18 Ağustos 2014 Pazartesi

Her şeyin başı sonu önü arkası berisi gerisi sağlık!

On iki yıl önce şekeri bıraktım, hala çikolatayı bırakamadığım için kendime kızarım. Bağımlılık n’aparsın… Krizim tuttu mu yemem lazım. 

On yıl önce sigarayı bıraktım. 

Bir yıl önce kolayı ve gazlı içecekleri.

Siyah çayı azaltıp yerine yeşil, beyaz çay koymaya çalışıyorum.

Kahvenin yerine koyabileceğim bir şey henüz icat edilmedi. Reflümü tetiklemesi pahasına hala günde bir bilemedin iki tane içiyorum. Laf edene çok pis çemkiririm, “kahveme karışmayın allahsızlar!” notasından arabesk girerim, şaşar kalırsın! 

13 Ağustos 2014 Çarşamba

"Senin hayatına bir yol çizmeyeceğim ama sana dünyaları vereceğim, söz!"

Geçtiğimiz aylarda Arca’nın okulundan bir arkadaşının doğum günü partisindeydik. Pek concon bir partiydi, parti evindeydi, çocuklar içerinde çılgınlar gibi eğlenirken, anneler (ve bir tane de baba vardı) başka bir salonda izzeti ikram ağırlanıyorlardı. Mahalle kreşinden ağzımız yanınca daha kurumsal bir okula verdik ya cüceyi, verdiğimiz şube tam da sosyetenin çocuklarının gittiği şube. İlker her gün Arca’yı almaya gidiyor da oradan biliyor, arabalar son modelmiş, yok efendim şoförler alıyormuş çocukları vs… Ben meseleye o partide aydım. Farklı bir gezegenden geliyordu anneler. Bana uzak bir gezegenden. Neyse konumuz o değil, konumuz başka.

Hay dilimi eşek arıları soksun!

Metro Üçkuyulara kadar açıldı. Hatta Pazar günü pazara gitmek için kullandım, gayet güzel. 5 TL otoparka vereceğime, 2 TL kentkartımla paşalar gibi gider gelirim, mazot neyim de harcamam, park yerine gir çıkla uğraşmam. Hafta içi de biliyordum, kalabalıklaşacaktı, üçüncü durak olacaktım. Ama diyordum ki yolcu sayısı artacağına göre, herhalde sefer sayılarını sıklaştırırlar ya da vagonları artırırlar. Nerdeee… Bir de yeni düzenleme geldi ki bu da insanların metroya yüklenmesine sebep oldu.

Aziz Amca, maşallah yemedi içmedi, ilk icraat olarak toplu taşımanın içine etti!

12 Ağustos 2014 Salı

bugün bir an önce eve gitmek istiyorum

Sabah UPS'çiler geldi ve tüm çalışma şevkimin içine ettiler. Bir de UPS prizinin nasıl bir priz olduğunu kalın kafasına bir türlü bilgi girmeyecekmiş birine anlatır gibi anlattılar. Sen kimsin bana anlayış gösteren tebessümle yaklaşıyorsun diyecek oldum, amaaann boşver dedim. Uğraşamayacağım. Robin Williams ölmüş zaten!

Benim için ışıldayan gözlerini gördüğümde gülümsediğim bir insandı. Hafta sonu babam televizyonda bir filmini izliyordu, "aa ne severim, ne harika bir oyuncudur" dediydim, elimi attığımı kurutuyorum. Çok bencilim, ölmesine bencilce bozuldum. Her gidenin gidişine bencilce bozuluyorum ve ölenlerin ardından kendimi daha yalnız hissediyorum ve daha olgun, daha yaşlanmış... Çünkü gidenler giderken geçmişin anılarını yanlarında götürmüyorlar, özlemini çekelim diye koynumuza bırakıp gidiyorlar. Gidene değil, kalana zor.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #128

"Cumhurbaşkanı hırsız olmayacakkk!"
Arca: bak doğru söylüyor cumhurbaşkanı hiç hırsız olur mu? Olmaz!
................

