Haftada bir pazara
gitmezsem kendimi eksik hissediyorum. İlla gideceğim, tanıdık tezgahlardan hem
alışveriş yapacağım hem sohbet edeceğim satıcılarla. Geçenlerde bizim Üçkuyular
pazarının son günleriymiş diye yerel bir gazetede okuyunca soluğu Göztepeli
patates soğancı abide aldım. Nasıl ki Göztepenin oyuncularını biliyor,
maçlarını portatif radyosundan takip ediyor, bizim mahallenin insanı, bu olayı
da bilse bilse o bilir dedim. Yanılmamışım. Biliyormuş. Yanılmışım daha onlara
çık diyen yokmuş. Belediye başkanı ulaştırma bakanıyla konuşup birkaç
alternatif yerden birini ayarlayacakmış bizim pazara. O Binali bizim hayrımıza
pek bir şey yapmaz ya – defalardır seçmiyoruz o da haklı bir yerde – neyse…
umudumuzu yitirmedik.
Gerçi ben bu kış
aylarında gereksiz yere pazara gidiyormuşum gibi hissediyorum. Bizim evin oğlanları
kışlık sebze namına ıspanaktan başka bir şey yemiyorlar. Bakma ben de kış
sebzesi pek sevmiyorum ama en azından bir kafa kereviz, birkaç dal cibez, bir
avuç körpe brokoli ile sağlıklı beslenmeye çalışıyorum. Geçen kereviz, pırasa
satan tezgaha yanaştım, bidik bidik brokoli seçiyorum, yanıma anne baba ve
sekiz yaşlarında bir oğlan çocuğundan mütevellit bir çekirdek aile yanaştı, bir
kilo pırasa, üç kafa kereviz, bir kilo brokoli, kocaman da bir karnabahar aldılar,
çok pis kıskandım. Satıcı benim küçük sesimle bir kereviz rica eden halime
acımış olacak, “istersen yarım vereyim abla” diye yüreklendirdi. “eh işte tek
başıma yiyorum, fazla alırsam ziyan oluyor” diye açıklama yapmaya çalıştım,
kendimi o sebze oburu ailenin yanında pek ezik hissettim.
Neyse, ne diyeceğim? Ben
bu pazara bir ıspanak almaya gidiyorum aslında, yedikleri tek sebzeyi de
pazardan taze taze alayım saatlerce yıkayayım, pişireyim diye… Çektiklerime bak
sen! Bir şekilde vicdanımı rahatlatıyorum işte, sebze yediriyorum ya oh…
Geçen
pişirdiğim ıspanaktan kalanları işe götürdüm. Ben çocukken babam her akşam
yemek sonrası tencerede artan bir şeyler var mı diye sorardı, annem de artanları kaplara koydu mu pek mesut olurdu. Dışarıdan yemek yeme derdinden kurtulurdu
böylece. O vakitler pek anlam veremezdim (her gün tost yesem niye yiyorum demeyeceğim yaşlar tabii:) ) ama şimdi onu çok iyi anlıyorum ve hiç
üşenmiyorum, bir kap yemek değil mi, atıyorum sırt çantama en azından kendi
pişirdiğimi yiyorum.
O öğlen de oh mis gibi ıspanağın başına oturdum tam
yiyeceğim arkadaşım demez mi; “ah artık ıspanak da yiyemeyeceğiz arkadaşlar,
çok ilaç basıyorlarmış.” Ayol ne yiyeceğiz bok mu yiyeceğiz deyivermişim! Sahi ne
yiyeceğiz arkadaş biz! Pazardan da alsan sebzen ya ilaçlı ya GDO’lu. Tavuk
desen antibiyotikli, dana eti hormonlu, her allahın günü zaten et balık yemeye
bütçen el vermez… Ne yiyeceğiz? Bakliyatı bile ithal ediyormuşuz kim bilir
nerelerden? Biz Avrupalılar gibi gıdamızın standartlarına da dikkat etmeyiz,
onların kabul etmediklerini iç pazara süreriz, ithalatı kim denetleyecek?
Paketli gıda almayalım,
yumurta gezen tavuktan olsun, gezen tavuk bulursan ye bulamazsan tavuk sokma
evine. Makarna yemekten göt göbek mi bağlayalım? Hem ya buğday? O sanki hiç mi
ithal değil? Yok vallahi şiştim. O ıspanağı saatlerce ayıklamış yıkamışım tek
dalı kalmamacasına yerim vallaha, ilacını da yerim, GDO’sunu da! Dedim ve
yedim:)))
5 yorum:
Çok haklısın çok. Eşimle çocuklar ek gıdaya başlayacağı zaman çok düşünmüştük. Bulabildiğimiz kadar doğal verecektik ama bulamazsak da kasmayacaktık. Çünkü hormonlu da olsa besin değeri aynı, sadece ekstra kimyasal var :) onu bunu şunu yemezsek o besinleri nereden alacağız.
hahaaha çok tatlısın :) valla o kadar saat ayıkladıktan sonra ben de affetmez yerdim, yerim!
ben de domatesle ilgili çok kötü şeyler duyuyorum son zamanlarda.. elimizi neye atsak yapay! Ya devam sütüyle beslenecez, çünkü içerik olarak en zengin besinlerden biri:) ya süte cicibebe katıp bulamaç yapıp yiycez, yada boklu moklu yiycez o sebzeleri meyveleri (hayatından bezmiş anne smaylisi)
öperim:)
yediğimize içtiğimize de bu kadar üzülürsek yandık zaten başımızda yeterince dert yokmuş gibi ... depresyon ve stres insanı sağlıksız yapan şeylerden. en iyisi elimizden geldiği kadar dikkat edelim ama elimizden gelmeyenler için de üzülmeyip - yiyelim
Yelizcim Antalya'da yaşıyorum güya, burada da değişen pek bir şey yok, alışmış üretici kolayına basıyor hormonu, gübreyi. Ha köylüden alınca belki dalından yeni kopmuş, taze oluyor, onun dışında organik morganik hava, hiç inanmıyorum. O yüzden bu gıda ile yapılan tesbitleri dinlememeye, okumamaya çalışıyorum. Yoksa aç yat ya da dediğin gibi bok ye, yapılacak bir şey yok, kaçmak mümkün değil. Kör kör parmağım gözüne yapmıyorum elbet ama o kadar da sıkmıyorum...
Hahahaha nasıl güldüm sonlarda. Satıcı da dalga geçmiş resmen. Ben de ufak bir tane bulmaya çalışıyorum hep. Tek olunca normal yani. Bir kere brokoliyi bedavaya vermişti pazarcı amca. Pazar ortamı hoşuma gidiyor benim. Kendime geliyorum resmen orda, bugün de gideceğim hatta :)
Yorum Gönder