27 Ekim 2014 Pazartesi

Tezgah sohbetleri

Pazardayım.

Hava yağmur renginde. Garip bir renktir o, gri desen değil, karanlık da değil. Yağmur, yağmazdan az evvel havaya sephia bir filtre takar. İndirecek biliyorum zaten alacaklarımı da almışım ama son bir tur daha atıyorum. 

Ben yeliz, ben bir Pazarkoliğim… Çocukluğumdan kanıma işledi Pazar, sevmediğim bir dönem oldu, yıllarca gitmedim – ergen zamanlarıma rastlar – ama sonra sahalara bir dönmüşüm… O hafta pazara gitmediysem, çok kötü hissediyorum kendimi. İki torba bir şey alacaksam bile gitmeliyim – ki hiç iki torba olmuyor, pazarı alıp geliyorum – mutlaka… Bu hafta da yüklenmişim ama son bir tur atıyorum…

Şükredecek ne kaldıysa artık

Kimdi o şom? Ciddi soruyorum, kimdi o “sinüs rinse yapıyorum, sümüklerimden kurtuluyorum” temalı şükür vesileme “kulağına kaçırmayasın haa..” diyen? Bulamadım, bulsam fena çemkireceğim. Bu kadar sosyal medya hesabın olursa karıştırırsın hepsini birbirine. Şu reklam gelirinden bisiklet parasını çıkarayım, kendime sosyal medya asistanı tutacağım. Hangi hesaptan hangi şom ağızlı hangi kehanette bulunmuş, tespit edeceğim!

26 Ekim 2014 Pazar

Ömrümün yarısı

Kitaplara aşığım ama o hiç sevmez, on sekiz senedir tanırım, elinde tek kitap görmedim.

Balerin olmak isterdim, bale gösterileri izlerken kendimden geçerim, gözlerim bile dolar, ama o nefret hatta alay eder. Kuğu Gölü balesini puhahaha şeklinde terk etmek zorunda kalmışlığımız var.


Benim öz evladım bana ninni söyletmezken, onun sesini dinlemek için çocukken düğünlere orgunu taşırlarmış.


Futboldan hiç anlamam ama o müthiş oynar (öyle diyor, izleyenler)


Atletizm takımına ite kaka girmiş, koşturmuyorlar yüksek atlama yaptırıyorlar diye kaçmıştım takımdan. O milli atletmiş lisedeyken.

Beden dersinde arkadaşlarım turnikeyi benim atmamı isterlerdi, - dalga geçmek için - , o lise basketbol takım kaptanıydı.


Sporun hiçbir dalına ilgim yok ama o Eurosporttaki ne idüğü belirsiz karşılaşmaları, GS’ın 1984 yılı maçlarını izler.


Benim kitaplığım var, onun film koleksiyonu.

24 Ekim 2014 Cuma

#80şükürvesilesi Nr 12-13

Arabayla işe gelirken dar kısa etekler, elbiseler, altına yüksek topuklu pabuçlar giyerdim. Hanım hanımcık gelelim ofise değil mi ya? Toplu taşımaya döndüğümde önce bir süre afalladım. Lan benim kısa topuklu pabucum yok! İlk zamanlar yaza denk geldi de ne giysem altına terliği geçiriyor, ayakkabıları da yanıma alıyordum. Ama o hamaliye öyle gitmiyor tabii. Zamanla tarz değişti.

Lookbook’ların “ofis şıklığı” şeklinde kategorize ettikleri kostümler yerini birer birer spor tarza bıraktı, benim gardıropta. Topuklar iyice alçaldı, çanta boyutları içine kitap, şemsiye, atıştırmalık gibi ıvır zıvırı da alacak şekilde iyice büyüdü. Bilgisayar çantamı bile kolay taşımak için sırt çantasıyla değiştirdim.