Arca, biraz bazen kelimeleri birbirine karıştırır :)

Tatil eğlenceleri kitabında yunus gösterisi sayfası var. 
Y: hiç hoşuma gitmedi!
A: aa neden annem?
Y: yunus gösterilerine prensip olarak karşıyım!
A: prens mi? Prens ne?!

yazmayayım diyorum yok duramıyorum

En son ne zaman umut etmiştim? Sanırım yerel seçimlerdi.

Çok pis oyunu düşürecektik, çok fena bozum edecektik. Edecektik değil mi?

He canım he gülüm he…

7 Ağustos 2014 Perşembe

Her değişiklik arayan kadın saçıyla oynayacak değil ya?!

Geçen bir okuyucu (adı yoktu da o yüzden okuyucu dedim) fark etmiş, niçin blog listesini kaldırdın demiş. Böyle böyle eksile eksile blog kendini imha edecek haberiniz yok : ) Hehe tabii ki ondan değil. Blog listesini kaldırıyorum arkadaş! Ne gerek var? Sanki millet blog mu yazıyor? (sık yazanlar alınganlık yapmasın!) Yazmıyor tabii… Bir bloga bakayım diyorsun en son dört ay önce içerik üretmiş. Sen blog yazıyorum deme. (Bak nasıl da profesyonel blogger’lar gibi “içerik üretmek” terimlerini kullanıyorum, allahım sana geliyorum!)

Izgara kalamar dolması

Tatil mevzusu sebebiyle kazanmış olduğum antipatiyi nefrete dönüştürmeden tarifi vereyim bu tekneydi denizdi, kalamardı meselesi kapansın aramızda.

Tarif kısaca İlker – Yeliz ortak dötten uydurması.
Ama yok o kadar da haksızlık etmeyelim. Önce bir yerde bir yemeği yiyoruz (mesela bunu Cunda’da yemiştik), yerken hoşumuza gittiyse zaten tarifi o an oluşturmaya başlıyoruz.

“Hmm nasıl yapmış bunu?”
“Peynir fazla erimemiş bak.”
“Evet kaşar olsa bak akar, akmayacak ızgarada.”
“Permasan?”
“Yok lan ağır olur. Sepet peyniri bu…”
“Sosunda bir ekşilik var, nar ekşisi değil de soya sosu ya da balsamik bu”
“Ben pişiririm sos senin işin, karışmam!”

Karışmadı. Ama sosa, yoksa tutmaktan temizlemeye, pişirmekten servisine kadar en ince ayrıntısına kadar muhteremin ellerinden çıktı kalamar ızgara.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Yeni yepyeni bir şeyi çocuğunuzla tecrübe ettiniz mi hiç?

Çocukla tekrar çocuk olma şansın var. Çünkü onların kahkahasındaki saf mutluluk ve neşe, başka hiçbir şeyde yok. Çocuklar belki de kendi çocukluğumuza dönmemizi sağladıkları için bu kadar seviliyorlar. Yoksa mesela benimki bazen çekilecek bok değil!

Keyfimin kaçtığı bir akşamdı. Olur öyle arada. Kaçar, sonra bir yemek yaparım, yanına güzel bir şarap açarım, hatta yemeği yaparken şaraba başlarsam daha bile güzel olur. Zira kokusuyla yemeğin, tadıyla şarabın, terapi başlamıştır. 

Terapi dediğin şeyi bir yoga merkezinde, bir dağ başı meditasyonunda araman manasız.
Terapi, yaparken dünyadan koptuğumuz şeylerin bütünüdür ve bu kişiden kişiye değişir.

5 Ağustos 2014 Salı

Kafasına edeni bulmaya çalışan küçük köstebeğin hikayesi

“Bana kitap alacaksan, hayvanlı al, böyle hayvanlı olsun, sonra eğlenceli olsun”
Emrin başım üstüne majesteleri! Neymiş efendim, o aldıklarım öğreticiymiş, şöyle yap böyle yap diyormuş. 

Nerde o önüne her koyduğuma gömülen çocuk nerde?

Aklıma geldikçe, birilerinin tavsiyesinde gördükçe favori listesine eklediklerimi açtım önüme. Ciddi ciddi araştırdım, hangisi komik, hangisi hayvanlı…

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Haller haberler

Bloga tek satır yazmamışsam da internet detoksu filan yapmış değilim. Tekneden boy boy fotoğraflarımı, şaraplarımı, kitaplarımı, yer cücesini, balıkları kalamarları ve daha nicelerini instagram’da paylaştım. Blogun pabucunu dama filan atmadım, instagramın tatil fesatlıklarımı göze sokmanın daha iyi bir yolu olduğunu düşündüm. Puhahahha kılım yav, harbi kılım! Son günboynumun tutulmasını hak ettim kanımca, milletin gözüne sokarsan…

Bizimkilerle geçirdiğimiz bol kahkahalı iki günün haricinde bu tatil umumiyetle Çeşme’de ikamet ettik. Zira İlker teknesiyle haşır neşir olmak, balık tutmak, karadan ziyade denizde vakit geçirmek istedi. Bunca yıllık kocamı kıracak değildim ya…(istemem yan cebime:P) 

Bu tatilde çok yeni kararlar aldım. Hayır, istifa edip sayfiyeye taşınmıyorum (keşke:P) 

25 Temmuz 2014 Cuma

Hep mi aptaldı bu ülke? yoksa ben yeni mi aydım meseleye?

Aziz Nesin, aptal olduğumuzu söylediğinde ve bir oran verdiğinde, %60 mı demişti, “ya tamam da o kadar değil ya”, demiştim. Pembe bulutların üzerindeymişim meğer. 

Ülkenin büyük çoğunluğunun aptal olduğunu görmek için twitter’da biraz vakit geçirmek kafi.

Bir tatlı hanım kardeşimiz ne demiş?

24 Temmuz 2014 Perşembe

İnternetten alışveriş nasıl yapılır?

Benim gibi zamanınız yoksa eşek gibi yapılır!

Yok yav işin geyiği filan değil. Eskiden yani araba ile işe gidip geliyorken haftada bir Forum’a kaçar, özellikle indirim zamanı tozunu attırırdım mağazaların. Ay bilmeyen de beni alışveriş manyağı sanacak. Evet manyak ama senin bildiğin anlamda değil. Ben manyakların satın almakta zorlanan cinsiyim. “Bunun ederi bu” yaklaşımım ve cimri kişiliğimle alışverişten eli boş döndüğüm günler, satın alma yaptığım günlerden daha çoktur.

Neyse o günler geride kaldı.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Beni entel edenler utansın!

Geçen akşam İlker ve Arca hafıza kartı oynuyorlar halının üzerinde. Ben ise hayretle bakıyorum bu ikisine. Hayret edilecek durum şu ki; bu ikisi güya oyun oynuyorlar ama tepelerinde bangır bangır televizyon açık.

Televizyonda da belgesel filan yok hani çocuk iki hayvan yüzü görsün.

Memetali beeeyy var.

22 Temmuz 2014 Salı

Benden sosyal medya fenomeni olmaz! Neden mi?

Bu aşağıdaki fotoğraf gibilerini paylaşıyorum mesela, yetmez mi:)) 

Tamam tamam sulandırmayacağım.

Kokmayın kardeşim! Sabahın köründe kokmayın!

Toplum tarafından kabul görüldüğü şekliyle bakımsızlığa lafım yok.

Bakınız gençler, bakımsızlık konusundaki genel geçer kriter, açık ayakkabıya ojeli parmak, yaz sıcağında bir kalıp makyaj, kılsız kol, fönlü kafadır. O parmaklar pislik içinde olabilir ama hayır ojeli olacak. Sıcaktan rimelin akabilir ama o fondöten sürülecek, kıl mevzusuna girmeyeceğim, ama o kafa üç gündür yıkanmıyor bile olsa fönlü olacak. Budur yani…

Biraz daha abartıp giyim kuşama girersen, benim takım elbisemle kombinleyerek sırtıma taktığım laptop çantam bile kimine göre banal görülebilir. “Iyy Avrupa görmedin mi bacım sen?! Orada kadınlı erkekli takım elbiseli tipler sırtlarında çantalarıyla işe gidip geliyor”, demem, ezikemem, açıklama filan yapmam. Ben takarım, rahatıma bakarım. Laf aramızda harbi rahat yav!

