "postal olanları siyah var bir de kahverengi ucuz buldum aldıydım dönüşümlü giyerim diye..." Sohbetin burasına kadar nasıl sabrettiği hala muamma olan İlker lafa girer "yav abicim sen bize yurtiçi kargo şubesi nerde burda bi söylesene" bilmiyordu. Hay allah... Böyle böyle esnafın bir kısmı ile ahbaplık kurmamamıza ramak kala şubeyi bulduk.
Bitmedi! Bir de karakol maceram var. Bir gün benim okulda çantam çalındı, yine İlkerle Tarlabaşı karakoluna gittik, komiser o sihirli kelimeyi telaffuz etti, etmeyeydi iyiydi ama etti yapacak bir şey yok! "anlat" dedi. Dediğine pişman oldu mu bilmiyorum ama o günlerde benimle yollarını ayırmayı düşünmediğine göre İlker'in bana derin bir aşkla bağlanmış olduğundan eminim. Gönül işte ota da konuyor gevezeye de... Neyse nefes almak için es verdiğim zamanlarda araya girip"yeliz çantayı nereye bıraktın onu anlat" diyerek araya girmiş, devletin memurunu işten alıkoymak suçunu işlememi engellemeye çalışmıştı. Gezi direnişçilerinin arasına katılabilseydim emin ol, orantısız gevezelik yöntemiyle çevik kuvvete hayatı zindan edebilirdim. Neyse verilmiş sadakaları varmış. Demem o ki, Tarlabaşı semti, esnafından karakoluna beni iyi tanırdı o yıllar.
Yıllar geçti, olgunlaştım haliyle... en azından ecdadından başlamıyorum, daha doğrusu hemen ilk cümlede başlamıyorum, sohbetin ilerleyen aşamalarına bırakıyorum. Hayatımı az konuşangillerden İlker ile paylaşmamın bu olgunlaşmada etkisi yadsınamaz, sadece yaşlanmışlıkla alakalı dersek muhtereme haksızlık etmiş oluruz.
Vitrininde "PVC kaplanır" yazısını gördüğüm dükkanda da paraların özgeçmişine girmeden anlatmaya çalıştım. İtinayla cüzdanımdan çıkardım, kıvrılmış olan o küçük kenarı incitmeden kısa tırnağımın ucuyla düzelttim. "Hatıra parası, yani saklamak istiyorum. hani PVC filan kaplatırsam başına bir şey gelmeden uzun yıllar saklarım."
Duyarlı çocuk, hareketlerimdeki özenden, sesimdeki ciddiyetten paraların benim için değerini anladı. Nasıl bir şeffaf plakanın arasında koyacağını, makineden çıkarınca bir güzel kesip takdim edeceğini uzun uzun anlattı. Bu genç çocuğu şimdiden sevmiştim. "Yalnız" dedi, "makineyi yeni çalıştıracağım bir beş dakika ısınması lazım" hiç sorun değil. Gözüm gibi baktığım paralarımı, aldı tezgahın arkasına gitti.
Ben de, o dükkan içinde beklemeye mahkum insanların yapmacık merakıyla çevremi incelemeye başladım. Tavandan tabana kutular, kutuların üzerinde "Nihat Hoca", "Erdal hocanın 3. dönem notları" gibi etiketler var. Bir taraftan da diğer eleman tarafından sürekli fotokopi çekiliyor, ben etrafı incelerken önümdeki tezgahın üzerine spiral ciltli ders notları bırakılıyor teker teker.
En üsttekini aldım, okunacak bir şey nihayetinde... İnsan ilişkileri, iletişim mi ne öyle bir ders. Millete bak ne kek dersler alıyor yav, hiç bizimki gibi Akışkan mekaniği, yok makine dinamiği gibi dersler değil. iletişiriz abicim bunda ne var?
Ben fakülteler arası ders programı eleştirimi iç sesimden yaparken tezgahın öte tarafında bir hareketlenme vukuu buluyor. Fotokopi çeken diğer eleman da şimdi benimkinin yanında. Bir koku bir duman geliyor peşi sıra...