Tutumlu ol canımı ye! tutumluanne.com

Çocukken gözüm hep ablamın kıyafetlerindeydi, büyüse de kıyafet buna küçük gelse, ben de konsam diye kuş gibi beklerdim. Hep de severek kullandım ablamın eskilerini. Zaten yeni kıyafet pek alınmazdı. Gerekirse annem dikerdi. Aklımdan çıkmayan bugün bile burnumda tüten nefis kıyafetler dikerdi bize. Yav şu kadının dikiş maharetinin onda biri bana geçseydi bugün Nur Yerlitaş bendim!

Şimdi bir nostalji havasında anlatıyorum ama bakma aslında biz bu geleneği kendi içimizde devam ettiriyoruz. Arca’nın bütün küçülmüşleri, eskileri Deniz’de şu anda. Ve çocuklar buna bayılıyorlar.
Deniz geçenlerde Arca’nın eski bir montunu giymiş, “bu Arca’nındı” diye anlatıyor, Arca da bununla gururlanıyordu. Sonra baktım Arca kıyafetlerine eskisine göre daha fazla dikkat ediyor. Yıpranmasınlarmış, sonra Deniz giyermiş. Üzerine küçük geleni hemen ayırıyor ya da halasına gösteriyor, bak bu Deniz’in olacak diyor.

Annemin bir sözü vardır: Çocukların yediği helal, giydiği haram der. Ne kadar doğru. Giysinler tabii ama o kadar kısa bir süre giyiyorlar ki eskimiyor bile… Geçenlerde Arca’nın ilk süt dişi düştü, ben de ilk dişi çıktığında bloga koymuş olduğum çok eski bir fotoğrafı instagramda paylaştım, Arca işte o zamanlar 4,5 aylık filandı. İlknur’un arkadaşı Merve bir  yorum yazmış “Yeliz ablacım Arca’nın üzerindeki tulum şimdi bizde” diye… Yani o tulum şimdi üçüncü bebekte… Çok mutlu oldum. Önce bir "vay çocuğum büyüdü" hissi, sonra "bir anneye katkım olmuş ne güzel" hissi arkasından da geri dönüştürmüş olmanın verdiği tatminkarlık hissi…

Şimdi ne diye anlatıyorsun diyorsan… Diyor musun cidden? Yav arkadaş israf etmeyin, diyorum, tutumlu olun diyorum, hatta tutumluanne.com diye bir site var, gidin oradan alışveriş edin diyorum. Sadece satın almayın aynı zamanda satın da eskilerinizi, eski değil onlar zaten kısa süre kullanılmış, artık işinize yaramayan şeyler…

Tutumluanne.com’un kurucusu Özden hn benimle irtibata geçtiğinde ve artık işimize yaramayan ama kullanılabilir durumda olan eski bebek çocuk eşyalarımızı değerlendirebileceğimi anlattığında çok hoşuma gitti. Dediğim gibi bizim arkamızdan gelenimiz olduğu için tutumlu anne’nin sosyal medya hesaplarını takip etmeme rağmen hiç alışveriş yapmamıştım. Sonra daha da güzeli, istersek satışlarımızın gelirini KAÇUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı)’a bağışlayabileceğimizi öğrendim. Ve Arca ile o hafta sonu evde satacak bir şeyler aradık. E hiçbir şey yok! Her şeyi vermişiz:) Hatta bir ara Hülya’dan bir sling satın alayım da onu satayım, dedim. Sağ olsun o hatırlattı bebek tartısını. A sahiii oldum bir an. Hemen İlknur’a sordum. Tabii ya, o da artık onun işine yaramayanları (ve arkadaşının) annesinin evindeki depoya bırakmıştı. Tamam işte! Cillop gibi tartı!

Derhal babaanneye gidildi, tartı alındı, kontrol edildi ve karar verildi. 

Tez satıla, geliri KAÇUV’a aktarıla!