Sen bana bakma benim zaten bir günüm bir günüme denk değil. Bir gün spor ayakkabı ile işe giderim, bir gün kalem etek yüksek topuk ayakkabıyla. Bu ara favorim, her gün elbise altına sandalet, oh be püfür püfür… Makyaj filan da yapmıyorum, ne lan bu sıcakta!

Dediğim gibi senin makyajsız olman, ayağının çirkin olması filan umurumda bile değil!

21 Temmuz 2014 Pazartesi

#deliduman

Bazı kitaplar çok merak uyandırır, tavsiyesine güvendiklerinden iyi eleştiriler duymuşsundur, günceldir, önemsediğin kalemler “oku” buyuruyordur. Okursun, diğer tüm kitaplar sırasını bekleyedursun…

“Deliduman” beklerse, sanki o tılsımını yitirecek bir kitapmış gibi geldi bana. Zaten şöyle birkaç sayfasını çevireyim bakalım nasılmış deyince birden içinde buluyorsun kendini. Bırakmak mümkün değil. 

Kenarda köşede kıyıda kalmış bir sahil kasabasında başlıyor öykü. Kasaba tam bir Türkiye gerçeği, sanki merceği tutmuşsun o küçük yüzölçümüne ve Türkiye’yi seyrediyorsun.

Her bir karakter o kadar tanıdık o kadar bizden ki…

15 Temmuz 2014 Salı

PAPYON: Güven nesnesi mi? Yoksa bir şeylerin eksikliği mi?

Arca ile babası süpermarkete gittiklerinde para atıp oyuncak yakaladıkları oyunu oynarlar ve bir ayıcık kazanırlar. Arca bu ayıcığı pek sever. Bir gün sabaha karşı uyumakta olan annesinin yanına kıvrılır ayıcığı ile ve annesine “bu ayıcığı çok seviyorum, adı ne olsun?” diye sorar. Annesi uyku sersemi, açık tek gözü ile oyuncağa şöyle bir bakar ve boynundaki papyondan başka hiçbir ilginç özelliği olmadığı için “papyon” olsun deyiverir. Arca ismi benimser, öyle çok benimser ki annesi “ayıcığını çek annecim” gibi bir cümle sarf ettiğinde hiddetle “onun adı ayıcık değil, PAPYON” diyerek ağzının payını verir. Aynı hiddet, Papyon için “şu” “o” “oyuncak” “hayvan”… gibi kelimeler kullanıldığında da vukuu bulur.

Pencereme aşk kondu

Her yaz başı yaz kitapları listesi yaparım. "Yaz kitabı ne lan, kitabın mevsimi mi olur" diyene de teessüflerimi sunarım. Olmaz mı yav? Misal kitap kulübünde Eylül için Virginia Woolf’tan “kendine ait bir oda”yı seçtik. Eylül o kitaba yakıştırdım ben. Okudun mu desen okuduğum ettiğim yok da öyle işte hissiyat de geç…

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #127

Reklam vs... yayınlıyor, bisikletin parasını bir şekilde çıkarmaya çalışıyor olabilirim ama verdiğim sözleri de tutuyorum, hemen sıcak sıcak pazartesi sendromuna iyi gelecek bir dumur diyalog...
............
Babasıyla yaklaşık yedi kilometre bisiklet bindikten sonra, yemek yemeye bile mecali kalmamıştır. Kafası makarnanın içine düşecekken İlker, Arca'ya takılır.
İ: Arca ya, yemekten sonra bir tur daha atalım mı?
A: Sen tur atabilirsin, Avusturalya'daki evlerin çatısına kadar gidebilirsin.
İ: Sen?
A: BEN BURDAYIM!!