18 Haziran 2023 Pazar

Yağmur

 Günler süren aşırı sıcaklar yerini yağmura bıraktı. Oh be!

Bu iklim petunyaya nasıl da iyi geliyor. Diktiğim yerde coşuyor.

Cumartesi sabah yeni bir egzersiz denedim, ağırlıklı filan. Yetmedi üstüne banyoları temizledim, aylar var ki dokunmamıştım, Arca’nın duşunun taşları beyaz bizimki siyahmış. Ben krem ve füme sanıyordum. Yetmedi üstüne markete gittim. Üç gibi eve döndüğümde birkaç kayısı ve bir elmadan başka bir şey yememiş olduğumu, yorgunluktan sesimin bile cılızlaştığını fark ettim. Hiç de iştahım yok. Smoothie içiverdim. 


Niyet ettiğimin üzerinden ne kadar geçti bilmiyorum ama -2 kilo ile görüşlerinize hazırım komutanım! İşin sırrı muhteremde. O etraftayken iştahım açık, eh sürekli yemek konuşuyoruz, yemek yapıyoruz, yemek yiyoruz ya ne olacaktı. Bir de hamilelikte çıkan çok affedersin basurum nüksetti mi? Eh olacağı buydu, sürekli stres, saatlerce oturma, egzersize yürüyüşe vakit bulamama… Dolayısıyla sıvı lifli beslenme mecburiyetinden gitti o kilolar, bir haftaya bir kilo daha gider mi? Hiç sanmam yarın muhterem dönüyor, benim sefil beslenmemin sonuna geliyoruz. 


Akşam üzeri façayı düzeltmeye kuaföre gittim, saçında kimyasallarla beklerken oturduğun saç yıkama koltuklarını dişçi koltuğu gibi ayak uzatmalı yapmışlar. Beklerken mis gibi içim geçmiş. Kuaförümle seçimlerden konuştuk, ikinci kuşak gurbetçi olup da akepeye oy vermeyen yegane insanlardandır herhalde. Türkiye’yi sinirleri alınmış ölmüş dişe benzetti, artık acı yok ama kaybettik. Öyle … 


Açık açık sordum, bizim buradakilerin mutluluğu neden? Nereden geliyor bu coşku? - Zira seçim gecesi Antwerpte evinin önünde bayrak açan Türkleri görünce akepeyi sepetledik sanan Elena neredeyse bize tebrik mesajı gönderecekmiş de, rte sloganlarını duyunca şaşırmış. 


Güya gurbetçilere trafik cezası kesmiyorlamış Türkiyede. Olur mu ya? Trafik kurallarını sallamamalarından anlıyorum da, insan sırf bunun için minnet duyar da oy atar mı? Gerçi bizim toplumumuzun fırsatçılığı ve beleşçiliği üzerine kurulmuş bir parti örgütünün başarısını artık teslim etmek lazım. Teslim ettim, kabullendim, tebrikler. 


Kuaför koltuğunda şekerleme yapmak, üstüne Tufanla memleket meseleleri üzerinden deşarj olmak ve  yazlık sarışını saçlarımla kuaförden çıkmak iyi geldi. İyi ki fön çektirmemişim zira eve yürürken bir yağmur bastırdı, yazlık elbisenin içinden donuma kadar ıslandım. Brüksel sokaklarında yüzünü göğe vermiş, gülümseyen bir kadın görenler, yanıldılar, deli değilim sadece yağmur seviyorum. Yaz yağmurlarını daha da çok seviyorum.


Yağmur iyidir, uçuşan karahindiba tohumlarını da yıkar temizler. Yol kenarındaki ıhlamurların kokularını iyice ortaya çıkarır. Evde ergenim aç beklemese ben daha uzun uzun yürürdüm, ıhlamurların altında…



Ve bu sabah. Mis gibi yağmura uyandım. Pazar sabahı için ne harika bir sürpriz. Çalışmak zorunda olduğum bir pazar günü için ne isabetli bir hava. Arca sınavlara, ben raporuma çalışacağız bugün. Ve sonra yemek, ve sonra ütü. Evet ütü için de isabetli bir hava. 




Ve babalar günü kutlamaları. İlker ve ablamlar bizimkilerde kahvaltıda buluşmuşlar. Bol babalı bir babalar günü kutlaması yaptık. Gurbetlik zor ama keyifler gıcır olduktan sonra dert değil. 


Hadi ben dükkanı açam da çalışam yoksa bu hafta da kabus gibi geçecek. 


16 Haziran 2023 Cuma

Bitch Yeliz Top Ten

 Bir yaz akşamı

Cuma

Sabah altıda kalkıp sekizdeki toplantı için son hazırlıkları tamamladım ve yedi buçukta ofise intikal ettim. Akşam altıda çıktığıma göre 12 saat çalışmışım. Ama cuma ama zaten bütün haftam aşağı yukarı böyleydi ama çocuğum evde yalnız aş ekmek bekler… Çıktım. Yolda gelirken canlı yayında Arca’ya makarnanın sosunu yaptırıyordum. Çalışan bekar anne simülasyonu. İlginç bir deneyim ama ben kocamı tercih ederim, İlker eve dön! 


Neyse… Hayatımın yoğun iş ve ucundan azıcık Arca halinde geçen bu günlerinde, aldığım en güzel iltifat “vay Yeliz hattın diğer ucundaki şahıs olmak istemezdim, neyse ki aynı takımdayız” diyen Elena’dan geldi. 


Toplantıların arasında gözüme Afsaneh’nin mesajı ilişmişti, başka bir departmanla toplantıdaydı, paniklemişti, destek lazımdı, virtual da olsa bastım toplantıyı, önce sert sonra daha sert sonra tatlı ve de nihayetinde gönül almacalı bir süreçten sonra toplantı iyi haftasonları dilekleriyle bitti. 


Evet bazen gerçekten “bitch” olabiliyorum. Bazen bilerek yapıyorum, bazen içimden geliyor :)) 


Geçen gün yine dellendiğim bir toplantı sonrası, Marco, Elena ve Afsaneh benim top ten bitch listemi çıkardılar. Ortamlarda benim nasıl bir manyak olduğumu anlattıklarına kalıbımı basarım. Ama ispat edemem.