Satacak bir şey bulunca, tutumluanne.com’a hemen üye oldum, bilgilerimi girdim, ve dükkan bile yaptım kendime. Özden hn, hep yardıma ihtiyacım olursa arayabileceğimi söyledi ama hiç gerek kalmadı. Her şey son derece hızlı ve kolay şekilde halloldu.

Evet, benim dükkan burada gençler, bebek tartısı da satışta…

Ne demiş büyüklerimiz : Tutumlu ol!  canımı ye!


23 Ekim 2014 Perşembe

“Beni asla bırakma”

Baştan uyarayım, ağır spoiler içeren bir yazı olacak. Sonra ne ettin, niye sonunu tartıştın, bıkbık istemiyorum. Hem zaten bunu yapan ben değilim ki, yazar da maşallah daha kitabın başından sermiş malını ortalığa… Yani bacım/abicim bu postu ister oku ister okuma, canın sağ olsun ama kitabı oku. Bak filmi izle demiyorum, hatta izleme diyorum ama kitabı oku.
...............................

Evet şimdi etik bir davranış sergileyerek terbiyeli bir giriş paragrafı zikrettikten sonra kitaba direkt dalabiliriz.

#80şükürvesilesi Nr 11: SÜMÜK

Günün şükür vesilesini takdimimdir. Vallahi hiç romantik takılacağımı vaat etmedim. Aforizmalar uçuracağımı da söylemedim. Ama hadi bir tane patlatalım; “Hayat nefes alınca güzel”


Spritüel anlamdaki nefesten bahsetmiyorum, açık ve net olarak fiziksel nefes almaktan bahsediyorum. Bak şimdi beynime kadar tüm sümüklerimi akıttım da oh be nefes aldım. Allah seni inandırsın benim burnum tıkalıyken aklım çalışmıyor, aklım çalışmayınca motivasyonum düşüyor, mutsuz oluyorum lan var mı ötesi.

22 Ekim 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #134 ve #80şükürvesilesi Nr 10

Yürüyüş yaparken sıcaktan bayılacaktık.
Y: Arca işte bunlar hep küresel ısınma, bu mevsimde böyle sıcak olur mu ya?
A: Biliyorum babam yüzünden
Y: Nasıl?
A: Babam hep ışıkları açık unutuyor
..................

21 Ekim 2014 Salı

#80şükürvesilesi Nr 9: ARMUT

Yürürken dönüp bir daha bakma ihtiyacı hissettiğiniz şeyler çıkıyor mu karşınıza? Benim çok çıkıyor.

Çoğu ilginç şeyler değil. Pusetinde uyuyan bir çocuk, el ele tutuşmuş yaşlı bir çift, farklı dövmesi olan bir kimse, bakışlarını üzerimde hissettiğim ve aniden dönüp ürkütmek istediğim annesinin elinden tutan küçük çocuk… Yanımdan geçip gittiklerini sanırlar ama dönüp tekrar bakarım onlara ve bir fotoğraf karesi alırım, çaktırmadan klik! Sonra hafıza denen albümün sayfaları arasına katarım o anı, bazen unutulur gider bazen de yazılarda servis edilir.

Fotoğrafçı olsaydım, ki Allah biliyor çok isterdim olmayı, sokak fotoğrafçısı olurdum.

Sokak fotoğrafçısı = an hırsızı.

O “an”ı çalıveriyor, bir fotoğraf karesine hapsediyor ve sanatçının çektiği her karede en azından bir öykü gizleniyor. Belki bir portre çekiminde de hikayeler yakalayabilirsin ama sokakta yaşam var, sokaktaki öykü başka.

