2 Mart 2014 Pazar

Yalnız yapayalnız

Bilgisayarın şarjı bitti iki parmak daktilo yazar gibi ipadden yazıyorum, hani git şarja tak aleti adam gibi yaz değil mi? Değil... Bu da böyle üşengeçliğin anormalitesi.

Geçtiğimiz haftalarda Litvanya'dan misafirler vardı. Adamlar dört günlerini İstanbul'a ayırmışlar. Boşver dedik toplantı dediğin bir günde biter. Ne yaptılar ne ettiler üç gece kaldılar. İstanbulu da vesileyle gezdiler. Vay be .... Ben Bratislava'ya utanmasam günübirliğine gidip gelecektim. Bir de maşallah acayip iştahlı adamlar. Öğlen antep lokantasındaki son çiğ köfte savaşı o kadar hoşumuza gitti ki aldık bir de balığa götürdük. Allah seni inandırsın indirim almak için yırtındığım Çinlileri bi yere götürmek içimden gelmiyor, yemiyorlar iştahsız tipler, rakıdan da anlamıyorlar peh! Neyse bu Litvanyalılar bir container mal bile almayacaklar ama yemekten anlıyorlar dedik, rakıyı bizden çok içeceklerini hiç düşünmemiştik. Sohbetleri de süper! "Baltık yolu"nu anlattılar. Biliyon mu bacım? Yok ben bilmiyordum. Ne?! Şaşırdın mı? Genel kültürde zirveye oynadığımı hiç söylemedim. Sonradan sonradan öğreniyoruz işte.

26 Şubat 2014 Çarşamba

Burç magazini

Arkadaş ben bu oğlan balık burcu olmasaydı yav, ıyk mıyk diye senelerdir atıp tutuyorum da…

Balık burcu olup da okuyanlar… alınmaca gücenmece yook. Iyk yani.

Bir öyle bir böyle. Adam saniyenin onda biri kadar bir süre halet-i ruhiyesini değiştirebiliyor. Dakikada sekiz ayrı mimik icra edebiliyor. İnadın babasını yapıyor. Ve çok pis kıvırıyor. Yani bu çocuk benden olamaz dedirtecek her türlü meziyet bunda!

25 Şubat 2014 Salı

milyonlar

Çocuğuz… Akhisar’a gidiyoruz, on beş tatilin eğlencesi. Gece geç yatmaların, erken yenen akşam yemeğinin ardından anneannemin uykuluk dediği gece soba üstünde ısıtılmış ekmek üstü salçaların zamanı… Şehrin merkezindeydi evleri. Parkın karşısı. Yeni öğrenmeye başladığımız İngilizcemizle Park Avenue derdik ablamla. Gün boyu anonslar duyulurdu caddede. “Kırmızı paltolu beş yaşlarında bir çocuk kaybolmuştur, annesi emniyete gelsin”dir, “bilmem kim eşrafından bilmem kim vefat etmiştir, cenazesi öğle namazını müteakip”… Sohbetlerimiz sık sık kesilirdi anonslarla biz de kulak kesilirdik.

Nereden aklına geldi dersen…

24 Şubat 2014 Pazartesi

Çocuk

Umumiyetle gıcıksın. Çoğu zaman inatçı.

 İstediğin olmadığında çok ama çok agresif olabiliyorsun ve herkesi kontrolün altına almaya çabalıyorsun. Çok sinir bozucu bir durum haberin olsun.

21 Şubat 2014 Cuma

Üç günlük dünya

“Dear colleagues, 
the time has come: after 45 years, 8 months and 18 days at …..”

18 Şubat 2014 Salı

Balık

Her şeyin bir zamanı mı var ne? Ne yani harbiden arkadaş ne iş?

Bizim Arca cücesi Allah seni inandırsın 350 gr çipurayı bir oturuşta yerdi. Yaş 1,5 hadi bilemedin 2.