"hop n'oloyr orda?" demeye kalmadan bizim eleman çıkıyor tezgahın arkasından, elinde de dumanlar çıkaran makine. Atıyor tezgahın üzerine, kim dokunursa "ay ay ay" diye çekip kaçıyor makinenin uzağına. Ben şaşkın surat bakışımı bizim delikanlının göz bebeklerine dikip soruyorum: "o makine benim makine mi" gözlerini kaçıramıyor, boynundan başlayarak saç diplerine kadar kızarıyor: "şey sizin paralar... Yani kurtaracağız ama hani kurtulamazsa ben onu telafii...."
"Neay!!! Lan tee çinlerden buralara taşıdığım, gözüm gibi baktığım, tırnağımın ucundan sakındığım, hatırası maneviyatı tarif edilemez, yerine katiyen bişey konamaz paralarımı yaktınız mı leyn!!"
Demem gerekirdi. Demedim. Puhhahahaha diye gülmeye başladım. Zavallı çocuk nasıl bir manyakla başbaşa olduğunu anlayamadı. içinden "deli lan bu şimdi gülme krizi bitecek yüzümü gözümü tırnaklayacak kafa göz dalacak" diye geçirdiğine neredeyse eminim zira o refleksle geri geri tezgahın arkasına kaçtı. Gülmem bitince "yav boş ver, ben şimdi gidiyorum, sen kurtarabildiğini kurtarmaya çalış ben sonra uğrar sorarım." Dedim.
Rahatlar gibi oldu ama temkini elden bırakmıyor "hocam, ben şimdi nereden bulabilirim yerine koymam lazım" bir taraftan gülüyorum bir taraftan "çinden getirmiştim gidecen mi?" Diye kafalıyorum. "Yani tabii gidemem ama hani bedelini ödeyeyim" ay içim şişti "100 dolara tekabül ediyor, desem çıkarıp verecen mi?" Gözleri kocaman açıldı garibimin. Serde analık var kıyamıyorum gençlere "yok canım kardeşim 1 dolar bile değil maneviyatı vardı..." Haaassss maneviyat demeyeydim iyiydi şimdi salya sümük ağlayacak.
Diyaloğu daha da uzatmıyorum "hadi uğrarım ben sana hadi kaçtım" diyor harbiden de kaçıyorum.
Metroya bindiğimde gala gülüyordum. Neden ki? Bu kadar itinayla sakladığım özendiğim şey salak oğlan çocuklarının dikkatsizliği yüzünden muhtemelen kül oldu, niye gülüyorum. Bir kere kaza tabii, yani bitmiş gitmiş neyine üzüleceksin artık. Ama daha çok acaba Arca cücesinin on beş sene sonraki haline mi benzettim diyorum. Neyse ne....
Birkaç gün sonra ofisin çekmecesini karıştırıyorum bingo!!! Varmış lan o paralardan, buraya bir yere atıvermişim yeayyyy! Demek bilinçaltında bir yerlerde o paraların yedeği olduğunu biliyormuşum. Yoksa bırak oğlumun geleceğini anımsatmasını Arca'nın kendisi olsa direkt dalardım, öyle anlayış timsali gülecek kadın mıyım lan ben! Dükkanı da bilmem ne hocasının bilmem ne ders notlarını yakardım şerefsizim!
Anlayış timsali değilim ama yumuşak kalpliyim. Hem paraların akibetini de merak edyorum, yine uğradım geçerken. "Hatırladın mı beni?"
"Hocam hatırlamaz mıyım! Senin paraların birini kurtardık." "Aa iyi hangisi?" "Yok yani önce kurtardık sonra bizim öbür eleman tuttu ucundan para ikiye ayrıldı. Ben şimdi telafi.."
Ay yok aynı cümle sirkülasyonuna giremeyeceğim.
"Tamam tamam bende varmış yedeği onu söylemeye geldim hadi üzülme" derken ikna etmek için cüzdanıma uzanıyorum.
"Aman hocam bana verme sen onu poşet dosyada filan sakla"
"Hadi ya ben de sen halledersin diyordum"
Bu çocuk, yok Arca'nın on beş sene önceki hali olamaz gülmedi lan bana, ben koşar adım dükkandan kaçarken hala "yok hocam ben onu almam yapmam" filan diyordu. Te allaam!