Ben de işte o öyküleri fotoğraflayabilmek isterdim. Hayali bir deklanjör refleksim var ama her zaman gerçek anlamda çekemiyorum, üşeniyorum, galiba biraz da çekiniyorum. Oradan öküz göründüğüme bakmayın, naif, utangaç bir yönü var karakterimin, lütfen gülmeyelim …

Üşenmeyeceğim/utanmayacağım da tutuyor bazen ve cebimden telefonu çıkarıp çekiveriyorum. Bu genelde Arca yanımdayken oluyor. Çünkü Arca ile aheste hareket ediyoruz ve yolda gördüğümüz ilginç her şeyi birbirimize anlatıyoruz. Ve ilginçtir, birlikteyken daha fazla ilginç şeyle karşılaşıyorum, Arca o iflah olmaz merakıyla etraftaki en sıradan şeyleri bile ilginçleştirebiliyor. “Dur bir fotoğrafını çekelim, babaya gösteririz” de oldukça cesaretlendirici bir cümle oluyor. Ve eğer yanında küçük bir çocuk varsa kendini hiç de korunmasız hissetmiyorsun.  Etraf senin yaptığın o “yetişkinler yapınca yadırganacak” hareketlerini, yanındaki çocuğun hatırına anlayışla karşılıyor.

O armutları çektiğimiz gün olduğu gibi… Arca olmasaydı da muhtemelen görürdüm armutları, fark edilmeyecek gibi değil. Haşmetleriyle incecik dalın ucundan sarkıyorlar, düşmeleri an meselesi, berelenmeleri ve ermeden çürümeleri… Ama biri, içinde her canlıya verecek kadar sevgi ve iyi yürek taşıyan biri armutlara derme çatma bir destek vermişti. Keşke dallarımıza ağır geldiğimizde düşmeyelim diye kollarımızdan tutan destekleyicilerimiz olsa, koruyucu meleklerimiz… keşke... Belki de vardır, kim bilir? Ama şimdilik en azından bu haşmetli armutların koruyucu meleğine, bize koruyucu meleklerin varlığına dair umut verdiği için şükredebiliriz…

#80şükürvesilesi Nr 9…

20 Ekim 2014 Pazartesi

Nokta

Resim yapamadığını düşünen Vashti, bir resim dersinin sonunda boş resim kağıdıyla sırada otururken, öğretmeni onu neşelendirmeye çalışıyor. Vashti’nin cidden çok üzgün olduğunu fark edince de “bir nokta yap bakalım, seni nereye götürecek” diyor. Vashti noktayı yapıyor ve öğretmen resmi inceleyip Vashti’den imzalamasını rica ediyor. Vashti, şaşırıyor ama yine de imzalıyor, "resmini". 

Ertesi hafta ise resmin çerçevelenip öğretmen masasının üzerine konması Vashti için büyük sürpriz oluyor.

Kendine ait bir balkon:)

Pazar çok sıcaktı, bir de kendimi kaybetmişim ki… Hani pazarı mı aldın derler ya… Birkaç hafta üst üste gitmeyip sebzeyi mahalle manavından alınca böyle oluyor. Bir de bazı sebze meyvelerle vedalaşma bazılarıyla hasret giderme vakti, ondan da alayım bundan da derken boku çıkıyor... Bir tarafta mandalinayı ortadan ikiye bölmüş amca, mis gibi kokusu geliyor, onun kokusu geçmeden sarımsaklar, yeni çıkmış taze soğanlar… Akşam makarnanın yanına yeşil salata yapayım diyorum, sonra bir tane mor lahana, biraz da kırmızı biber tam mevsimi, salata yeşillikten çıkıverdi. Halbuki iki çeşit marul, soğan, semizotu ve rokayla halledecektim…
Neyse… Salatayı boşver de ben şimdi tam da anı anlatacaktım. An itibariyle diye başlayacaktım…

19 Ekim 2014 Pazar

#80şükürvesilesi Nr 8

Akşam maç izlerken bizim Arzu pideden pide söylemiş, ayranlarımızla dıkınmıştık. Üstüne mis gibi türk kahvesi, üstüne çay tatlı... Buraya kadar her şey ortalama bir aile toplantısı şeklinde seyretti. Altı yetişkin üç de çocuk, yaş araları 18'er ay ve hepsi erkek. 
Maç bitti, biz sevinen taraftık. 
Bu arada...
Arca arkadaşlarıyla oyunu dozu artırdı ve beşinci uyarıyı müteakip odasına yollanmış, diğerleri de evin muhtelif köşelerinde uyuklamaya başlamıştı. 

Gece 23:00 suları... Aramızdan biri bir türlü iyileşemediğinden bahsediyordu, bir viski iç iyileşirsin demiş bulundum....

İlker de arkadaşına bir shot verdi.... Aa güzelmiş. Sonra diğerine, eh o da attı bi' tane. Derken bir tane de gül içti. Ben de bir bira açtım. 

Sohbet de sohbeti açtı. Sonra bi bira daha bir viski daha biralar bitti birer kola bacardi... 

Balkona ve klozete yaşan sohbetler... 

Ve evlerine dönemeyeceklerine kanaat getirip "hadi bizde kalın"lar ... Sabah sarhoşların inkarları kalanların kahkahaları...

Lazım arada lazım:) 



Çocuklar sabah bir arada uyandıklarına inanamadıkar onlara tam bir sürpriz oldu. Biz dersen, kimimizin başı ağrıyor kimimizin midesi amann kafalar iyi olsun... ama var ya dediğim oldu mu oldu! Orçun'un bir haftadır geçmeyen gribi geçti sağ ol Jack abi yaaa. 

Yok lan Jack abiye şükretmeyeceğim, çocukluk arkadaşlarına ve yirmi beş senelik dostluklara şükredeceğim:) şerefe ...



Kitap? Ha evet yarın hayırlısıyla "tutunamayanlar"a başlayacağım önden biraz Tezer iyi gider dedim... Geceye cila... 

18 Ekim 2014 Cumartesi

Cumartesi : #80şükürvesilesi Nr 7

Tüm hafta boyunca İlker, Arca’yı okuldan alabilmek içingünlük işlerini çoğu zaman yarım bırakmak zorunda kalıyor. Bu yüzden cumartesigünleri tam gün çalışıyor. Arca ile baş başa kalıyoruz ve cumartesi günleribizim için Anne-Arca günü.
Arca küçük bir bebekken ve sonrasında yürümeye başladığıdönemlerde cumartesi günleri kabustu, daha doğrusu Arca ile baş başa kaldığımızher gün korkunçtu. Çünkü benim çocuk oyalama becerim yok. Oyun kurmayı vebirlikte oynamayı pek sevmiyorum. Belki kız çocuğum olsaydı, durum farklıolabilirdi, çünkü içimde bir yerlerde hala bebeklerle evcilik oynamak ve kağıtbebeklere elbiseler tasarlamak gibi heyecanlar var. Ama arabalarla oynamayısevmiyorum, zorla mı yav! Oğlan çocuklarının hemen hiçbir oyununu sevmiyorum,hiç sevmedim!
İnsan çocuğuyla büyüyor, değişiyor. Hayır hala arabalarısevmiyorum ama puzzle gibi, kutu oyunları gibi, boyama yapmak gibi sevebileceğimve birlikte zaman geçirebileceğimiz pek çok farklı alternatif yarattıkbirlikte. Yemek yapmak, etraf toplamak, birlikte film seyretmek, sohbet etmek...Kitaplar ise hep vardı…
Bu cumartesi saat kulesi
Ve tabii ki birlikte daha çok vakit geçiriyoruz dışarıda. Oöğle uykusu saati meselesi, yok efendim yemek konusu filan hep gerilerde kaldı.Koca adam yav! Giyiniyoruz, kent kartımızı da atıyoruz cebimize oh mis gibigeziyoruz. Arca zaten metro ve otobüs delisi hiç öyle arabasız gitmem demiyor.Hem daha uzun süreler yürüyebiliyor hem de ne bulsa yiyor… Arca büyüdükçe vetabii ben de büyüdükçe cumartesiler muhteşem olmaya başladı.
Geçen cumartesi, hızlıca giyindik, kahvaltıdan sonra apartopar çıktık, piyano dersine yetişeceğiz. Her hafta da geç kalıyoruz aksi gibi.Metro istasyonuna yürürken Arca "en çok ne yapmayı seviyorum biliyor musun"dedi. Birkaç tahmin yürüttüm, hiçbirini tutturamadım. "En çok seninle piyanodersine gitmeyi seviyorum, birlikte yürüyoruz ve konuşuyoruz" allahım geçkalmamış olsak onu oracıkta yiyip bitirecektim. Ama bitmedi cücenin çenesidüşük (kime çekmiş bilmiyorum ki:P) "sonra en çok anne-arca gününü seviyorum.Sonra anne-baba-arca gününü (birinin bu çocuğa haftanın günlerini öğretmesigerek) sonra ipad oynamayı, sonra bir de pide yemeyi…" ve tabii ki o ilkcümlenin büyüsü bozuldu ama ilk onu saydığına göre hala şükredebiliriz:Anne-Arca günlerine pardon cumartesi günlerine şükür…


