28 Kasım 2021 Pazar

Panik atak

 Çocukken pazarları pek sevmezdim. Benim için pazar demek, tatlı başlayan (7'den 77'ye ve kovboy film sabahları) ve sonrasında - özellikle soğuk kış pazarlarında - birer bardak sahlep eşliğinde buğulanan camların ardında, arabada futbol maçı dinlemek (hala futbol spikerlerinden haz etmem) ile devam edip kızarmış barbun balığı, pazar banyosu ve çamaşır makinasının sesi ile son bulan  haftanın bir günüydü, tatlı hafta sonunu pazartesiye bağlayan gün...

Pazarları artık çok keyifli buluyorum. koşturmacasız, uğraşısız sadece yeni haftaya zihnini hazırladığın bir gün. Belki burada hiçbir yerin açık olmadığı, yerel insanların evleriyle, aile büyükleriyle geçirdikleri bir gün olmasından kaynaklı bir dinginlik var pazarlarda. Daha doğrusu kış pazarlarında. 

Her hafta başı ofislerde veya şimdiki virtual toplantılarda ayak üstü sohbetlerin bir numaralı sorusu olduğu üzere, "hafta sonun nasıl geçti" diye sorsalar, "açık ara en muhteşem hafta sonuydu" derim, üstelik İlkerimin olmadığı ilk hafta sonum. Cumartesinin hareketliliğinin pazarın sukunetiyle dengelendiği muhteşem bir hafta sonu. Şükür ki ne şükür...

Lakin bu pazarın benim için bambaşka bir kıymeti vardı. Geçen pazar sadece ilk bölümünü okuyup kenara koyduğum, tüm hafta yüzüne bakmadığım kitabımı bu pazar ağlamaktan içim çıka çıka bitirdim. Böyle bir keyif yok dostlarım. Kitabı bitirip sindirmek üzere yuvama çekilmeceğimi  dolayısıyla asla rahatsız edilmek istemediğimi kesin bir dille bildirmek için ders çalışmakta olan Arca'nın odasına girdiğimde ağlamaktan kızarmış gözlerime ve burnuma bakıp tedirgin olan evladıma şahsımla ilgili o büyük gerçeği açıkladım: Baban 25 senede artık alıştı, sen de alış evladım, ben bir film izleyip, bir kitap okuyup içim çıkasıya ağlar, rahatlarım, iyidir bu, buna alış, anan için iyi bir şey. Evet şişmiş gözler, kızarmış burun bunlar bir tür rahatlama ve mutluluk ifadesi evladım... Ağlamak güzeldir."

Tavsiye de ettim - yani duygularını açığa vurmasını - lakin bana ergen bakışları ile karışık göz devirmeleriyle karşılık verdi, fazla üstüne gitmedim. Bırakalım ne deli manyak bir anası olduğu gerçeğiyle yüzleşsin, bu da onun travması olsun, anam beni manyak deli sever idi, diye bir his bıraktıktan sonra çok da tın travması, hangimizin yok ki?

Bu pazarımın muhteşem geçmesinin birkaç sebebi var ama en temel sebebi bir kitap. 

Ama yok önce geçen pazarı anlatayım, ya da hatta geçen cumartesiyi...

Geçen cumartesi İlker'i havaalanında bırakıp eve dönecektim.İlker hazırlanırken bende bir panik başladı, ya geç kalırsak, ya yolda başımıza bir şey gelirse. Final Destinatıon senaristlerine konu olacak türlü hikayeler yazıyorum kafamdan, lanet olsun herbiri de öyle ince detaylı ki, inanıyorum. Zihnime sıçayım affedersin. ama İlker'e çaktırmamaya çalışıyorum. Niye? Çünkü kendisi über sakin bir insan olduğu için benim panik hallerime anlam veremiyor. Yolda trafik sıkışıyor, benim kalbim... Trafik açılıyor, yol akıyor, İlker hız yapıyor benim yine kalbim sıkışıyor. Benim kalbimin ortalama hızı 60km. 

