1 Eylül 2010 Çarşamba

Marley ve ben… köpek ve ben… arca ve ben…


Arşivdeki dünya kadar film öylece raf süsü oldu çıktı. Birkaç gece de üst üste Arca ile beraber sızdıktan sonra “yeter ulen!! arca uyuduktan sonra bişeyler yapılacak! Tez Dvd izlenecek, hoşbeş edilecek, paşa gönlüm eğlenecek!” buyurdum!

Benim izlenecekler listem üçe ayrılır:
1. İlker ile izlenecekler (ikimizin de dehşet beklediği iyi filmler – İlker olsa benim bütün filmlerim iyi bikerem der – ama yok bu kısımda Ingmar Bergmanlar, almadovarlar, felliniler vardır. Ayrıca bu kadar damar olmamakla birlikte sağlam gişe filmleri de, bağımsız filmler de sayılabilir.)
2. İlkerle izlenmesine gerek olmayan eskiler (when Harry met sally, aşk ve gurur, notebook, love actually gibi tarafımdan defalarca izlenebilen - tercihen ütü yaparken - romantik, softirik filmler ile nasıl olduysa izlememiş olduğum eski filmler, misal ay çarpmasını daha geçen hafta izledim, yağmur adam sıradaki!)
3. Yine ilkerle izlenmesine gerek olmayan ve İlker beklenirse muhtemelen ertelenecek filmler (PS I love you, Karamel…)

3 no’lu listeye “Marley ve Ben” filmi de dahildi. Ama meğersem İlker de izlemek istermiş, hemen oturduk başına. Romantik komedi filan değil, çok keyifli bir sarışın köpek filmi. İlker köpek delisidir, bense yolda görsem yolumu değiştiririm. İlkokul – ev arası en bilinmedik sokakların haritası hala beynimin bir köşesinde bulunur. İlkerin üniversitedeyken bir rotweiler cinsi köpeği vardı, türlü anılarımız vardı kendisi ile… yazsam roman olur (trajikomik ile korkunun birleştiği bir tür var mı?) Ama karşıdan severim ve Arcanın da bana benzemesini istemem, zira hayat benim için zor! Ve hayvan sevgisi güzel bir şey olmalı!
Bu kısa ara nottan sonra gelelim filme. Film gerçek bir hayat öyküsü, 2 gazeteci evleniyorlar, adam muhabir olmak istiyor, ancak pek başarılı değil, kadın başarılı bir köşe yazarı. Tesadüfler sonucu adam da köşe yazarı oluyor, çocuk isteyen karısının bu isteği ertelensin diye bir köpek hediye ediyor ki ne köpek!! Macera da başlıyor. Bu arada köpeği ile ilgili yaşadıklarını köşe yazılarına taşıyan adam da başarıyı yakalıyor.

Filmin başı:
Yeliz :yok abicim köpek filan istemem eve, bak bu şarışın köpekleri çok seviyorum ama nasıl ağızlarına sıçtı!! Tipim değilsin üstü kalsın!!
İlker: eğitirsen bişey olmaz.

Filmin ilerleyen bölümleri (çocukları oluyor) :
Yeliz: Ay İlker bu köpekten alalım biz, Arca biraz büyüsün ama çişe filan o götürsün, sorumluluğunu alsın köpeğin, ama bahçeli bi ev olsun öncelikle apartman dairesi olmaz, kokar !!
İlker: tabii canım ben sana villa şeederim!

Filmin daha da ilerleyen sahneleri (başka çocukları oluyor, aile genişliyor, kadın işi bırakıyor, kadın 3 çocuk + köpekle çıldırıyor ama köpek çok şirin!!) :
Yeliz : Ay İlker bu köpekten alalım ama benim çalışmamam lazım, köpeğe de kesinlikle arcanın bakması lazım, çocuk kaç yaşında köpek sorumluluğu alabilir? 10 yaşına kadar bahçeli evimiz olur mu? Ben o zaman işi nasıl bırakırım?
İlker : zzzzzzzzzzzzzzz

Filmin sonu:
Yeliz: böhüüühü
İlker : zzzzzzzzzzzzzzz

Ertesi gün ;
İlker: ne biçim uyumuşum, filmi sonuna kadar izledin mi?
Yeliz: Yok abicim köpek almak yok!!! Ölüyo bunlar be!! Al büyüt ağzına sıçsın, sonra ölsün (ağlamaya başlar, Arca yanına gelir sarılır)

Yeliz Arcaya köpekleri karşıdan sevmenin de güzel bişey olduğunu anlatır, “köpek bu öleceği zaman belli, niye ağlıyorsun” diye mantık içsesi olmaya çalışan İlkere çemkirir, “sen ne biçim dog-loversın abicim” diye üzerine yürür, sonra puhahha diye gülmeye başlarlar ve Arca bu duygu karmaşasının içinden çıkamaz, “ammaaan bunlar gülüyor, ben de güleyim” diyerekten ortama uyar, hazırlanıp dostlarla kahvaltıya giderler…
Bize de Arcanın kahvaltı serüveninden kareleri seyredalmak düşer…

31 Ağustos 2010 Salı

bakış açısı değerlendirme testi

Günün çorbası ailesi hakkında sorular sorduk.
Çocuklu bir ailenin yaşadıkları üzerinden bakış açınızı sınamak için bulunmaz fırsat!!
Tadını çıkarın!

Soru 1 : Gün boyu ofiste filtre kahvenin yanına bayatlamış etiformlar yerken akşam arca yattıktan sonra fındıkla bira yuvarlamanın ya da bir magnumu lüpletmenin mantığı nedir?
a. Diyet her sabah başlar ve akşama doğru yarına ertelenir
b. Arca ile didişmenin ödülü alınmalıdır, bedeli ekstra birkaç kilo olsa da?
c. Zararın neresinden dönersen kardır

Soru 2 : Neden söylediğin şey bir sonrakinde tam tersi olur? (ör: akşam hiç uyanmadan uyudu, ertesi gece, gece kuşu)
a. Nazar değer! Hatta nazarın babasını analar kendi kendine değdirir. Anneler çocukları hakkında iyi şeyler söylememelidir.
b. Murphy kanunu mu ne işte o yüzden
c. Ya çocuk bu ne kasıyorsun bigün uyur bi gün uyumaz, takma!!

Soru 3 : Arca bebesi söyleyebildiği kelimeleri annesi talep ettiğinde neden söylemez?
a. Bu velet inadın önde gidenidir
b. Sirk maymunu olmayı reddetmektedir.
c. Üzme kendini başka zaman söyler

Soru 4 : Aynı kitap neden bir gecede 3 defa okutturulur?
a. Annenin vakti olmadığını anlaşılmış ve gizliden gizliye pislik yapılmaktadır.
b. Ömr-ü hayatında kitap okumamış baba kültür sahibi olsun diye
c. Kitabı çok sevmiştir yavrucak, oku annesi!!

Soru 5 : evdeki her şey neden hep ertelenir?
Örnek 1: halılar 1 hafta kapıda durabilir, yıkanmaya gönderilmez
Örnek 2 : çamaşırlar yıkanır fakat ütülenmez
Örnek 3 : taze fasulyenin bir kısmı ayıklanır, bişey olur unutulur, öylece kalır. Örnek 4 : balkon ışığı değiştirilmez, karanlıkta oturulur
Örnek 5 : mutfak dolapları temizlenmez, koltuk kılıfları yıkanmaz, perdeler yıkanmaz, çarşaflar değiştirilmez, çiçekler sulanmaz, ilkerin küllüğü boşaltılmaz…

a. Arca çok yorucu bir bebektir, onun totosunu toplamaktan vakit kalmaz
b. Yeliz & İlker çok tembel bir çifttir, dahası erken bunama teşhisine ramak kalmıştır.
c. Çok gereksiz işlerdir bunlar, elbet birileri yapar (örnek sırası ile … Yelizin annesi, Ümit abla, Ümit abla, Yelizin babası, Ümit abla)


Soru 6 : Bütün yaz oturulup neden eylül ortası tatile çıkılır?
a. Arca ile baş edebilir miyiz, birileri de bizimle gelsin mi şeklindeki sorunsallar bi türlü çözülmemiştir. Kısaca ailenin el kadar bebe ile otele gitmeyi totosu yememiştir, bunlar bildiğin tırsık tiplerdir.
b. Ramazan beklenmiş ancak bi akıllı bu günün çorbası ailesi olmadığı için fiyatlar düşmemiştir.
c. Fena mı oldu çok sıcaklarda Arca için daha zor olurdu

Soru 7 : Arca bezi istemez, çıkarırız tamam, çişi lazımlığa yapar, o da tamam. Peki niye sonrasında külotu giymemek için diretir?
a. Annesine inat yapmak istemiştir
b. Kakasını halıya yapmayı uygun görmüştür
c. Totosu rahat etsin diye

Soru 8 : Arca öğle uykusuna yatar, etraf toplanır, yemek ocağa, kahve de fincana konur, az buçuk kitap gazete internet olayına dalmak istenir (bu arada vakit dar hangisine karar vermek için fazla vakit harcanmamalıdır) ve Arca uyanır erkenden uyanmasının sebebi nedir, Arca içinden neler geçirmektedir?
a. Benden habersiz dinlenmek mi!!! Hadi hop kalk bakalım köle, uyandım ben!
b. Kahve kokusu geliyor, bensiz keyif ha!!!
c. Annemi rüyamda gördüm çoook özledim

Soru 9 : Ömrü hayatında tutku bisküvisi yememiş Arca nasıl inatla ve karnı tokken bu yiyeceğe saldırır?
a. Arca bir pisboğazdır boğazından ne geçtiği umrunda değildir, obeziteye aday bir bünyesi vardır.
b. Tembihlenmiş olmasına rağmen birileri tattırmıştır, tadını bilir.
c. Arca bir gurmedir, uzaktan bu yiyeceğin lezzetinin farkına varmıştır.

Soru 10 : Yeliz neden söylene söylene kuaföre gider ve saçlarına yine röfle yaptırır?
a. Başta İlker olmak üzere mahalle baskısına dayanamaz
b. İçten içe kendisi de sarışınlığı sevmekte ancak çok tembel olduğu için 4 ayda bir bile kuaföre gitmek zor gelmektedir.
c. İçten içe kendisi de sarışınlığı sevmekte ancak kendine itiraf edememektedir.

Cevap anahtarı:
a'lar fazla ise:
o-ha demek istiyorum izninizle! size göre bu bebek milleti, anneyi muma çeviren, her daim bizim arkamızdan strateji düşünen, bize hayatı zindan etmeye çalışan yaratıklar!! evet zekiler filan ama o kadar da değil:) onlar sadece bebek! relax dear!!

b'ler fazla ise:
Siz bu aileyi tanıyorsunuz!!

c'ler fazla ise:
yok anam sen bildiğin pollyannasın!! Bu kadar pozitif düşünsem kanatlarım çıkardı şerefsizim:P

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Gelelim Köle Isauranın onbeşmilyonyüzüncü bölümüne...

Kendimi bir türlü hazır hissetmediğim tuvalet mevzusuna mehter takımı ritmi hakimdi. Birşeylerin bu kadar uzun sürmesi, sürüncemede kalması çok rahatsız edici. Açıkçası geçtiğimiz aylarda tamamen önümüzdeki yaza bırakma kararı almış, en kötü karar karasızlıktan iyidir, diyerek ferahlamıştım. Ama Arca işaretlerini gözüme sokunca, Ümit abla tilki gibi beynimin kıvrımlarına sokulunca yine rahat edemedim. Hazırmış gibi görünen çocuğu görmezden gelmek de içime sinmedi. Hani ben de geçtiğimiz aylar boyunca boş durmadım, yani Arcaya vahiy inmedi, inceden çalışma yapıldı, şimdi “benim bebem her bişileri kendi yapıyor” havalarına girecek değilim.
Ne yaptım?
En şahanesinden uzay mekiği gibi bi lazımlık aldım. Yanlarına dergisini, tuvalet kağıdını koyuyorsun. Sonra her tuvalete girdiğimde Arca da benimle geldi. Zaten paçamı bırakmadığı için pek gönüllü bir aktivite oldu. Her seferinde ne yaptığımı tek tek anlattım, en son sifonu çekerken bay bay dedim. Bi de Arcaya anlatır gibi değil, zaten her seferinde aynı şekilde yapan biri gibi.
Peki Arca ne yaptı son günlerde? Bir süre sonra aylar önce lazımlığa oluşan tepki kayboldu, ancak bu defa da kokoş lazımlık pek alengirli geldi, dikkat dağıldı, şimdi lavaboya basamak oldu, 60 küsür liralık basamak:) Gün içinde sürekli bezini çekiştirir hatta çıkarır oldu. Bu arada geçen kitap siparişinde “bay bay bezim” diye bir kitap eklemiştik. Ali var bu kitapta. Bence pek güzel değil ama Arca kitabı sevdi. O kitaptaki lazımlık bizim ikea lazımlığa benziyor. Bi kitaptaki alinin lazımlığı gösteriliyor bi arca kendininkini gösteriyor. Derken gelsin çişler gitsin kakalar. Beraberce klozete atılıp sifon çekiliyor, kaka ve çişe el sallanıyor, uğurlanıyor, eller yıkanıyor.