İlk sırayı işe başladığının ilk aylarında Marco’yu “şimdi pis yüzümü göstereceğim, korkma sakın” diye uyararak ortalığı kırıp geçirdiğim episode var. Hala unutamıyormuş.


Bence ArGe müdürlerinin sorularıma kıvırma cevaplar vermelerinden dellenip de ya allah sıra sorgusunda “sorularıma evet ya da hayır diye cevap verin başka cevap kabul etmiyorum” diye yaygarayı bastığım, hattın öbür ucundaki Japonların her soruma “ はい (hai-evet) Yeliz san” diye cevap verdikleri toplantı birinci sırayı daha fazla hak ediyor. 


Afsaneh o toplantıyı uzaktan duymuş da Marco’ya “beni de davet et hemen, kaçırmayayım Yelizi” demiş. Genç nesillerin bitch idolüyüm nitekim :))) 


Bir de ofis binasının asansörlerini tümden durduğum video çekimimiz vardı, sadece Japonlar değil Belçikalılar da pis yüzümü gördüler, “benim çekimim yapılırken o asansör sesi duyulmayacak, hepinizi yakarım bu binayı yakarım” dercesine bir bakış atmışım, Marijke “adamların kabusu oldun” dediydi de bir gururlanma geldiydi üstüme. Diyorum işte içimde varsa demek…

Baktım görsel yok yazıyı bitirince çekiverdim


Baksan sevimli kadınım aslında, hatta son haftalarda sürekli yüz yüze toplantı yaptığım Japonlarla iyi anlaşmama Avrupalı meslektaşlar hayret ediyorlar, ama işte tersim pis, hiç beklemedikleri bir anda bitch Yeliz mode on. Bence beni renkli bir kişilik olarak görüyorlar, zira sevdiklerime çay bile yaparken, herkese acayip pozitif yaklaşırken tepemi attırdılar mı, gerçekten silkeliyorum, ama sonra işte lanet olsun içimdeki insan sevgisine, gönüllerini alıyorum. Manyak mıyım neyim? Bilmiyorum bence kimse bilmiyor ama işte seviyorlar nitekim :)) 



12 Haziran 2023 Pazartesi

Babasının kızı

 İlginç bir hafta sonu.

İlker hala İzmir’de.


Ana oğul takılıyoruz. Görevlerini (çöp atmak, depodan su vs getirmek, ders çalışmak) yaptığı sürece ilişmiyorum, malum sınav zamanı. Ders çalışırken konsantre olmak için odasında futbol topuyla garip hareketler yapmaya ihtiyaç duyduğunu fark ettiğimden beri, odadan çıkmamak, top sektirmemek ve alt kat komşuları şikayet ettirmeyecek seviyede tutmasına sesimi çıkarmıyorum. Biliyorum İlker olsa izin vermez. İlker olsa, donla gezmesine de izin vermez. Ama işte hava otuz derece, Türkiye’deki karşılığı kırk. Ve çabalıyor, allah için bir ergene göre gayet de çalışıyor, bana düşen onun işini kolaylaştırmak.


Akranları Türkiyede LGSye girdiler, kimsenin işi kolay değil, Türkiyede olsaydık o da o yolun yolcusuydu şimdi. Ama bakma ne kadar küçümsesem de buranın eğitim sistemini, buranın da kendi ayarında bir baskısı var. Başaramadın mı, yallah meslek lisesine! .


Ergenim Arca’nın sınavları başlayacak diye bu cumartesi en sevdiği hamburgercide rezervasyon yaptırdım. Evet canım, hamburgerciye ben geldim diyemiyor, rezervasyon yaptırıyorsun! Meğer maç var mıymış? Muhterem olmayınca bizim ofisteki gençlerden öğrendim. Eh madem hepsi biliyor bu maç Belçika ligi olamaz dedim, meğer büyük olaymış final mi ne? Arca rezervasyonu buna göre ayarlamış olduğuma beş yıldız verdi. Evet İlker yokken favori ebeveynliğe oynuyorum! Hamburgercide tavuklu salata yemem bile zirveden indiremedi beni, hey yavrum hey.


Dün buzdolabına dizdiğim sıra sıra meyveler (muz ananas çilek üzüm) ve hamburgeci akşamı, bugün pancake, sucuklu yumurtalı turşulu tost, üstüne pilav et sote ve iki porsiyon dondurma müsaadesi de zirvedeki yerimi sağlamlaştırmazsa ne sağlamlaştırır bilemiyorum! 


Arca bir yana, ben bu hafta sonu, tüm hafta masabaşı geçirilmiş, beyin mikleyici her şeyi nötürlemek için kendimi paralarcasına ev bahçe işine nasıl daldım nasıl manyakça hiç oturmadan dinlenmeden ırgat gibi çalıştım, ona şaşırıyorum. 


Sabahın erkeninde kalkmalar, kendini bahçecilere atıp iki saat o çiçek senin bu ot benim dolanmalar, eve varmadan markete girip bir saat de orada haftalık ihtiyaçları halletmeler, yetmeyip evi temizlemeler, o da yetmeyip en son altı ay önce temizlenmiş mutfak dolaplarına girmeler, terastaki çiçekleri, bostandaki sebzeleri dikmeler… üstüne haftalık yemekleri pişirmeler, çamaşıra ütüye dalmalar…. Aman yarabbi, domestiğe feci bağlamalar. Bana bir kadınlık geldi hemşire :)))


Arca bile bana dedi ki, “anne sen temizlik manyağı olmuşsun haberimiz yok”


İlkerle gururla paylaştım da kocama bir gülme geldi. Anam ben en son bu kıvam bir delirmeyi altı ay önce yapmıştım. Benim evle ilgili delirmelerim zaten daha sık olamaz, niye? 


Ben anamın değil babamın kızıyım. Ben ortamda toz kir pislik olsa takmam, görmem, benim temizlik standartlarım o kadar düşüktür ki, ben eve temizlikçi almam (zira Avrupa entegrasyonunda benim gibisi görülmemiştir), hijyenimiz tehlikeye giresiye kadar ya da misafir gelesiye kadar tuvalet temizlemem. Annemin bize gün aşırı ovdurduğu lavabolara haftada bir ilişirsem iyi, yoksa ancak leşlik beni rahatsız ederse… Ki sizi temin ederim, benim temizlik eşiğim epey yüksektir, görmem, görmediğim için de temizlemem. Temizleyene de bir şey demem. 


