Muhteremin gelişinin uzayacağı haberini almamızı müteakip benim asfalyalar ufaktan atmaya başlamıştı. Kendimi üç hafta idare edecek şekilde programlamıştım, bir o kadar daha idare etmem mi gerekecekti? Zaten her allahın günü evin ergeniyle stres yüklü atışmalar, evin idaresi, işin derdi yükü... İlk haftalar iyi kotarıyorum derken, işler boka sarmaya başlamıştı.
Artık ufak tefek şeylere bile ağlar olmuştum. Arca'nın küçüklükten beri sakladığı formalarını yanlışlıkla ihtiyaç sahipleri kutusuna atmış olmak bile ağlatıyordu beni. Arca'nın ayaklarının ağrıması mesela, acaba, yeşil sahalara gitmekten sıkıldım diye kader ağlarını mı örmüştü. Evet, öyle olmalıydı, hepsi benim suçumdu. Annelik bitmeyen bir vicdan muhasebesi ve de suçluluk duygusu değil miydi? Daha geçen gün tuvalette ayaküstü muhabbet ettiğim iki çocuk anası arkadaşıma da aynısını dememiş miydim? "çocuklar küçükken ilerde geçecek sanıyorsun ama inan bana seninki üç yaşında altını ıslattı diye kendini suçluyorsun ya on üç yaşında da suçlayacak bir şeyler çıkıyor yani suçluluk bitmek bilmeyen bir annelik nişanı sanki..." Kadını da bozdum mu acaba? İnşallah hayattan soğumamıştır.
İlker'in geldiğinde halletmesi planlanan işlerden Arca'nın aşısı, benim artık normal olmadığımın sinyallerinin başladığı gün oldu.
O sabah ofise gittim, öğlene kadar işlerimi hallettim, öğlen Arca'yı okuldan alıp eve döndüm. Arca'ya yemek hazırlarken bir toplantıyı kaçırmışım, hayatmda ilk kez başıma geliyor. Neyse... Bir başkasına girdim, bu arada sekiz defa Arca'ya hadi dedim, hadi aşıya gideceğiz.
Yola çıktık, defalarca gittiğimiz yolu, üç ayrı navigasyondan teyit ettim. Kontrol manyaklığımın seviyesi son bir buçuk aydır gözle görülür şekilde artmıştı, farkındaydım ama sakinleşemiyordum.
Bazıları için son derece sıradan olabilir ama benim için arabayla bir yere gitmek bile başlı başına stres kaynağı.
Psikolojim o kadar bozuktu ki, arabayı park edip üç kere daha dönüp kapıyı kilitleyip kilitlemediğime baktım. Cebimdeki bozuk para park ücretini ödemişti ama bakalım fişin üzerindeki saatte dönebilecek miydik? Ya kapıyı kapatırken fişi uçurduysam ve dışarıdan görülmüyorsa? Tekrar döndüm hayır uçmamıştı. Fişin saati geçer de, arabayı çekerlerse, nereden bulurdum? Yok canım ceza keserlerdi muhtemelen. Ya direkt çekerlerse? Böyle komplo teorileri neden benim aklıma geliyordu? İlker neden bu endişeleri duymuyordu? Ya Arca ikinci dozun üzerine çok hastalanırsa ne olacaktı? Aman sakın ha, akşam şarap içmeyeyimdi, ya Arca'nın acile kaldırılması gerekirse? Ya...
Aşı sırası korkunçtu. Çarşamba öğleden sonraları okul olmadığı için bütün veletler aynı saatte aşıya gelmişti. Arca umursamazdı, sıra ona gelince fark etmiyordu, Arca'yı sürekli benim dürtmem gerekiyordu. Onun kadar iyi Fransızca konuşamıyordum, gülümseyerek işimizi halletmek ergen beyimizi utandırmıştı, neymiş niye sırıtıyormuşum, adamın işiymiş yapacakmış, yadırgıyormuş beni ve sıcak tavırlarımı. Öyle mi Arca? çıktığı kabuğu beğenmeyen Arca. Kendini bi bok sanan Arca, buyur evladım seni önden alalım, ben kenarda bekliyorum, Fransızca mı halledersin Flamanca mı , beş karış suratınla sen hallet. Ama eve dönüp toplantıya yetişeceğim, O yüzden bir zahmet acele edersen... Diyorum ama kaşım gözüm seyriyor.
Benim gibi bir anne, yanıma geldi, dilimizi bilmiyor ama halden anladı kesin, merak etmeyin, sizi çağıracaklar, sizin sıraya girdiğiniz kabindeki doktor ara verdi, dedi. Hay allah razı olsun. Ne bileyim ben, burası bir market sırasında saatlerce bekleyen araya kaynamayı akıl edemeyen insanların ülkesi.
Arca aşısını oldu, canıma değsin pek de acıdı. Arabayı çekmemişler. Eve geldik. Yemek yedik, Arca ateşlendi. Peki normal. Ertesi gün okula gitti, ben evde çalışıyorum. İlker'in gelişine bir gün kalmış, huzura bir gün kalmış... Son haftalardaki tüm gerginliklerim gidecek. Rutinime döneceğim. Sabahlarıma döneceğim... Haftalardır bıraktığım sporuma, meditasyonuma, sabah sayfalarıma uzun lafın kısası terapi niyetine yaptığım ne varsa, yine hepsini yapacağım. Mutlu ve artık rahat olmam gerekiyor değil mi? Zira tek bir iş kaldı, o akşamı sağ salim atlatmak ve ertesi sabah İlker'i havaalanından almak.