Ümit abla alıştırma kilodu alın dedi, zaten gün içinde sadece şortla dolaştırmaya başlamış. Üçü ofisteki arkadaşın oğlundan yadigar 5 alıştırma kilodu var Arcanın şimdi. Evde yazlıkta sürekli kilotla. Hafiften rahat etsin, bu yaz bi donla dolaşsın rahatlığı da üzerimizde. Erken biliyorum, belki de değil. Ama kendimi kasma durumları yok şükür ki. Geçen hafta izinliyken 1 gün hemen hiçbir çişini yakalayamadım, hepsi kaçtı, ama tepki yok. Zaten el kadar bebeye ne diceksin, pipini yakarım mı:) ama düşünce hali hazırda Arcaya tuvaletini henüz haber vermesini söylemek olmadığı için, anne kişisi kendisini sürekli bu kilotları bu sıcakta rahat etsin diye giydiriyoruz, arada çişi de yakalar, lazımlığa oturursa ne ala olmazsa da olmaz motivasyonu ile eğittiği için (bu iş çocuğu değil anababayı eğitmek bu arada kesinlikle yaşayınca anladım) ertesi günü de devam ettik. Ama sokağa çıkınca bez giydi, hatta ben konsantre olabileceğime güvenmediğim için elfana ve hülyaların geldiği gün de birkaç saat bez giydi arca. bunun haricinde bez yoktu, çiş ve kaka "gaga" şeklinde haber verildi, verilmediği uyandıktan hemen sonra, kakasının geldiğini tahmin ettiğim zamanlar ve yemekten yaklaşık yarım saat sonra lazımlığa oturup icraat ile devam etti. Sevindirici mi demeli, tesadüf mü? Hepsi mümkün. Olur mu olur!! Sorsan çok değil, 4 ay önce bir gaza gelmişliğim, yol kat edip tepki görünce tırsmışlığım, 2 ay önce de, yok daha çok erken yanlış bişey yapmayalım demişliğim, geri adım atmışlığım var da şimdi içgüdülerim, hem de en sağlamından, neden olmasın diyor.
Araya dip not:
Doktorumuz hemen her düşüncemizin paralel gittiği doktorumuz pek çok doktor gibi 27. aydan önce tuvalet eğitimini önermiyor. Kendisinin kemikleşmiş düşüncesinin dışına çıkarmak zor ya da ben beceremiyorum. Pek tabii ki çocukların tuvaletini tutmaya yarayan kaslarını kullanmayı öğrenmeleri için belli bir yaşta olmaları gerektiği tıbben kabul görmüştür, saygımız vardır. Ancak bizim yapmak istediğimiz farklı birşey. Tuvaletin bezden başka bir yere yapılacağının çocuğun kafasında yer bulmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Beni tanıyanlar az çok bilir, ben "daha sonra daha zor olur" düşüncesi ile pek çok şeyi ertelemeden hatta belki erkenden halletme taraftarıyım. Bu belki de benim şu 2 yaş olayından gözümün çok korkması ile alakalıdır, belki biraz tembelliğimdendir, zira sonradan daha meşakatli bir süreç geçireceğime şimdiden halledeyim düşüncesi... Bu emzikte böyle oldu ve işe yaradı. Tuvalet için de aynı şeyleri düşündüm. 2 yaş sendromu kapısında iken pek çok annenin tuvalet bilinci var olduğu halde inadına veya başka bir sebepten tuvaletini bezine yapmayı uygun gören çocuklarından yakındıklarına şahit oluyorum. Haa şimdi bu işi seviyor, yarın sevmez, inat yapar, şimdiden öngörmek imkansız, ben kısaca şansımı deniyorum diyelim. İlker ara sıra bezli ara sıra bezsiz olayına takmış durumda. Doktor da bezi çıkardınız mı bir daha giydirmek yok düşüncesinde. Ama işte öyle değil, biz Arcaya "bundan sonra sen büyüdün artık bezine işemek yok, lazımlığa yapacaksın" mesajı hiç vermiyoruz ki... Bu yine de küçük de olsa bir soru işareti, doğru mu yanlış mı?
Diğer konu, bu süreç meselesi. Bilinen tuvalet eğitimi kısa sürdüğü için beni çok cezbediyor aslında, bu sebepten erteleme kararı almıştım. Şu an yaşadığımız iletişim tamamen uzun bir süreçten oluşuyor. Bu süreçte şimdilik lazımlığa tepki oluşmamışken, ve hatta klozet adaptörüne kendisi oturma denemesi yapmışken doğru yoldayız galiba diyorum. Sadece benim gibi sabrı sınırlarda bir insan için epey uzun bir yol hikayesi bizi bekliyor!!
Bir benzetme ile konuya virgül koyalım, zira bu pembe dizi mutlu sona henüz çok uzak..
Uyku konusu Arcanın tüm bebekliği boyunca beni geren bir hadise oldu. Daha doğrusu ben hadise yaptım. Aman saatli uyusun, aman iyi uysun, aman kendi kendine uyusun, gece mi uyandı ,amanın alışkanlık yaptı… Uzar gider. Hala da uyku söz konusu olduğunda diken diken olan tüylerimi hissederim. Çünkü ben uykumu alamamışsam terörist gibi oluyorum. Çocukken böyle değildim, pıt diye kalkar az uyur, uyumadığı zamanlar neşe içinde bir çocuktum. Yaş ilerledikçe bu yeteneğimi kaybettim, yetenek diyorum çünkü herkese nasip olmaz. Git gide sabah şekerliğinden gece kuşluğuna dönüştüm. Dolayısı ile sabahları sirke satan bi kadın oldum. Arcanın mutlu olması için => benim mutlu olmam lazım => benim mutlu olmam için uyumam dolayısı ile Arcanın uyuması lazım. Denklem bu!! Ben kastıkça hep bişeyler ters gitti. Ne zaman üzerime bi adamsendecelik bir aymazlık çöktü, işler bir şekilde çözüldü. Aynı süreci tuvalet konusunda yaşamak istemiyorum, şimdiden bir rahatlığa bir aymazlığa bürüneyim istiyorum, kendimi telkin ediyorum. O yüzden zamanı geldiydi, geçtiydi, geç kaldık, erken başladık tantanalarını paketledim rafa kaldırdım, içgüdülerime göre hareket ediyorum, bakalım bu defa beni doğru mu yönlendiriyorlar, yanlış mı?

27 Ağustos 2010 Cuma

Sen kiiim “kişisel gelişim” kitabı kim!!

Ben kişisel gelişim kitabı okumam. Neden? Çok gelişmiş bir kişiliğim var ihtiyacım yok ondan mı? Yok ya bildiğin kafam almıyor ayrıca “şunu yap bunu yap” tarzı şeylere gelemiyorum. Sonra bu Arca yaşına girdiğinden beri pek çok çocuk eğitim vs kitabı okudum ya bünye “şunu yap bunu yap” tarzı şeylere bağışıklık kazandı. Bir de araya bir “es” koymak istedim.
Mekan : Sabiha Gökçen havalimanı
Zaman : geçen haftaki İstanbul seyahati dönüşü uçağa şöyle bir 2 saat kala.
Moral : sıfırın altında seyretmekte zira iğrenç bir toplantıdan yeni çıkmışım.
Ömr-ü hayatımın ilk kişisel gelişim kitabını aldım elime. Yeniden düşün, hadi bakalım yeniden düşünüyoruz.
Bir sardı bir sardı, elimde kara kaplı ajanda, bir yandan okuyorum, bir yandan not düşüyorum. Kitap genel olarak zaten çokça üzerinde düşündüğümüz konulara nasıl farklı açılardan bakarız özeti etrafında dönüyor. Güzel öneriler var. Ben gaza geldim, ya kendi işimi filan kurucam ya da asla aklıma gelmemiş bir fikir ile acayip şeyler yaratıcam.
Önerilerden biri her zamanki rutininizin dışına çıkın, mesela farklı yoldan evinize gidin. Algılarınız her zamankinden farklı şeylere açılsın, falan filan…
Güzeeelll… gelelim hadiseye. Geçen hafta Arcanın doktor kontrolü var, plan şu: erken çıkıp eve gideceğim, üzerime rahat bişeyler giyeceğim, sonra beraber doktora gideceğiz, doktor çıkışı Alsancakta gezeceğiz adet olduğu üzere. Tam yola çıktım aklıma geldi, başka yoldan gideyim dedim, Yeşildere yolunu seçeyim dedim. İyii.. Bornovaya kadar 10 dakikada geldim, oh diyorum ne güzel otoban otoban bi yere kadar, olmadı yolu uzatayım kordondan sahile ineyim laylaylom… dememe kalmadı BAM!! Trafik sıkıştı, ucu bucağı görünmüyor. İlkeri aradım, bi süre "ya niye bildiğin yoldan gelmiyorsun" nasihatlerine maruz kaldım. hele kişisel gelişim filan şeetsem garanti uzayacak hiç sesimi çıkarmadım. hemen koordinatları aldım hedef alsancak doktorun orası. onlar da Arca ile taksi tutup gelecekler. Geldiler benimle hemen hemen aynı saatte. bi güzel puseti de unutmuşlar.
İlginç bir doktor seansı oldu, 18 aylık karma aşısının bu kadar kızaracağı uyarılmadığından sonraki 2 gün epey telaş yaptım hatta doktoru aradım. Meğer aşı tutmuşmuş.
Arcanın gelişim kısaca güzel... bu ay için ne denebilir ki. olması gerekenler olması gerektiği kadar var. son köpek dişinin çıktığını teyidini de alınca güzel bi oh çektik. Ancak tuvalet eğitimi konusu yine 27 aya takıldı, benim de o trafiğin üzerine "iletişim eğitim farklı şeylerdir" açıklaması yapmaya mecalim olmadığından konu kapandı. bizim doktorun naçizane çocuk eğtimindeki tavsiyesi "geri adım yok" olduğundan bez çıktı mı çıkar tekrar takılmaz takıntısı var... bunu burada uzatmayacağım...
Akşam İlknurlar ile buluşuldu, Arca çok sevdiği üzere dışarıda yemek yedi, Kıbrıs Şehitlerindeki sokak çalgıcılarına daldı (adamları zengin edeceğiz bozukluklarımızla) arabayı park ettiğim yere gidesiye kadar babasının kucağında uyuyakaldı. Bense geceyi, eve gidemediğimden iş kıyafetlerim ve yüksek topuklularımla Alsancak sokaklarını pıtı pıtı arşınlayıp bana yol değiştirme aklı veren pek muhterem kitaba saydırarak tamamladım.
dip not: bu kötü tesadüf bir yana kitap gerçekten güzel, hakkını yememek lazım. Hiç sıkılmadan keyifle okudum, şiddetle tavsiye...

Artık vimeo şeysi öğrendim ya b.kunu çıkarırım. Bakalım buraya da ekleniyor mu, deneyelim:
tatatammm makarnadan mest olmuş Arca cücesi...
Yeliz: ne yiyorsun Arca?
Arca: MAKKAA

makarna güzeli arca from yeliz minareci on Vimeo.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Küçük notlarla küçük tatil…


Cuma … İşyerinde bunalım. Babam izmire gelmiş, hadi dedi Cuma akşamından yazlığa gidelim. Hemen Ümit abla organize edildi, bavul hazırlatıldı gündüzden. İlkeri evde bırakıp yazlığa yollandık. Yolda bütün kitaplar okundu, Arca uyutulmamaya çalışıldı zira henüz akşam yemeği yememişti. Yazlığa gelince Arca kudurdu, uyku açıldı, bütün ev tavaf edildi.

Cumartesi… Sabah erkenden BİM!! Meşhur puzzlelar, ışıklı kepçe, ahşap bulmaca araba … Annem İzmirde ananeme bakıyor diye sadece dede vardı. Dede&anane kafasında bir kalıp oluşturmuş olacak Arca belli rutinlerle ananeyi sordu. Sahil arkadaşı Mert ile buluşma. Çocuğun oyuncağına musallat olmalar. Bu yılın en uzun yüzme rekorunu kırdım, öyle ki sudan kendim çıktım, Arcanın yaygarası ile değil. Arca simit olayına karşı, bıraksak kendi mi yüzecek sanki?

(Arcanın domates aşkında son nokta!!)

Pazar… yazlık rutini… köydeki fırından gevrek alıp yolda bir kısmını yemek… Arca öğleden önce uykusu uyudu, deniz sefasını akşamüstüne bıraktık, iyi de ettik. Arca bu defa arkadaş bulamadı ama en azından denize kendi girmek istedi, elimizden tutup denize götürdü bizi. Şap şap yaptı, alışma turları… Akşam Menderes dolaylarında yangın çıktı, elektrikler kesildi. Akşam kalmayı gözümüz yemedi, babamı ertesi gün gelecek ablamlara bırakarak eve döndük.