İşte mutfak dolaplarında o eşik aşılmış olacak ki, daldım. Nitekim yaz süresince misafirimiz eksik olmayacak. Ablamlar temmuz sonu gelecek, o ocak ayında getirdikleri kestane tezgahın ardında tost makinasının arkasında çıksa iyi mi olur ? Olmaz, arada temizlemek lazım. 


Nitekim temizledim, çok affedersin götüm çıktı temizlerken.  mutfak dolaplarının içleri temizlendi, son kullanma tarihi geçenler sepetlendi, bir nevi arındık, temizlendik, mis. İnşallah altı ay sonra yine mutfak dolaplarında buluşmaca.


Babasının kızı derken ciddiyim. Geçen İzmir’deyken, ablamlar filan hep beraber, babamın atölyesine gittik. Babam, elinde kalan malzeme, takım, makina ne varsa satmak istiyordu. Annem demiş ki, “elin ayağın tutarken değerde sat, çocuklar bilemez, ölür kalırız, malın mundar olur” akıllı kadın. Babam da mantıklı bulmuş, birkaç aydır ufak ufak satıyormuş. Lakin bir gün dedi ki, sizin koliler var, kitap vs, ben onları bilemem, bakın da işinize yaramayanları bağışlayalım. Gittik atölyeye.



Babamın kırk sene iş yaptığı, hepimizi geçindiren bizleri okutan büyüten ekmek teknesi. Hey gidi… o gün Mahallenin berberine tesadüf gelmiş Emin abi, babamın ustası koştu geldi, sarıldık, benim doğduğumu bilir, Emin abi. Atölyenin önünden gelir geçermiş de bizi görünce giriverdi, geçmişe döndük, gözler yaşardı. O da emekli oldu bizden, çocuklarını büyüttü. Benim kırmızı pinokyo bisiklet boyum uzayınca onun benden birkaç yaş ufak oğlana kaldıydı, ne sevinmiştim, zira boyum uzamıştı, ben ablamın beyaz bisanına sarkacaktım da, kardeşim yoktu, kim kullanacaktı gıcır gıcır baktığım pinokyomu? 



94 krizinden sonra beli bükülen babam, akepeden sonra seksenlerdeki işlerini taahhütlerini alamaz olduydu. Eh 2000’lerin başında ikimiz de evliydik hatta ben artıl İstanbul’daydım, bakacak kimsesi de olmayınca istemeyerek emekli oldu, iyi oldu tabii o yaştan sonra ne uğraşacak. Attı kendini yazlığa, oyalandı mis. Lakin atölyeyi de hiç elden çıkarmadı. Hani işler düzeliverirse … ama …  Öylece depo gibi kaldı. Evet depo gibi ama bir yandan da hiç düzeni bozulmadan müze gibi… 






Küçücükken seke seke inip çıkardım merdivenleri, babamın bürosu kırk senedir aynı. Aynı kalır mı ya? Aynı. Tek fark benim İTÜ makina mühendisliği diplomamın çerçeveletip asılmış olması, Kepli fotoğrafımın yanına. Ben çerçeveletmemişim, babam sen ne yaptın! 


Babamı devlet parasız yatılıda İstanbulda devlet okutmuş, meslek lisesinden birincilikle mezun olmuş babam. Hem çalışıp hem de makina mühendisliğinde okumuş İzmirde ama parasızlıktan üçüncü sınıfta bırakmış mezun olamamış. Hep gurur duydu benimle, “kızım Teknik Üniversitede makina okudu” diye… baksan ben onun mühendisliğinin tırnağı olamam. Ama o asmış benim çerçeveli diplomamı.


Atölye toz içinde.


Annemle ablam hiçbir yere dokunmuyorlar, bir parmak toz! Ben takar mıyım, her yere girip çıkıyorum. Benim evden hallice……


Babama diyorum, “otur da şöyle bir patron selfiesi çekelim,” çekiyoruz. Hepsini anlatıyor, kırk sene önce bile nasıl çalışırlardı, nasıl işler yaparlardı, o kazanı sığdıramamışlardı da atölyenin dışında kaynaklarını yapmışlardı, ha Emin!” Emin abi onaylıyor “ ha patron caraskal taktıydık da kaldırdıydık… ne günlerdi be…” 


Annem uyarıyor, fare filan çıkabilir, ben kolilere dalıyorum, leş kir.


O gün benim kırk dört yaşımın son günüydü, alacaklarımı aldım kolilerden, çocukluğumun atölye günlerine veda ettim, Emin abiye sarıldım, babamın anılarını dinledim, çok güzeldi, çok dokundu. 


Bugün leş toz içinde evi temizlerken… aklıma geldi, ben evin her köşesi tertemiz olan anamın değil, bir parmak toz içinde anılarıyla, toprağı eşeleyip çiçekler diken,  çiçeklerine karşı serin serin oturup da bir kadeh yorgunluk içkisi içen, içerken de bir sohbet edelim yav deyip kızını arayan, hayattan her daim keyif almayı kendine amaç edinen, kimseyi sallamayan, sadece kendi için yaşayan kendini seven babasının kızıyım. Ne mutlu ki öyleyim… 




8 Haziran 2023 Perşembe

Teras sezonundan merhaba


Belçika yazı denen günlere şahit oluyoruz. Hava sıcaklığı 25 dereceyi geçti, gün içinde güneşliklerin kapatılması öneriliyor. Sıcağa alışkın değiliz. Hayır. (Ben ne sıcaklar gördüm de buranın sıcağı başka vallahi abartmıyorum.)


Akşama kadar güneş gelmeyen home office odam olduğu için şanslıyım. Şanslıyım ki…


Evden çalışmanın tadını çıkardım bugün. Son haftalarda iki günlük evden çalışma hakkımı sıfır olarak kullandığımdan, bu hafta fırsatını bulmuşken sonuna kadar kullandım. Oh canıma değsin. 


