4 Ağustos 2014 Pazartesi

Haller haberler

Bloga tek satır yazmamışsam da internet detoksu filan yapmış değilim. Tekneden boy boy fotoğraflarımı, şaraplarımı, kitaplarımı, yer cücesini, balıkları kalamarları ve daha nicelerini instagram’da paylaştım. Blogun pabucunu dama filan atmadım, instagramın tatil fesatlıklarımı göze sokmanın daha iyi bir yolu olduğunu düşündüm. Puhahahha kılım yav, harbi kılım! Son günboynumun tutulmasını hak ettim kanımca, milletin gözüne sokarsan…

Bizimkilerle geçirdiğimiz bol kahkahalı iki günün haricinde bu tatil umumiyetle Çeşme’de ikamet ettik. Zira İlker teknesiyle haşır neşir olmak, balık tutmak, karadan ziyade denizde vakit geçirmek istedi. Bunca yıllık kocamı kıracak değildim ya…(istemem yan cebime:P) 

Bu tatilde çok yeni kararlar aldım. Hayır, istifa edip sayfiyeye taşınmıyorum (keşke:P) 


Bu tekne işini kesinlikle öğrenmem lazım. Gerçi tornistan, kıç, iskele bilmem ne biraz öğrendim ama hala kontrol bende değil ve bu çok rahatsız edici bir şey. Zira işlerin yolunda gidip gitmediğini ancak ilkerin surat ifadesinden çıkarabiliyorsun.

Eşek adasına gittiğimiz gündü. Genelde Paşa limanına gidiyorduk, yakın ya… Artık o gün şeytan mı dürttü eşekler mi dürttü ne olduysa… Neyse keyifler gıcır aslında. Yolda yunusları gördük, hatta rotamızı değiştirip yanlarında seyrettik bir süre. Bizimle yüzdüler, suya girip çıktılar. Açıkta Arca ile yüzmek, onu tekneden atmak, Jaws’çılık oynamak filan çok eğlenceliydi. Akşama doğru dönelim dedik. Arca, dümende İlker’in yanında, bense açmışım kitabımı, sakin sakin dönüyoruz bizim koya. Birden sirenler alarmlar bir şeyler çalmaya başladı. İlker’in yüzü bir anda değişti, Arca’ya “annenin yanına git” dedi.

Ooo çok sakat!

Bu batmadan önce söylenecek son söz ifadesiyle söylenmiş, Arca ile ikimizde eş zamanlı bir “hassss…” hissiyatı oluşturmuştu. N’oluyordu? Batacak mıydık? Burada mı kaldık. Ulen burası çok açık! Bunları ben içimden Arca dışından söylüyorduk fakat İlker’e hiç tesir etmiyordu telaşımız. Motorun kapağını açtı, baktı. Birilerini aradı, aradıkları cevap vermedi, bir sigara yaktı, uzaklara baktı. Ben de baktım, oradan en yakın ne tarafa yüzebilirim diye baktım, rüzgar ne taraftan esiyor diye baktım, baktım da baktım. 

İlker, Arca’nın hafif tırstığını nihayet fark etmiş olacak, “yağ bitti, yedek yağ yok, bekleyeceğiz” dedi. Aldığım dört senelik makine mühendisliği eğitimi ve iki senelik otomotiv tecrübeme göre – ki bunu bilmek için böyle bir backgrounda ihtiyaç da yok ya … - motorun çalıştırılamayacağını biliyordum.

Aklımıza gelen ilk ismin o gün İstanbulda olduğunu biliyorduk. Evde yağ olduğunu da… Neyse ki eve, Emreye ve Emreyi getirebilecek tekneye sahip olan Tamer abiye ulaştık. Geriye sadece beklemek kaldı. Deniz feci çalkalıyor, derinlik desen o biçim. İlker desen ketum. Bu ağır şartlar altında Arca yine de sükunetini korudu. İşler bir şekilde yoluna girince tadını çıkarmak kaldı. Denize girdik, martılara gofret attık, nasıl olsa yardım gelecek ya, ohhh…

Ama bilmek lazım. O tekneye (her ne kadar kayıktan hallice olsa da) biniyorsan, turist ömer olmanın manası yok! Yağı, yedek benzini sen de bileceksin, kaptana hatırlatacaksın, elini taşın altına koyacaksın. Oğlanın büyümesine daha var, sen miço olacaksın. 