Pazartesi… Arcanın odasındaki balkon püfür püfür eser. Ne hikmetse bu yıl sadece çamaşır için kullanmıştık. Olaya el attım masayı kurdum. Şahane bir kahvaltı yaptık. Arca da bizim sandalyelerde oturdu. Anane sabahtan aradı, Arca burnunda tütmüş, koş gel dedik. Arcaya uzun uzadıya koklaştılar. Ben de o arada işleri bitirdim. Aynı balkonda kahve içtik, Arca ananeyi görmenin huzuru ile uzun uykular uyudu, biz annemle dertleştik. Akşama doğru İlker aradı, arabasının direksiyonu 3. Kez kilitlenmiş ve yolda kalmış, benimkini almaya geldi eve, keyfimizi görünce dayanamadı kaldı, hep beraber Güzelyalıya indik, Arca sokakta oynayan çocuklara katıldı, hatta gitti aralarına oturdu “ee napıyoruz, hadi oynayalım” gibilerinden, peşlerinden koştu. Kurabiyecinin dolap vitrinine burnunu yapıştırdı, sonunda dayanamadı, aradaki boşluktan elini soktu, kurabiye kaptı.

Salı… Alpi & Tuna bize gelecekti, çok geciktiler, merak ettik. Arca Alpinin peşini bırakmadı. Büyük çocuk sendromu var. Tuna çok şahaneydi, sakin sakin oynadı. Giderayak o çok meşhur çöp kamyonunu Arcaya verip otobüsü gözüne kestirdi. Arca “bauv bauv” diye mızıldayınca Hülyanın içine sinmedi, fazla arıza çıkarmadan değiş tokuş yapıldı. Akşam evi öylece bırakıp Zeyneplere gittik, Arca bir posta da orada kudurdu. Bir gece önce hiç uyanmadan sabahı eden Arca bu gece defalarca uyandı. Çok mu aktive oldu ne:)




Çarşamba … Sabahtan Agoraya gitmeye karar verdik, evden çıkmak = 3. Dünya savaşı!!! Babane de Bodrumdan gelmiş bize takıldı. Boş AVM’de oynadık, koştuk, çay içtik, Arca bizim kurabiyeleri kaptı, yoğurdun üstüne. Remzi kitapevinde ben eğitim kitaplarını kurcalarken (Çocuğunuza sınır koyma yı aldım, biri beni durdursun!) Arca ile babane koltuklarda kitap karıştırdılar. Sabah ve haftaiçi sakinliğinde AVM ne kadar dinlendirici ve keyifli oluyor… Tam eve döneceğiz, İlker aradı, yemek yiyelim diye. Sonra bizi eve geri getirdi, Arca yolda dayanamadı sızdı. Ablam ve Duru geldi. Arca uyandı. Duruya defalarca cici yaptı, öptü, etrafında pervane oldu. Büyük çocuk sendromu vol.2!! Kargodan kitapları geldi… (“bitap” = kitap – yeni sözcük.) Atakan ve Tübitak serilerinden birkaç örnek daha, sonra arkadaşların tam destek verdiği “rüzgarlı bir gün” ve “gölde”, “Aya yolculuk”, 1001 hayvanı bulun…

son söz...
Arca tatili gibi bişey oldu bu. Telaşsız, baş başa… Tespitlerim var. Çalışmasaydım, belki Arca ile başa çıkmak daha kolay olurdu. Arca muhtemelen bütün gün beni gördüğü için sürekli tepemde olmazdı, ben –Hülyanın dediği gibi – sabahtan akşama ne yaptı, ne yedi, ne kadar uydu gibi kanıtlar elimde olduğundan bir sonraki krizi bu bilgilerle henüz oluşmadan atlatmam daha kolay olabilirdi. Ama çalışmayan anne için yükü paylaşılmıyorsa gerçekten zor, çok zor! Uzun lafın kısası, bu tatil Arca ile 100% geçirilmiş – ve çoğu zaman tek başıma – bir tatil olmasına rağmen kesinlikle yorulmadım. Demek ki beni görmediği zamanların acısını çıkarmak istercesine bana yapışıyormuş, naz yapıyormuş. Napalım o naz yapacak biz çekeceğiz.
Bu sabah fena oldu, onu erkenden hazırlamama rağmen yaklaşık yarım saat beni bırakmadı. Tokamı vermek, hadi saklayalım, gelince birlikte bulalım bile sökmedi. Üstelik Ümit teyzesini o kadar özlemiş ki sıkı sıkı boynuna yapışmıştı. Yeni kitaplarını göstermek bahanesiyle ilgisi dağıldı. Ben çıktıktan sonra İlker eve girdi tekrar, “annim annim??” diye beni soruyormuş. Bu tatil birbirimize çok alıştık.

12 Ağustos 2010 Perşembe

kadir abi koş!! motive edilesim var!!

Cuma akşamı, Çeşme otobanına bağlanan güzergâhım zaten haftasonu sebebi ile yoğun olur, bir de devrilen kamyon ile çok sayıda aracın karıştığı zincirleme kaza olunca eve varışım bir buçuk saati buldu. Üstelik daha çantalar hazır değildi, arcanın uyku saatine kadar bi tarafıma motor takmışçasına dolandım evin içinde, Arca da peşimde. Yolculuk telaşesini çok seviyor bu küçük adam. Hareket olsun neşe olsun.
İzmir nefes alınmaz bir haldeydi. Arca arabaya binişinin 3. Dakikasında uyumuştu.
Sabahtan itibaren yazlık rutini başladı. Kahvaltı, köye yürüyüş, taze gevrek alıp yarısını eve dönerken bitirmek, büyüklerin kahvaltısına devam. Kamyonu evde unutmuşuz, BİM’de çok ucuza şahane bi kamyon bulduk, kocaman. Dede & babanın ortak yapımı kum havuzu günde 4-5 defa ziyaret ediliyor. Bu arada anne çay kahve molası veriyor.

Nazlı ona eskilerin kaynana zırıltısı dediği bastonlu tekerlek vermiş, zırıl zırıl hiç durmuyor. Bu haftanın favori oyuncağı bu! Bütün bahçe defalarca zırıl zırıl turlandı.
Deniz konusunda hala tereddütlü ama bıraksan kendi başına girecek. Deniz kıyısında hafriyat devam. Yeni arkadaşlar edinip çete kurdular.
Bizim yazlık 25 senelik, hatta öncesinden ev kiralar gelirdik. eskiden bu kadar ev yoktu, sokağa çıktın mı herkesi tanırdın, her evin terasına selam vermekten yarım saatte eve gidemezdin. Sahilde oynarken hemen her şemsiyenin sahibini tanırdık, falanca teyzeydi, filancanın annesi. Annelerin kimi salatalık getirir, kimi meyva, kimi börek, hangi şemsiyenin altına gitsen nasiplenirdin. Annemin bi tencere domatesli makarna getirmişliğini bilirim. Hala ne zaman domatesli makarna yapsam bizim sahil gelir aklıma. Biz annelerimizin yanında denize girmezdik, küçükkenden ayrı takılırdık. Kaktüs diye bi mekan vardı, disco gibi bar gibi bi yer, hafta sonları dans yarışmaları yapılırdı, gençler oraya takılırdı, biz kimi zaman kapısından bakardık, bi orası aynen durur. Bisiklet çetelerimiz vardı. Burnumun üstü, yanaklarım her yıl mutlaka güneşten yanar, soyulurdu, minik çillerim o günlerden kalma. Hepimiz büyüdük, oralar gelişti büyüdü. Şimdi tüm arkadaşların çocukları var, hemen hepsi akran. Filancanın annesi biz olduk. Ama sahile gittiğimde tanıdığım o kadar azalmış ki. Her gördüğüme selam veremez olmuşum, tanımaz olmuşum.
Nerdeyse 5 yaşından beri tanıdığım arkadaşın oğlu tam 2 yaşında, Arcanın arkadaşı. Ve tam 2 yaş sendromunda. Sahilde çocuklara haşlanmış mısır aldık, ben rahat tutsun diye Arcanınkini kırdım, verdim, Elif de kırdı, ama oğlu bastı yaygarayı, bi süre kimse anlamadı, hem iki eli ile birer parça mısır tutmak istiyor, hem ikisini birleştirmeye çalışıyor. Tüm sahil seferber olduk, İlker babam koştu bi mısır daha aldı. Yok susturmaya imkan yok. Bi anda sustu, neden ağladı neden sustu. Kimse bilmiyor. 2 yaş zor azizim, Allah tüm anababalara sabır versin.
Güzel uykular uyudu(K). Loğusa gibiydim bu hafta, Arcanın öğle uykularının bir kısmına eşlik ettim. Nasıl iyi geldi. Uyuyarak kafa boşalttım. Üniversite sınavından sonra 2 gün sadece yemek yemeye kalkmıştım, arta kalan zamanlarda sürekli uyumuştum. 2 gün sonra yeni bir ben olarak hayata devam etmiştim. Ben de böyle garip bi karakterim işte. Köye ve denize gitmek haricinde totomu evden dışarı çıkarmadım.
Arca özgürlüğün zirvesindeydi, çıpıl çıpıl koştu, çimlerde ve kumlarda elektriğini atarak rahatladı, uzun öğle uykularına rağmen erken yattı, erken kalktı. Fazla arıza çıkarmadı. Tek sıkıntı uzun uzadıya yüzmeme izin vermedi, ne zaman açılsam, antenleri ile yerimi tespit etti ve yaygarayı basmak sureti ile kölesini görüş alanına hapsetti.
Dönüş yolu rte nin uçağına kurban gitti. Kontak kapattık, topluca sövdük, İstanbul ve Ankarada yaşayanlarla empati kurduk.
İş mevzusu sıkıcı, can sıkıcı, yeni kararlar arifesindeyim. Yazık ki ceketimi alırım çıkarım benim bünyeme ters, sadece bu haftaki İstanbul toplantısında motive edilmeyi bekliyordum, motive eden ben oldum durumları yaşadık. Dönüş yolu havaalanında 2,5 saati boş geçirmedim. "Yeniden Düşün" diye bir kitaba başladım, ilk 100 sayfasındaki görüşüm "okuyun!" şeklinde özetlenebilir. Notlar aldım, kararlar aldım. Uygularsam anlatıcam söz! uygulayamazsam güzel bir roman okudum diyeceğim. Haftaya bi istanbul daha var, mail cevaplamaya vakit bulamayan zatlar toplantı yapmaya vakit buluyorlar ya ne diyeyim. Maksat vakit geçsin:) Kadir abiye ihtiyacım var, biri beni motive etsin yav!!

6 Ağustos 2010 Cuma

ertesi

Arcayı babaneye bıraktığımız gece baş başa yemeğe çıktık. Açık hava iyi geldi. Arca yoktu ama onunla ilgili her şey bizimleydi. Konu oydu. Benim için bir nevi terapiydi. Motivasyona ihtiyacım varmış, onu anladım. İlk yıl boyunca Arca, İlker ve ben bir takımdık. İyi bir takımdık. İlker destekleyicimdi, her konuda arkamda, yanımdaydı. Saçmaladığım zamanların mantıklı ve sakin iç sesiydi. “Hop dur bir nefes al” diyenimdi. Son zamanlar kendimi arca ile yuvarlanır halde hissediyorum, İlker yine orda ama daha az dahil gibime geliyor, beni Arca ile baş başa bırakmış değil ama eskisi kadar da işin içinde değil gibi. (dip not: İlker her konuda akıl danıştığım arkadaşımdır, kocam olmasının ötesinde bir kimliği vardır, kısacası ilkerin sakinliği, fikirleri manyak zamanlarımın tedavisidir.) Bunu konuştuk. Arca anne delisi, belki de bunu ben böyle yaptım, biliyorum. Her kucak istediğinde aldım, özellikle diş çıkarma huysuzluk dönemlerinde kucağımda iken yemek yaptık, etraf topladık. 12 kiloyu aşmış bir adamı sürekli taşımaktan fiziksel bir takım arızalar çıkmaya başladı. Sol elle taşıdığım için sol elimle artık 1 bardak suyu kaldırıp içemiyorum, bel ağrısından geceleri uyuyamıyorum. Bunu yakınmak için değil durumun boyutunu somutlaştırmak için söylüyorum. Bir de çalışıyorum düşün artık, çalışmasam çürüğe çıkacakmışım. Diğer taraftan ilkerle çok güzel bi ilişkisi olmasına rağmen ortamda ben varsam dünya yanmış umru değil ve İlker de buna dahil. İlkeri kesinlikle yaklaştırmıyor. bunu konuştuk, geçici bir dönem olduğunu bir defa daha tekrarladık, sabır, dayanacağız, geçecek, değişecek… Diğer taraftan “bu dünyaya sadece bir tohum atmadık, bir insanı şekillendiriyoruz” mottosu ile üzerime bir baskı oluşturduğumu konuştukça çözdük. Biraz daha rahat olmak, biraz daha oluruna bırakmak, anahtar olmalı halbuki. Ana baba olarak sorumluluğun boyutunu küçümsememeli ama bu sorumluluğun altında da ezilmemeli. Mükemmel anababa diye bişey yok, hoş böyle bir yolda da değilim ama “aman hata yapmayalım” düşüncesi bi zaman sonra mükemmeliyetçiliğe dönüştürebilir. Dikkat etmek lazım, ince bir çizgi. Bi taraftan da Arca ile birlikte iken doğru bir şeyler yaptığımda eskiden olduğu gibi sırtımın sıvazlanmasına ihtiyaç duyduğumu anladım. Herhalde kişiliğimdeki çürük bu benim! Ara sıra “evet doğru yapıyosun, aslansın, kaplansın” denmesine ihtiyaç duyuyorum. Alkış düşkünüyüm demek ki:(
Ve.. kendime vakit ayırmak. Misal İlker balığa çıkıyor, arkadaşlar ile toplanıp PS oynuyor, tekne işi ile ilgileniyor. Kısaca iş ve arca haricinde pek çok başka şeyle meşgul. Bense malum… Çalışan kadın ve anne kimlikleri arasına sıkışmış kalmış …
Sonuç? Öyle radikal kararlar çıkmadı, bir nevi durum değerlendirmesi, içindekileri dökme seansıydı. Zaten yapmamız gerekenler konuşuldu. Arcayı bırakıp yakınlarda bir kaçamak, çocuk eğitimi kitaplarına bir süre ara verip sadece kendi keyfim için softirik romanlar okumak, arcayı, kendimi, her şeyi biraz daha oluruna bırakmak, rahat olmaya çalışmak, sıkmamak sıkılmamak
Terapinin ikinci seansı kendimle baş başa kalmak olacak gibi görünüyor. Akşam yazlığa gidiyoruz, İlker yok. Umudum, Arcanın öğle uykusunda, denize dalmak, zihnimi dalgalara teslim etmek, belki yeni kararlar çıkar, kim bilir?

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Hissiyat böyle! Sıkıldım!

Sıkıldım!! İtiraf etmek ne kadar ağır olsa da, vicdan beni dürtse de… boğazıma gelmiş ve yumru yapmışken haykırmasam olmaz. O loğusa cinleri vardı ya, hemen herkesin başına musallat olan, hani o cinler geldiğinde… aylar önce o yağmurlu günde… İlker beni bir fino köpeği gibi arabaya atmıştı da 1 kafeinsiz mochaya tedavi olmuştum ya… işte onların şekil değiştirmişinin pençeleri omuzlarımda… imiş…
Silkindim! Bunun için eski bir dostla karşılaşmam gerekiyormuş.
Günlerden dün. Aylardır katılmak istediğim, organizasyonu için destek olmaya çalıştığım Montessori Eğitimi semineri için güç bela 1 gün izin almışım, havalardayım. Sabahtan Nazlı ile gittik. Kimler yoktu ki… Abuk sabuk sorularıma maruz kalan Elfanam, yıllar sonra tekrar görüştüğüm liseden sınıf arkadaşım Zelal (kirazımın meşhur canı ciğeri, Dorukun kankisi Loranın annesi), Nurturiadan ve İzmirli anneler mail grubundan tanıdığım ama hiç tanışmadığım nedense bana çok çok tanıdık gelen simalar… Montessori, teorik anlamda çok haşır neşir olduğum okuduğum fakat pratikte bilgi sahibi olmadığım bir felsefe idi. Değerli eğitmenlerle çok pratik uygulamalara tanık oldum. İyi ki gitmişim… de…
Erken çıkmak durumunda kaldım, malum bakıcı gidecek, Arca… Para çekmek için Kıbrıs şehitleri caddesinin sonuna yürüdüm, bankanın önünde dururken, bir ses “yeliz!” dedi. Döndüm. Rana!! Ortaokula ilk başladığımda sıra arkadaşım, o zamanların tabiri ile “en iyi arkadaşım” kankim yediğim içtiğimin ayrı gitmediği Rana. O çocuk zamanlarımın çok özel insanı. Yine çocukluğun getirdiği bir takım koşullarla ayrı düştük, önce sınıflar, sonra dünyalar ayrıldı ama bir araya geldiğimizde yine kahkahaları paylaşabildiğim dostlardandı, kırgınlık kızgınlık yok, sadece ayrı düşmüşlük var. Yıllar sonra feysbık sayesinde yollarımız kesişti, o, ben ve yine ortaokuldan gizem, dostluğumuzun temellerini sağlamlaştırdık. İzmire dönüş yaptığımız yıl ve sonrasında nerdeyse doğuma kadar sık sık görüştük. Doğumdan sonra hiç görüşmedik, hatta neden diye ufaktan, kırılmıştım, sanki o bekar gecelerini yapabilecek miydim? Hayır, ama aranmak gelinmek istemişim demek ki… neyse konu o değil, böyle şeyleri çok da takmayacak kadar törpüledim kendimi, ve sohbetin o ufaktan mahcubiyet kısmına takılmadım.
Sadece…
Rana benim “Arcadan önce”mdi. Fotoğrafını görmek istedi, makinadan birkaç poz gösterirken bile asıl konuşmak istediğimin Arca olmadığını fark ediverdim. Onu sordum, 17 ay önce yüreği kıpır kıpır, yine ortaokuldan bir arkadaşımızla birlikteydi, geçen yaz nişanları olmuş ama ayrılmışlar. Hadi bi kahve içelim, hadi oturalım konuşalım, eski günlerdeki gibi, iş çıkışı buluşmuşuz gibi laflayalım demek istedim. Şimdiki hayatımdan çok farklı birkaç saat yaşamak istedim. Ama olmadı, olamazdı. Çocuksuz olduğumuz günlerdeki gibi değildi yaşamım, bi telefon edip İlkere, ben geç gelicem, arkadaşımla buluştum diyemezdim, Arcanın bana ihtiyacı vardı. Onun için gittiğim seminerden onun için erkenden çıkmıştım, eski dostla hoşbeş etmek için değil. Sonuçta… Alsancak trafiğine daldım, eve yollandım. Gerisi malum… cüceyle yıllardır görüşmemişiz gibi kucaklaşma, hatta yerlerde yuvarlanma, yatıncaya kadar bir beden halleri…
Sonuç şu ki… epeydir sinyallerini alıp geçici bu günler diye ertelediğim cinlerim var benim. İyi değilim. Çalışan anne olmanın farklı bir vicdan muhasebesi var. Bütün gün ayrı kalmanın verdiği bir ağırlık ve sorumluluk çöküyor üzerime. Tam zamanlı annelik ile karşılaştırma yapamam, çünkü öyle bir anne olmadım hiç. Kendi adıma durumum şöyle … benim için sadece iş ve Arca var. Araya sıkıştırılmış bir İlker var. Hatta çoğu zaman işten kafamı kaldırdığımda yine Arca var. Gün içinde boş anımda, anne blogları okumak, nurturiaya göz gezdirmek, kitap sipariş ederken önceliği ona vermek, araştırmak, bilgi sahibi olmak… nurturiadaki kitap kurdu grubunda sayfa sayfa çocuk gelişim kitabı önerisi yazabiliyorum da 1 tane farklı konuda kitap ismi telaffuz edemiyorum. Özellikle 1 yaşını geçti beridir başkasını düşünemiyorum. Öncesi iyiydi, daha onu dünyaya bir birey olarak hazırlamak gibi bir derdin içinde değildim. Şimdi sürekli ayrı geçirdiğimiz zamanların muhasebesindeyim. Güç bela izin aldığım günde bile Arca için bişeyleri yapma peşindeyim. Üstelik etrafımda Arcaya bakmak için can atan insanlar dolu. Bi telefonumla 1-2 saat ilgilenebilirler ve ben canımın çektiğini yapabilirim. Yazlıkta mesela.. ben 2 lokma yiyeyim veya en azından tuvalet-duş gibi insani ihtiyaçlarımı karşılayayım diye, Arcaya bakmaya gönüllüler çokken, Arca paçama yapışıyor, 10 dakika duşta kalsam “annih, annih” diye kapılar yumruklanıyor, kısacası ben etraftayken Arca için sadece ben varım, dünya umrunda değil, babası bile. Zaten benim de içim almıyor, zaten az geçirdiğimiz zamanı daha da azaltmamak için her dakikamızı ten tene geçirelim istiyorum, daha doğrusu dum!
Duma duma dum!! Ani bi kararla İlkerin annesini aradım, akşam işin var mı yemekten sonra 1-2 saat işimiz var, Arcaya bakar mısın dedim, çok sevindi. İlkeri aradım, aslında… Biliyorum olsun, belki daha iyiye gider. Önce yemeğe mi gidicez, arcayı da alalım dedi, yok dedim, arca yok, şaşırdı. Her yere onu da götürmeye öyle alışmışız ki.. garip bir durum. Özel bir gün değil, sadece arınma günü koyalım adını, bir nevi uzaklaşma…
Sıkılmışım çok sıkılmışım… vicdanıma ters, bana ve belki pek çoğuna ters belki… ama doğru ama yanlış.. sadece gerçek bu! Hissiyat böyle!

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Arca'dan haller, haberler, komikler, seminer

Bugün keyfim yerinde! Yarın ne olurum bilmem!
Kore - Atina derken ... İşler iyi gitti diyelim.

Bir de Montessori Semineri var ki tadından yenmez. Aylar önce gaza gelip el atmıştım. Ancak bütçe çok zorlamıştı. Ücretsiz bulduğum dernek klimasız olunca hadi eylül-ekime erteleyeyim demiştim. Sonrasında tesadüfler Başakı çıkardı karşıma. Çok değerli eğitmenlerle bir seminer hazırlığında idi, hemen dahil oldum, Elfana'yı "pşşt alooo bak burda neler oluyor, bu eğitmenler kim tanıyo musun" şeklinde naçizane uyandırdım, tecrübe ve bilgileri ile o da dahil oldu, kısaca Başakın ön ayak olması ile ufaktan dayanışma içine girdik. Önceki mekan, bütçe çalışmalarımı aktardım, mekan konusu yorucu idi, İlknura danıştım, hatta yoğun iş temposundan vakit bulamadığım zamanlarda bizzat kendisi gidip görüştü, Elfana ve Başak da onu yalnız bırakmadılar ve ortaya güzel bir organizasyon çıktı. Bir taraftan bloglarımızda, bir taraftan İzmirli anneler mail grubu ve Nurturia'daki duyurularla güzel de bir katılımcı grubu oluşturduk. Tabii biz tohumları attık, seminer sonrasını değerlendirmek lazım. "Olmaz yapamayız nasıl olur" dediğimiz bir işi kotaracak gibiyiz, olur mu olur:)
(hala bilmeyen ve katılmak isteyenler için detay bilgi gelsin =>
3 Ağustos Salı, Saat 10:00, Türkan Saylan Sanat Merkezi, Kıbrıs Şehitleri Cd., Alsancak )

Haberleri dinlediniz, şimdi haller...

İnkar edecek değilim Arca çok yoruyor. Herkesin çocuğunun annesini yorduğu kadar. Vantuz modunda sürekli yapışma hallerinde! 12 kilosun sen kardeşim düş yakamdan!! diyemiyorsun tabii kol kası yapıyorsun.

Bir de Arcanın yüzüne bir yaramazlık ifadesi oturdu, bi bebeklik hallerine bakıyorum bir şimdiki muzırlığına, hep bi cinlik peşindeymiş gibi bakıyor. Gitti o uslu çocuk gitti!!! içine şeytan kaçmış bir atom karınca geldi.


Hafta sonu biz kahvaltı ederken bir şeyler çiziyordu. Gayri ihtiyari, “annecim ne çizdin bakim” dedim. “aydede” dedi ve çizdiği şey ters bir “C” harfi! O-ha! İlker gaza geldi, bizim çocuk Picasso ya… “çiz babacım araba çiz, kamyon çiz, otobüs, kedi çiz!” Tabii ki çizemiyor ama işin komik tarafı biz şunu çiz dediğimizde bişeyler karalayıp gösteriyor, adını söylüyor. (bu arada ilk şaşkınlığın ardından Ümit ablanın aydede çizmeyi gösterdiğini anladık tabii ki)

Tabii bizim picasso bunları yaparken annenin beklentisi yükseliyor. Aman allahım ben bebem aynştayn mı olcek yoksam :P Nerdeyse doğduğundan beri top oynayan Arca, evde her boydan en az 10 tane topu olan Arca, kelime dağarcığı gelişmiş, barbie bile diyen Arca topa bi türlü top demeyince anne olaya noktayı koyuyor, "oğlum top diyemiyorsan bari meşin yuvarlak de evladım" !! Gayet saf salakça ağızdan çıkan bu cümle, İlkere "ben bu kadınla niye evlendim" sorusunu belki milyonuncu kez sorduruyor.

Ayağına diken batan süper karga birkaç haftalığına uyku öncesi ritüelimizin bir parçası idi. Birlikte yatağa giriyorduk, Ayı yogiyi karşımıza oturtup kitabı okuyorduk(m). Şimdi günün herhangi bir saati kargayı okuyacağımız zaman hemen yatağı gösteriyor, giriyoruz, okuyoruz. Karga sadece yatakta bakılıyor (okunuyor) ve yatakta başka hiçbir kitap okunmuyor. Böyle bir prensibimiz var, bozmuyoruz.
Her kitabın ayrı bir ayini var. Erken çocuk kitaplığından Diş Hekiminde diş fırçaladıktan sonra, yatmadan önceki kitap bugünlerde. Elinde diş fırçası ile okuyor, temsili fırçalama ve doktora aaa diye ağız açma gösteriliyor. (bu doktora gidişimizde Ege ve Eceyi hatrlatarak açtırdık ağzını). Yaramaz fındık kitabı ile son sahnedeki kavuşma anne ile canlandırılıyor.