İlker'i havaalanı otoparkında bırakıp, şoför koltuğuna geçeceğim. Ama bana bir titreme geliyor, bir yerlerim uyuşuyor, hayır İlker'e söylemiyorum, sadece üşüdüm hadi git diyorum, şoför koltuğundayım ellerim direksiyonda titriyor. Kalbim sıkışıyor. Nefeslerimi dengelemye çalışıyorum, kolonya sürünüyorum, bu deli hallerimi anlamlandıramayan İlker'in camdan bana bakan yüzüyle karşılaşıyorum, sapık görmüş gibi çığlık atıyorum. Evet manyağım. Gülüyoruz karşılıklı, kahkaha atmak iyi geliyor. Benim hastalıklı ruh halimden habersiz terminalin yolunu tutuyor kocam, ben de yoluma koyuluyorum. Otopark çıkışını kaçırıyorum, olsun dön dolaş buluyorum. Navigasyondan Brüksel çıkışını kaçırıyorum, olsun, dön dolaş bir yerlerden tekrar çıkıyorum. Ve her seferinde yanlış yerden çıktığım için ben gerçekten o yanlış yeri Brüksel çıkışı sanıyorum biliyor musun? Neyse kendimle ve yön duygumla alay edip yoluma devam ediyorum. Yol dönüyor, aslında başım dönüyor. Yan aynalara ani bakış atamıyorum, atarsam başım dönecek diye korkuyorum. Sağa çeksem diyorum, ararım bizim çocukları, Erdem, gelir, Arek, Yiğit, Özra İdil Ayşe gelir ya birileri gelir beni toplarlar diyorum. Sonra toparlanıyorum, Yeliz saçmalama, durursan şimdi, bir daha toparlanamazsın. Fransızca bir radyo açıyorum, kafa güzel, klasik müzik güzel, Fransızca güzel, akıyorum yolda, arada yanımda hızla geçen olunca adrenalin patlaması yaşıyorum, sol bacağım uyuşuk ama dert etmiyorum, otomatik vites aldık bu aracı iyi ettik, diye şükrediyorum. En son bizim mahalleye otobandan çıkınca Arca'yı arıyorum, bahanem eve geliyorum demek, ama asıl sebep insan sesiyle rahatlamak. Beni pek sallamıyor, İlker'i arıyorum, check in filan yapılmış her şey yolunda...30kmlik yol boyunca tüm o yaşananları kendime saklamaya karar veriyorum. 

Eve girmemle çıkmam bir oluyor, bahanem markete gitmek, niyetim açık havada yürüyüş yapmak. İyi gelir gibi oluyor, ama bir cumartesi akşamı market kalabalığı kalp çarpıntılarımı tekrar ayyuka çıkarıyor. Market sırasında, düşer bayılırsam, insanlar var acile götürüverirler diye düşünürken buluyorum kendimi. Ben zaten kendimi ya acilde, ya ölüm döşeğinde, ya sevdiklerimin ölümüne ağıt yakarken.... ay tövbeler olsun nasıl bir manyağım ben! 

Sırf havam değişsin diye bir de noel yıldızı saksısı kapıyorum, yollanıyorum eve. Şarap sakinleştiriyor. En azından İlker'i bir uçak kazasında yitireceğimi ve bu yüzden oğlumun travmalarını iyileştireceğim önümüzdeki on yılı düşünmüyorum. Bak bu iyi.... 

İlker'in izlemediği bir dizi var, Yargı, kaçırdığım birkaç eski bölümüne bakıyorum yarım göz, birden bir ışık yanıyor. Savcının kliniğe gittiği bölüm, hani "mühim değil, panik atak geçirmişsiniz" dedikleri... internetten bakıyorum, belirtilen en az 5 tanesi (baş dönmesi, ağız kuruluğu, titreme, ölüm korkusu, uyuşma, kalp çarpıntısı...)her zaman heps bir arada olmasa da bende görülüyor. Ohhh shit! 

Birkaç hafta önce bana bi' geldiler dediğimde de benzerlerini görmüştüm. Fakat ancak Arca'nın Covid sonrası gidebildiğim, kulak burun boğaz uzmanı vertigo olmadığını söylediğinde, panik ataktan hiç şüphelenmemiştim. Dengelerim bozuldu herhalde deyip geçmiştim. Ama kimseye söylemesem de o günden sonra ara ara bu atakları geçirmiştim. Benim ataklarım kaybetme korkusuyla tetiklendi. Üst üste ve tek başıma yaşadığım abarttığım ve abarttığım için de (ve tabii uzaktayken) İlker tarafından görmezden gelindiğim felaket senaryoları üzerimde müthiş bir üzüntü, stres yarattı ve ilk zora geldiğim anda patlayıverdi. 

O gece İlker'in de sağ salim İzmir'e vardığını öğrendikten sonra yatıp uyudum. Pazar sabahına taptaze başladım. Sanki rüyamda görmüşüm gibi, yıllar önce aldığım fakat panik atağın anlatıldığı ilk bölümün ardından, bana hitap etmedi, deyip bir kenara bıraktığım "Pembe Fili Düşünme" kitabı aklıma düştü. Kitaplıktan bulup yatağa girdim yine. 

Sabah yataktan çıkmadan kitap okumak şahane bir lezzettir, tavsiye ederim. 

Neyse ben o ilk bölümü gözyaşları içinde okudum, hatta iki defa okudum o sabah. Bana nasıl iyi geldi anlatamam. Bana gösterdiği yol, yoldaşım; hikayesi, tecrübem oldu Zeynep Selvili Çarmıklı'nın. 

Bir hafta oldu, hemen hemen her gün arabaya biniyorum, Arca ile birlikte, panik misafirim geliyor, kabul ediyorum, o orada bir kenarda dursun ben işime bakıyorum, Arca'yla sohbet ediyorum, yol geçiyor bir şekilde. Arca yoksa İlker'i arıyorum, anlatmadan korkutmadan, ablamı arıyorum, İlkerin annesini, yolda laylay geçiriyorum kilometreleri... toplantı sırasında uğrayacak olursa, evdeysem, lavanta kesemi kokluyorum, ofisteysem gülümsüyorum... geçiyor. gibi gibi.... Hatta inanmazsın Arca bugün ilkokuldan arkadaşlarıyla mahallede buluşup iki saat top oynamaya gittiğinde, dönüş saatinden sadece 5 dakika sonra aradım ve asla daha önce değil (bendeki gelişmeye gel!) ve hiç ama hiç felaket senaryosu yazmadım. 