Bu arada miço demişken, bak bu konuda üstüme tanımıyorum. Şimdi benim muhterem feci tiryaki, sigarasını da unutmuş. Geçen gün Ilıca’ya kumrucu Şevki’ye yanaştık, her gün benim sandviçlerimi yiyoruz bir gün de kumru yiyelim dedik. Kumruları aldık, biraz açılıp çapa attık, bir güzel mideye indirdik. İyi de İlkerin canı sigara ister, kıyıya da yanaşamıyoruz. İyi dedim at beni suya alır gelirim. İnanmaz gözlerle baktı. Geçirdim ayağıma terlikleri, atladım suya, para ağzımda kıyıya yüzdüm. 

O gün kahverengi bikinili, kafasında yemeni, Ilıca caddelerinde sigara arayan ıslak kadın bendim. Sularımı damlata damlata Tansaş’a girdim. Paketi aldım, çıktım. Aynı yolu gerisin geri yürüdüm. Caddede yol veren verene... Yav ben harbi vurdumduymaz olmuşum. Millet bakıyor filan hiç umursamıyorum. Hani neredeyse Kumrucu Şevki’nin önünden denize girmeden hemen önce bir reverans yapacak, selam çakacaktım. Açıkta bekleyen tekneye yüzdüm, ağzımda paket. 

Yıllarca içmiş, bırakmış, tiryakinin halinden anlayan eski bir tiryaki olmama rağmen sigaraya şiddetle karşıyım, İlker’in içmesine daha çok karşıyım ama o gün iyi miço olmak o sigarayı almayı gerektirdi, aldım. Nokta.

Kararlar demiştim ya… Bundan böyle artık bira içmeme kararı aldım. Muhtemelen hafta sonuna doğru bozarım, ama yok arkadaş otuzbeşinden sonra göbek yapıyor, bu ne hal yav! Sen bakma benim bel üstü pozlarımı poz poz instagrama koyduğuma, bel aşağısına ağır sansür uyguluyorum da ondan iyi görünüyor, filtre, application, photoshop bilmem ne… Görsellik her şeydir:P

Bir de saçlarıma müdahale etmem lazım. Kararlarımdan biri bu. Yani ya gidip en kısa zamanda kestirip yine ensemi açacağım, ya da sabredip uzatacağım. Zira bütün tatil bir türlü toplanmayan ama enseden de terleten saçlarıma sürekli bandana yemeni takmaktan bir hal oldum.

Son olarak Kurt Seyt ve Shura’yı sonlandırmadan bırakma kararı aldım. Yok olmadı, çekmedi beni, sevemedim. Giremedim içine. Belki beklentim yüksekti, belki 44. Basım olmuş hala düzeltilmemiş yazım hataları beni gerdi, bilmiyorum, bildiğim tek şey, hayat hoşuna gitmeyen bir kitabı okumaya kasacak kadar uzun değil… Olmuyorsa olmuyor…

Aslında hayat hiçbir şeyi kastıracak, takacak kadar uzun değil, bırak akışına gitsin…


2 yorum:

okuyanguzel dedi ki...

Evet kitap hakkındaki düşüncelerimizin uyuşmasına sevindim.
Ama ben halen başladığım kitabı bitirme konusunda kendimi kasıyorum.
Ama çok haklısın hayat o kadar uzun değil ve benim o kadar çok vaktim yok kitap okumak için.Ben de bırakabilmeliyim.

Adsız dedi ki...


Tatil matil diğer hiçbişiye yorum yapmiycam ama kitap konusuna iki satır değinmeden de geçemiyciim:

Bir Dinazorun Anıları'nda Mina Urgan anlatır, o da eskiden başladığı kitabı ille de bitireyim diye uğraşırmış, ta ki ismini unuttuğum bir ahbabı ona şöyle deyinceye kadar: "Aldın bir karpuz, kestin baktın kelek... İlle de yiyecek misin onu?" :)

Şaka bir yana, sarmıyorsa sarmıyordur. İlle kötü olmak zorunda da değil, belki sana, o ana, o andaki sana uymamıştır, dolayısıyla salla gitsin. Üç yıl önce Yüzyıllık Yalnızlık'a başlamayı denemiş ama ilk birkaç sayfayı habire başa dönerek okumaya çalıştığımı fark edince bırakmıştım. Ondan bir sene sonra tekrar denediğimde ise hangi ara okuyup bitirdiğimi bile anlamadım :) (Bilge)