Evden çalışma deyip geçmeyin, bir kere daha geç kalkma şansın var. Yine de erkenden kalktın mı, benim gibi kendini yürüyüşe atabilir, ya da evde sabah sporu yapabilirsin. Benim gibi evde çalışırken kameranıaçmayangillerden isen - ki kamera açmak hiç sağlıklı değilmiş zira kendimizi izleyip yargılar dururmuşuz laf aramızda kamerayı bizim ofiste sadece 50 yaş üstü açıyor, çok old fashion! - prezentabıl olmak zorunda da değilsin. Allah seni inandırsın mecbur kalırsam cool durayım diye siyah t-shirtümü sırtımdan eksik etmiyor, gözlüklerimi takıp, saçlarımı en kötü ihtimalle bandana ile hizaya getiriveriyorum, tamam! 


 Gerisi… Yap kahveni geç işinin başına. 


Nitekim bugün ben de… 


Çamaşırlarımı astım, akşam ve yarın ne yesek diye düşünürken öğlen buzluktan bir şeyler çıkarabildim. Dahası ayak maskesi, manikürü bile aradan çıkardım. Öğle yemeği sonrası 15 dakikalık kestirme de cabası! Yaşasın evden çalışma! Hani terasım biraz daha çiçekli olaydı, bir de onları sulayıverirdim ya neyse…


Kuruyan bütün çiçeklerimin saksılarını yenilerini dikmeye hazır ettim geçen hafta. Niyetim cumartesi sabah sıcaklar başlamadan çiçeklerimi dikmek. Hadi hayırlısı. İlker yok ya hafta sonlarını kaliteli geçirme planları içindeyim. Bu hafta terası renklendirme ve mutfak dolapları, haftaya cam çerçeve kuaför gibi gibi… 


Bu akşam Arca ile son günlerin en tatlı sohbetini yaptık. Stephan King okuyan o Belçikalı-Afrikalı kızın sohbetini yaptık mesela. Hafta sonu birlikte Stephan King filmi izlemeye karar verdik. Mesela şeriat nedir, laiklik nedir konuştuk. Birlikte ilkokulu iki sınıf okudukları arkadaşlarının bugün instagramda gördüğüm ortaokul mezuniyetlerini, LGS hazırlıklarını, konuştuk. İğrenç ergen bıyıklarını ne zaman kesecekti? Sınıfça anlaşmışlardı, seneye ilk Almanca dersine Hitler bıyığı ile gidip sonra keseceklermiş. Iyyy. Belçikalıların espri anlayışı. Vallahi bana sorsan şimdiki ergen gurbetçi bıyığına her şeyi tercih edebilirim. Babası yok ya dökülüyor cüce; “ anne ya ne diye sofrayı topluyoruz? Sen yokken babamla hiç toplamıyoruz, her şey masaya tezgaha yığılı kalıyor” 


Peki. 


Ben keyifle yazarken akşam iyice çöktü, geçen akşamdan kalan ergen dansçı dizisinin iki bölümüne bakıp yatayım, yarın ofis, yarın Arca’nın koşu antrenmanı ama yarın en güzeli cuma, ahhh…

5 Haziran 2023 Pazartesi

N’oldu o 3 kilo ?

 Ahu sorduydu, noldu o 3 kilo ? Üçün biri diyelim gitti, diyelim de o üçün ikisi ne olacak?

Ne demiştim?


Planınız varsa uygulayınız. Plan önemlidir, uygulamak daha önemlidir.


Sen uyguladın mı dersen… Eh uygulamadım dersem yalan olur, birkaç ufak fire dışında uyguladım. Karbonhidrattan uzak kalmaya çalıştım (Frankfurt kaçamağını ve anne çocuk Nona Pizzayı saymazsak)

Nefis Belçika biralarından uzak durmaya çalıştım (dümeni şaraba şarabın da beyazına pembesine kırmayı saymazsak)

Porsiyonları küçülttüm. 

Spor yaptım (ama işte stretching gibi Leslie gibi low intensity hareketler) 

Yürüyüşler yaptım (bak ama bunu sağlam yaptım) 

Her gün işe evden salata veya salata çorba götürdüm. Götüremesem de salata bardan yemek yedim. 


Yetti mi ? Katiyen! Ayol bunu zaten yirmilerinde de yapman lazım domat gibi 45ine geldiğinde değil! Hadi neyse nasılsa verdin 1 kilo, kaldı iki kilo. Kalmasın o iki kilo. Efendi ol, kalmasın. Yaşının kadını ol. 


Dedim ve yeni planlara yelken açtım. 


Her sabah kalkıp da ayağına sporlarını geçirmek yarım saat ter atmak iyi hoş da, sen full body work out yapmadan nasıl fit olacaksın? Olmazsın, olamazsın, o halde değiş tonton! 


Dedim ya İlker gitti, bu iyi bir şey. Biz bir aradayken Arcanın dediği gibi çok pis bir takım oluyoruz, sadece çocuğumuzun hayatının içine etmekle kalmıyoruz bir de üstüne sürekli nefis gurme sohbetlerle birbirimizi gaza getirip yiyoruz. Ben şahsi hayatım içinde salatayla, lezzetli olduğu sürece, doyabilirim ama İlker etraftayken her şeyi yiyorum her şeyi! Detaya girip sizin de iştahınızı açacak değilim.


Neyse bugün pazar. Pazar demek, haftaya hazırlık demek. Hareket demek, bereket demek.


Son zamanların en verimli pazarını geçirdim. 


Sabah erken kalktım her zamanki gibi. Çamaşırlar gece ucuz elektrik tarifesinde yıkanmıştı, astım. Kahvemi içerken günlük ve haftalık planımı yaptım. 


Ne yemek yapılacaktı, hangi gün hangisi yenecekti? Günü verimli geçirmek için hangi iş ne zaman yapılmalıydı? Ne yapmak istiyordum bugün? 


Tek tek yazıldı, liste yapıldı. 


Çünkü listelerim olmazsa ben bir hiçim!


Yarın departman yemeği için akşam dışarıda olacağıma göre Arca’nın mikrodalgada ısıtacağı ve beni kıskanmayacağı kadar seveceği bir yemek ayarlamalıydım ama ne? Tavuklu pilav! İlker her zamanki gibi buzluğa tam da haşlamalık bir kemikli tavuk göğsü hazırlamıştı. Bu akşam birazını yarın akşam da kalanını mideye indirir ergenim. Pilavı fazla yaparsam, salı akşamı yiyeceğimiz bamyanın yanına da yakışır. 


