Adet olduğu üzere, bir eylül yazısı patlatmayacağım. Sanırım herkes Eylül 1 itibariyle sosyal medya timeline'larından "hoşgeldin eylül", "böhüü yaz bitiyor", "en sevdiğim mevsimdi sarı sonbahar" ve türevleri cümleler ile sayısız sarı ve rüzgarda uçuşan yaprak emojisinden payına düşeni almıştır.
İyi o halde, biz Ege sahillerinin renkli yazlıkçı profilleriyle neşemizi bulalım.
laf salatası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
laf salatası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2 Eylül 2016 Cuma
10 Ağustos 2016 Çarşamba
Neyse
Ruh halim karışık
dönemlerdeyim.
Beni tam olarak neyin
etkilediğinden de emin değilim, okuyamamak? Bak o benim dengemi bozdu.
Yaratıcılığıma zerre katkısı olduğuna inanmıyorum, bu sabahki sabah
sayfalarında yazara ağzıma ne gelirse yazdım. Kısıtlanmış olmak hoşuma gitmedi.
Önceki yazıdaki böğürmelerimde son derece samimiyim, sözlerimin de
arkasındayım. Hani bir şey olur, okuyamazsın, olur yani, işler yoğundur,
hastasındır, canın istemez, malum bizim gündem bazen bizi epey silkeliyor, ama
böyle bu hafta okumak yok koşulunu sevmedim. Rutinimin bozulması bana yeni kapılar
açmadı, beni daha da gerdi ve kilitledi.
1 Ağustos 2016 Pazartesi
Bütün yazını yazlıkta geçiren biri olmak
Metro markette dolanırken
Crocs’ları gördük. İlker daha önce bana almak istemişti. Deniz terliğine
ihtiyacım var biliyor. Piyasaya göre epey ucuz ama yine de elim varmadı. Dedim
ki, hepi topu hafta sonları giyiyorum, şimdi dünya kadar para vermeye ne gerek
var, bütün yazımı yazlıkta geçiren biri olsaydım ama, mutlaka alırdım.
Bir anda “bütün yazımı
yazlıkta geçiren biri olmak” kulağıma müthiş iyi geldi. Sanki asla gerçek
olamayacak bir düş gibi. Düşünsene her hafta sonu haldur huldur gittiğin evde
en az iki üç ay yaşayacaksın. Evet yav yaşayacaksın!
28 Temmuz 2016 Perşembe
Özel okul ücretleri, hayat şartları vs...
Geçen akşam iş çıkışı İlker geldi, Arca yazlıktayken eve gidesimiz yok. O bit kadar boyuyla nasıl da dolduruyor evi, o yokken duvarlar üzerimize geliyor sanki.
Biraz Forum’da dolandık. Mothercare’de indirim varmış, adet olduğu üzere indirimden seneye giyebileceği bir şeyler var mı diye bakındık. Her şey bana pahalı geldi. Hem de indirimde! E, biz geçen yıla kadar en azından indirimde buradan alışveriş yapabiliyorduk? Ne ara bu kadar pahalı gelmeye başladı?
İlker'e demiştim ama, daha hafta başı maliyet çalışmaları yaparken üç yıl önceki projenin dosyalarını buldum, o vakitler dolar 1,80’miş, notlarımda görünce şok oldum, diye… Nasıl enflasyon yok? Mümkün mü olmaması? Kur artışı elbet her ürüne yansıyacak.
Neyse, elimiz boş çıktık dükkandan. Karnımızı da IKEA’dan ucuz yollu doyurup çay içmeye Zeynep’lere uğradık. Güller de geldi, balkonda muhabbetin dibi… Çaylar bitti, biralara devam edildi… Laf döndü dolaştı hayat şartlarına geldi.
19 Temmuz 2016 Salı
Uruguay mı Yunanistan mı?
Felaket gündemi bizim
gibi henüz çok içinde yaşamayan (allah da yaşatmasın) fakat her anını
iliklerine kadar hissedenler için hep aynı döngüde seyrediyor.