1 Ağustos 2013 Perşembe
Blog anketi geri bildirim raporu
O kadar sorduk, yazdınız, eşek değiliz ya bir rapor hazırlayacağız, belli sonuçlara varacağız elbet : )
Arkası yarın - bölüm 1
Televizyonda "asfalta yumurta kırdık, pişti" haberinin çıkacağına emin olduğum günlerden biri, yerin sıcağı terliklerimin tabanından bütün ayağıma yayılıyor. Arca da kesin yazlıkta zira kampüsün duvar kenarı boyunca yürürken hiç acelem yok. Bu telaşsızlığı özlemişim, ancak bu ara sadece Arca 80 km kadar uzak olduğunda yaşayabiliyorum. Evde beni heyecanla beklemiyor bile olsa, evdeyse benim ayaklarım kıçıma değiyor mesai bitimi.
Keten elbisemin altına o parmak arası terlikler ve sırtımda spor çanta ile biri "altı şişhane üstü memişhane ne demektir" diye sorsa, tereddütsüz eşkalimi verebileceğin bir kreasyon içindeyim. ve allah seni inandırsın, sallamıyorum! Buradan pazara gideceğim, neyime el çantası, neyime topuklu ayakkabı? Üzerimdekileri çok net hatırlıyorum zira bunları düşünürken otobüs duraklarının bulunduğu meydandaki bütün dükkanlarn vitrinlerinden yansımamı seyretmekteyim. Vitrinlerin birinde bir yazı gördüm ve hop iki adım geri attım : "PVC kaplanır, fotokopi çekilir"
31 Temmuz 2013 Çarşamba
Entari
Kim söylemişti, hatırlamıyorum. Bir arkadaşımın annesi olabilir. Kadının gençliğinin ‘60’larda ya da ‘70’lerde geçtiğine eminim. Zira şöyle demişti; “ya şimdi ne çok kafa yoruyoruz ne giyeceğimize. Altına neyi giyelim de üstüne ne uyduralım, düşünüp duruyoruz. Bizim gençliğimizde ne güzel entarilerimiz vardı, geçirdin mi sırtına, oh tamam!”
Budur abicim! Sırtına geçirivereceğin tek parça entarilerin olacak. Dünyanın en pratik kombinlemesi, budur! yani kombinlememek : )
Bugün ne giyecem! ("Bugün ne giydim"ci özentisi)
“Of ya bunun üstüne giyecek hiçbir şeyim yok!”
"Ay giyecek hiçbir şeyim kalmadı!”
“yüz ellinci beyaz gömleğe şiddetle ihtiyacım var!”
“ay hep beyaz gömlek hep mavi gömlek! hiç şöyle değişik bir şeylerim yok!”
….
Şeklinde sızlanıp gardırobun önünde her sabah dakikalar harcamayan tek kadın var mı bu dünyada?
30 Temmuz 2013 Salı
Blog anketi – cevaplamayanı yakarım!
Siz benim burada bacım, ablacım muhabbetleri yaptığıma bakmayın, yazdıklarımı okuyan kocamdan başka bir erkek var. Yani en azından benim bildiğim kadarıyla bir adet: ) Hayır takipçi cinsiyetlerini araştırmışlığım yok, söz konusu şahıs ara sıra yorum yazar, oradan bilirim.
Erkeklerin açık sözlülüğünü çok seviyorum.
Fakültedeki sınıfımda tek kız bendim. Bu tekillik, sahte yoklama imzası attırdığımda başıma çok dert açmıştı, zira zekasını asla küçümsemediğim bir hocam, “hep bir yeliz imzası var yoklamalarda ama ben sınıfta hiç kız görmüyorum” diyerek beni devamsızlıktan bırakmıştı. “SENİN GÖZÜN SINIFTA KIZ MI ARIYOR TERBİYESİZ!!” diye üste çıkma zırvalıklarım nafile bir çabadan öteye geçmemiş, kös kös yaz okuluna gitmiştim.