Yataktan atlama olasılığı korkutucu olmaya başladı. Henüz atlayamıyor ama ayak sürekli korkuluğun üzerine atılıyor, biraz daha uzun bir çocuk olsa, kafa üstü yerde! Bir çare bulmalı, yatağın korkuluklarından kurtulmalı, korkuluklar korkulu rüyam olmaya başladı.

Laf kazadan açılmışken, Arca sandalyesine oturup masada bişeyler yapıyor. Artık totosunun üzerinde oturmaya pek alışkın değil ya, sandalye ile ileri geri kaykılırken tam kafa üstü arkaya düşeceği sırada, ben panter atlayışımı yaptım, ama refleksler iyi Arcada, masayı tuttu, hoop kendini çekti. Allah koruyor yavruları mı demek lazım bilmiyorum.

Hep kalabalıklar olmalı Arcanın etrafında, insanlarla sarılmalı... Mikroplarımızdan kurtulduk, babane ege sahillerinden döndü, cümbür cemaat yemeğe çıktık. İlknurla babaneyle kudurmaca, kedilere yemek vermece. Dün akşam Zeynep ve Orçunun doğumgününü kutladık, Poyrazın kakaları temizlenirken Arca seyretti ve katıla katıla güldü. Kendi zıçmıyor ya:P Zeynepin sütleri bol (maşallah) benim pompayı vermiştim, alışmak kolay değil tabii, sağma çalışmaları yaptık birlikte, Arca da annesinin döt biti yanımıza geldi ama pompadan nasıl korktu, hadi dışarda oynasın dedik, ona da yok anne diye mızıklıyor. Kedilere bakmaya bile ikna olmadı. Neyse ama biz hallettik pompa işini. Bu arada Poyraz çok tatlı oldu, doğum kilosuna çoktan ulaştı, geçti.

Zeynepte ufaktan lohusa cinleri konuşlanmış... haftada bir gidip yokluyoruz (ki daha sık yapmalıyız, en son Gülle bu kararı aldık) "hadi poyrazı babalara satalım, caddede yürüyelim" ya da "kalkın bize gelin değişiklik olsun" teklifleri her daim yapılıyor. Zor zamanlar biliyorum:) böyle vakitler bir kap yemek, bir hoş sohbet, bir ufak kaçamak lazım. Bebekle o rutinin içine giren annenin bir nefes alması lazım. Haftasonu balığa gitme planları kuran İlker, Orçun ve Tufanı da olaya dahil etti, taze anne ile Gülü de bizimle yazlığa gelmeye ikna etti. Açıkçası zeynep istemez sanmıştım tam tersi fikir bile canlandırdı onu. Umarım bi aksilik çıkmaz ve haftasonunu annemin muhteşem yemekleri ile besiye çekilerek geçirebiliriz.

Son olarak keyifli posta bir nokta koymadan önce... Arca hastalıktan yırttı beri gece 12 civarı bir ağlama nöbeti ve anneye yapışma halleri dışında bütün gece uyuyor, uyutuyor. İtinayla kulak memesine asılıyoruz, dudaklarımızı büküp muck sesi çıkartıyoruz , işaret parmağını kıvırıp en yakın tahtaya vuruyoruz. Hatta kesintisiz uyku sonrası, sabah 06:10 itibari ile kalkmak bile koymuyor, sadece sabah kudurması sonrasında işe yorgun gidiyorum, o kadar . NOKTA .

Maaile Hafta sonu

Öksürük geçmiyor, bendeki boğaz ağrısı hep orda gitmiyor. Bi taraftan Nazlılara gitmek istiyoruz, akşamdan bavulu bile hazırladık. Bi yandan üşüttük herhalde deyip, ateş olmadığından mikroba yormayıp bi taraftan mikrobik bir durum ise Cansuya bulaştırırız diye tırsıyoruz. Neyse dedim olmayacak, doktoru aradım, gel deyince toparlandık gittik.
Doktor önce Arcanın ciğerlerini dinledi, bizim gibi o da burun akıntısı olmadan hırlama ve öksürük olduğu için ciğerden şüphelenmiş. Ama çok şaşırdı çünkü bu aylarda pek karşılaşılmayan boğazda enfeksiyon hem de hepimizde! Karı koca kendimizi de muayene ettirdik bu arada:) Maaile antibiyotiğe başladık. Ve çok bulaşıcıymış. Çeşme iptal, Tunanın doğumgünü kutlaması hayal, hatta yazlığa bile gitmek iyi bir fikir değil çünkü orada da benim ananem var, bünyesi pek sağlam değil. Tek tesellim ciğerleri ile ilgili bir şey olmaması. Doktor iyi ki getirdiniz, bakmadan anlattıklarınızla kesinlikle anlayamazdım dedi. Arcayı gören hasta olduğunu anlamaz. Doktorun karşısındaki koltuğa oturdu, sohbete katıldı. Bu arada araya muayeneyi de sıkıştırdık. Tek köpek dişinin kabarıklığı kalmış, diğerlerinin hepsi tamam. Köpeklerden kurtuluyoruz. Boy 2 cm uzamış (83 cm) ama kilo aynı (bana 3 kilo almış gibi geliyor)
Cumartesi temizlik kabusu çöktü üzerimize… Arca & temizlik aynı cümle içinde kullanıldığında bile bomba etkisi yaratıyor. Gündüz vakti serin tek yer AVM. Mikroplarımızı alıp Agora AVM’ye gittik. (iğrenç bilinçsiz, duyarsız aile:P) Gezdik, gezdik… Arcaya bi dolu oyuncak aldık. Kamyon, otobüs… Hala boya kalemlerinden tırstığım için parçaladığı mıknatıslı tahtanın yenisi, evdekileri ezberlediği için yeni ama daha büyük bir ahşap puzzle. Hatta uyudu da yemek bile yiyebildik. Küçük bi anı. A.ziz Üs.tel, yanında şıkşıkıdım mankenden bozma bir ablayla alışverişe çıkmışlar. AÜ kurulmuş koltuğa “şunu al, bunu alma diye” ablaya görüş beyan ediyor, o bildiğimiz oturuş şeklinde. Abla 135 tane kıyafet değiştirmiş, salına salına bakınıyor. Benim de yazlık bir ceket bakmam lazım, Arca peşimde kabine girip çıkıyoruz, ben ne giydiğimin farkında değilim, atom karıca gibi vızır vızır girip çıkıyorum da Arca pek keyifli. İlker pusetten sorumlu devlet bakanı, tekstilci geçmişiyle “o kumaş buna uymadı, bak şunu al filan” diyor. Tam karar verdik çıkıyoruz, Arca atladı AÜ’nün üzerine “DEDE!!!” mağazada çok kısa bir sessizlik, hemen tuttum, “senin deden diil o, amcayı rahat bırakalım” deyip kaçtım, kasada mağaza müdürü, 2 dakikada dedikoduyu patlattı “haklı çocuk ayol, dede olmuş hallere bak” Eve vardık, tertemiz ve düzenli evi eski haline getirmemiz sadece 15 dakikamızı aldı. Arca benim paçamı bırakarak yaklaşık 1 saat kamyon ve otobüsle oynadı. Allahım büyüyor mu ne!! Akşam Hataya inmem gerekti, Arca ile dükkanlara girip çıktık. Metro çalışması heryer beter aslında gidilmez ya neyse… Bolulu hasan usta bile şubesini geçici olarak kapatmış, öyle bir rezillik. Bi dükkana girdik, Arcadan biraz büyük bi çocuk. Arcanın direksiyonunu pek beğendi,
- Teyze bunu nerden aldınız?
- Bilmem ki babası almış, oyuncakçıdan almıştır herhalde.
- Bana niye almadınız?
- ??
Anne filan mahçup ama nasıl güldük, çok tatlıydı. Neyse çıktık, tam karşı caddeye geçeceğiz, kaldırımdan puseti indirirken ayaklarım dolandı, ben, puset ve arca hep beraber düştük. Puset resmen Arcanın kafasına geçti, etraftan koştular, Arcayı çıkardım, korktu, nasıl ağlıyor. Omzu sıyrılmış, su içirdim, orasını burasını yıkadım, yüzüne su çarptım. Etraftan herkes yetişti, abla taksi çağıralım, abla biz seni eve götürelim, abla çocuğun damağını kaldır… İşportacılar, o tatlı çocuğun annesi, etraf teyzeler hep başımızda, sağ olsunlar. Şoku atlattık, kendimizi karşıya attık. Arca keyiflendi ama kaş şişmeye başladı, meğer kafayı da vurmuş, bakkaldan buz gibi soğuk su aldım, kafaya. Nöbetçi eczane bulduk, lasonil. İlker geldi, o ana kadar sakinken patladım tabii zır zır ağlıyorum. Bu arada benim dizim sıyrılmış 3-4 yerde ezik morluk var. Ama benim sakar bünyem morlukları alışkın olduğundan hissetmedim herhalde. İşte böyle… Salaklığın sonu yok, dikkat et di mi? Yavaş git, telaşe memureliğinin sonu budur! Arca bütün gece pek çok defa ağlayarak uyandı, sanırım gündüz yaşadığı travma ona kabus olarak geri döndü.
Pazar sabah erkenden Arcaya meyva almaya çıktık, biz parkta “mi”leri kovalarken İlker alışverişi yaptı. Kahvaltı da bitti, Arca duşunu aldıktan sonra yatak keyfi yaparken, İlker aramıza katıldı, Arcaya masaj yaparken uyuyakaldı! Hem de 2 saat. Keyif pez…gi derler böylesine bizim buralarda!
Bu hafta sonu Arcanın uyuduğu vakitler yeni takıntımız bir PS oyunu “Heavy Rain”. Bir film gibi, ilk birkaç gün teknolojinin ilerlemesine hayranlığımdan (ben en son Sims II oynamıştım) oyuna adapte olamadım, ama izlemesi bile heyecanlı. Bir seri katili bulmaya çalışıyorsun. Dün gece 2’ye doğru oyunu bitirdik ama bence pek başarılı değildik. Yeniden oynamalı. Oynadığın karakteri sen yönlendiriyorsun, seçimin kadar olasılık var. Arca kalktı, tabii daha öğlen. Cehennem sıcağında İzmirde bir atom karınca hem de altı kuru, karnı tok, enerjisi full bir atom karınca nasıl oyalanır? Mesela eline kaşığı önüne çorbayı koyunca en az yarım saat oyalanıyor, bu arada sen “bravo çok güzel yiyorsun” diye cesaretlendirirken iki satır gazete bile okuyabiliyorsun. Ama garibim kendini pek doyuramamış herhalde bizim tavuklu pilavı da mideye indirdi. Ev toplandı, çamaşırlar yıkandı, asıldı, kamyon, puzzle, kudurmaca oynandı. Ama Arca gezmek ister evlere sığamaz. Nitekim sonunda yaygarayı kopardı. Paketledik Arcayı ve öğlenden kalan tavuklu pilavı, doğru Foruma. Vardığımızda akşam 8 di ve hava sıcaklığı 33,5 C idi. Bütün gün evden çıkmamakla ne kadar iyi yaptığımızı anlattık durduk birbirimize. Çocuk tiyatrosu vardı. Tam Arcaya göre, onlarca abla abi, hemen aralarına karıştı, oyuncu “hadi koşacağız” diyor, herkes yerine koşuyor, Arca da. Hemen ortamın adamı oldu. En sevdiği mağaza Zara! Ben hamileyken Zaraya çok gittim herhalde, hemen benimsedi. Koştu, coştu, kabinlere girdi, rafların tozunu üzerindeki hırkalarla aldı. 3-4 defa çıkardık, yine elimizden kurtulup girdi. Bu arada, anne nerde baba nerde arkasına bakmıyor bile! Yürürken bi abla görüyor hoop yön o tarafa çevriliyor. Başka bi abi görüyor, hop o tarafa. Mothercaredeki bütün oyuncakları parmakladı. Artık yorgunluktan tükendiğinde, altı değişti, pijama giyildi, Kipadan süt aldık, ben bardak getirmiştim yanımda, adam pipetle içti! Bazen yapabileceklerini küçümsediğimi hissediyorum. Dönüş yolunda pek tabii aydedeye baka baka uyudu.
Bu haftasonu kendimi sorgulamama vesile oldu. Bazen ne demek istediğini anlamıyorum, Ümit abla, bütün gün birlikte olsan anlarsın dediğinde (ki kötü niyet yok biliyorum) ufaktan dokundu. Evde Arca ile ne yapılır noktasında hep bir takım stratejiler ürettiğimi fark ettim, ister istemez oluyor artık otomatiğe bağlamışım. “Hafta sonu annesi” gibi hissediyorum bazen kendimi. Aman resim çizsin, aman puzzle oynasın, aman kendi kendine yemek yesin, aman şöyle böyle… En son oyun hamuru tariflerini kenara not ederken, İlker “bence kasma, adam oyuncakları ile güzel güzel oynuyor, oyun hamurunu da başka zaman oynar, çocuğu rahat bırak” dedi. Sadece hafta sonu değil sürekli birlikte olsaydık Arca ile iyice kafayı mı yerdim, yoksa her şey için daha mı rahat olurdum? Düşündüm, sanırım ben gündüz saatleri saldım çayıracı takımından yatma kalkma saatlerinde borusu öten cinsinden olurdum. EASY yöntemi ile 3 saatte bir meme verdiğim bebek değil Arca. O bir birey. Nitekim her saatli davranışımıza kendi iradesi ile cevap verdi. Biz gün içinde kendimizi ona göre düzenledik. Bildiği ve kendini rahat hissettiği tek şey; “evet şimdi bişeyler yiyeceğim, şimdi uyuyacağım” gibi ritüelleri idi, gerisi hep kendi kafasına göre… Uyku saatlerini öğlen yemeğinden sonrasına kaysın istememe rağmen hep öğlen uyudu misal. Ne oldu? Kafamıza taş yağmadı. Yani aman uyuduydu, düzeniydi, çok da gerilmeye gerek yokmuş. Sadece akşam 21:30-22:00 arası – herkesin selameti için – Arca uykuya dalmış olmalı! Bundan ötesi teferruat!

