3 Temmuz 2022 Pazar

Yazarlarevi Cinayeti

 Ne üşüten ne de terleten… tazecik bir hava var. Terastaki kanepede ayaklarımı uzatmışım, içeriden muhteremin deneysel bir tarifi yaklaşık iki saattir bir döküm tencerenin içinde ve de fırında pişiyor. Koku tarif edilemez bir cezbetme kudretinde. 



Deneysel çünkü tavuk butlarını osso buco sosunda pişiriyor. Bu da beyaz şarabın, taze baharatların düşük sıcaklıkta butlara nüfuz etmesi demek. Yaklaşık bir saattir, bu kokuyla ağzım sulanıyor, yiyeceğimi bilmesem rahatça işkence derim. Acaba komşular ne hissediyor? Kokuyu açık pencerelerden evlerine davet etmişlerdir, eminim. 


İlker, marketten indirimli cin bulmuş, iki şişe kapmış. Sudan ucuz bira ve şaraplar kadar olmasa da cin de bütçe dostu bir içki buralarda. Bana da haliyle bir kokteyl merakı musallat oldu. Cin tonikle başladım, ölçüleri az buçuk kavrayınca kendi tariflerime başladım. Meyve suyu soda ve cin aynı oranda (her biri 40ml) bir bardağa koydum, bol buz, yarım lime suyu ile bir dilim lime, üzerine de ara sıra karıştırıp koku vermek için bir dal biberiye… akşam üzeri teras keyfi içkisi. 


Terasta çiçeği abarttık yine. Küçücük alıyorsun, saksıya dikiyorsun coşuyor. Sardunya ama en çok da petunya … hayır yani tatile giderken ne yapacağım, Dominiqueleri yakalarsam onların terasa evlatlık vereyim bari, benden iyi bakıyorlar.


Başımı gökyüzüne kaldırıyorum. Bulutlar puf. Bu hafta terapide konuştuğumuz bir şeyi hatırlatıyor. Bulut gibi geçip gideceğini bilmenin insanı özgürleştirdiğine dair bir şeyler kaldı aklımda. Son iki haftadır ofiste iş stresiyle artan baş dönmelerimi nasıl kabullendiğimden bahsettiğimiz kısımdı. Artık baş dönmelerimi direksiyon başında olmadığım zamanlarda bu şekilde yönetiyorum, geçecek diyorum, evet geçiyor. 


Ama gerçek duygular, bana hissettirdiği yetersizlik, geç kalmışlık, hata yapma utancı… geçmiyor…. tüm kırılganlığımı kendime saklamayı başaramıyorum, yüzümün ifadesinden anlaşılıyor olmalı ki, dertlerimle kendimi kapattığım son iki hafta, Marijke’nin gözünden kaçmamış, benim için endişelendiğini söylemişti. 


Geleneksel Uccle kızlar buluşmasında ilk defa bu kadar tutuk hissetmemin sebebi bu muydu acaba? Omuzlarımda yük taşımaya merakım yeni bir şey değil, kırk senedir benimle. Fazla düşünmeyi ne zaman bırakacağım? Oluruna bırakmayı… hatalarımdan utanmamayı, kendimi suçluluk duygusu ile hırpalamamayı… 


Bilmiyorum. 


Oya Baydar’ın Yazarlarevi Cinayeti romanını işte böyle bir ortam ve ruh halinde okudum, bana bir bahar ada havasından ziyade kasvet verdi, ama belki de amaç buydu. Oya Baydar’ın dilini romanlarını çok seviyorum, kitap kulübü sayesinde tanımış, hemen her kitabını okumuştum, o kadar ki, geçen hafta iki tanesini Burçin’e verdim. Son romanı da hiç hayalkırıklığı yaratmadı, aynı keyfi yakaladım. 


İzmir’e basılı kitap götürmeme niyetinde olduğum için hızlıca okuyorum. El bagajıyla gidip geleceğim, kitap götürme lüksüm yok. Hem daha Emine’nin ve Elif’in kitaplarını alıp geleceğim. 


Çok acayip ya arkadaşımın kitabı çıktı. O kadar heyecan yaptım ki, okumayı iple çekiyorum. 


Ve bir taraftan bu, bana yazınsal zevklerimden ne kadar uzaklaştığımı fark ettiriyor, halbuki ne güzel bir roman yazmıştım. Yaratma süreci o kadar keyif vermişti ki, bir daha dönüp yüzüne bakmadım. Şimdi sanki bir daha hiç öyle bir sürece giremeyecekmişim gibi geliyor. Ve sonra düşünüyorum, hiçbir şey engel değil, çalışırsın da, yazarsın da, yaşarsın da… neyse ki blogum var :)

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Sana sadece sımsıkı sarılıyorum. Seni çok seviyorum.
Ahu

deeptone dedi ki...

baydar ve ayfer tunç, en sevdiklerim, bu kitabını okumadım, ne güzel ismi :)

yeliz dedi ki...

Ben de :)