Evde ergeniniz varsa ve siz diyet yapmak niyetindeyseniz, öncelikle yemeklerinizi ayrı ayrı programlayacaksınız, zira ne o sizin menünüzle doyabilir, ne siz onun ihtiyaç duyduğu ekstra karbonhidratlara meyledebilirsiniz. Bir gün Arca’yı bir tabak ıspanakla çırak çıkardığımda demişti, “anne ben böyle sebzeyle doymuyorum, doyuyormuş gibi oluyorum hemen acıkıyorum”. O gün bugündür biz yemesek bile ona makarna, hazırda makarna sosu, bulgur ya da pirinç pilavı yapıyorum. 


Liste benim yiyeceklerimi de kapsıyor elbet. Kinoa haşlamak, buzluktaki közlenmiş kırmızı biberi çözdürmek icap ediyor tabii ki. 


Bugünün yapılacaklar listesinde yürüyüş, ütü, sebze tarhının dikime hazırlanması, ofis ve evden çalışma günlerinin planı, haftalık ajanda düzenlemesi, yaklaşan bir event için beğenmediğim sunum içeriğine ufak dokunuşlarla ekibi biraz silkelemek, ekibin yıllık hedeflerini gözden geçirip son haline getirmek, yarın ve sonraki günler için sefer tası hazırlamak, sebze tarhı sonrası totoma benzeyecek ellerime manikür, cilt ve saç maskesi gibi kişisel bakımlar vardı. 


Planı tamamlayınca yürüyüşe çıktım, bir saat deli gibi yürümüşüm. Artık fotoğrafını çekmek ya da koklamak için sürekli duraklayacağım çiçekler yok, her yer yeşilin elli tonu. Olsun. Bu da güzel. 



Dönüş yolunda bizim mahallenin caddelerinde kalabalık gördüm dalıverdim meraktan. hay aksi ikinci el pazarı kurulmuş, adım adım göt göteyiz, geri de dönemedim kendimi caddeye zor attım. 


Eve gelince ergenimle bir koca tava menemeni mideye indirdik. Menemen diyette caiz midir? Sebzeli yumurta da münasip olmayacaksa ne yiyelim? Taş mı yiyelim?


O vakit tavuğu kaynamaya, bamyayı da usul usul kendi suyunda pişmeye verdim. Menemenin üstüne Kahveyi içince bir canlılık geldi, baktım Arca da ders çalışıyor, açtım dükkanı. Tüm o yukarıda saydığım işleri bitirdim. 


Genelde hafta sonu fazla mesai yapmak adetim değildir, Belçikalı yöneticilerimin bunu hoş karşılamadığını da, bunun benim sonraki hafta için verimimi düşürdüğünü de bilirim ama bugünlerde hiçbir şeye yetişemiyor olma rahatsızlığım, yapacağım işlerin keyifli olmasıyla birleşince aman dedim, yapıver gitsin.


İşleri bitirip son posta çamaşır da asılınca, soluğu sebze tarhında aldım. Otlar boyuma ulaşmış neredeyse. Eldivenleri elime geçirdim, bir giriştim otlara aklın şaşar. Tüm haftanın masa başı zihinsel stresini çapalarken attım. Kulağımda müzik vardı, belim ağrıdıkça dikleşip dans ettim. Artık komşular o vakit beni gözlüyorlardıysa, epey eğlenmişlerdir. Böyle böyle tüm o ayrık otlarının köklerini sökesiye kadar devam ettim. Toprak et gibi ilik ilik oldu, dirseklerime kadar battım. Ama o nasıl bir terapidir dostlarım, birkaç metrekarelik bir sebze tarhı, ne dikeceğimi bilmeksizin ve hatta umursamaksızın nasıl da enerji verdi bana. Babasının kızı Yeliz fışkırdı içimden, bahçe manyağı! 



ve sonra eve döndüm.


Arca GS maçını izlemekteydi, elimi ayağımı yıkayıp pilava daldım. Bir de o ara kinoa haşlayıverdim, öğlen salatalarına iyi oluveriyor. Haşlanmış tavuğun etlerini tiftikledikten sonra ve de pilavın pişmesini beklerken soğuk bir Belçika birası içtim terasta, allah affetsin. Diyete caiz olmayan ne çok şey yaptım! Nasıl gidecek o iki? Hayır bir de okuyanları motive edecekti bu yazılar değil mi?


Arca tavuk pilavını ayran ve salatayla gömerken ben de çilekli ıspanak salatasına çatal daldıradurdum. Bak efendi gibi sadece salata yiyorum:)


İki günlük öğle yemeği menüsü belli, yemekten sonra hazırlamak kaldı. Süper tok tutan kinoa salatası ;

Çıkarın kağıt kalemi tarifi veriyorum:


Bir çay bardağı kinoa iyice yıkanır ve bir buçuk çay bardağı suda haşlanır. İçine tuz ve daha sonra çıkarmak üzere defne yaprağı koyuyorum.

Kinoa soğuduktan sonra iki saklama kabına pay ediyorum.

Her bir porsiyon için yarım avokado, birer domates, yarımşar salatalık ile yarımşar minik doğranmış kırmızı soğan. Avokadonun kararmaması için tavsiyem kabuğunun içinde tutun ve içine kırmızı soğanları koyun. İkinci gün öğle yemeğinde de taze taze yersiniz. Birer avuç ıspanak yaprağını da kabaca kıyıp ilave ettim.


Sosunda, yarımşar limon suyu, birer çay kaşığı hardal, sarımsak kurusu ve sumak var. Tabii ki tuz zeytinyağı ve karabiber. 


Daha önce bahsetmiştim, salatalarımı asla sosuyla bekletmem, sos ayrı minik bir saklama kabında hazırlanır, servisten önce karıştırılır. 



Bunda gerekmiyor ama mesela, peynir, kuruyemiş, meyve ilave ettiğim salatalarda bunları ayrı ayrı küçük saklama kaplarında ofise götürüyorum ve servisten hemen önce karıştırıyorum. Maksat ağzımızın tadı mıncımış yapraklarla bozulmasın.


Yeni sefer tası önerileriyle görüşmek üzere, iyi haftalar!

3 Haziran 2023 Cumartesi

Nerede kalmıştık?

Efendimmm nerde kalmıştık? 


Seçimler bir tarafımızda patlamıştı, yine yeni yeniden. Bana sürekli hemen her seçim postuma geçmiş olsun mesajı bırakan takipçiler, asıl size geçmiş olsun, en çok size geçmiş olsun. Benim tuzum kuru olduğu için değil, ben farkındayım hem de son 10 senedir, siz hala ayamadınız, o da size geçmiş olsun. 


Diyerek Türkiye’deki siyaset içerikli her türlü yazıma ama öncesinde tabii ki düşünceme son noktayı koyuyorum. Ay yok dur koymuyorum, virgül diyelim. Zira bugün Arca’yla olan sohbetimizi anlatmam lazım. 


Bizim oğlanın dünyadan bihaber olmasını sevineyim mi üzüleyim mi bilemiyorum. Akranları memlekette ekonomiden siyasetten konuşurken bizimkinin farkındalığı sıfır! Oğlum bak vatandaşlığını almaya çalışıyoruz, bu sana ne ifade ediyor? Manchester United maçlarına rahat rahat gideriz, İngiltere vizesi gerekmez. Çok da acelesi yok, yaşıyoruz işte burada, Türkiye’ye gidip geliyoruz, Avrupa’da her yeri geziyoruz, rahat yani, ha belki Amerika için de kolay olabilir, o kadar, çok da şeetmeye gerek yok. 


Yok tabii aslında gerçekten yok. Oturum iznimiz var mı, sınırsız, var. Ana oğul vatandaşlığa başvurduk mu evet oldu bu, bekliyoruz (bunun hikayesini başka posta bırakacağım çünkü tam bir kadın olmanın zorlukları acınması yapacağım, burda konuyu piç etmeyeyim) e yani olur bir ara. 


Allahım bana bu veledin rahatlığından bir gram versen, ben gamsızlığın kitabını yazıyor olurdum şimdi. Ama maalesef paranoyaklığın blogunu yazıyorum, siz de canlarım, buna maruz kalıyorsunuz.


Paranoyakmışım ben, bizim oğlanın benimle ilgili gözlemi bu. Doğru olmakla birlikte, aşırı rahatlık gösteren biri oldu mu, paranoyalarım arşa çıkıyor! Misal iki gündür göz küresinde ağrı olduğunu söyleyince derhal aksiyon aldım, bugün bir uzmana götürdüm. Doğuştan bir odak kayması olabilir dedi, göz fizyoterapisti ile uzman göz doktoruna yönlendirdi, hani göz yuvarında bir bokluk olmasınmış. (O bokluk ihtimalinin paranoyasına meyletmemeye çalışıyorum)


Biz bu oğlanı hiç şikayeti olmadı diye, bizim de bunun yaşlarındayken gözlük takmışlığımız olmadığından, 14 yıldır göz doktoruna hiç götürmediydik. Buna hayret edince uzman, ben bir vicdan yap, ben bir karalar bağla… Allah seni inandırsın, o sandalyede küçüldüm küçüldüm un ufak oldum. 


Arca açıkladı, annem biraz paranoyaktır dedi, neyse ki kadın da benim ayarımda bir anneymiş, halden anladı. 


Çıktık, velet diyor ki, “odağı bozuk olan benmişim, sen niye üzülüyon!”


Annelik müessesini anlatmak zaman alacaktı, haklısın dedim, rotayı pizzacıya kırdık, anne çocuk spesiyali Nona Pizza. 


Biz Arca ile bazı cumartesileri anne çocuk günü yaparız. 


Arca’nın çocukluğundan kalma bir gelenek. Ben İzmir’deyken de haftada beş gün çalışırdım, malum Alman kurumsallığı. Lakin hafta içi seyahatti, mesaiydi derken eve gelişlerim hep geç olurdu. İlker bu boşluğu doldururdu, Arca’yı okuldan alırdı ve ben gelmeden birkaç saat birlikte takılırlardı. Ama cumartesi günleri, şantiyeler çalıştığından, yevmiyeler verildiğinden İlker mecbur çalışır, bütün cumartesi cüceyle ikimizin olurdu. 


Laf aramızda ben çocuk oyalamayı hiç beceremem, hani bazı yetişkinler vardır, küçücük çocuklarla oyun oynar, konuşur, yok benim böyle bir becerim yok. Ben Arca’yı gezdirirdim. Bazen arabayla bazen yürüyerek, bazen metro vs her cumartesi bir program yapardık. Zaten çoğu zaman piyano kursu, basket kursu filan olurdu, ben de getir götürünü yapıverirdim. Çocuk oyun grupları buluşmaları filan…


Bana sorsan, belki çok kaliteli zamanlar değildi, lakin bir gün Arca o cumartesileri çok keyifle geçirdiğini, benimle cumartesilerini geçirmekten çok mutlu olduğunu söyleyince, içim ılık ılık oldu. 


Demek ki , dedim dokunmuşum ona. 


insana dokunuş her kim, her ne yaş olursa olsun öyle kıymetlidir ki, aranızda sımsıkı bir bağ kurar. Bazen günlük rutinlerimizde çocuklarımıza nasıl dokunduğumuzu fark etmiyoruz, küçücük anlar, bir ömür hatırlanacak hatıralara dönüşüyor. 


Arca ondördünde bir ergen oldu, İlker çalışmıyor ama biz İlker’i evde bırakıp, yine Arca ile cumartesi anne çocuk gezmeleri yapıyoruz. Tramvayı tercih ediyoruz, merkeze gidiyoruz, dükkanlara giriyoruz, geziyoruz, bol bol sohbet ediyoruz, telefonlarımızı elimize bile almadan saatler geçiyor. Rutinimiz, Nona Pizza.


Nona Pizza Brükselin merkezinde, İtalyanların tavsiyesi, odun ateşinde geleneksel pizza yapan şahane bir mekandır. Her daim doludur. Bizim mahallenin Arzu pidesi gibi.  Ama bizim pidecilerden tek farkı burda ayrıca ev yapımı bira ve şarap bulunur. Ben Brüksel’e ilk geldiğim ve ev aradığım günlerde, bu dükkanın önünden geçer, kaldığım otele giderdim, bizimkiler benimle değil ya, oturup bir pizza söylemek hiç içimden gelmezdi. Anne yüreği diyeceğim yine, susuyorum. 