23 Temmuz 2010 Cuma

maaile hasta!!

long weekend* hayalleri suya mı düştü?
halbuki nazlılarla haftalar öncesinden plan yapmıştık, çeşmedeki yazlıklarına gidecektik, gerçi genel müdürün izin durumları yüzünden long weekend kuşa dönmüştü de şimdi tamamen iptali gündeme geldi.
çünkü...
nasıl oldu bilmiyoruz
3 gündür ilker + arca öksürük , bende boğaz ağrısı halsizlik.
geçen gün eve erken gidip uyudum.
arcanın öksürükleri aynı gece doruğa çıktı.
Doktor şurup verdi, sonra ayak tabanına vicks sürme konulu şehir efsanesi denendi.
Pek kar etmedi, nitekim geceyi kısmen ayakta geçirdik. 4 ile 7 arası uyuduğumuzu hatırlıyorum, 7 de arca suyuna uzanmaya çalışıyordu.
Gündüzleri şahane, gece inanılmaz bir ter ve öksürük!
Doktoru tekrar aradım, haftasonu birbirimize ulaşmak zor olur, getirin bi göreyim dedi. Gidiyoruz... Bakalım derdimiz neymiş?
doktor civanım
doktor doktor civanım
derdime bir çareeee


* : sıkça uyguladığım bir tatil şekli, duruma göre pzt ve cuma veya perşembe ve cuma izin alınaraktan 4 günlük kaçamak...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Bu aralar...

Çok şey yazmak istiyorum, en çok da Arcadaki gelişmeleri. Ona bakınca bir mucizeye tanıklık ediyormuş hissine kapılıyorum. Akşam yazlıktan dönüş yolu tam bir kabustu, Arca arkada uyurken, biz de telefondan Arcanın fotoğraflarına bakıp uzun uzun sohbet ettik. İnanılmaz bir değişim. Bu değişimi engellemen veya ciddi anlamda hızlandırman mümkün değil, sadece rehberlik ediyorsun, o yolunu buluyor. Bebeklikle çocukluk arası bu dönem çok başka. Yorgunluğumun boyutu tarif edilemez. Çünkü Arca pimi çekilmiş gibi asla durmuyor. Evet onunla oynamak zorunda değilim, onun tepesinde de durmama gerek yok da henüz tam yürümeyi, merdiven inip çıkmayı kotarmamış bir minik adamın üzerinden gözümü ayırmam mümkün değil. Birkaç saniye gözümü üzerinden ayırdığım zamanlara birkaç örnek hemen gelsin:
- Cumartesi sabah. Evde bir telaş, erkenden yazlığa gidilecek. Arca kahvaltısını yaptı, baba etrafı topluyor, anne bavul hazırlıyor, Arca ortamın telaşından keyifli bi annenin paçasında bi babanın arkasında. Bir 10 saniye kadar sessizlik, ben deli gibi Arca aramaya başladım. Bütün odalara giriyorum, yok! 10 saniye yaa dakika bile değil! İlker koş gel buldum dedi. İlker akşamdan balkonda kalan mama sandalyesini mutfağa taşırken kapıyı kapatmamış, Arca plastik sandalyeye tırmanmış, geçen otobüslere bakıyor. Aklım çıktı!! Bi akşam önce 6. Kattan düşen çocuk haberi geldi aklıma.
- Zeyneplerdeyiz, pompayı deniyoruz arka odada. Ev kalabalık, Arca salona gitti sanıyoruz. Meğer yer cücesinin boyu yeter olmuş da sokak kapısını açmış, dışarı kaçmaya ramak kalmışken Tufan yakalamış.
- Yazlıktayız, yemek yiyor, bi peçete almaya diye arkamı dönüyorum, mama sandalyesinin üzerine tırmanmış, ayakta duruyor.
- bahçede oturuyoruz, arabanın anahtarını kaptı, koşmaya başladı, hadi koşmadık arkasından heyecanlanmasın diye, ayağı takıldı, bam diye alnı taşa vurdu, bi gittim, alnı şişiyor, pinpon topu kadar oldu, buz, lasonil… 2 dakika sonra gülüyordu ama ben bittim!
Evet çocuklar düşe kalka… ama izlemek bile yoruyor. Ana baba dediğin önden tüm olasılıkları hesaplayacak, düşer mi, bu oyunu oynarken alacağı keyif, göreceği olası zararın çok mu üzerinde? Kısacası yorgunum dostlarım yorgunum yorgun!!
Bi de geveze!! ama şikayet yok bayılıyorum.
Biber, bıcı bıcı, aydede, nine, aaba(araba) yeni kelimeler. Biber bahçeden koparılıyor, yıkanıyor ve kıtır kıtır yeniyor.
Yazlık hayatı Arcayı yoruyor ama hiç umru değil! Sabah uykusu kesinlikle yok, kahvaltıdan sonra büyüklerin kahvaltısı için anne babayla köye çıkılıyor, fırından sıcak gevrek alınıyor, sonra bi posta da 2. Kahvaltıda gevrek kemirmece, bahçede kudurmaca, sonra deniz, sonra yemek, uyku, uyanınca tekrar deniz (hayır deniz diye çıldırdığından değil, sadece akşamüstü saatlerinde başka türlü başa çıkamıyoruz, enerjiyi attırmamız lazım.), sonra park, tulumba, yemek, sonra büyüklerle yemek, kedilere kalanları götürmek… hiç oturmuyor. Deniz meselesi ilginç… Banyoda yaşayabilecek kadar suyu seven bir çocuk ancak denize çok temkinli. Belki serin geliyor, irkiliyor, çözemedik. Öyle ağlamak da yok, sadece temkinli. Etrafta çocuklar varsa daha cesur, ayak çırpıyor, şap şap yapıyor. Özellikle kıyıda oturmayı, dalgalara gel gel yapmayı, dalgalar gelince ayakları ile şap şap yapmayı tercih ediyor. Kendi haline bırakmak ve üstelememekle, çok tepki göstermediği için hemen vazgeçmeyip iyice sevdirmeye çalışmak arasında gel gitler yaşıyorum kimi zaman. Ama azim galip geliyor ve Arca denizde:P

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Saçlarımdan nefret ettiğimi söylemiş miydim?

Bu camiada dillendirmediysem bile hemen hemen haftada 2-3 defa dökülür dilimden! Bi kere sert, tam kıvırcık değil ama düz de değil. Anneme “bu saçlar senin bana genetik kazığın” derim, üzülür, kendisi de çok çekti biliyorum. Ben küçükken saçlarını ütü masasına koyup ütülediği bile vardı. (Güzel yöntem, ben de yurtta çok saç ütüledim)
Dümdüz, yıkayıp çıktığında fönlü saçlara sahip insanlara gıcığım. Çok uzağa gitmeye gerek yok bkz ablam, kuzen Zühre!! Ben çocuk onlar ergenken saçlarını savura savura dolaşırlar, ağzımın suyunu akıtırlardı. Bense bonus kafamı düzleştiricem diye 8 takla atardım. Ya da kıvırcık veya dalgalı saçların olur da saçlar yumuşak olur anlarım. Kuaförle fönle ortaokul yıllarında tanıştım. Kuaför koltuğunu sevmediğimden, üşendiğimden evde kendim şekil vereyim diye ciddi masraf yaptım. Kafası fön fırçası olan 10 senelik rowentam mefta oldu, halbuki çok iyi bir ikiliydik ama artık onlardan üretilmiyormuş. Günlerce elimde rowentanın cenazesi bayi bayi gezdik. Bulamayınca “en iyisidir” dedikleri remingtona servet ödedim . Öncesinde bir lissima tecrübem var ki detaylara girmeyeceğim, içler acısı, şimdi Arcanın saç kurutma makinası oldu. Ablam bi maşa almıştı, şimdilerde fön üstü maşa ile düzleştirmeye çalışıyorum. Çünkü… akşam saçlar fönleniyor, sonra sabah küçük canavar fön sesinden uyanmasın diye maşalanıyor. Bu saç bana 2 gün gidiyor en azından. Üşenirsem 3. Gün toplayıveriyorum.
Son numaram elektrikli bigudi. Şimdi bu sıcaklarda fön maşa olmuyor, zaten yorgunum. Jöle köpük desen hergün sürülmüyor. Bihterin saçları böyle oluyormuş, bi yerde okuduydum. Kolay gibi geldi. Annem teyzem misal aynı benim saçlar 70 lerden beri bigudilerler saçlarını. Tee Hollandadan gelme içi sulu kaynatmalı bigudileri vardı. Benim de denemişliğim var severim. Ama o eskiler kadar kalitelisini bulamayınca bu ısıtmalı, elektrikli bigudiye taktım. En azından iri dalgalı fön gibi durur.
Vakit yok ya İlkeri gönderdim, Media Markt senin Best Buy benim dolaştı garibim. Ordan arıyor beni.
----------------------------------------
İ : Yeliz bunların 25 likleri varmış ama uzun saça 32 lik öneriyorlar. Ama babyliss yok, remington yok başka bişey var.
Y : Ee su dalgası yapıyor muymuş, sor bakim.
Soruyor…
İ : Onun için 32 lik diyorlar.
Y : Islak kuru oluyor muymuş?
Soruyor…
İ : Evet
Y : Oluyorsa bigudi değildir o, kadife miymiş?
İ : ???
Hönk olunca telefonda tezgahtarı verdi.
Y : Seramik mi?? Yok anam ben elektrikli bigudi soruyorum.
Tezgahtar: hhaa yok burada ondan, eşiniz saç şekillendiricisi şeedince maşa verdiydik.
Y : İlker kaç ordan maşa var oğlum evde!
İ : Ya ben ne biliyim?
Y : Boynere git bi bak bakalım. Bu arada foto mail atıyorum
Telefon !
İ : geldim, burada bi remington var 149 diyolar başka da bulamazmışım.
Y : Aa çok pahalı, babyliss yok mu, o da iyidir.
İ : Yok kadın alalım işte, maymun ettin beni, hayatımda bigudi görmemişim. Elektriklisi ne ola ki?
--------------------------------------------------------
Ve böylece saç şekillendiricisi koleksiyonuma yenisi eklendi. Banyo dolabının hatırı sayılır bir kısmı benim oyuncaklarıma ayrılmış durumda.
İlk denemem fiyaskoydu, hamlaşmışım bigudi sarma işinde. İyice kabardılar. Sonra bi defa ufaktan fönle kuruttuğum saça uyguladım, iyi!! Geçen gün günlerdir jöle ile yaptığım saçlara bigudi arası verdim. Bu defa kendiliğinden kısa süre kurumuş saça uyguladım, sonuç şahane!
Tek sıkıntı kapıcı filan geliyor, kapıya çıkamıyorsun, Arca gördü mü “bu ne yaa” bakışı atıyor, bildiğin uzaylı modunda dolaşıyorsun. Ama mutluyum!! Sonunda kolay bir alternatifim oldu.

16 Temmuz 2010 Cuma

dün, önceki gün, bugün, yarın ...

Dün… arabadaki eti form kırıklarını ve boş paket yığınına baktım, ne kadar garip kadın olduğumu fark ettim. İnsan şunları bi çöpe atmaz mı? Sonra bazı şeyleri anlık hatırlayamadığımı fark ettim. Ofisten hep en son ben çıkıyorum ama istisnasız hergün kapıyı kilitleyip kilitlemediğimi kontrol etmek için tam yola çıkmak üzereyken geri dönüyorum. Sonra sabah bir anlık bilgisayarı evde unuttuğum aklıma geldi, bagaja koyduğum kareler tamamen silinmiş! Meğer almışım ama kesinlikle hatırlamıyorum.

Önceki gün … Ne kadar zor bir hamilelik geçirmiş, ne kadar zor bir bebek büyütmüş olurlarsa olsunlar, anne milletinin tekrar hamile kalmaya meylinin sebebini anladım! o mucizevi koku!! Bi tarafta kudurmaktan terlemiş ekşi kokulu kafasıyla Arca bi tarafta az önce emmiş tarifsiz kokulu Poyraz!