Öğleye doğru çalışırken bir ara başım döndü. Acıktım herhalde ya da tansiyonum düştü dedim, yemek hazırlarken tansiyonumu ölçtüm, bırak düşmeyi, hayatımda gördüğüm en yüksek tansiyon. Yani benim standardıma göre, yoksa oldukça normal. (12-7 gibi bir şey) Yemeğimi yedim, bir toplantıya daha girdim.
Teknik bir konu tartşıyoruz, anlamak için tüm dikkatimi veriyorum. İyi gidiyor aslında, ben soruyorum, anlatılanları not alıp tekrarlıyorum ki, anladığımdan emin olayım, bir ara tekrar ederken nefesim kesildi, oturduğum yerde başım deli gibi dönmeye başladı. Hani "içmişim başım dönüyor dönüyor..." şarkısındaki gibi. Ama tabii gün ortası ne içmesi, dahası kim bilir kaç günlerdir içmiyorum, olur ya gece acile gitmek gerekir, ayık kafayla arabayı doğru düzgün kullanamıyorum...
Toplantıyı kestim. Ayağa kalktım ayakta duramıyorum. O an aklıma komşularım geldi, evde çalışan var mıdır, beni gerekirse kim acile götürebilir. Yiğit, Arek, İdil geçiyor aklımdan. Yere uzandım, gözümü kapatsam da açsam da aynı... sürekli dönüyor her şey dönüyor. Kalktım. Düşecek gibiyim, aklımdan, düşersem kafayı vurursam ayılamazsam, Arca 1-2 saate eve dönecek beni o halde bulursa... gibi manyakça şeyler de geçiyor. duvarlara tutuna tutuna banyoya gidiyorum, yüzümü yıkayıp kolonya çarpıyorum yüzüme, terasa çıkıyorum güneşe, nefes egzersizleri ile sakinleşmeye çalışıyorum.
O gece sabaha karşı uçağa binmeye hazırlanan İlker'i aradım, anlattım. Sakinleştirdi beni, her zamanki gibi. masa başına döndüm. Müdürüme mesaj attım, durumu anlattım, yarın izin alacağımı söyledim. Sanırım burn out olmamdan endişelendi. Çünkü burada çok görülen bir rahatsızlık. Burn out olabilir evet ama işten değil, evden burn out olan ilk kişi olarak adımı tarihe yazdırabilirim.
Yoga yaptım, meditasyon yaptım, her bir taraflarıma rahatlatıcı yağlar süründüm. Ama önce dükkanı kapattım. evet 3 gün dinlenecektim. Arca eve döndüğünde beni televizyonun karşısında kucağımda patlamış mısır kasesiyle buldu ve bu olağandışı durum karşısında epey endişelendi. Dedim ki, yemek filan umurumda değil, sandviç mi yaparsın, makarna mı haşlarsın, takıl işte. Kendimi iyi hissedersem makarnaya sos yaparım. Ateşliydi, aşıdan. İç evladım parolunu yat uyu dedim... Başımın dönmesi devam ediyordu. Ama ara sıra... Bilgisayar ekranı ya da telefona bakmak beni ziyadesiyle yoruyordu. Televizyonu bile kapattım, sadece kitap okudum.
Sosyal medyayı minimize etmem de aynı güne denk geliyor. Kendimi korumanın yollarını düşünürken birden aklıma geldi. Acaba vertigo muydum yine? Evet 16 sene evveldi, bir gece başım müthiş dönmüştü, sabahına ayağa kalkamıyordum, kalksam da düşüyordum zaten. İlker beni acile götürmüştü. Mide bulantısı da var ya, hamile sanıyorlar beni, değilim biliyorum. Neyse serum vesaire, bir şey bulamadan gönderdilerdi, ama KBB uzmanından randevu da verdilerdi. Ertesi gün adam beni evirdi çevirdi, acayip hareketler yaptırdı, bir de ilaç verdi. Vertigo dedi. kulak içi kristallerin oynamış, bazen stresten olur. Stres vardı tabii, yeni evlisin, gelirin giderin hesapları, yeni bir iştesin yani strese kaynak çok. Neyse ben iki hafta işe gitmedim, ilaç içtim, geçti ama doktorun bana araba kullanmamamı, hatta bıçak bile tutmamamı söylediğini hatırladım. Hemen Arek'i aradım, yarın İlkeri havaalanından alır mıydı, araba kullanmayayım, dedim.
İlker geldi ve ben kendimi iyi hissettim ama yine de baş dönmeleri birkaç gün daha devam etti, vertigo mu değil mi anlayayım diye KBB uzmanından randevu aldım, ancak geçen Çarşambaya. Fakat hala gidemedim, nedenini de diğer postta anlatayım... bu çok uzadı.
3 yorum:
Geçmiş olsun Yeliz. Gözün aydın. Sevgiler.
Bazen hayat böyle oluyor, ama geçiyor. Geçmiş gitmiş olsun...
Çok geçmiş olsun. Vertigo çok sıkıntılı. Aman dikkat.
Yorum Gönder