18 Kasım 2011 Cuma

Hayatı tatmak…

Mevlana demiş ki; “sadece bazı insanlar hayatı gerçekten tadar.”

Ve insanların tamamı ölümü!

“Her canlı bir gün ölümü tadacaktır!”

Hoşgeldin antibiyotik

"Çocuğa antibiyotik vermeyelim aman ha!" laflarını bizim telaffuz etmemiz zaten ironik oluyor, üç hafta boyunca antibiyotikle yaşamış bir çocuk var elimizde, bizim numunemiz bu, yapacak bir şey yok.

Yapılan bir dolu tahlil sonucu herhangi bir çocuğun kapabileceği bir enfeksiyon çıktı. Neyse ki...

17 Kasım 2011 Perşembe

Her bunalmış ananın hayali : Paralel Evren

Arca nekahet döneminin üçüncü haftasında, katiyen evden çıkmamasına (hastalıktan çıkamamasına) ve okula gitmemesine rağmen yine boğaz enfeksiyonu olarak üstün başarı madalyasını almaya hak kazandı. Kendisi, daha bir hastalık bitmeden yenisini başlatabilen türünün tek örneği olmasıyla tanınıyor.


Ateş sinsiden 38’i geçince kıllanmıştık zaten.

Anneye yapışmalar, iştahsızlık…

Sabah doktordan önce biz muayenehanesindeydik. Boğaz enfeksiyonu ama yok hastane tecrübe etmiş bu ana baba öyle bir ışıklı alet ile boğaza bakmayla tatmin olmaz, illa ki çocuğunun orası burası delinsin, kanı alınsın ister. Evet, biraz gaddar olabiliriz ama çok çektik valla hiç umrumda değil, iki ağlar bir susar. Her türlü tetkik için kocaman bir tüp kan alındı bu defa. Sonra bir de idrar testi.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bu Pazar kimseye söz vermeyin!

Dün konuştuk, sesi pek fenaydı, tek derdi Pazar’a kadar iyileşmekti. “Bir Kar Canavarı” diye takıldım ona. İyileşecek tabii ki, o tatlı sesine kavuşacak. Minikler de bayıldıkları “Bir Kar Masalı”nın annesinin tatlı sesine kavuşacaklar.

Köşeli jeton

Şimdiki nesil bilmez, bizim zamanımızda jetonlu telefonlar vardı. Sarı telefon kulübeleri, jetonu atarsın düşer konuşursun. Kaç dakika konuşacaksan ona uygun boyutta jetonlar vardı. Ya da jetonun bitmeye yakın bir tane daha atardın. Hey gidi…

15 Kasım 2011 Salı

Dumur Diyalog #28

"Yavru kedi"

Arca peluş kedisiyle oynarken ;
A: aa bi dur ama hareket etme!

Ben dayanamam tabii, araya girerim:)

Bokuyla kavgalı bir yer cücesinin uykuya hasret anası

Bizde öyle derler: “bokuyla kavga etmek” önemli bir deyimdir. Bir nevi “sirke satmak”, bir nevi “ota boka sinirlenmek” … Örnekler çoğaltılabilir.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Doktorun kariyerinde çığır açtıran bir vakayız!

Arca’nın doktoru rahat mizaçlıdır, biz pimpirikleniriz, o bizi rahatlatır. Ama ciddi durumlarda da asla işin peşini bırakmaz. Hastanedeyken, İlker ile İzmir’in tüm radyologlarını, tanı merkezlerini gezdi, doktor arkadaşlarından bir heyet kurdu.

Miller şişesinde bir dilim limon olsam

Arca hafta sonu ergene bağladı. Gözümüzün içine, taa dibine kadar gözlerini dikip her şeye ama istisnasız her şeye itiraz etti, dediğimizin tersini yaptı, inatlaştı.

Her şey cumartesi sabah başladı. Araba koltuğu İlkerde kalmış, taksiyle gittik, Agora'ya, yolda Arca ile “taksicinin neden bizim her zaman gittiğimiz yoldan gitmediği” sorunsalı üzerine uzun ve düzeysiz bir tartışma yaptık.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Pazarcı Elif ananın ettiği

Pazarda tercihim umumiyetle kadınların tezgahları. Daha mı güvenilir? Bilmiyorum, içimden öyle geliyor, sebebi yok. Envai çeşit ot satan Elif ana favorim. Geçen pazarda her zamanki yerinde göremedim içim karardı, meğer arife pazarı olunca iki sıra arkada yer bulmuş kendine. Otun çöpün haddi hesabı yok. Cibesten tut, turp otuna, deniz börülcesine… ne ararsan onda! Birkaç haftadır yumurtasından da alıyorum, çift sarılı, kaysı sarısı, çok lezzetli yumurtası.


