Temmuza girdik, temmuz mu bana girdi… hiç bilmiyorum. İşteki son iki haftanın stresi, günde 12 saate çıkan çalışma, vesaire… ve hala da bitmiş değil. Ben tatile çıkıncaya kadar bitecek mi , bilmiyorum. Orta kademe yöneticiliği tecrübe ettiğim bu sene beni çok silkeliyor. Eğitimsiz, el yordamıyla yöneticilik, lider olmak isterken insanların hayatına eden bir müdürümsü olma endişesi, ve nihayetinde tüm sorumluluğun altında ezilme durumları … evet herkesin tatil telaşına, proje teslim tarihlerine, sağdan soldan çekmelerine bir de stratejik kaygılar eklenince… aman ne sen sor ne ben söyleyeyim. Acaba diyorum, Cerenin geçen posta yorumundaki göçmen beyaz yakalı ben miyim? Ama sonra bakıyorum, hayır, bizim ofisteki japonları görünce ben epey Avrupa’lıyım, en azından ofiste yatmıyorum- yani henüz yani şimdilik - :)))
Yorum demişken…. Benim blogda yorumlarım 14 senedir açıktır, insanlar neler yazdılar… cevap vermesem de silmedim. Ama son zamanlarda sürekli bir spam/reklam…. Çöplüğe döndü yorumlar. İşte bu yüzden denetim getirdim. Önce okuyup sonra yayınlıyorum. Bu, yıllardır okuyup yorum yapan arkadaşlarıma garip gelmiş olabilir, açıklamak istedim. Bir de ben de telefondan yorum giremiyorum, lanet olsun! Hep atıyor beni. Bilgisayardan sorun yok ama bilgisayar da öldü o yüzden çok zor cevap yazıyorum, çok özür dilerim.
Bu teknik açıklamaları yaptığımıza göre gelelim temmuza…
Temmuz tatil ayı. Bana kalsa Ağustosu - hatta kıyısından Eylülü tercih ederim. Neden? Bilmem, temmuz tatil mekanları daha kalabalık, benim iş açısından daha yoğun (fabrika Ağustos’ta tatile giriyor) ve döndüğünde yeni yayın dönemine giriş yaptığın bir zaman. Ama işte Arca’nın Ağustos’ta ufak ufak antrenmanlarının başlaması, 1 Eylülde okul açılması derken temmuzdan başka seçenek kalmıyor.
Bizim evin oğlanları 5 temmuzda yolcu, ben bir hafta sonra. Bayram tatilini özellikle atlamak istedim, yalan yok. Oldum olası ne geleneğini severim, ne de kurbanını. O kurban kavurması pişerken bırak evi odamdan çıkmadığımı biliyorum. Hadi geleneğine girmeyeceğim desen bu defa yazlık mekanda her yerin boku çıkıyor. Denize girememeyi geçtim, marketler yağma! Yok yok ben bayramda izmire gitmem, gidene de mani olmam dedim, el bagajımla bir hafta sonradan gidiş, bir hafta önceden dönüş şeklinde üç haftalık tatilimi ayarladım, hadi inşallah!
Bizimkiler yokken ders çalışmayı planlamıştım, ne mümkün! Son bir haftadır işten sonra flamancayı açamıyorum, bir kadeh şarap yemek bir bardak çay sonra zort uyku. Ne ara çalışacağım bilmiyorum.
Yeni yayın döneminde kendi hayatıma odaklanmayı hedef edinebilir miyim? Çünkü lütfen! Buranın iki dilini de ucundan anlayıp konuşamamak çok koyuyor. Utancım şelale. O otuz sene yaşayıp Almanca öğrenmemişlikle gurur duyan alamancılardan olamayacağıma göre utancımızla boğulacağım:(
Bakar mısın nasıl da şişmişim! Ne çok anlatasım varmış?
Neler izliyoruz? Buna geçelim de sizi de şişirmeyelim:)
Son zamanlarda Netflix Türk yapımlarına dadandık. Kuş uçuşu. Bu kadar iyi bir konuya bu kadar kötü senaryo? O kız o beyinsizliğiyle nerdeyse kanala CEO olacaktı! Dediğime bakma muhterem ilk bölüme zor dayandı ben hepsini izledim. Neden? Meraktan, iyileşir umudumdan, muhteremi gıcık etmek için!
Sonra Uysallar’ı izledik. On numara beş yıldız müthişti bayıldım. İzlemediyseniz, izleyiniz:) şimdi Mezarlık’ta takılıyoruz. Var mı sizde yeni diziler?
Ne okuyorum?
Oya Baydar’dan son romanı Yazarlarevi cinayeti ama onun için sonraki posta geçelim:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder