3 Şubat 2014 Pazartesi

Kurtlarla koşan kadınlar

Zeynep’le iş hakkında sohbet ettiğimiz bir akşamdı. Yaz ayları sanırım. Çok yoğun bir tempodan sonra çalıştığı fabrikanın kapanmasıyla işsiz kalmıştı. Çok sıkılıyordu. Çünkü iş onun var olma sebeplerinden biriydi. Çünkü işini severek yapan nadir insanlardan biridir Zeynep. 

O yüzden “bütün hayatım iş olmuş, bir hobim yok, elimden hiçbir şey gelmiyor, sıkılıyorum” diye hayıflandığında aslında onun için hiç üzülmemiştim, zira biliyordum ki bir iş bulacaktı ve canhıraş çalışmaya devam edecekti. Hatta ona özendiğimi bile söyleyebilirim. Sanırım söyledim de o akşam…




Zaman geçti, çok iyi hatırlamıyorum ama galiba “tadını çıkar, kendi adıma bir süre kendimle baş başa kalmaya lüksüm olsun istiyorum. Ama tabii öyle bir lüksüm yok. Kaçamıyorum, işi bırakıp da iki ay kafamı dinleyeceğim arkadaş diyemiyorum” gibi bir şeyler…

Nasıl diyeyim? Ya artık öyle bir noktaya geleceksin ki, sorumluluğunu üstlendiğin insanlar senin iyileşebilmen için başka yol göremeyecekler ve sen de son çarenin bırakıp gitmek olduğuna ikna olacaksın. İşte öyle bir zaman...

“O zaman”ı bekliyordum nicedir. “O zaman” belki hiç gelmeyecek diye korktuğum çok oluyordu. Eyvah, diyordum, böyle yıllarım geçecek ve “o zaman” gelmeden öleceğim.

Belki de “o zaman” gelmeden uzaklaşmak gerekir, yolunu tekrar tekrar yapabilmek için ara sıra durup dinlenmek, yaralarını sarmak ve düşünmek gerekir.

Belki de “o zaman”ın gelmesini beklememek gerekir. Hatta belki daha sağlıklısı budur! Kaçmak istediklerinin uzağında kendine ait bir alan, bir ev, bir yuva inşa etmeli insan. Küçük kaçamaklar yapmalı, hayata bir es vermeli ve kendini tedavi ettiğinde geri dönmeli.


Bunun fiziksel bir kaçış olması gerektiğine inanıyordum ve "Kurtlarla Koşan Kadınlar"ı okuyuncaya kadar hiç diğer tarafından bakmamıştım. Halbuki kafanı boşaltabildiğin, kendini bulabildiğin her an senin “evin” olabilir pek ala! Uzaklaşmak gitmek değildir bazen, bazen insan gitmeden de yok olabilir.

"Vahşi doğanın neredeyse yok edildiği en uç durumlarda, kadınların şizoid bir bozulma ve/veya bir piskoza yenilmeleri mümkündür. Durup; dururken yatakta kalabilir, kalkmayı reddebilir, sabahlığıyla etrafta dolaşabilir, kül tablasında üç tane yanık sigara bırakabilir, ağlayabilir ve ağlamaktan kendini alamayabilir, sokaklarda saçı başı dağınık gezebilir, etrafta sürtmek için birdenbire ailesini terk edebilir. Ama çok sık olarak sadece uyuşuk ve hissizdir. Kendini iyi ya da kötü hissetmez. Sadece hiçbir şey hissetmez. Ortada kan yoktur ama her nasılsa kanadıklarını hissederler. Yine de tekrar tekrar başlamak, yeniden başlamak, el yapımı hayata her gün dikkatle ve özenle hayata geri dönebilmek için tam olarak gereken de bizzat bu acıdır, bu kopmadır, bu "basacak bir yer bulamamadır". Deyim yerindeyse bu, geri dönebilecek bir evi olmama hâlidir. Psişik olarak bir kıtlıktan kaçtıktan sonra dinlenip onarılacağımız bir mola yeri, bir yol istasyonu, gerekli tedbirleri aldığımız bir yer yapmak iyidir. İnsan bir iki yılını yaralarını değerlendirmek, rehber aramak, ilaç uygulamak, geleceği düşünmek için geçirmesi fazla sayılmaz. Bir iki yıl aslında yetmez bile. Yabanıl kadın yolunu tekrar yapan kadındır."

Estes, dünyaca tanınmış bir Jungcu psikanalist olmasının yanı sıra, bir şair ve cantadora'ymış (Latin geleneğinde eski öyküleri toplayıp saklayan kişi). Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı yirmi yılda tamamlamış. O kadar yaşayan bir kitap ki, bir yirmi yıl da okuyanın elinde rehber, yanı başında bir başucu kitabı olarak yaşamına devam etmesi işten bile değil.

Kurtlarla koşan kadınlar, öyle tek bir posta sığabilecek bir kitap değil. İlham verdikleriyle, kendi yaşamından öykülerle hatırlanacak, hatırlandıkça işaretlenen kısımlar tekrar okunacak, hakkında yazılacak, yazılacak ve tekrar yazılacak bir kitap.

Senelerdir okunacaklar listesinin zirvesindeydi. Şimdi diyorum ki, yıllar evvel okusaydım aynı açıdan bakar mıydım? Belki de hikayeleri okuyup geçerdim. Tam zamanıymış diyorum şimdi, tekrar tekrar bölüm bölüm okunacak, tanıdığın tanımadığın tüm kadınlara armağan edilecek bir kitapmış.

Ve evet tam zamanıymış.


8 yorum:

Adsız dedi ki...

Başucu yazılarından biri olmuş bence...Sinem

Adsız dedi ki...

Merak ettim kitabı, işten ayrıldığımda ben de bunu ruhumu tazelemek için bir fırsat diye düşünmüştüm. Hobiler saldırdım ahtapot gibi. Ama o kadar iyi geldi ki bu süreç iş aramayı erteliyorum ( Züleyha)

Gulcin dedi ki...

Sanirim benim icin de tam zamani Yeliz.
"Ama çok sık olarak sadece uyuşuk ve hissizdir. Kendini iyi ya da kötü hissetmez. Sadece hiçbir şey hissetmez"
iste boyleyim. Bazen cok buanldim diyorum, hakikaten bunalmis oluyorum sonra o hissizlik geliyor. Cok feci bir sey. Ama dusunuyorum da sanirim iste bu dibi gormek beni kurtacak olan. yani umarim.
Eline saglik. hemen kitabi not ediyorum.
Sevgiler

laleninbahcesi dedi ki...

Ben de yeni okuyacağım. Bazen bazı kitaplardan kaçıyorum. Sanırım aklımı başıma getirmesinden korktuğum için:)

yeliz dedi ki...

Kitap o kadar muhteşem ki daha birkaç tane böyle yazı var.

yeliz dedi ki...

Demek ki daha çalışmaya dönme vakti gelmemiş:)

yeliz dedi ki...

Gülçincim ben de dibe vurmazsam çıkamam diyordum ama terk etmek tam olarak iyileştirecek mi? Peki ya sadece ufak kaçamaklarla yakalayabilirsek dinginliği? Bu aralar buna kafa yoruyorrum aksi alde kapana kısılmış vahşi bir kurda dönüşeceğim:)

yeliz dedi ki...

Hayır kesinlikle! Senin gibi yaşanmışlıkları fazla bilge bir kadın bu kitaptan ancak ne kadar doğru davranmakta olduğunu görür:)