Öyle ki artık o “hamileyken en çok ne yersen katı gıdaya geçen çocuk onu yer” şeklindeki şehir efsanesinin safsata olduğunu düşünecektik. Zira ben hamileliğim süresince balığa öyle hasret kaldım ki bu cüceye bana balık yedirtmediği için kıl olmuş, omega 3 haplarına dadanmaya karar vermiştim. Hadi ama bu efsane gerçek olsa benim bebem süt diye değil nutellaaa diye ağlardı. O yüzden üzerinde fazla durmaya gerek yok:)

17 Şubat 2014 Pazartesi

Beğendi yatağında deniz mahsulleri sote

Ablam geçen gün instagramdan şahane bir karikatür göndermiş. Koptum yeminle!

Evet günün çorbası mutfağında benzer görüntüler yaşanıyor bu ara. Ama ben unutsam her şeyde olduğu gibi sosyal medyadaki bu aktifliğimde de destekleyici olan muhterem unutmuyor, pişiriyoruz sonra koy bunu instagrama diyor. Hatta kimi zaman nasıl bir açıdan çekeceğimi söylüyor, hatta ve hatta instagrama koyacağım fotoğrafları bizzat kendisi çekiyor. 

Bir beni çekmiyor allahsız. Selfie çekeceğim diye canım çıktı yeminle. Ki ben buna dedim kocam dedim muhterem dedim, haberim yokmuş gibi çek panpa dedim, okurken ne bileyim bebemle oynarken… takipçilerim selfie selfie bıktılar dedim, beni bir tam açıdan da seyre dalsınlar dedim, benim o makyajla bile bir halta benzemeyen makyaj bloggerlarından neyim eksik dedim,  gencim:P güzelim :P dedim yok dinletemedim.

16 Şubat 2014 Pazar

Rüzgarın Gölgesi

An itibariyle… İlker Sugar Crush oynuyor, Arca deli sorularıyla babasının sabrına ömür testi yapıyor ve İlker bazen Arca’nın kendisini ziyadesiyle yorduğundan yakınıyor. Ben? Sindim okuma köşesine, ışığı bile açmıyorum beni unutmuş olmalarını umuyorum. Zira yaklaşık yarım saat önce Arca’ya “bu benim dinlenme saatim bana ilişme” şeklinde ültimatom vermiştim. Beni okuyor sanıyorlar, ama ben sosyal medyada fittiri dünya:P Hava da karardı hafiften açtım bilgisayarı.

Parmaklarım deli yazmak istiyor, zihnim sürekli neler yazacağıma karar vermekle meşgul. Ben ise…
Evet yakalandım. Arca geldi ve “aa annem ne yazıyorsun? Ben de yazacağım!” diyerek tepeme çıktı, götüyle kendine koltukta yer açtı ve göz açıp kapayana kadar beni koltuktan şutladı. Hadi bilgisayarı alıp sineyim başka köşeye diye düşünürken görmezden gelmem mümkün olmasın diye salonun orta yerine yığdığım ve İlker’in gün içinde bir kısmını yaptığı ama yarısından fazlası bana göz kırpan çamaşır sepeti ile göz göze geldik. Dün aynı saatlerde kitabın son sayfaları ütüye – tabii ki – tercih edilmişti. Bugün sepetin dibinin görülmesi gerekiyordu. Gördüm.

Yani bu paragraftan itibaren Arca’nın beni koltuktan şutladığı zamanın üzerinden epeyce geçmiş bulunuyor. Ne yaptın dersen… Efendime söyleyeyim…