Allahım çok konuşuyorum, bir sus diyenim yok!
Erkeklerin açık sözlülüğünü çok seviyorum.
Fakültedeki sınıfımda tek kız bendim. Bu tekillik, sahte yoklama imzası attırdığımda başıma çok dert açmıştı, zira zekasını asla küçümsemediğim bir hocam, “hep bir yeliz imzası var yoklamalarda ama ben sınıfta hiç kız görmüyorum” diyerek beni devamsızlıktan bırakmıştı. “SENİN GÖZÜN SINIFTA KIZ MI ARIYOR TERBİYESİZ!!” diye üste çıkma zırvalıklarım nafile bir çabadan öteye geçmemiş, kös kös yaz okuluna gitmiştim.
Allahım çok konuşuyorum, bir sus diyenim yok!
Pes! Vallahi pes!
Geçen yaz her hafta sonu bir çuval oyuncağı evden yazlığa, yazlıktan eve taşımaktan bıkan muhterem kocam çareyi Arca’yı oyuncak tanzimi konusunda ikna etmekte bulmuştu.
Oyuncaklar üçe ayrılacaktı. Anneannenin yazlığına gidecekler, babaannenin yazlığına gidecekler ve evde kalacaklar. Bunun yanı sıra Arca’ya 4 arabalık serbestlik sağlandı. Arca bunları belirleyecek ve her hafta sonu sadece bu oyuncak arabalar bizimle seyahat edecekti, tanzim edilmiş olanlar katiyen yer değiştirmeyecekti. Hepimiz bu anlaşmayı makul bulduk ve bir süre devam ettirdik.
29 Temmuz 2013 Pazartesi
Izgara mantar tarifi
Ev işi = gönül işi
Gönülden yapılmadı mı belli ediyor zaten kendini.
Kiminin evi bal dök yala, kimi ölmeyecek kadar hijyen sağlayabilirse ne ala!
27 Temmuz 2013 Cumartesi
3.KÖPRÜYE NEDEN KARŞIYIM? / #KöprüdegilTopluTasima
Toplu Taşıma medeniyettir.
Arabasız kalacağım için söylüyorsam şerefsizim! Çok samimiyim!
Ki henüz arabasız kalmadım, yani İlker kendi arabasını satmadı, buna rağmen mecbur kalmadıkça arabayı almıyorum. Şimdiye kadar aklın nerdeydi dersen, şöyle anlatayım, metro durağı yürüme mesafesinde değildi, metroya kadar kötü bir İnönü caddesi trafiğine girerek ve üç araç değiştirerek ofise varmam gerekiyordu, üstelik yaktığım mazottan daha fazlasını harcıyordum. Artık on dakika yürüyüp metroya biniyorum. Oradan da bir otobüsle ofise varıyorum ve aktarma olduğu için tek bilet parası ödemiş oluyorum, yani maddi olarak da daha karlı. Evet belki evden yarım saat erken çıkmam gerekiyor ama umurumda değil. Zira çok yakında dibimdeki durak açılacak ve ben çok daha kısa sürede varacağım.
Bunları niye anlatıyorum biliyor musun? Çünkü toplu taşıma medeniyettir. Ama insana yakışan bir toplu taşıma. Seni trafiğe sokmadan, dolayısıyla trafiği de senin yüzünden arttırmayan toplu taşıma. Trafiğe fazladan ve gereksiz yere çıkan her araç çevreyi kirletir, gereksiz yere yakıt tükettirir.
Dün Elif’in birçok blog yazarı ile birlikte yayınladığı ortak yazısında olayı anlamamış ve 3. köprüyü bir hizmet olarak gören okuyucusuna da bunu anlatmaya çalıştım. Köprüden geçen araç sayısındaki artışın insan sayısındaki artışa göre daha fazla olması “hizmet” anlamına gelmez. Satın alırken de deposunu doldururken de servet harcadığımız özel araçlar için köprü yapmak yerine medeni toplu taşıma projeleri “hizmet” anlamına gelir. (Bak medeni deyip duruyorum, konserve kutusu metrobüslerden bahsetmiyorum, metrodan bahsediyorum, deniz yolundan bahsediyorum)
“Sen İzmirlerden ahkam kesme bakiim” diye aklından geçirenin gözünden anlarım, “her ay İstanbul’a yaptığım iş seyahatlerini geçtim, bu ülke hepimizin, doğa katliamı, çevre kirliliği hepimizin mücadelesi olmalıdır” der, ağzının payını veririm!