Önceki gün yine… Arca 2 hafta sonra ilk defa akşam yatıp sabah kalktı, rüya bile gördüm. Saçlarım dökülmüştü rüyamda. Köpek dişlerinden ikincisini patlatmanın rehaveti bu, biliyorum, yakında süreç yeniden başlayacak, enerji toplamalı.

Daha önceki gün ve birkaç gün üst üste…
Arca kakayı lazımlığa yapıyor. Tİ konusunda ufak bir yol almışken bırakmıştım, o kadar küçük bir çocuk için fiziksel anlamda tuvalet eğitiminin çok doğru olmadığına ikna olmuştum. Bezsiz bebek kitabı bile tam kafama oturmamıştı. Hatta kendime kızdım, sağdan soldan okuduklarımı çocuğuma zorla mı dayattım diye ve 1 haftanın sonunda birkaç işaretten sonra ve lazımlığa ufaktan tepki oluşur oluşmaz kesmiştim. İlkerin ve doktorun “sen bilirsin ama…” ile başlayan ufak muhalefetleri de etki etmişti. Ama farkındalık kazanması önemliydi. Hiç aksatmadan her tuvalete birlikte gittik. Kendisi oturdu, keyifle, üstünde kıyafetleri ile. Son birkaç gündür sabah akşam düzene giren kakasının ve belirgin işaretlerinin ardından denedik, hiç tepkisiz keyifle ve eğlenerek yaptı, sifonu kendi çekti ve bay bay dedi. Hala tam anlamı ile bir tuvalet eğitimi – iletişimi kafamda oturmuş değil. Belki bu kararsızlığım Arcaya da geçiyor, nitekim 3 defa lazımlıksa 3 defa bez şeklinde gidiyoruz. Önce benim kendimi hazırlamam lazım sanırım.

Bugün… kendime internetten ayakkabı almak yerine kitap almayı seçtim. Üstelik kitapların hemen hepsi Arca için. (Anneye sadece SOS! Ana babalara yardım) Çocuk kitapları derya deniz… Hangisini beğeneceğini bilmek öyle zor ki. Tavsiye kitapları yokluyoruz. Genelde çocukların beğendikleri kitaplar Arcaya da uyuyor. Mesela… Ayağına diken batan süper karga, Diş hekiminde, Annie ve Leo olan kitap, Cemile. Bugünkü siparişler : Atakan Süpermarkete Gidiyor, Ormanda Doğum Günü Partisi, Kirpi ile Kestane, (teşekkürler Esra özlem&Füsun) , Kasabanın En Şık Devi (sarıçizmelim sağol ) Yaramaz Fındık, (kimden okudum hatırlayamadım), Bay Bay Bezim (son zamanların gündemi) Nurturiada Özge güzel bir grup kurdu, herkesler tavsiyelerini döküldü, pek güzel oldu.

Yine Bugün… Akşam planı yapıldı, akşam yemeği sonrası sahilde yürüyüş.

Yarın… Yazlık! Arcaya 2 gecedir “Arca yazlıkta” hikayesi anlatıyorum. Gözleri pırıl pırıl dinliyor. Bu çocuğun gözlerinin için gülüyor ya bayılıyorum. Arca tulumbadan su çekecek, Arca kumlarda oynayacak, Arca parka gidecek, Arca dedeyle gezecek, Arca denize girecek…

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Haftasonu

İzmirde cuma akşamından herkes yazlığa kaçar. Otoban E-5'ten farksız olur. Cumartesileri sokakta sadece kedi köpekleri görürsünüz, onlar da park halindeki araba altlarında gölgelenmeye çalışır. İzmir terkedilmiş şehir görüntüsüne bürünür. Misal bizim sokakta park yeri kolaylıkla bulunur. Aslında İzmirin terkedilmişliğinde ayrı bir güzellik olur. AVM'lere gidip gönlünce alışveriş yapabilirsin. Ya da sabahın köründe sahilde sakin kahvaltı yapabilirsin. Bu hafta kaçan takımından bekçi takımına geçiş yaptık.
Arca çıkmak ister, oyun ister, atta ister ama hava sıcak!! Allahtan Ümit abla cumartesi gelmedi de en azından temizlik tantanasına kurban gitmedik. Bizim evde temizlik, Arcaya şenlik!! Vileda kovasına kafa sokar, elektrik süpürgesinin peşinden koşar. Mümkün değil koparamazsın temizlikten.
Sabahtan İlkerle bakkala gittiler, "mii" kovaladılar. Biz Montessori Semineri için bi yerle görüşecektik, görüşeceğimiz kişi yoktu, hem başka fikirler hasıl oldu, vazgeçtik. Sonra denizle zeynep ve poyrazı ziyaret edecektik, denizin işi çıktı. Kaldık Arca ile evde başbaşa.
Neler neler yaptık?
top oynadık
saklambaç ve yakalamaç oynadık
kitap okudum, dinledi (süper yaa, dinliyor, eskiden sadece kendisi bakmak isterdi)
dans ettik
puzzle yaptık
kudurduk
çekmeceleri dağıttık
manava gidip barbunya aldık - bu yaklaşık yarım saat sürdü. Manav sadece üst sokakta!
barbunya ayıkladık, yerlere attı, ben topladım, ben attım o topladı
sabah uykusunu reddettiği için öğleden sonraya kaydı
o arada işten aradılar, acil mail istediler
Arca yemek yerken uyuyakalacaktı nerdeyse
Yemekten sonra duş yaptı, külçe gibi devirdi, uyudu.
Dedim 2-2,5 saat uyanmaz.
yemeğimi yerken maili gönderdim, 2 telefon konuşması yaptım
barbunyayı, akşam için makarna sosunu ocağa koydum
biraz dinleneyim sonra etrafı toplarım dedim, TV karşısında bi dondurma yemeğe başladım
ki Arca uyandı:( daha ayaklarımı uzatacaktım, film seyredecektim, evi toplayacaktım.
Elimdeki dondurmaya yalana yalana saldırdı. hemen buzluğa attım.
Beraber balkon yıkadık
Yetmedi o kadarcık su, banyoya bıcı düzeneği kurduk. Yaklaşık 1 saat suyla oynadı. Tabii başında durmak lazım, bırakamıyorsun.
İlker geldi, ben bitmiştim. Evin halini gördü, neyse toplarız dedi, banyoyu gördü, ŞOK! Ben gamsız gamsız "uzanacağım siz arca ile etrafı toplayın" dedim. ama Arca peşimi bırakır mı? Ben uyurken burnumu sıktı, öptü, dürttü, tabii ki dinlenmek yok. ben de toplamaya yardım ettim. Gül ve Orçun geldi. Mis gibi kurabiye getirmişler, çayla nefiss! Arca muzun üzerine üzümlüleri götürdü. Gül ile Arca oynarken ben 20 dakika uyudum (ne büyük nimet!!!) Akşam balkonda kıymalı makarna yedik. Arca kendininkileri kafasından aşağı döktü, mıncırdı, sıktı, ara sıra yedi.
Ve günün en güzel kısmı, 9 da yatağa yollandık, yarım saat içinde tüm rutin tamamlanıp uyumuştu:)
Biz de Gülle bira-çiğdem klasiğinde balkon sohbetleri yaptık. PES'ten kafasını kaldıran Orçun ve İlker de ara sıra katıldı. Uykumuz gelince kanepede konuşlandık. Arca uyanmalarına devam etti ve sabah 6 da beni ayağa dikti.
Nispeten daha güvenli oyun odasının kapısını kapattım, kanepeye uzandım, müziği açtım. "bak anne uyuyacak, sen oyna, istediğin zaman yanıma gel, uyandır" anladı galiba en az 10 şarkı uyumuşum:) yanım geldiğinde kokudan durumu anladım.
İlker kalktı, Arca kahvaltı etmedi, biz umursamadık, babaneye gittik. Arca bi babanede çok zorlanıyor. "Babi" "bibabi"... zor tabii 3 hece. Babanenin evini de bi güzel dağıttık. Yine pek bişey yemedi biz yine takmadık. Sabahın köründe kalktığı için sabah uykusuna yattı.
Öğlen bilgisayardan kendi resimlerine bakarken kaptırdı bi tabak yemek yedi, yeay!!

Öğleden sonra hep beraber İlkerin kuzenlerine gittik.
Arca arabada uyumuştu, tesadüf Duru da uyuyordu, ilk Arca kalktı, Durunun oyuncaklarına musallat oldu.


Çamların altında kocaman bir bahçe... Ufukta ışıl ışıl bir deniz...

Arcanın kozalakla tanıştığı andaki mutluluğu...

Duru Arcaya oyuncakla nasıl oynanacağını anlatıyor.

Kurtlu Arcanın oturduğu nadir anlardan biri...

Top peşinde Duru ve Arca, gönüllerince koşarken...

Arcanın doğumunu yaptıran Gülnur teyzemizin Urladaki evindeydik. Evin her köşesinde onun izleri, emeği, fotoğrafları... En son öldüğü gün ordaydım. Ama daha çok son zamanlarına denk gelen bayram ziyaretimizden bahsedildi. Hep istediği gibi bütün çocuklar ,torunlar biraradaydı.

İlker kupa maçına yetişti, Arca o kadar köftenin ağırlığına dayanamayıp yolda sızdı, Yeliz makinaya çamaşır atıp, duş alıp bir kahve, dünden kalan kurabiye ve bir filmle (P.S: I love you) haftasonuna noktayı koydu.

9 Temmuz 2010 Cuma

köpekler yemez halimi

Halbuki haftabaşından beri köpek dişlerinin sorumlu olduğu uykusuzluğum için karar almıştım. Arca ile birlikte uyuyacaktım ki, hem gece nöbetlerine dinç kalkayım hem de biraz uykumu alayım, Leyla modunda dolaşmayayım! Tüm planlarım magnum double çikolata yalarken biraz zaplayayım dediğim anda değişti. Hani çok sevdiğin bir film çıkar karşına, hadi birkaç sahneyi izleyeyim dersin. Dün akşamın sürprizi “The Notebook” idi. Defalarca izlediğim ve içim çıkasıya kadar ağladığım filme anında kilitlendim. Ve adet olduğu üzere salya sümük ağladım. Hani baksan bizim Yeşilçam melodramlarından ne farkı var değil mi?
Fakir oğlan zengin kız, yaz aşkı, ailenin karşı çıkması, istemeden ayrılma, mektupların saklanması vesaire vesaire… Ama işte o filmde öyle bir sihir var ki her izlediğimde istisnasız ağlattı beni. Galiba aşklarındaki sonsuzluk hissini çok güzel veriyorlar.
Şiş gözlerle yatağa gittiğimin 10. Dakikasında nöbet başladı. Arcanın sağ alt köpek dişi küçük bir baloncuk, güldükçe bize nanik yapıyor. Diş jeli ve calpol bundan gayrı derdimize çare değil, anlamış bulunuyoruz. Arca en geç 22 gibi yattığında melekler gibi uyuyor, o kadar yorgun ki ilk 4 saatlik uyku deliksiz. Derken uyku hafifliyor, diş ağrıları hissedilir oluyor ve gece 2 nöbeti başlıyor. Eğer o vakte kadar henüz uykuya dalmamışsam vay halime! Dün gece – önceki 4 gece olduğu gibi - yatak-Arca arası defalarca mekik dokumaya dayanamadım, aldım yastığı yerde yattım. Arca dümbeleği yanında yatırmıyor ki şöyle ana-oğul koklaşa koklaşa uyuyalım. İlla ki çarmıha gerilmiş gibi yayılacak. Bizim yatak? Yok biz garanti ezeriz Arcayı, yemiyor. Diyordum, dün gece – kesinlikle hatırlamıyorum- almışım yanımıza. Bi uyandık saat 6. Kendi yatağına götürdüm, kaşınıyor, uyuz gibi. Soydum, sivrisinek ısırığı, fenistil sürdüm, bu arada ishalimsi kaka ve artık uyku kaçtı, gitti, kül oldu. Toplasan 2 saat uyumadım. Son 4 gecenin bilançosu maksimum toplam 10 saattir. Böyle zamanlarda çalışmamayı çok isterdim. Çünkü Arca bu uykusuzluğa garanti 9 gibi bir sabah uykusu çekecek, ben de yatardım onunla enerji toplardım. Ama çalışmak zorundayım, üstelik işe giderken 30 km araba kullanmak zorundayım. Sabah Nihat Sırdar reklama girdi, karşıdan tatlı sabah güneşi vuruyor, pencerelerden ılık rüzgar yüzümü yalıyor, ahanda dalacağım. Açtım telefon İlkere. En azından telefonda konuşurken daha dikkatli araba kullanıyorum. Reklamlar bitesiye kadar sohbet ettik.
Köpek etti bu köpekler beni, allahım duy sesimi!!!