11 Şubat 2014 Salı

Bu ara

Mola mı verdim ne:)
Dönüşüm muhteşem olacak gibi bir beklentiye girilsin istemem zira yok öyle bişey.
Sadece bu aralar anlatacak çok şeyi ama yazacak mecali olmayan bir insanım. Zamansızlık değil takatsizlik diyelim:)
Misal dün akşam on civarı uyumuştum. Üstelik bir otel odasında tek başıma okuyabilir, buraya aklımdaki ve not defterimdeki zilyon tane konu hakkında yazabilir hatta açık televizyona aptalca bakabilirdim. Hayır sadece uyudum.
Bu aralar işler yoğun...
Arca zırt pırt öksürük burun akıntısı gibi şikayetlerle tarafımdan küfürü yiyor.
NA iki haftalığına izinli yer cücesi bir anneanne bir babaanne takılıyor.
Öylle işte...
Ha geçen gece rüyamda birini öldürdüm ellerimle kim bilmiyorum. Kafayı yiyecektim!
Okuduğum kitap mı kanıma girdi ne!?
Kitap nefis bu arada "rüzgarın gölgesi". Anlatarım sonra...
Sonra İlker denizden iskorpitler kalamarlar tezgahtan da karidesler kapmış İlker & Yeliz işbirliği ile bir yemek yapmışız offff tarifini vereceğim kesin:) biz bu ilkerle çocukta çuvallamış olabiliriz ama mutfakta süperiz tevazu gösteremeyeceğim:)
Kitap kulübü için blog hazırlıyorum bu arada... 
Ay görüyor musun hiç boş durmuyorum:)
Ve kahvaltıda Litvanyadan gelen misafirlerimle buluşmam lazım. Onları da anlatacağım...
Neyse hadi ben kaçtım!

Telefondan yazılmış bu postun yazım hataları için özür diler okuyanların fözlerinden öperim:)


7 Şubat 2014 Cuma

Dumur diyalog #118

Arca ufaktan okuyor.
İki üç harfli kelimeleri filan.
Diğerlerinin de harflerini sayıyor ya da havada parmağı ile harfleri yazıyor.
Hayır, bir şey yapmadık, sadece o sorduğunda cevap verdik.
Neyse eve yürüyoruz okuma yazma meseleleri üzerine sohbet ederken,
Y: tamam canım harfleri tanıyorsun ama yazamıyorsun daha

6 Şubat 2014 Perşembe

Torba değil o ÇUVAL! Aç bak o “ÇUVAL”da ne var?

Çok sinirliyim, çok asabiyim. Hayır yav muayyen günle ilgisi yok (biraz olabilir:P), kahvemi de içtim, geçmiyor sinirim!
Torba yasa ne biliyon mu bacım? (erkekler alınmasın arada abicim şeklinde de hitap ediyorum, gücenmeyin tepelerim!)
Böyle ipe sapa gelmez birbiri ile alakasız yasaları bir torbaya koyuyorlar sonra o torbaya seni, beni toplumu, geleceğimizi ilgilendiren pek çok mühim başka yasaları da tıkıştırıp çuval büyüklüğüne erişince o torba hop bir gece yarısı operasyonu ile meclisten geçiriveriyorlar.

5 Şubat 2014 Çarşamba

Ustam ve ben

Elif Şafak hakkında duygularım karışık. Saygı, takdir tamam. Ben Türk kadın yazarları kayırıyor muyum ne?

Diğer taraftan kitapları hakkında o kadar çok yazılıp çiziliyor ki, ilk çıktığı günlerde katiyen okumak istemiyorum. Kitaplarının özgün olmadığı hakkındaki söylentiler öyle planlı programlı geliyor ki bana, bunun bile PR çalışmasının bir parçası olduğuna inanıyorum. PR tabii ki bir kitabı değersizleştirmez ama nasıl diyeyim bu kadar planlı programlı olması, bu kadar çok sattırmaya meyletmesi benim nazarımdaki samimiyetine zarar veriyor. Elif’in çok da umurundaydı peh:P

3 Şubat 2014 Pazartesi

Kurtlarla koşan kadınlar

Zeynep’le iş hakkında sohbet ettiğimiz bir akşamdı. Yaz ayları sanırım. Çok yoğun bir tempodan sonra çalıştığı fabrikanın kapanmasıyla işsiz kalmıştı. Çok sıkılıyordu. Çünkü iş onun var olma sebeplerinden biriydi. Çünkü işini severek yapan nadir insanlardan biridir Zeynep. 