Yanaştım tezgaha, yeni kuruyordu daha, elindeki etiketleri okuttu bana. Kırış kırış güneş yanığı yüzü, içinin aydınlığıyla dişsiz ağzıyla gülümsüyor. Okuma bilmiyor.

11 Kasım 2011 Cuma

Kadın şoför güzellemesi

Ellerim 10’u 10 geçe pozisyonunda
Hızım 80-100 km arasında
Sol şeritte 120’ye bastım mı adrenalin tavanda
Zavallı ibrem 130’u görmedi daha

Normal sürücülerin tek hamlede park ettiği iki araba arasına
Benim hamle sayım beşten fazla
Park ettikten sonra inip mutlaka bakarım arabanın sağına soluna
Her kadın şoför gibi bir şoförüm sonuçta

Arca erkenden uyuyunca...

Sudan çıkmış balığa döndük. Çünkü Arca, çok nadiren yaptığı gibi gündüz uyumamış ve akşam 20:30 itibari ile aramızdan ayrılarak uykunun tatlı kollarına bırakmıştı kendini. Bunun birkaç sebebi olabilir.

1. Arca günlerdir hasta muamelesi ile fazlasıyla dinlenmiştir, uyku ihtiyacında değildir.

2. Umidini günlerdir görmemiştir, ona tüm yeni yaramazlıklarını sergilemek ihtiyacındadır.

3. Umidinin “uyu bak akşam annenle oynayamazsın, erkenden uyursun” telkinleri cazip gelmemiştir dolayısı ile günlerdir böh getiren anası ile hasret giderme ihtiyacında değildir.

4. Ve en kötüsü, Arca artık gündüz uykularını kaldırma ihtiyacındadır.

10 Kasım 2011 Perşembe

"Sen dünyaya gelmeden" adında bir kitap

"Kusurlu ve tutkulu..."

Fotoğrafı da öyle bıraktım. Kusurlu. Biraz renkleriyle oynamış olabilirim. Ama kusursuz olması adına hasta yatağımdan kalkıp makinemi almadım, bırak kusurlu olsun dedim telefondan çektim. Yetersiz ışık ve yatak arka fonunda kötü seçilmiş renkler.

Roman yazmaya heveslenenlerinin kararlarını gözden geçirmeleri için bu kitabı okumaları şart. Böyle yazamayacaksan, böyle betimleyemeyeceksen, kapat dükkanı git, blog filan yaz!

"Çok geç diye bir zaman yoktur."

Bugün 10 Kasım.

Bir süredir tam da bugün saat 09:05'te Atatürk için saygı duruşunda bulunurken, aklıma bunu "sap gibi dikilmek" olarak görenlerin sözü geliyor. Gülüyorum. İyi o halde sen de ruhuna Fatiha oku Atatürk'ün, zira o koltukta oturabilmeni ve oturduğun yerden "sap gibi dikilmek" lafını edebilmeni sağladı Atatürk.

Bugün şahsi maillerime bakarken çok güzel bir alıntı okudum. İşte şöyle yazıyor:

9 Kasım 2011 Çarşamba

Tam da "o" evredeyim


Hani evde herkes üst solunum yollarından nasibini almıştır ve sen kendini yokladığında "şimdilik" iyi hisseder gibisindir ve hasbel kader "bu defa beni teğet geçecek galiba" derken dilini ısırırsın ya...

7 Kasım 2011 Pazartesi



Bayramlık traş önceki günden hazırdı.
Anne pazara yollanırken Arca da İlker'le berbere gitmişti.

Bayram sabahı erkenden bayramlıklar da giyilerek hazır ola geçildi.

Maalesef işler istediğimiz gibi gitmedi. Arca boğulur gibi öksürmeye başladı. Büyükanneannenin evinde iyice azdı ve biz apar topar acile gittik. En azından doktorlar ciğerlerini dinlesin dedik.

Bir şey yok dediler, ilaç ve antibiyotik yazıp gönderdiler. Kendi doktoru antibiyotiğe bile hayır dedi.

Ve böylece başladı, doğal iyileştirme süreci....

Ihlamura tarçın katıp kaynatıldı.

Odası iyice havalandırılıp, radyatör kapatılıp içerisi iyice nemlendirildi.

Kaynatılmış sütüne hatmi çiçeği katıldı. (Arca "fatma çiçeği" diyor)

Balına zencefil karıştırılıp macun yapıldı. Ayağının altına Vicks bile sürüldü.