Rutin hayat => Bir bomba, bir eylem
haberi, ölen yüzlerce insan haberi => Her biri ile, her birinin
ailesiyle ölmek ama ölmeyi başaramadığı için kendini suçlamak => Binlerce satır haber, analiz okumak => Sosyal medyadaki ağır
söylemlere maruz kalmak => Hiçbir şeye konsantre
olamamak => Çocuğunun gözlerinin
içine bakıp “hayatıma devam etmeliyim” demek ve bir dizi içsel kişisel önlem
çabasına girmek (kitap okumak, alakasız komedi filmleri izlemek…) => Hayatı sıradan rutinine
çekmeye çalışmak => Rutin hayata dönmek
(tabii her olayda biraz daha eksilerek, biraz daha ruhumuzu yitirerek…)
Darbe girişimi, halkın
galeyana getirilmesi ve peşi sıra yaşananlardan sonra da benzer bir döngüye gireceğimi
düşünüyordum.
Ancak olmadı.
29 Haziran 2016 Çarşamba
Kabus
Kabus gibi bir gündü. Sabahına keyifli uyanmış olmam, başıma gelen her kötü şeyi daha da felaket hissettiriyordu. Öyle işte, en neşeli anlarımız, hızlıca en incinebilir anlarımıza dönüşebiliyor.
Sabah neşeliydim çünkü güzel rüyalar görmüştüm. Anneannemin bize bıraktığı bir çuval altını paylaşıyorduk, nasıl da gerçekti, Allah hayra çıkarsın diyerek yola çıktım. Ofiste de keyifsiz değildim, işlerimi planladığım gibi yoluna koyabilirsem güzel bir dokuz günlük tatil ayarlaması bile yapmıştım, motivasyon tavan. Arca ile konuştum, yazlığa gelirken orgunu getirmemi istiyordu. Hay hay... Bir de listeye ipad ekleyebilir miydim? Eyvallah...
Sabah neşeliydim çünkü güzel rüyalar görmüştüm. Anneannemin bize bıraktığı bir çuval altını paylaşıyorduk, nasıl da gerçekti, Allah hayra çıkarsın diyerek yola çıktım. Ofiste de keyifsiz değildim, işlerimi planladığım gibi yoluna koyabilirsem güzel bir dokuz günlük tatil ayarlaması bile yapmıştım, motivasyon tavan. Arca ile konuştum, yazlığa gelirken orgunu getirmemi istiyordu. Hay hay... Bir de listeye ipad ekleyebilir miydim? Eyvallah...
23 Haziran 2016 Perşembe
Kaybolmak ve bulmak üzerine
Bir ara doktor olmak istiyordum, kan tutan, küçük bir kesikte bayılan biri için
ilginç bir seçim. Ama sanırım bizim yazlığın yakınındaki üniversite yaz kampına
gelenlere duyduğum derin hayranlıktı buna sebep. Annem boğulma tehlikesi
atlattığında tıp öğrencileri yardım etmişti. Allahım ne kadar önemliydiler
gözümde. Bir de sanırım ablamın arkadaşlarından tıp okuyanları gözüme
kestirmiştim. Hiç bilmiyorum. Tıp fakültesine girmek için fen lisesi okuyayım
bari dedim. Allahtan o dönem doktorluğun bana uzak olduğunu fark ettim.
16 Haziran 2016 Perşembe
Tüm ihtiyacımız biraz neşe
Bizi
büyüten her ne ise, onun peşine düşmeliyiz. Boğazına çökmeli ve bizden aldığını
geri vermesini sağlamalıyız. Masumiyet değil, saflık değil, başka bir şey
bizden aldığı.
Bizi büyüten her ne ise, elimizden
aldığı neşemiz. Bundan sebep hep kendimize döndüğümüzde onu arıyoruz. Neşemizi,
coşkumuzu bıraktığımız ıssız köşeleri nafile bir çabayla kazıyoruz. Tırnaklarımızı
paralasıya kazmak bize çocukluğumuzdaki neşeyi getirmiyor. Ve hiçbir şey, tam
da o çocukluğumuzdaki kaygısız keyfi vermiyor artık.