Nasıl olduğunu bilmiyorum, belki parçaları birleştirmenin ve nedeni bulmanın rahatlaması bu... Belki Zeynep'in tecrübe ettiği, kabul etmek, misafir etmek, geçici olduğunu bilmek, geçeceğini bilmek bu duyguları yenmeye, bastırmaya çalışmamak... Belki de başka şeyler sebebi ama bir haftadır daha iyiyim.

Her gün yarım saat egzersizle başlıyorum günüme iki elim kanda olsa zıplıyorum, stresimi atıyorum güne başlarken, kahveyi azalttım (mecburen zira kahve makinesini bozdum, muhterem yok ki tamir etsin) sabah sayfalarımı yazıyorum, terapi niyetine...

Bu sabah, sabah sayfalarımı yazarken, değerlerimden bahsettim bilinçsizce... ve bugün tüm gün kitabın kalanını okudum, dokuna dokuna dokundu bana sadece panik atak bölümü değil, herbir bölümü ayrı ayrı, usul usul ağladım, rahatladım. Nasıl iyi geldi... anlatamam. 


Sonra İlker'e anlattım, kendime koyduğum teşhisi. Bir tırstı ne yani panik atak mı, ciddi lan bu! Yok dedim, aslında senin benimle ilgili tespitlerinin, gözlemlerinin psikolojideki tanımı sadece. Yıllardır ben itiraz ederim, İlker söyler, panik oluyorsun, bak olma, seni kötü duruma düşüren bulunduğun durumdan ziyade paniklemen.... Bense abarttığını düşünürdüm, haklıymış, pis herif beni benden iyi tanıyor.

İşte böyle... Geriye tek bir şey kalıyor. O da bu, kendimce kendime koyduğum teşhisimin doğruluğunu teyit etmek. Bu  da tabii ki, uzmana danışmakla olacak. Psikolog arkadaşım canım Deniz'e soracağım, online terapi için ne der, var mı tanıdıkları, arkadaştan psikolog olmaz belki, bu yaşadıklarım için ne der... Terapi desteği almak için deli olmak filan gerekmiyor, hepimiz kendi hayatlarımızda zor dönemlerden geçiyoruz, terapi almak kendimizi vertigo sanıp KBB uzmanına gitmekle aynı şey. 

Ama bir şey diyeyim mi... Ben kendimle ilgili bu kadarcık farkındalıkla bile öyle rahatladım ki... aldığım nefes bile bir başka anlam ifade ediyor artık. İçimdeki Şefkatli Yeliz başımı okşuyor ve geçecek diyor.

6 yorum:

okuyanguzel dedi ki...

Canım Yeliz,

Önce sıkıca sarılıyorum :) Anlattıkların çok tanıdık bende karamsar olmakla itham ediliyordum. 2 yıldır terapi alıyorum öyle iyi geldi ki anlatamam. Terapi herkesin alması gereken bir şey bence ve bana kattıkları içim müteşekkirim.

Bu süreçte beni hep destekleyen ve bunları herkesin yaşadığını söyleyen eşime teşekkürü borç bilirim. Çünkü insan böyle zamanlarda tek sorun yaşayan kendisiymiş ve ruh hastasıymış gibi hissediyor. Bir de terapinin hemen biteceği yanılgısı var ki onunla da biraz uğraştım. 40 yıllık düşünme biçimi öyle bir anda değişmiyor tabi. Bu sırada en yüksek faydayı meditasyondan gördüm. Düzenli meditasyon anda kalmama ve terapi de öğrendiklerimi uygulamama çok yardımcı oldu.

Sevgiler,

Adsız dedi ki...

Çok geçmiş olsun Yeliz. Kendi teşhisini koymuşsun bence bu büyük bir adım. Babamın vefatından sonra annemde oldu bu gibi şeyler. Acile gidip geliyorduk. Sonunda teşhis kondu şimdi rahat şükür tedavisi iyi geldi. Allah kimseye yaşatmasın şifa versin. Hülya

yeliz dedi ki...

canim Ahu cok tesekkurler paylastigin icin.

yeliz dedi ki...

cok sagol Hulya annen de daha iyidir umarim, acil sifalar

Sadece C. dedi ki...

Yeliz geçmiş olsun. Önce bir demir ve D vitamini baktırmanı öneririm zira panik atak belirtileriyle çok karışır ikisinin düşüşü.. Kolaylıklar dilerim!

yeliz dedi ki...

cok tesekkurler Ceren, haklisin olabilir.Ben cok uzun zamandir kan degerlerime baktirmiyorum, mutlaka arastiracagim.