Bu ara hafta sonları
acayip bir maraton halinde geçiyor.
Cumartesi sabah, piyano
dersine gidiyoruz. Arca, kavramada iyi, tekrar ve evde pekiştirmede kötü bir
öğrenci. Böyle giderse, yakında zorlanacak. Olsun, anın tadını çıkarıyor,
piyanoyu sevdiğini söylüyor, ne yapalım bir Fazıl Say da yetiştirmeyiverelim :)
Piyanodan çıkıp basketbol
kursuna gidiyoruz, gör dötüm yollar!
Benim vakti zamanında “ay
çocuklara boş zaman bırakın, bırakınız sıkılsınlar, ay o kurs senin bu kurs
benim gezdiriyor musunuz, bıyyy iğrençsiniz” çerçevesinde dönen sayıklamalarımı
(ne sayıklaması yav çarşaf çarşaf yazmışım, inkar edersem suratıma tükür:P)
hatırlayanlara, peşinen söyleyeyim, annelik macerasında yaladığım ilk tükürük bu
değil. Ben daha neler yaladım. Zaten artık yalama olduğum için hiç de
utanmıyorum, çocuk gideceğim diyor ayol ben n’apayım?
Laf aramızda Legoya da
gitmek istedi, artık çüş dedik. Basketbol için şikayet ettiğime bakma, - anaokulundaki
psikolog da bu yıl sınıf öğretmeni de çok ama çok hareketli olan Arca’nın
enerjisini atması gerektiğini vurgulamışlardı – benim de aslında seçmesi hoşuma
gitti. Zira Arca bu yaz aşırı kilo aldı, sonra lego, satranç, piyano, puzzle,
resim gibi umumiyetle fiziksel aktivitesi kısıtlı ilgi alanları var. Biraz
hareket, sınıftaki hareketliliğini de sönümler diye düşünüyordum.
Lafı dolandırmanın manası
yok, kurslara bıkbıklıyordum, şimdi kendim elimle götürüp getiriyorum,
bahaneler, kınamalar, tuh rezil kadın, bıkbıklayacağına önce kendi çocuğuna
serbest zaman ver diyenler, diyeceklerini dedilerse, dağılabiliriz.
Yok dur dağılmayalım,
daha anlatacaklarım var.
Evde yapılacak dünya
kadar iş var diye İlker istersem Arca’yı basketbol kursuna kendisinin götürebileceğini
söyledi. Yok dedim katiyen olmaz. Çünkü açık havada oturup kahve içerek kitap
okuma gibi bir saatlik bir lüks bahşediyor bu kurs bana. Tabii bu da beni
inanılmaz asosyal bir anne yapıyor. Etrafta toplaşan veliler sohbete dalarken
ben kitaba dalıyorum. Ay hiç kaynaşamam vallaha:) Neyse kursun son on beş
dakikası veliler spor salonuna alınıyorlar.
Hani başlıkta kahkaha
atmak ister misiniz diye sormuştum ya, işte istiyorsanız siz de o salona sızın.
Kahkaha garantili bir ilkokul 1. Sınıf basketbol maçına denk gelmeniz işten
değil.
Ben şahsen tek başıma
ayaklarımı yere vura vura, karnımı tuta tuta, ağız dolusu kahkaha attım bu
hafta. Tabii asosyal olduğumdan yanımda bu kahkahaları paylaşabileceğim kimse
yoktu, biraz da garipsendiğimi kabul ediyorum ama umrumda değil yav çok
komikler.
Şimdi bunlara top sürmeyi
öğretmişler ama tabii hiç birinin top sürdüğü filan yok. Biri topu kapıyor,
sımsıkı sarılıyor kimse elinden alamasın diye, herhangi bir potaya depar
atıyor. Oğlum pas ver, yok, ne zorluklarla kaptı o çocuk o topu bırakır mı?
Hatta kucağında topla birkaç tur atıyor sahada, peşi sıra iki takım birden.
Topu bir şekilde kaptırmamayı başardıysa ve artık elinde topla koşturmaktan
sıkıldıysa, aklına potaya şut atmak geliyor. Zaten kimsenin sayı atabildiği yok,
artık top kimin eline geçerse aynı sahne başka bir çocukla tekrarlanıyor. Pas
yok diyorum ya, takım olma bilinci de yok. Top kimdeyse huraa hepsi yükleniyor.
Oğlum top takım arkadaşında, kapmana gerek yok diyorsun, oralı değil, bir bakmışsın
bir topa aynı takımdan iki oğlan girişmiş. Yani kısaca takım bilinci olmayan
bir Amerikan futbolu maçı oynanıyor gözünün önünde. Tek yaptıkları bağır çağır
koşmak. Hatta topun önemi bile yok, koşuyorlar mı, koşuyorlar. Allah seni
inandırsın karnım ağrıdı gülmekten.
Arca soyunma odasından
çıktı, son derece ciddi, tüm pozisyonları anlattı, hem de canlandıra
canlandıra. İkinci baskı kahkaha atmadım artık, ciddiyetle dinledim. Maç 0-0
bitmiş. "Yani o kadar top çaldım, nasıl basket atamadık anlamadım", diyor. "Ah
evladım, pota yüksekti ondandır:)"
3 yorum:
Lego kursu da mı var, ilk defa duydum :)
Haha Arca yaa! Ne dumur dıyaloglar çıkar bu Bu Basket muhabetinden☺️
yeliz, klavye başında yıkıldım:D
Yorum Gönder