Çünkü…
31 Mayıs 2016 Salı
Çocuklarımızı koşullu mu seviyoruz?
Arca’nın okulu Özgür
Bolat’ın seminerini duyurduğunda İlker’e "mutlaka gitmeliyiz" dedim. Kendisini
tanımıyordu ama ben kocamın bu adamdan hoşlanacağına emindim. Özgür Bolat,
yazılarını takip ettiğim, bizimki gibi eğitime zerre önem verilmeyen bir ülkede
bir şeyler yapmaya çalışan, bence değerli bir eğitimci. Hatta bizim kitap kulübünün
ortaya çıkış öyküsünün tetikçisidir kendisi. Bir kitap kulübü kuracağını, bir
yazısı aracılığı ile duyurduğunda, Özlem “hadi biz de” demişti, iyi ki demiş.
Bak üç yıl bitti bile…
Neyse bizim konumuz
seminer ve Özgür Bolat. Dediğim gibi ben bütün yazılarını okuduğum için
seminerin birçok cümlesini kendisiyle birlikte mırıldandım. Fakat İlker için çok
iyi oldu, ona oku desen, okumazdı ama şahane bir toparlama oldu seminer. Ve tam
tahmin ettiğim gibi Özgür Bolat’ı da çok sevdi.
24 Mayıs 2016 Salı
Huzur
Yağmurun
sesine uyandık. Beni tek kişilik yatağa atmışlardı, battaniyeye rağmen
üşümüşüm, girdim aralarına. Baba oğul yorganın altını ısıtmışlar. Gelişime
uyandı cüce. Doğruldu. Zar zor açtığı gözleriyle pencereden dışarı baktı,
yağmur. Iıh dedi, girdi koynuma. Ne kadar geçti bilmiyorum, fırtına, gök
gürültüsüne ve yağmurun sesine karıştı, uyumuşuz yeniden.
Arca’nın okulu Cuma da
tatil edilince bir günlük izin aldım. Teknenin bakımını yapmak isteyen
muhtereme yoldaş olalım dedik, yazlığa yollandık. İlk gün bahardı, ikinci gün
yaz. Hatta Arca'yı zor tuttuk, Ilıca sahilinde donla denize girecekti.
18 Mayıs 2016 Çarşamba
Tatlı su direnişçiliği
Muhteremin slim fit dönemlerine ait az yıpranmış gömleklerini yatağın altında bir poşetin içinde muhafaza ediyorduk. Slim fit dönemi çok uzun sürmediği için (:P) gerçekten de yepyeniydi hepsi. Ama biraz buruşmuş biraz da toz kokmuş. Yıkandı, ütülenecek. Fark ettim ki, bazılarını ilk defa ütülüyorum. Demek o kısa dönem evde ütüleri bana bırakmayan Ümit abla ile Nadire abla arasına bir zamana denk gelmiş.
Hey gidi zengin günlerimiz diyecek oldum İlker’e, bak şu gömleği ütülemek nasip olmamış bile. Şikayet etmiyorum, zira muhteremle birlikte ev işlerini iyi kotarıyoruz bence, hatta kendimizle gurur duyuyorum. Lakin yaşam tarzımızda ciddi bir sadeleşme yoluna girdiğimizi de fark ediyorum.
Bu fakirleşmemizden ziyade algı ve seçimlerle alakalı biraz da.
Biraz da farkındalıklarımızın duruşumuza etkisi...
20 Nisan 2016 Çarşamba
Etkili bir silah: Muhterem
Bizim evde
çok tehlikeli bir şahıs var: muhterem.
Kocam diye
demiyorum, bir sesi var…
Tamam, baştan
başlıyorum, toplaşın anlatacağım.