İrem afşin ve Banu Conkere aşağıdaki yazı için teşekkürler.
------------
Ben bir anneyim/babayım. Anne olmak sadece doğurmak değildir./ Baba olmak sadece çocuğu için para kazanmak değildir. Anne/ Baba olmak geleceği yetiştirmektir. Bir çocuk gelecek için yatırımdır. Çocuklarımızın sağlıklı olması en büyük servetimizdir. Bunun için de sağlıklı yiyecekler, kirlenmemiş, yok edilmemiş bir doğaya ve temiz suya ihtiyacımız var.
Ben İstanbul’da yaşayan bir anneyim/ babayım. Kış geldiğinde şehrin üstüne inen kirli hava pusunun altında nefes almaya çalışıyoruz. Ben çocuğumun temiz havayı içine çekmesini, toprağın kokusunu duymasını istiyorum, çünkü bunu ona borçluyum. Kızılderililerinin dediğine inanıyorum, “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık”. Dünyayı daha iyi bir şekilde onlara geri vermeliyiz.
Yaşadığımız şehirde doğa rant hırsı ile uzun yıllardır fazlasıyla tahrip edildi. Şimdi bir de yıllardır konuşulan 3. Köprü’nün yapımına başlandı.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa; trafik için çözüm olmayacak, ancak çevreyollarının kenarları yeni sitelerle doldurulacak.
• Eğer 3.köprü yapılırsa, zamanla ormanların içindeki su havzaları ortadan kalkacak ve susuzluk sorunu ile yüzleşmek zorunda kalacağız.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, suların kirlenmesi çevrenin daha da sağlıksız olmasına neden olacak.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, sadece İstanbul değil, Kocaeli ve Çatalca yörelerindeki verimli topraklar da beton yığınlarıyla kaplanacak.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, İstanbul’un giderek azalan yeşil alanları hızla iyice küçülecek, sıcaklık dayanılır olmaktan çıkacak.
Böyle bir şehirde nasıl yaşayacağız? Çocuklarımızı büyütmek istediğimiz şehir bu olabilir mi?
İstanbul’un ilk Boğaz Köprüsü 1973’te, ikincisi 1988’de açıldı. O zaman gösterilen gerekçeler, iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak ve trafik sorununu çözmekti. Ama sorun, yıllar geçtikçe daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
Çünkü köprüler trafiği azaltmıyor, aksine kendi trafiklerini yaratıyor.
Çünkü köprülerin taşıdıkları yolcu değil araç!
Birinci köprü açıldıktan bir yıl sonra:
Boğazı geçen insan sayısı yüzde 4 artarken
Boğazı geçen araç sayısı yüzde 200 arttı!
İkinci köprü açıldıktan sonra bugüne kadar:
Boğazdan geçen insan sayısı yüzde 170 artarken
Boğazdan geçen araç sayısı yüzde 1180 arttı!
Yolcuların yüzde 63’ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı yüzde 10
Yolcuların yüzde 37’sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı yüzde 90
Özel araçların yarattığı trafik sıkışıklığını karşılamak için İstanbul Boğazı’na 2020 yılında 7 köprü, 2040 yılında 70 köprü yapılması gerek! Köprülerle örtülmüş bir boğaz hayal edebilir misiniz?
Ben bir anneyim/ babayım, çocuğum için 3. Köprü’nün yapılmasına karşıyım.
Trafiği çözmek istiyorsanız toplu ulaşımı arttırmanızı istiyorum. Trafiği çözmek istiyorsanız, bilinçli araç kullanımının yaygınlaştırılmasını istiyorum.
Köprü değil, sağlıklı yaşam ve çevre için bilinçli toplum ve toplu taşıma istiyorum!
Sizleri 3. köprüyü engellemek ve daha iyi bir geleceğe sahip çıkmak için sosyal medya üzerinden yetkililere baskı yapmaya çağırıyorum.
Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf
Arabasız kalacağım için söylüyorsam şerefsizim! Çok samimiyim!
Ki henüz arabasız kalmadım, yani İlker kendi arabasını satmadı, buna rağmen mecbur kalmadıkça arabayı almıyorum. Şimdiye kadar aklın nerdeydi dersen, şöyle anlatayım, metro durağı yürüme mesafesinde değildi, metroya kadar kötü bir İnönü caddesi trafiğine girerek ve üç araç değiştirerek ofise varmam gerekiyordu, üstelik yaktığım mazottan daha fazlasını harcıyordum. Artık on dakika yürüyüp metroya biniyorum. Oradan da bir otobüsle ofise varıyorum ve aktarma olduğu için tek bilet parası ödemiş oluyorum, yani maddi olarak da daha karlı. Evet belki evden yarım saat erken çıkmam gerekiyor ama umurumda değil. Zira çok yakında dibimdeki durak açılacak ve ben çok daha kısa sürede varacağım.
Bunları niye anlatıyorum biliyor musun? Çünkü toplu taşıma medeniyettir. Ama insana yakışan bir toplu taşıma. Seni trafiğe sokmadan, dolayısıyla trafiği de senin yüzünden arttırmayan toplu taşıma. Trafiğe fazladan ve gereksiz yere çıkan her araç çevreyi kirletir, gereksiz yere yakıt tükettirir.
Dün Elif’in birçok blog yazarı ile birlikte yayınladığı ortak yazısında olayı anlamamış ve 3. köprüyü bir hizmet olarak gören okuyucusuna da bunu anlatmaya çalıştım. Köprüden geçen araç sayısındaki artışın insan sayısındaki artışa göre daha fazla olması “hizmet” anlamına gelmez. Satın alırken de deposunu doldururken de servet harcadığımız özel araçlar için köprü yapmak yerine medeni toplu taşıma projeleri “hizmet” anlamına gelir. (Bak medeni deyip duruyorum, konserve kutusu metrobüslerden bahsetmiyorum, metrodan bahsediyorum, deniz yolundan bahsediyorum)
“Sen İzmirlerden ahkam kesme bakiim” diye aklından geçirenin gözünden anlarım, “her ay İstanbul’a yaptığım iş seyahatlerini geçtim, bu ülke hepimizin, doğa katliamı, çevre kirliliği hepimizin mücadelesi olmalıdır” der, ağzının payını veririm!
İrem afşin ve Banu Conkere aşağıdaki yazı için teşekkürler.
------------
Ben bir anneyim/babayım. Anne olmak sadece doğurmak değildir./ Baba olmak sadece çocuğu için para kazanmak değildir. Anne/ Baba olmak geleceği yetiştirmektir. Bir çocuk gelecek için yatırımdır. Çocuklarımızın sağlıklı olması en büyük servetimizdir. Bunun için de sağlıklı yiyecekler, kirlenmemiş, yok edilmemiş bir doğaya ve temiz suya ihtiyacımız var.
Ben İstanbul’da yaşayan bir anneyim/ babayım. Kış geldiğinde şehrin üstüne inen kirli hava pusunun altında nefes almaya çalışıyoruz. Ben çocuğumun temiz havayı içine çekmesini, toprağın kokusunu duymasını istiyorum, çünkü bunu ona borçluyum. Kızılderililerinin dediğine inanıyorum, “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık”. Dünyayı daha iyi bir şekilde onlara geri vermeliyiz.
Yaşadığımız şehirde doğa rant hırsı ile uzun yıllardır fazlasıyla tahrip edildi. Şimdi bir de yıllardır konuşulan 3. Köprü’nün yapımına başlandı.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa; trafik için çözüm olmayacak, ancak çevreyollarının kenarları yeni sitelerle doldurulacak.