O yüzden “bütün hayatım iş olmuş, bir hobim yok, elimden hiçbir şey gelmiyor, sıkılıyorum” diye hayıflandığında aslında onun için hiç üzülmemiştim, zira biliyordum ki bir iş bulacaktı ve canhıraş çalışmaya devam edecekti. Hatta ona özendiğimi bile söyleyebilirim. Sanırım söyledim de o akşam…


2 Şubat 2014 Pazar

gönüllü

Kanunen şirketlerin alması gereken eğitimlerden denetimlerden geçiyoruz bu aralar.
Geçen yangın eğitimindeyiz.
Eğitmen bir fotoğraf paylaştı eğitim sırasında,  feci bir orman yangını var ve iki yurdum insanı kol kola girmiş, yangını fotoğraflarına fon yapmış kameraya gülümsüyorlar ve poz veriyorlardı. Kötüydü çok kötüydü. Daha kötüsü bizimkilerden birinin "e napsın hocam, adamın elinden ne gelir?" demesiydi. Fotoğrafa mı bizim elemana mı daha üzüleyim bilemedim, "ne demek ne yapsın? en azından üzülebilir" deyivermişim. Eğitmen ise "medeni insan üzülecek bir durumda üzülebilen insandır" gibisinden bir söz ile konuyu kapattı, yoksa ben akşama kadar konuşurdum.

31 Ocak 2014 Cuma

29 Ocak 2014 Çarşamba

Vedalaştım

Beraberliğimizin onuncu yılıydı. Yıllar ikimizi de yıpratmıştı, beni ondan biraz daha fazla. Daha sürerdi bence en azından birkaç kış daha bedeni bedenimde geçirebilirdik. Ama her güzel şeyin bir sonu vardı ve onunla beraberliğimizin onuncu yıl kutlamaları, harika bir veda töreni oldu.

Yine yollarımız kesişecek biliyorum, kapının önüne koyamayacağım ama an be an çıkacak hayatımdan. 

Ufukta bir nokta haline gelen ağır aksak bir gemi gibi köhne… köhne bir gemi gibi sessizce mazimin bir parçası olacak.

Dumur diyalog #116

Bütün koltuk minderlerini oturduğum koltuğun etrafına yığarak bana yuva yapan Arca, son olarak tepeme de çıkar. Tamam öpüşür koklaşırız, derken inmesi gerekir:
Y: Ay annecim dikkat et tepelerden düşeceksin
A: Küçük bir çocuk olarak koltuktan atlama konusunda uzmanımdır da düşmem merak etme!

28 Ocak 2014 Salı

Ayfer Tunç ile tanışmak için güzel bir kitap : Kapak kızı

Kitap kulübünde Türk kadın yazarlara taktığımız bir dönemdi, Mine Söğüt’ün hikayeleri ile başlamıştık, Leyla Erbil’in Tuhaf bir Kadın kitabını çok sevmiştik. Evet Elif Şafak’tan, Ayşe Kulin’den  başka kadın yazarlarımız da var onları da tanımalıydık.

Ne okul mu? Hayır, karnım ağrıyor :(

Antibiyotik iğneleri fenadır, geçen sene beş tane oldum oradan biliyorum. Bir de küçük bir çocuksan of nasıl acır. Ama bizimki gibi bir yer cücesi ise söz konusu olan gözlerine dolan yaşları akıtmayacağım diye derin nefes alır çünkü sen ona “bak Arca hasta olduğunda okula gitmeyeceğim diye seviniyordun, ama hastalık çok kötü bir şey görüyor musun” diye farkındalığını arttırmaya çalışmışsındır.

26 Ocak 2014 Pazar

Ee nerde kalmıştık?

Bitmeyen düşmeyen inatçi ateşin ebesini öpüyorduk. Daha doğrusu ben öpüyordum. İlker ise babalıktan on beş günlük bir izin talep etti, birleştirelim izinlerimizi bebeyim başbaşa takılalım dedim. Yok beni bile istemiyor!