Sıçtığımın anne yüreği bu işte. 


Aptalca bir şey.


İş hayatımda, en boktan sorunlarda bile, “Oldu çözelim, önümüze bakalım” diyebilirken, Arca’nın en ufak bir sağlık sıkıntısında kendini suçlamak, kendinden nefret etmek, vicdan yapmak, çok boktan çok aptalca bir şey. Ama oluyor. Belki o daha iki yaşındayken bir ay kaldığımız hastane günlerinin sorumluluğunu da üzerime almak bende travma yarattı, belki benimle başlamadı, belki annemin kaygılarını da yük aldım, bilmiyorum, bildiğim tek şey aptalca olduğu.


Ve çok affedersin miktiğimin dertleri de her zaman illa ki İlker İzmir’deyken oluyor. Murphy allah seni bildiği gibi yapsın!  Evet muhterem İzmir’de. 


Ben İlker’in etrafımda olduğu bir çekirdek ailede olduğumda kendimi rahat güvende hissederken, Arca’nın paylaşımlı ebeveynlikten yana olduğunu öğrendim. (Belçikada ayrı ebeveynler paylaşımlı ebeveynlik -çocuk bir hafta annede bir hafta babada kalıyor- yapıyor, bir arkadaşımın iki eski bir yeni kocadan, kocanın da bir benim arkadaş, iki de eskiden çocukları var, ev bazen üç kişilik bazen yedi kişilik oluyormuş :))) belki Türkiyede de böyledir ama benim bildiğim genelde boşanma sonrası çocuk annede baba ancak haftasonları tatillerde filan..) 


Ne lan beni otuz yıllık adamımdan ayıracak mısın hain cüce deyivermişim! Yok dedi, hani sen bir hafta iş seyahatine tatile filan git biz babamla takılalım, şahane. Ya da babam böyle İzmir’e gitsin biz seninle takılalım. Anne çocuk günleri yapalım, ama siz bir aradayken çekilmiyorsunuz. 


Ayol niye! 


Biz ona karşı bir takım oluyormuşuz ve o yalnız kalıyormuş. Bizden herhangi birisiyle baş başa kalmak daha iyiymiş. 


Peki. Artık biz nasıl manyak bir ekipsek İlkerle … Bunu biraz düşünmek gerek. 


Arca kırklarında bir terapi koltuğunda bizi şikayet edecek: “Teker teker gelseler neyse de, birlik olunca yalnız kalıyor eziliyordum… sıçtılar çocukluğuma…”


Aman … Ne demiş bir bilge psikolog ? (Ki o benim arkadaşım Deniz olur) 

“Örselenmemiş çocukluk yoktur.”


Sen de böyle örselenmiş ol, ne yapalım? Nasılsa her şekilde tüm arızalarından anan sorumlu olacak, seninki de babanın işbirlikçisi olsun.


Baban demişken kendisi şu anda gıda turizmi vesilesi ile Antepe indi. Çünkü bazı gıdalar yerinde tüketilmeli. Birkaç aydır, inişli çıkışlı diyetinin neticesinde verdiği kilolarla lokum gibi olan ve fakat her memleket seyahati dönüşü tüm o kiloları alıp bir de üzerine çok yiyip içmekten acillik olmasından korktuğum muhtereme tek tembihte bulundum: Nolur insan gibi ye, insan gibi iç! 


Of rakılar of beyranlar, kokoreçler, of söğüşler, kebaplar, havuç dilimleri, ciğerli kahvaltılar, dönerler, pideler, rakı balıklar, of viski geceleri, of ki ne of! Beni dinleyecek mi? Hayır. 


İki hafta sonra iki aydan daha uzun süredir vermeye uğraştığı kiloları da alıp gelecek. O gelmeden ben biraz daha (*) kilo verebilir miyim? Pizzacıdan sonra sen neden bahsediyorsun diyenler olabilir… 


Acaba akşam yemeğini atlamak ve çilek şarapla geçiştirmek diyette caiz midir?


Değildir elbet. Ama biz bunu hafta sonuna sayalım. 



(*): pek de çabalamadan (malum pizza şarap vs) yeni hedefimi 3 haftada 2 kilo olarak koyabilmenin haklı gururunu yaşıyor, sizleri bir sonraki postuma hasretle bekliyorum. 








21 Mayıs 2023 Pazar

Bir ayda üç kilo nasıl verilir?

 Dün sabah canım komşularım Arek ve Ayşe’nin Haziran sonundaki düğünü için gardroptaki alternatifleri denemeye karar verdim. Kendimden son derece emindim. Ne de olsa, ben on yıllar boyunca ergenlikten kalma şortlarımı giyebilmiş, doğurduğumun - hemi de sezaryen - ertesi dümdüz karnımla hemşireleri bile şaşırtan diri bir fücuda (!) sahip olmakla ve tabii ki birkaç ay içinde hamilelik öncesi kiloma dönmekle bilinen ve de hayretli bir şekilde takdir edilen bir kadındım. 


Bu gerçeği madalya gibi gururla göğsümde taşırken epey böbürlendiğimi hatırlıyorum, aferindi bana! 


Altı yedi yıl önce Poyrazın sünnetinde giydiğim pullu sarı elbise olurdu kesin ama tenim bronz olmayacağı için Poyrazın anasıyla babasının düğününde giydiğim (14 sene evvel) siyah elbiseyi mi giysen dedim, illa ki olurdu, eh yani o vakitler emzirmekteydim, memeler fena dolduruyordu üst tarafı, şimdi kesin olurdu. En olmadı, iki sene önce video-event için giydiğim düz siyah elbiseyi giyiverirdim… diyerekten ne İzmir’e gittiğimde elbise bakmıştım, ne de sonrasında çıktığım vitrin bakmalarda… 


Sabah gerçekler yüzüme tokat gibi vurdu. Hiçbiri olmuyordu üzerime. Önümde sadece bir ayım vardı ve benim sıfır alternatifim. 


Evet, tabii ki 38-40 beden bir şeyler alabilirim hala. Evet, tabii ki burası pahalı gelse bile İlker İzmir tatilinden dönüşte yetiştirir bir şeyler, evet tabii ki bir siyah pantolon üzerine pullu payetli bluzla da halledebilirim, ne yani nedime miyiz? 


Lakin, mesele duruma uymak ya da çözüm üretmek değil, mesele, alışkın olduğum S’lere, XS’lere, 36 bedenlere vedamın resmiyete dökülmesi, mesele, artık eski çıtır yeliz olmamam. 45lik balıketli bir kadına dönüşmem! Tehlikenin farkında mısınız? Etine dolgunluk müessesi benim için bu yaştan sonra alışması çok zor bir gerçek. Ben bu etiketle nasıl giyineceğimi, nasıl hareket edeceğimi bile bilemem ki. Nitekim götüm başım her yerleri nicedir devirmekteydi, meseleye aymaya direnç gösteren benmişim, haberim yok.



Aklıma tek tük anılar geliyor, memleketteyken, babam “et tutmuşsun iyi olmuş ne o öyle kemçik gibi dolaşıyordun” , Tuba “botox mu var yüzünde epey gergin görünüyor” derken, beni bıdık gören ablamın aldığı 36 beden elbiseyi, 38 ile değiştirmeye kalkıştığımda bile göbekten üç kat boğum verirken meseleye çoktan aymış olmam lazımdı. 


Evet dostlar önümde bir ay var. Toparlanmak için, kendime gelmek için, üzerime son birkaç yıldır yapışan 3-4 kiloyu atıvermek için.


Bir ayda üç kilo nasıl verilir?

Hiçbir fikrim yok! Ama planım var. Planınız varsa uygulayınız. Bu kontrolde olmak için ilk şarttır. Sürdürülebilir bir plan, sonuç muhteşem olmasa da sürdürebilmek her şeydir.


Planım şu:

- Her gün egzersiz. Ne olursa… Yoga, yürüyüş, sabah Lesliesi, Jo ile yağ yakmaca vesaire…,

- Karbonhidratlara ara. bugün kolum kadar baget ekmeğe salamlı sandviçe hayır deyip, çilekli muzlu protein smoothie ile kahvaltı ettim, bu daha başlangıç!

- Alkole veda ama en çok da o canım Belçika biralarına! Ve yanındaki peynire cipse ve hepsine

- Sebzeye yelken açmaca, bol salataya…


Bu demek oluyor ki öğlen sefertası harekatına…

- ama en önemlisi, kendimi buradan canım blog bacım aracılığıyla motive etmek. Sonra bir gün yine dönüp okuduğumda, bak ne güzel çabalamışım demek, bugünleri unutmamak için her fırsatta yazmak. Bu görsel de ilk photo-motivation olsun. Yaz tatili planı yaparken taze fasulye ayıklama ve ayıklarken smoothie içme konulu görsel . Şekil 1



Neleri başarmadım ki, bunu mu başaramayacağım? Üzerimdeki o “kilo veremiyorum” etiketini de evvelden silmişim, olur mu olur!



Antwerp’te bir gün

 Belçika’da sandıkların açıldığı ilk günün sabahı soluğu sandık başında aldık. Yalnız değilmişiz, bir buçuk saat sırada bekledik. Seçime katıldığım sandıklarda seçtiğim partinin kazanmasına o kadar alışkınım ki -malum izmirlilik- azınlıkta olduğunu bilmek garip bir histi. Olsun. Biz görevimizi yaptık. 

Yurtdışından oy atmanın yanlış olduğunu düşünüyordum, sandıktan çıkacak sonuçtan bağımsız olarak, yaşamadığın ülkenin yönetimi hakkında niye söz sahibi olalım ki diyordum, muhterem mevzuya bakışımı değiştirdi, evet yerel yönetimde elbet söz sahibi olmayacaktın ama ülke yönetimi, senin de yaşadığın ülke de dahil olmak üzere diğer ülke politikalarını da etkiliyorsa, söz hakkın olmalıydı. Bizim buraların seçmeni de dik dur eğilmeci malum, bu dış politika bilincine sıkı sıkıya bağlıysa demek, ben bilememişim. Neyse verdik bakalım oyumuzu, yüzdeyi azaltabilirsek ne ala.

Sonra bastık Antwerp’e gittik. Cumartesileri şahane pazarı olur Antwerp’in, yerlisi hele gün de güneşliyse bugün gibi, ayçiçekleri gibi güneşe verirler yüzlerini, ellerinde şampanyaları önlerinde istiridyeleri sabahın onu demezler, keyfederler. Mevsim pek renklidir zira pazarın meyveleri, özellikle çilekleri, mis gibi gülleri, envai çeşit çiçekleri gözlere bayram olur. 



 Antwerp’e gitme sebeplerimizden biri de ziyarete açılan kütüphaneyi görmek istememizdi. “Hendrik Conscıence Heritage Library” Flaman dilinde kültüründe ve tarihinde büyük öneme sahip bir kütüphane. Pazarı gezmekten aşırı yorgundum ama içeri girer girmez etrafı saran kitap kokusuyla enerjim yükseldi. Benim favori koku sıralamamda ilk üçe girer kitap kokusu, ara ara kendi kitaplarımı koklarım, dilini hala doğru düzgün bilmediğim bu ülkede kitapçılara sırf kokusu için girerim, bu kütüphane bana overdose yaptı, kendimden geçtim. 






Antwerp, Belçika’nın Flaman şehirleri arasında İstanbul gibidir, kozmopolit, keyifli, canlı, özellikle cumartesileri ayrı neşeli. Seviyoruz nitekim. 

Bugün bira pedalcıları muhtereme fondip yapsın diye bira ikram edince, güneşe karşı bira keyfimizi iptal ettim, malum yola gideceğiz, muhterem başka içmesin dedim, dönerciye kırdık dümeni, öyle böyle değil Belçika’nın Almanya’nın bile en iyisi. Türk mahallesinde Kasap Döner, yolunuz düşerse şiddetle tavsiye. Eve dönmeden önce yaptık bir yaramazlık.



Bitirirken, pazardan aldığımız mis kokulu çileklerle buz gibi blush yudumlamaktayım, arz ederim:)