Geçtiğimiz
günlerde, “dünya liderine :P” terörist diyen bir grup protestocuyu ABD
sokaklarında PHUSFMSDKAFM şeklinde bastırmaya çalışan korumalar, bir tür geri
püskürtme silahını sahada mı deniyorlar diye şüphe ederken, benim muhteremin
sesinin de benzer bir silaha dönüşebileceği geldi aklıma.
Hayır, benim
muhterem öküz değil, böğürmüyor, onun silahı daha etkili.
19 Nisan 2016 Salı
Hafta sonu, kitap fuarı ve başka şeyler
Senelerdir (10 seneden fazla oldu) blog yazarım, yorum kısmı denetimsizdir, gelişine sallayabilirsin yani.
Şimdiye kadar küfür de yazıldı, laf da edildi yorumlarda, Allah biliyor ya bir tarafıma sallamadım, cevap yazmaya tenezzül bile etmedim.
Düne kadar. Dün maillerimi açtım bir baktım bloga yorum gelmiş, seneler evvelki bir yazıya.
Bana kendince had bildiriyor. Beni ettiğim laf konusunda terbiye edecek aklı sıra.
Hayatımda ilk kez çemkirdim. Oh be.
14 Nisan 2016 Perşembe
Farkındalığın da farkında olmak
Blogda arama kısmı var, sağ sütunda, “farkındalık”
kelimesini arattığınızda onlarca defa tanımlamış, cümle içinde kullanmış, güya
içselleştirmişim bu kelimeyi. Günlük yaşamımda da kullanıyorum, yani “blogda
neysem yaşamda da oyum” mesajını alınız lütfen.
Derhal birkaç örnek
sunuyorum, aralarında çok eğlenceli yazılar varmış, yazdığımı bile unutmuşum,
epey eğlendim okurken:) (“siz de okuyun!” mesajını alınız lütfen:P)
Burada analık mertebesinden tanım yapmışım;
Burada farkındalığa çok pis sövmüşüm:
Burada da ahkam kesmişim:
Ve daha onlarca defa yazmışım ama sorun şu ki; ben bu
kelimeyi tam anlamamışım.
5 Nisan 2016 Salı
Hangi nesil daha şanslı?
“On bir yaşımda elimde tahta bavul, ayağımda lastik ayakkabılarla İstanbul’a okumaya gittim, sene 1956…”
Babamı tanıyan herkes, hayatında en az bir defa bu cümleyi kendisinden duymuştur. Ben, defalarca… Ve sadece bu cümleyi değil, Beyoğlu’na takım elbisesiz çıkılmayan günleri, İnönü Stadında kaşar ekmek satarak maçları izlediğini de çok defalar dinledim. Hayatta en sevdiğim anılar, sanırım babamın İstanbul anılarıdır. "Eski zamanlar ne güzelmiş" dedirtir.
18 Mart 2016 Cuma
“Ben başıma gelen şeylerin sonucu değilim, ben, olmayı seçtiğim kişiyim.”
Hiç tanımadığımız ve belki de hiç yollarımızın kesişmeyeceği insanlarla ortak
yanlarımızın olması çok ürkütücü değil mi?
Tornadan çıkmış gibiyiz.
Otuz yaş civarı plaza
insanları hakkındaki gözlemlerini çok isabetli aktaran bir blog yazısını ortak
paydaya alan o kadar çok insan vardı ki… Ben de dahil olmak üzere, birbirimizde
bulduğumuz benzerliği yakınlığa dönüştürdük ama herkes o kadar yakın hissetti
ki, kimse benzerliğin bu kadar üzerinde durmadı.
Gerilim filmlerini
aratmayacak ürkütücülüğüyle hepimizin aynı olduğu gerçeği, suratımıza tokat gibi çarparken, el yordamıyla
kurduğumuz hayallerin bile birbirinin benzeri olmasına ne demeli?