17 Ekim 2014 Cuma

Mehmet Pişkin

Mehmet Pişkin’in bir veda videosu yayınladıktan sonra intihar ettiğini öğrenmiştim ama videoyu izlememiştim, çok da bilgim yoktu açıkçası…

Akşam servis Arca’yı annemlere bıraktı, İlker de beni aldı ve oraya gittik, gitmişken yemek de yedik birlikte. Konuyu açtım, İlker videoyu izlemiş, biraz anlattı. Kullandığı kelimeler “gayet sakin, ne yaptığını bilen ve tükenmiş..” sanırım böyleydi.

Sordum, neden video ve neden facebook? Yani ailesine bir intihar mektubu bırakır ve gidersin, selametle… Neden viral bir yayılım? Bir mesajı mı var? Bir mesajı olmalı, illa “çocuklarınızı uyuşturucudan uzak tutun” ya da “örselenmiş bir çocukluk geçirdim, çocuklarınıza daha sıkı sarılın” şeklinde gözüne sokulan cinsinden olmasa da… Olmalı!

Yok, dedi…

Mevsiminde

Sizin yaşadığınız şehri bilmem ama biz burada İzmir’de hala son yaz yaşıyoruz. Yapraklar kurudu, ayaklarımızın dibine düştü, sabahları ise, insan üzerine ince bir mont olsun, almak istiyor. Gel gör ki hala gün içinde ve hatta akşamları hala sıcak. Dilim sonbahar geldi demeye varmıyor. İnsan bir ürperti, bir battaniye sıcaklığı arıyor önce…

Mevsim güze dönerken sebze-meyveler de dönüşüyor. Sevenler tezgahlarda kereviz görünce gülümsüyorlardır, eminim. Aman söyleyeyim henüz soğuk yemedi kerevizler, kış aylarındaki gibi olmaz. Bugünlerde coşkuyla aramıza katılanlar olduğu kadar sessizce aramızdan ayrılanlar da var… Semizotu, taze fasulye, bamya…

Geçen fark ettim ki, bu devir teslim törenleri sırasında ben geçmiş ayların gıdalarıyla ilgili derin bir muhasebeye giriyorum. Hayır, tabii ki, kendimle ilgili değil. Arca ile ilgili…

16 Ekim 2014 Perşembe

#80şükürvesilesi Nr 4 ve Nr 5

Hiçbir şeyi planlamamıştım. Sadece bir poğaça alıp, otobüse binecek ve erkenden ofise gidecektim. Saate baktım, yedi buçuk. Sadece on dakikalık yolum var ve mesainin başlamasına bir saat. Hayır manyak değilim sadece bundan bir yarım saat kadar geç çıktığımda resmen yollarda sefil oluyorum ve küfrede küfrede işe gidiyorum. Belediyeye gönderdiğim ağır tahrik ve taciz içeren dilekçelerimden de artık bıktıklarını düşünüyorum. Pes ettim. Onlar bana yarım saat erken kalk kadın, demeden ben yarım saat erken kalkıyorum. Sabah yogamı da yapamıyorum ama sorun değil, düşünsene sen güneşi selamlıyorsun sonra tıkış tepiş metroda o meditasyonun hükmü kalmıyor ettiğin küfürlerden!