(Bilsem pazardan kara turp alırdım. İçine bal koyup geceden süzdürdün mü öksürüğü kesiveriyormuş)

Herşey ama herşey denendi.
Şimdi ise durum bu...

Sürekli akan burnunu silmek için peçete kesmiyor. Dünden beri 3 rulo WC kağıdı gitti. Evin hemen her köşesinin manzarası bu...

Arca bu hastalık ve bayram boyunca rüşvetle tanıştı. Çikolata ve çizgi film ile bolca kandırıldı.

Çocuğumun rüşvetçilikle ilgili şikayetlerini anlatacak olursam bu postu hatırlayacağım... Kendim ettim kendim buldum diyeceğim.

6 Kasım 2011 Pazar

Arca diyor ki ... #4

Burası iyiden iyiye eski haline dönüyor. Bir ara ne güzel ele geçirmiştim. Zıçtığım moktan yediğim mamalara kadar ve hatta iki yaş dellenmelerime kadar benden bahsediliyordu.

Şimdi ipler elden gitmeye başlamış. Bir “bön bön kombinler” furyası, bir politik laklaklar, bir kendini bilmez yemek tarifleri… Baktım, kendi kitaplarından filmlerinden bahseder olmuş. Hiçbir şey bulamasa kendi anılarını anlatıyor, milletin kafasını şişiriyor, geveze blogger!


5 Kasım 2011 Cumartesi

Bir "Acı Çikolata"nızı yemeye geldik :)

“Ruhlar evi” yeni bitmiş, tadı damağımdan gitmemişti. Özgeyle konuşuyorduk, “sen bir de acı çikolatayı oku, üstüne Elif Şafak bile okumak istemezsin” demişti. İşte insanlar böyle dedi mi aklım kalıyor. Ah ulen okumam lazım o kitabı diyorum. İnternetten sanal sepetime atıyorum. Diğer birkaç kitapta kararsız kalsam da böyle kitapları mutlaka siparişe dönüştürüyorum.

Geçen hafta evlilik yıldönümü hediyesi ne alsam diye soran İlker’e kitap listemi gösterdim. Her zamanki gibi güldü bana. Kitap okumayan insanlar, kitap okuma manyaklarının hislerini anlayamazlar! Suçlamıyorum, ben de futbola aval aval bakıyorum. İşin komik tarafı on küsür senedir o bana futbol ben ona kitap anlatmaktan bıkmadık.

4 Kasım 2011 Cuma

An itibari ile...

Koşar adım uzaklaşmak istiyorum.
Kötü gidişatın getirilerine kafa yormak değil, B, C...Z planlarımı sıraya sokmak istiyorum.
Yeşil çayın dumanı üstünde kokusunu içime çekiyorum, pencereleri açıyorum, odalara sığamıyorum.
Acil işim çıksa da gitsem. Gidemiyorum. Ben böyleyim. Giden değil kalanım. İşler kötüyse kalan olmak kötüdür.
Eski dostlarla konuştum bugün bolca. Bolca güzel insan sesi duydum.

Maviymişim ben. Öyle diyor bilmem ne testi.
Kalite düşkünü
Garantici, 100%cü
Veri odaklı
Analitik

Halbuki tam da şu anda kırmızı olmak isterdim.
Ani karar verebilen
Hızlıca aksiyon alabilen
sonuçları düşünmeden

Şimdi tam da kırmızı olma zamanı aslında, lakin ben sakin bir maviyim.

Eğitici mi eğlendirici mi?

Julia Donaldson çok acayip bir kadın. Ben naçizane kendisinin hayranıyım. Bütün kitapları var Arca’nın kitaplığında, sanırım sadece “Mağara Bebeği”ni almadık henüz. “Kasabanın en şık devi” ile başlayan münasebetimiz, hemen her kitabında çoğalarak artan bir sevgiye, bağlılığa dönüştü.

Arca ile ilgili konularda birinci çoğul şahıs kullanmaktan imtina ederim, lakin o bir birey. İşedik, yedik, uyuduk gibi fiillerle anlatmam Arca’nın durumunu. Lakin J.D. denen kadın ikimizin de hayatına nüfuz ettiği için ikimiz adına konuşmakta sakınca görmüyorum.

Tam piyasada artık J.D. kitabı kalmadı derken Bir dolap kitaptaki şu haber ile günüm aydınlandı.

Yazının içindeki “eğlendirici, eğitici” kavramlarına takıldım. Sahi bizim okuduğumuz her kitap “eğitici” mi? Ya da şöyle sorayım. Çocukların okuduğu her kitap gözüne soka soka “eğitici” olmak zorunda mı?