Ne ara hayal gücümüzü
elimizden aldılar acaba? Yaratıcılığımızı ne zaman yok ettiler ki, girdabın
içinden çıkma çabalarımız bile bir örnek?
3 Mart 2016 Perşembe
Bok mu yiyelim?!
Haftada bir pazara
gitmezsem kendimi eksik hissediyorum. İlla gideceğim, tanıdık tezgahlardan hem
alışveriş yapacağım hem sohbet edeceğim satıcılarla. Geçenlerde bizim Üçkuyular
pazarının son günleriymiş diye yerel bir gazetede okuyunca soluğu Göztepeli
patates soğancı abide aldım. Nasıl ki Göztepenin oyuncularını biliyor,
maçlarını portatif radyosundan takip ediyor, bizim mahallenin insanı, bu olayı
da bilse bilse o bilir dedim. Yanılmamışım. Biliyormuş. Yanılmışım daha onlara
çık diyen yokmuş. Belediye başkanı ulaştırma bakanıyla konuşup birkaç
alternatif yerden birini ayarlayacakmış bizim pazara. O Binali bizim hayrımıza
pek bir şey yapmaz ya – defalardır seçmiyoruz o da haklı bir yerde – neyse…
umudumuzu yitirmedik.
2 Mart 2016 Çarşamba
Yaşlanmak
Bir
gün “estetik ameliyata gidiyorum” ya da “botox yaptırmaya karar verdim” gibi
cümleler duyarsanız benden, bu yazıyı koyun önüme, ciddiyim.
Benim yüzümde, özellikle
de göz çevremde çok fazla kırışıklık var. Yaşıtlarımdan daha fazla. Eh ben çok
gülümseyen, mimiklerini çok kullanan birisiyim. Sonra açık tenliyim ve cildim
kuru. Yani benim göz çevrem kırışmayacak da seninki mi kırışacak? Yok, vallahi
bırakmam!
Kozmetiğe çok para
harcamadım (harcayamadım) ama cildimi de nemsiz bırakmadım Allah için. Zaten
yakın çevremden son on senedir uyarı alıp duruyorum, “cildin çok kırışacak, çok
çabuk yaşlanacaksın…” İyi de ne yapayım? Genetik olsun, mimik olsun hep
aleyhime çalışıyor, şerefsizler!
1 Mart 2016 Salı
Tohum
İğne oyalarının, saten
yorganların yanı sıra eskiden köy yerinde kızların çeyizlerine tohum
koyarlarmış, ya da çiçek soğanı. Annemin çeyizinden kalma zıpçıktılarınhikayesini anlatmıştım. O tohumlardan tohumlar üretilir, yüzlerce yıl boyunca sürdürülebilir
bir gıda temini sağlanırmış.
“Mış” diyorum çünkü artık
böyle bir şey yok!
21 Şubat 2016 Pazar
Sevdiğin işi yapmak çözüm mü?
Birkaç yıl önceydi, çocuktan sonra iş hayatını bırakan tanıdığımın hobisi olan el sanatlarını iyice ilerlettiğini ve artık işi haline getirdiğini İlker’e anlatıyordum. Ne güzel, diyordum, ne şanslı, hobisini işi haline getirdi. İlker benimle aynı fikirde değildi. Hobini işe dönüştürmenin artık onu hobi olmaktan çıkaran bir bedeli olduğunu söyledi. İş iştir, hobi hobidir. Hobin işe dönüşürse artık hobin olduğu zamanlardaki kadar sevemeyebilirsin, çünkü artık parasal bir çıkar işin içine girmiştir. Yani uzun lafın kısası, özgünlüğün gider. Dememişti ama böyle demek istemişti.
Muhteremin kesin sınırlarını seviyorum. Ama o gün, hayallere dalmış olduğumdan mıdır, tanıdığım adına heyecan duyduğumdan mıdır bilinmez, bu düşüncesini sevmemiştim.
“Sevdiğin işi yaparsan, ömür boyu çalışmak zorunda kalmazsın” dayatmasının tam tersi bir düşünce.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)