Zeynep’le iş hakkında sohbet
ettiğimiz bir akşamdı. Yaz ayları sanırım. Çok yoğun bir tempodan sonra
çalıştığı fabrikanın kapanmasıyla işsiz kalmıştı. Çok sıkılıyordu. Çünkü iş
onun var olma sebeplerinden biriydi. Çünkü işini severek yapan nadir insanlardan
biridir Zeynep.
O yüzden “bütün hayatım iş olmuş, bir hobim yok, elimden hiçbir şey gelmiyor, sıkılıyorum” diye hayıflandığında aslında onun için hiç üzülmemiştim, zira biliyordum ki bir iş bulacaktı ve canhıraş çalışmaya devam edecekti. Hatta ona özendiğimi bile söyleyebilirim. Sanırım söyledim de o akşam…
Zaman geçti, çok iyi hatırlamıyorum ama galiba “tadını çıkar, kendi adıma bir süre kendimle baş başa kalmaya lüksüm olsun istiyorum. Ama tabii öyle bir lüksüm yok. Kaçamıyorum, işi bırakıp da iki ay kafamı dinleyeceğim arkadaş diyemiyorum” gibi bir şeyler…
Nasıl diyeyim? Ya artık öyle bir noktaya geleceksin ki, sorumluluğunu üstlendiğin insanlar senin iyileşebilmen için başka yol göremeyecekler ve sen de son çarenin bırakıp gitmek olduğuna ikna olacaksın. İşte öyle bir zaman...
“O zaman”ı bekliyordum nicedir. “O zaman” belki hiç gelmeyecek diye korktuğum çok oluyordu. Eyvah, diyordum, böyle yıllarım geçecek ve “o zaman” gelmeden öleceğim.
Belki de “o zaman” gelmeden uzaklaşmak gerekir, yolunu tekrar tekrar yapabilmek için ara sıra durup dinlenmek, yaralarını sarmak ve düşünmek gerekir.
Belki de “o zaman”ın gelmesini
beklememek gerekir. Hatta belki daha sağlıklısı budur! Kaçmak istediklerinin
uzağında kendine ait bir alan, bir ev, bir yuva inşa etmeli insan. Küçük
kaçamaklar yapmalı, hayata bir es vermeli ve kendini tedavi ettiğinde geri
dönmeli.
Bunun fiziksel bir kaçış olması
gerektiğine inanıyordum ve "Kurtlarla
Koşan Kadınlar"ı okuyuncaya kadar hiç diğer tarafından bakmamıştım. Halbuki
kafanı boşaltabildiğin, kendini bulabildiğin her an senin “evin” olabilir pek
ala! Uzaklaşmak gitmek değildir bazen, bazen insan gitmeden de yok olabilir.
"Vahşi doğanın
neredeyse yok edildiği en uç durumlarda, kadınların şizoid bir bozulma ve/veya
bir piskoza yenilmeleri mümkündür. Durup; dururken yatakta kalabilir, kalkmayı
reddebilir, sabahlığıyla etrafta dolaşabilir, kül tablasında üç tane yanık
sigara bırakabilir, ağlayabilir ve ağlamaktan kendini alamayabilir, sokaklarda
saçı başı dağınık gezebilir, etrafta sürtmek için birdenbire ailesini terk
edebilir. Ama çok sık olarak sadece uyuşuk ve hissizdir. Kendini iyi ya da kötü
hissetmez. Sadece hiçbir şey hissetmez. Ortada kan yoktur ama her nasılsa
kanadıklarını hissederler. Yine de tekrar tekrar başlamak, yeniden başlamak, el
yapımı hayata her gün dikkatle ve özenle hayata geri dönebilmek için tam olarak
gereken de bizzat bu acıdır, bu kopmadır, bu "basacak bir yer
bulamamadır". Deyim yerindeyse bu, geri dönebilecek bir evi olmama hâlidir.
Psişik olarak bir kıtlıktan kaçtıktan sonra dinlenip onarılacağımız bir mola
yeri, bir yol istasyonu, gerekli tedbirleri aldığımız bir yer yapmak iyidir.
İnsan bir iki yılını yaralarını değerlendirmek, rehber aramak, ilaç uygulamak,
geleceği düşünmek için geçirmesi fazla sayılmaz. Bir iki yıl aslında yetmez
bile. Yabanıl kadın yolunu tekrar yapan kadındır."
Estes, dünyaca tanınmış bir Jungcu psikanalist olmasının yanı sıra, bir şair ve cantadora'ymış (Latin geleneğinde eski öyküleri toplayıp saklayan kişi). Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı yirmi yılda tamamlamış. O kadar yaşayan bir kitap ki, bir yirmi yıl da okuyanın elinde rehber, yanı başında bir başucu kitabı olarak yaşamına devam etmesi işten bile değil.
Kurtlarla koşan
kadınlar, öyle tek bir posta sığabilecek bir kitap değil. İlham verdikleriyle,
kendi yaşamından öykülerle hatırlanacak, hatırlandıkça işaretlenen kısımlar
tekrar okunacak, hakkında yazılacak, yazılacak ve tekrar yazılacak bir kitap.
Senelerdir okunacaklar listesinin zirvesindeydi. Şimdi diyorum ki, yıllar evvel okusaydım aynı açıdan bakar mıydım? Belki de hikayeleri okuyup geçerdim. Tam zamanıymış diyorum şimdi, tekrar tekrar bölüm bölüm okunacak, tanıdığın tanımadığın tüm kadınlara armağan edilecek bir kitapmış.
Ve evet tam
zamanıymış.
8 yorum:
Başucu yazılarından biri olmuş bence...Sinem
Merak ettim kitabı, işten ayrıldığımda ben de bunu ruhumu tazelemek için bir fırsat diye düşünmüştüm. Hobiler saldırdım ahtapot gibi. Ama o kadar iyi geldi ki bu süreç iş aramayı erteliyorum ( Züleyha)
Sanirim benim icin de tam zamani Yeliz.
"Ama çok sık olarak sadece uyuşuk ve hissizdir. Kendini iyi ya da kötü hissetmez. Sadece hiçbir şey hissetmez"
iste boyleyim. Bazen cok buanldim diyorum, hakikaten bunalmis oluyorum sonra o hissizlik geliyor. Cok feci bir sey. Ama dusunuyorum da sanirim iste bu dibi gormek beni kurtacak olan. yani umarim.
Eline saglik. hemen kitabi not ediyorum.
Sevgiler
Ben de yeni okuyacağım. Bazen bazı kitaplardan kaçıyorum. Sanırım aklımı başıma getirmesinden korktuğum için:)
Kitap o kadar muhteşem ki daha birkaç tane böyle yazı var.
Demek ki daha çalışmaya dönme vakti gelmemiş:)
Gülçincim ben de dibe vurmazsam çıkamam diyordum ama terk etmek tam olarak iyileştirecek mi? Peki ya sadece ufak kaçamaklarla yakalayabilirsek dinginliği? Bu aralar buna kafa yoruyorrum aksi alde kapana kısılmış vahşi bir kurda dönüşeceğim:)
Hayır kesinlikle! Senin gibi yaşanmışlıkları fazla bilge bir kadın bu kitaptan ancak ne kadar doğru davranmakta olduğunu görür:)
Yorum Gönder