15 Ekim 2014 Çarşamba

Koku: #80şükürvesilesi Nr 3

Beş günlük tatilin ardından ofise döndüm ve masamda bir şeyler ararken en alt çekmeceyi açmış bulundum. Bitki çaylarımın, kuru meyvelerimin ve ara öğün bisküvilerin durduğu çekmece. Birden bir kokuyla irkildim. Zira burnum beni önceki güne uzanan bir zaman yolculuğuna çıkarmıştı.

Tatilin son günüydü. Arca da dahil olmak üzere çok dikkat etmemize rağmen sabah kahvaltısında yine alerjinin nüksettiğini görmüş, çok sıkılmıştım. İlker, balıktaydı. Fotoğraflarını çekip gönderince o da, doktor da alerji konusunda hemfikir oldular. Şurup içti, biraz geçer gibi olasıya kadar benim canım hiçbir şey yapmak istemedi. Tatilin son gününe has o “yarın iş/okul var böhüü” psikolojisinden Arca da ben de nasibimizi almıştık, tahammülsüzdük. Bir de alerji tuz biber ekti. Ama kitap okuyarak çizgi film izleyerek gün geçmiyor. Bisiklet alıştırmalarına ise hiçbirimizin sabrı yok. 

14 Ekim 2014 Salı

Dumur diyalog #133

Poyraz ve Arca sohbet ediyorlar.
A: Poyraz, babamın telefonunda oyun oynayalım mı?
P: Ben artık ipad’de oyun oynuyorum.
A: hıh ben de! Ama etrafta ipad yoksa babamın telefonuna dadanıyorum.
…..

Julie ve Julia : #80şükürvesilesi Nr 2

Aslında bu şükür nesnesini zor zamanlar için saklıyordum. Ama sonra dedim ki aynı nesne farklı sebeplerle ve farklı zamanlarda şükür vesilesi olabilir. Neden olmasın? (bu etiketi “arzu nesnesi”nden devşirdim, nesne yerine vesile mi diyeydim, daha mı iyi olurdu yav? – tam da şu anda aklıma geldi ve hop 3 günlük bir anket koydum sağ tarafa)

Mesela önümüzdeki seksen gün içerisinde sizi kusasıya kadar Arca denen şükür nesnesiyle muhatap edeceğim. Şükretmek için çocuktan daha ala bir vesile olabilir mi? Mutsuz toplumların nüfus yoğunluğunun bu kadar çok olmasının sebebi bu mu acaba? Hmmm…

Ama bugünkü çıkış noktamız bir film. Adı Julie ve Julia. Konusunu pek bilmiyordum, tamam Julia Child denen bir kadın varmış ve yemek denince hazır gıdadan başka bir şey anlamayan Amerikalılara Fransız mutfağını ve yemek yapmayı öğretmiş, bunu biliyordum. Bildiğim diğer şey ise bu karakteri Meryl Streep oynamış. Evet tüm bildiklerim bunlar. Ve sizi bilmem ama, bazı filmleri izlemek için bu kadının rol alıyor olması bence yeterli.

13 Ekim 2014 Pazartesi

"Hepimiz tatil için çalışıyoruz"

Annemle babam Ekim ayının ve bayram sonrasının sakinliğinde küçük bir tatil yapmak istediler. Bayramda bir aradayken  de otel araştıralım dediler. Tam onların isteyeceği gibi bir otel bulduk, odayı satın aldık, rezervasyon bilgilerini de benim e-mail adresine gönderttik.

Buraya kadar her şey güzel…