8 Temmuz 2010 Perşembe

İzmir Montessori Semineri - DUYURU

Tarih: 3 Ağustos Salı
Seminer Saati: 10:00-Bitiş saati vermiyoruz, konular ve sorular bitene kadar devam edilecek
Yer: Alsancak'da (Tam adres daha sonra belirtilecek) bir seminer salonu olacak
Ücret: 40 TL

Eğitmenlerin diğer programları sebebiyle seminer hafta içi tek gün olarak düzenlenecektir. Çalıştığı için akşam 18:00'den sonra katılmak isteyenlere istenilen bölümler tekrarlanabilecek ve seminer gelen talebe göre istenilen saate kadar devam edecektir.
Seminerin konusu ''duyusal'' materyallerin tanıtımı ve uygulaması esaslı olup, katılımcıların istekleri doğrultusunda program şekillenecektir.
Detayları bu şekilde olacak seminere kesin olarak katılacakların 12 Temmuz Pazartesi akşamına kadar dönüş yapılmasını rica ediyoruz.

m.yeliz@gmail.com

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Poyraz geldi

3950 gr, sarı saçlı mavi gözlü 52 santimlik bir melek!!



Zeynep emzirirken gözlerim doldu, lisede dostluğumuzun temellerini attık, büyüdük, evlendik, çocuklarımız oldu, hala birlikteyiz. Kocalarımızın arkadaşlığı bizimkinden bile eski. Şimdi çocuklarımız arkadaş olacak ... Güzel günler yakında...

2 Temmuz 2010 Cuma

haftasonuna doğru

Neden bilmiyorum bugün bitmek bilmedi.
a. Cuma diye mi?
b. Arca köpek dişleri yüzünden uykusuzluk ve huzursuzluk rekoru kırdı
c. Aklım dışarıda
d. Akşam için organizasyon yapmakla meşgüldüm (Zeynepi hamile olarak son görüşümüz olacak)
e. Hepsi – EVET DOĞRU
Yarın yazlığa gideceğiz. Daha bi çöp bile hazırlık yok. Geçen sefer, 2 bavul kıyafet götürdüm ama telsizin alıcısını unuttum, İlker kargo ile gönderdi. Diş jeli, pişik kremi, kendi diş fırçam, Arcanın ayıyogisi hep unutuldu. Güya hazırlıklar 3 gün sürdü. Bu defa çoktandır bakmadığım listeyi çıktı alıp yine buzdolabı üzerine yapıştırıyorum, artık unutmam herhalde. benim gibi salaklıklarınız varsa ahanda liste, vakti zamanında kuzu elanın annesi paylaşmıştı.

Bu aralar...

Arcanın haller pek komik. İlkerle yeni eğlenceleri kumbaraya para atma. Her akşam özenle bozukluklar alınıyor, kumbara en kuytu zuladan çıkarılıyor ve paralar tek tek törenle atılıyor.

Araçlı puzzle, artık ezberlendi, tersten bile koyuyor, demek ki yenisini almak lazım. Yarın belediyenin içine ettiği yollarda Hatay caddesine inip oyuncakçıya bakmalı. Yollar demişken evet içine edildi, metro çalışması yüzünden ana cadde kapatıldı, bizim önümüzdeki cadde ana cadde oldu. Arca için tam şenlik, çünkü çok çeşitli araç geçiyor. Otobüsler, servis araçları, polis arabaları…

Babama ciddi baskı kurup yazlığın bahçesine kum havuzu yaptırdık. Arcayı uzun saatler oturtabileceğimiz tek aktivite kum+su. Artık denize gitmediğimiz saatlerde de kafa dinleyebileceğiz:) Aklıma gelmişken oyuncakçıdan bi takım daha kova almalı.
Sonra geçen yılki simit Arcayı pek kesmedi sanki. Kucakta denizin keyfini çıkardı ama simite oturtunca yaygara yaptı, bi çözüm bulmalı. (alışveriş listesi gibi oldu)

Geçen hafta doktor kontrolüne gittik. Kilo - boy iyi, koca kafalı. Bu kadar harekete kilo bile almış. Uyku konusunu konuştuk, gündüz ya tek seferde ya da sabah öğleden sonra ama toplamda 2-2,5 saatlik gündüz uykusunu çok dedi?? bence değil. Ama tatilde sürekli tek uyku uyudu- en az 2 saat. Tatil deyince ben de lohusalar gibiydim, Arca yattı, ben yattım:) tatilll sen ne tatlı şeysin:)

Arca saç çekmeyi çok sever oldu, bir de ara sıra ısırıyor. Çocuklarda en hoşlaşmadığım 2 şey. Belki de ben çok takığım diye beni buluyor. Doktorla paylaştık, sert tepkinizi gösterin dedi. 1-2 defa çok kızdım ama yüzüme bakıp gülüyor, her haltı anlayan velet anlamazdan geliyor.
Dün yeni bi yöntem ile görmezden geleyim dedim. Saçlarıma yapıştı. "aa tatlım yanlışlıkla elin saçıma dolandı, dur yardım edeyim de kurtaralım rahat et" dedim, üstelemedi. Vurma konusunda da uygulamalı belki bilmiyorum. Bildiğim tek şey, vuran ve ısıran çocuk olmasın lütfen!!!

Arcanın garip bi karakteri olduğunu düşünmeye başladım. Ultra uyumluluk arcanın göbek adı. Emmeyi, emziği bırakırken, süt içmeye alıştırırken ve hatta yatır kaldır yönteminde bile çok uyumlu davrandı, işimizi kolaylaştırdı. Ancak uyumluluk değişkenliği de beraberinde getirir oldu. Örneğin bir an kahkahalarla gülerken bir anda ağlamaya başlıyor. Sebepsiz... Ya da biz sebebini anlamıyoruz.
Anne tespiti: Aslında Arca değişken karakterli bi çocuk ve ortama kolay uyum sağlaması bu karakterin bir sonucu.
Bizim gibi sabit karakterli ve değişimlere kolay adapte olamayan bir ebeveyn çifti için bizi zor yıllar bekliyor:( - ergenliği düşünemiyorum.

Arca bu aralar pek geveze - biraz diyalog:

anne : "daha düün annemiiiizziin..." (o korkunç sesi ile şarkı söylüyor, allahım bu çocuk bana tapıyor olmalı ben bile tahammül edemiyorum sesime)
arca : "annih?"
--------------
baba : "baban köpeğin olsun senin!"
arca : havhav
-------------
anne & baba konuşuyor: lavaboda sümkürürken taklidini yaptı bugün
arca - oyun oynarken : fırk (eliyle burnunu tutuyor)
--------------
anne (süper karga masalını okuyor) : süper karganın ayağına diken batmış.
arca : gagga (ayağını gösteriyor)
-------------
anne : hadi gezmeye gidelim
arca (sandaletlerini alıyor ) : atta
---------------
baba hapşırıyor
arca : ellü hapşşş
-----------------
anne : bak arca aydede
arca : ayde
anne : aydede
arca : AYDE!
--------------
babane : hadi kedilere gidelim
arca : mii, mii
--------------
anne : top kimin?
arca : menim
-------------
anne: adın ne?
arca : aaça

biraz da monolog:
annih menim!
vuuu (elektrik süpürgesi)
abbi
abbla

Son olarak Arca bildiğin dans ediyor. Ayaklar pıtı pıtı, ara sıra da geri geri yürüyor. Anlatılmaz yaşanır... Video çekmeyi becerebilmeliyim (hüüllyaaa gel bana ders ver!!!)

Neyse bizimkiler gelir şimdi, balkonda pizza partisi ya da pide.. bakalım:) Poyraz için mothercare indiriminden şahane ciciler aldım, bakalım güzel anne Zeynep beğenecek mi?
Hadi ben kaçtım, iyi haftasonları, hayırlı işler, bol güneşler:)

29 Haziran 2010 Salı

bir kadın... iki iş seyahati

yıl 2007..
istanbuldaki ofisten izmirdeki ofise geçmek durumunda kalmış, bu durumda kaldığı için de izmirde de işleri aynı şekilde yürütebildiğini göstermek için de ciddi çaba içinde bir kadın. Genel müdürüne söz verdiği gibi ne zaman gerekse soluğu İstanbulda almak durumunda. Uçakta en rahat ettiği koridor tarafında, üzerinde bi dolu para saydığı yeni takımı, elinde yapacağı sunuşun notları, saçlar jilet gibi fönlü. Yanında bir anne, biri kucağında biri cam kenarında iki çocukla seyahat ediyor. Kucaktaki durmadan ağlıyor, yandaki durmadan konuşuyor. Derken kahvaltı servisi yapılıyor. Meyvesuları kahveler ütüsü bozulacak diye endişelendiği takımının üzerinden yalpalaya yalpalaya geçiyor, bizimkinin içi cız ediyor. Kucaktaki bebe elindeki sandviçi 3 defa cekete teğet geçiriyor. Anne çaresiz ara sıra özür diliyor, mahçup. Bizimki kafası önünde notlara boğulmuş, kibarca ama fazla da yüz vermeyerek gülümsüyor. Aklından geçense bir an önce yolculuk bitsin ve fazla yara almadan kendini dışarı atsın. Annenin de aklından aynı şeyler geçiyor ama tamamen farklı sebeplerle. Yolculuk kucaktakinin ağlayışları, etraftakilerin "zavallı kadın" bakışları ile son buluyor. Bizimki arkasına bakmadan kaçıyor, içinden "ucuz atlattık" diye geçiriyor. Gergin gergin terminalden çıkıp iş arkadaşının arabasına biniyor, ofise gidiyorlar. Yolda ordan burdan işten izmirden konuşuyorlar.

yıl 2010...
Yine bir seyahati, kadın aynı kadın da artık anne. Gece bebesi deliksiz uyumuş anneye izin vermiş. Fön çektirmeye vakit olmadığından elektrikli bigudi ile yapmaya çalışmış saçları tam bir enkaz. İki toplantı sıkıştırmış tek güne. Gece dönsün, çocuğunu kendi uyutsun diye. Artık İstanbulda 1 gece kalayım, arkadaşlarla felekten bi gece çalayım lüksleri yok. Giyinirken ufaklık uyanıyor, anne mutlu, birlikte oynuyorlar. Veda vakti... Uçak rötar yapıyor, tatil ya çocuk dolu, rötardan hemen hepsinin keyfi kaçmış. Bizimkinin elinde sunuş notları yerine Elizabeth Pantley var. Okuma fırsatı doğmasına seviniyor. Uçuş bilgileri tanıtım filmini çocuklarla yapan firmanın yaratıcılığına hayran, belki yıllardır ilk defa uçuş bilgileri dinliyor, keyifle, hatta rötara kızgınlığı bile geçmiş. Gözü kulağı etrafta, annelerin yolculukla nasıl başa çıktıklarını görmeye çalışıyor. Arkasında sürekli ağlayan bebeğe anahtarlığını şıklatıyor, ondan bundan özür dileyen anneye "çocuk o, olacak tabii" diye rahatlatmaya çalışıyor. Yolculuk bitiyor, terminalden çıkmaya yakın bir elinde olsa olsa 2 aylık bebeği ile diğer elinde poşetinden puseti çıkarmaya debelenen bir anne görüyor. Bebeği kapıyor, süt kuzusu nasıl güzel kokuyor. Anne işi bitirip sanki dünyanın en büyük hayrını görmüşçesine teşekkür ediyor. Bizimki "her gören elbet yardım ederdi, ben önce gördüm ben ettim, öyle önemli bişey değil, algıda seçicilik" diyor içinden ama bi yandan da yüzünde salak bi tebessüm. Terminalden çıkar çıkmaz bir kelebek karşılıyor onu, "You've got mail" filmindeki metro sahnesi canlanıyor gözünde, hayat sanki bir müzikal, şimdi araçları çeken polisler de dahil olmak üzere tüm havaalanı dans edip şarkı söyleyecek sanki. Şarkı : Let the sunshine in. (o puslu İstanbul havasında nasıl olacaksa) Derken o kelebeğin kendisine özel olmadığını anlıyor. ISG'yi kelebekler basmış, ya da bunlar bildiğin güve. Aynı arkadaş alıyor onu, yine sohbet. Bu defa konu çocuklar. 3 yaşındaki oğlunun kendsini reddettiğini sadece babasını istediğini anlatıyor, terapiye bile gitmişler. 1 yaşına kadar gece uyanmalarına bel rahatsızlığından dolayı gitmediğini hep babanın koştuğunu anlatıyor. Çocuk babayı anne zanneder olmuş. Şimdi kesinlikle anneyi istemiyor, başı sıkışınca babayı istiyor. Böyle böyle sadece çocuklardan konuşarak ofise geliyorlar. 2 toplantı ve yine havaalanı. Dönüş yine rötarlı. Bebek pijamaları giymiş, balkonda karşılıyor, "anne!!" sesleri sokağı çınlatıyor. Görülmemiş bir vuslat yaşanıyor. Sanki yıllardır görmemişler birbirlerini, sanırsın Ayşecik filmi. Uyku vakti çoktan gelmiş. Süt içiyor, yatağa birlikte giriyorlar. Ayağına diken batan süper karga belki 100. defa ve üstü üste 2 defa okunuyor, ayağına diken batma ve dikeni çıkarma sahnesi temsili canlandırılıyor. Işıklar kısılıyor. Bebek anneye kocaman sarılıyor. Koklaşıp kafayı gömüyor yatağa. Anne başında biraz durup çıkıyor odadan. Ona sahip olduğu için milyon defa şükrederek...