• Eğer 3.köprü yapılırsa, zamanla ormanların içindeki su havzaları ortadan kalkacak ve susuzluk sorunu ile yüzleşmek zorunda kalacağız.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, suların kirlenmesi çevrenin daha da sağlıksız olmasına neden olacak.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, sadece İstanbul değil, Kocaeli ve Çatalca yörelerindeki verimli topraklar da beton yığınlarıyla kaplanacak.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, İstanbul’un giderek azalan yeşil alanları hızla iyice küçülecek, sıcaklık dayanılır olmaktan çıkacak.
Böyle bir şehirde nasıl yaşayacağız? Çocuklarımızı büyütmek istediğimiz şehir bu olabilir mi?
İstanbul’un ilk Boğaz Köprüsü 1973’te, ikincisi 1988’de açıldı. O zaman gösterilen gerekçeler, iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak ve trafik sorununu çözmekti. Ama sorun, yıllar geçtikçe daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
Çünkü köprüler trafiği azaltmıyor, aksine kendi trafiklerini yaratıyor.
Çünkü köprülerin taşıdıkları yolcu değil araç!
Birinci köprü açıldıktan bir yıl sonra:
Boğazı geçen insan sayısı yüzde 4 artarken
Boğazı geçen araç sayısı yüzde 200 arttı!
İkinci köprü açıldıktan sonra bugüne kadar:
Boğazdan geçen insan sayısı yüzde 170 artarken
Boğazdan geçen araç sayısı yüzde 1180 arttı!
Yolcuların yüzde 63’ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı yüzde 10
Yolcuların yüzde 37’sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı yüzde 90
Özel araçların yarattığı trafik sıkışıklığını karşılamak için İstanbul Boğazı’na 2020 yılında 7 köprü, 2040 yılında 70 köprü yapılması gerek! Köprülerle örtülmüş bir boğaz hayal edebilir misiniz?
Ben bir anneyim/ babayım, çocuğum için 3. Köprü’nün yapılmasına karşıyım.
Trafiği çözmek istiyorsanız toplu ulaşımı arttırmanızı istiyorum. Trafiği çözmek istiyorsanız, bilinçli araç kullanımının yaygınlaştırılmasını istiyorum.
Köprü değil, sağlıklı yaşam ve çevre için bilinçli toplum ve toplu taşıma istiyorum!
Sizleri 3. köprüyü engellemek ve daha iyi bir geleceğe sahip çıkmak için sosyal medya üzerinden yetkililere baskı yapmaya çağırıyorum.
Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf
26 Temmuz 2013 Cuma
Kim lan bu herif?
…ve hemen her cümlenin sonunda “Kim lan bu herif” deyip duruyordum. Kitabın daha ilk sayfasından hastası olmuştum!
... kelimelerin kifayetsiz kaldığı duygular içinde okumaktaydım.
25 Temmuz 2013 Perşembe
DIY'ın dibi: "Handmade bookmarks" diğer bir deyişle "Allahım sana geliyorum!"
Üzerinize afiyet bir yaratıcılık peyda oldu bünyeye, bir şeyler yapmadan duramıyorum, allah seni inandırsın gözüm evin çerinde çöpünde!
Bazı kadınlar vardır, (belki erkekler de vardır da ben rastlamadım) dokundukları yeri güzelleştirirler. Benim Tea&Pot’çu eltiler böyle mesela. Sen IKEA’da üç tur atarsın, bunlar birkaç çerçeveden seyredilesi objeler yaratırlar. Ulen ben de baktım aynı çerçeveye nasıl görmedim dersin. Bizim Gamze mesela, itinalıdır, zevklidir. Bir şey yapar ama titizlikle yapar, öyle bakar kalırsın.
Bazı kadınlar vardır, (belki erkekler de vardır da ben rastlamadım) dokundukları yeri güzelleştirirler. Benim Tea&Pot’çu eltiler böyle mesela. Sen IKEA’da üç tur atarsın, bunlar birkaç çerçeveden seyredilesi objeler yaratırlar. Ulen ben de baktım aynı çerçeveye nasıl görmedim dersin. Bizim Gamze mesela, itinalıdır, zevklidir. Bir şey yapar ama titizlikle yapar, öyle bakar kalırsın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)