21 Ekim 2014 Salı

#80şükürvesilesi Nr 9: ARMUT

Yürürken dönüp bir daha bakma ihtiyacı hissettiğiniz şeyler çıkıyor mu karşınıza? Benim çok çıkıyor.

Çoğu ilginç şeyler değil. Pusetinde uyuyan bir çocuk, el ele tutuşmuş yaşlı bir çift, farklı dövmesi olan bir kimse, bakışlarını üzerimde hissettiğim ve aniden dönüp ürkütmek istediğim annesinin elinden tutan küçük çocuk… Yanımdan geçip gittiklerini sanırlar ama dönüp tekrar bakarım onlara ve bir fotoğraf karesi alırım, çaktırmadan klik! Sonra hafıza denen albümün sayfaları arasına katarım o anı, bazen unutulur gider bazen de yazılarda servis edilir.

Fotoğrafçı olsaydım, ki Allah biliyor çok isterdim olmayı, sokak fotoğrafçısı olurdum.

Sokak fotoğrafçısı = an hırsızı.

O “an”ı çalıveriyor, bir fotoğraf karesine hapsediyor ve sanatçının çektiği her karede en azından bir öykü gizleniyor. Belki bir portre çekiminde de hikayeler yakalayabilirsin ama sokakta yaşam var, sokaktaki öykü başka.

Ben de işte o öyküleri fotoğraflayabilmek isterdim. Hayali bir deklanjör refleksim var ama her zaman gerçek anlamda çekemiyorum, üşeniyorum, galiba biraz da çekiniyorum. Oradan öküz göründüğüme bakmayın, naif, utangaç bir yönü var karakterimin, lütfen gülmeyelim …

Üşenmeyeceğim/utanmayacağım da tutuyor bazen ve cebimden telefonu çıkarıp çekiveriyorum. Bu genelde Arca yanımdayken oluyor. Çünkü Arca ile aheste hareket ediyoruz ve yolda gördüğümüz ilginç her şeyi birbirimize anlatıyoruz. Ve ilginçtir, birlikteyken daha fazla ilginç şeyle karşılaşıyorum, Arca o iflah olmaz merakıyla etraftaki en sıradan şeyleri bile ilginçleştirebiliyor. “Dur bir fotoğrafını çekelim, babaya gösteririz” de oldukça cesaretlendirici bir cümle oluyor. Ve eğer yanında küçük bir çocuk varsa kendini hiç de korunmasız hissetmiyorsun.  Etraf senin yaptığın o “yetişkinler yapınca yadırganacak” hareketlerini, yanındaki çocuğun hatırına anlayışla karşılıyor.

O armutları çektiğimiz gün olduğu gibi… Arca olmasaydı da muhtemelen görürdüm armutları, fark edilmeyecek gibi değil. Haşmetleriyle incecik dalın ucundan sarkıyorlar, düşmeleri an meselesi, berelenmeleri ve ermeden çürümeleri… Ama biri, içinde her canlıya verecek kadar sevgi ve iyi yürek taşıyan biri armutlara derme çatma bir destek vermişti. Keşke dallarımıza ağır geldiğimizde düşmeyelim diye kollarımızdan tutan destekleyicilerimiz olsa, koruyucu meleklerimiz… keşke... Belki de vardır, kim bilir? Ama şimdilik en azından bu haşmetli armutların koruyucu meleğine, bize koruyucu meleklerin varlığına dair umut verdiği için şükredebiliriz…

#80şükürvesilesi Nr 9…

20 Ekim 2014 Pazartesi

Nokta

Resim yapamadığını düşünen Vashti, bir resim dersinin sonunda boş resim kağıdıyla sırada otururken, öğretmeni onu neşelendirmeye çalışıyor. Vashti’nin cidden çok üzgün olduğunu fark edince de “bir nokta yap bakalım, seni nereye götürecek” diyor. Vashti noktayı yapıyor ve öğretmen resmi inceleyip Vashti’den imzalamasını rica ediyor. Vashti, şaşırıyor ama yine de imzalıyor, "resmini". 

Ertesi hafta ise resmin çerçevelenip öğretmen masasının üzerine konması Vashti için büyük sürpriz oluyor.

Kendine ait bir balkon:)

Pazar çok sıcaktı, bir de kendimi kaybetmişim ki… Hani pazarı mı aldın derler ya… Birkaç hafta üst üste gitmeyip sebzeyi mahalle manavından alınca böyle oluyor. Bir de bazı sebze meyvelerle vedalaşma bazılarıyla hasret giderme vakti, ondan da alayım bundan da derken boku çıkıyor... Bir tarafta mandalinayı ortadan ikiye bölmüş amca, mis gibi kokusu geliyor, onun kokusu geçmeden sarımsaklar, yeni çıkmış taze soğanlar… Akşam makarnanın yanına yeşil salata yapayım diyorum, sonra bir tane mor lahana, biraz da kırmızı biber tam mevsimi, salata yeşillikten çıkıverdi. Halbuki iki çeşit marul, soğan, semizotu ve rokayla halledecektim…
Neyse… Salatayı boşver de ben şimdi tam da anı anlatacaktım. An itibariyle diye başlayacaktım…

19 Ekim 2014 Pazar

#80şükürvesilesi Nr 8

Akşam maç izlerken bizim Arzu pideden pide söylemiş, ayranlarımızla dıkınmıştık. Üstüne mis gibi türk kahvesi, üstüne çay tatlı... Buraya kadar her şey ortalama bir aile toplantısı şeklinde seyretti. Altı yetişkin üç de çocuk, yaş araları 18'er ay ve hepsi erkek. 
Maç bitti, biz sevinen taraftık. 
Bu arada...
Arca arkadaşlarıyla oyunu dozu artırdı ve beşinci uyarıyı müteakip odasına yollanmış, diğerleri de evin muhtelif köşelerinde uyuklamaya başlamıştı. 

Gece 23:00 suları... Aramızdan biri bir türlü iyileşemediğinden bahsediyordu, bir viski iç iyileşirsin demiş bulundum....

İlker de arkadaşına bir shot verdi.... Aa güzelmiş. Sonra diğerine, eh o da attı bi' tane. Derken bir tane de gül içti. Ben de bir bira açtım. 

Sohbet de sohbeti açtı. Sonra bi bira daha bir viski daha biralar bitti birer kola bacardi... 

Balkona ve klozete yaşan sohbetler... 

Ve evlerine dönemeyeceklerine kanaat getirip "hadi bizde kalın"lar ... Sabah sarhoşların inkarları kalanların kahkahaları...

Lazım arada lazım:) 



Çocuklar sabah bir arada uyandıklarına inanamadıkar onlara tam bir sürpriz oldu. Biz dersen, kimimizin başı ağrıyor kimimizin midesi amann kafalar iyi olsun... ama var ya dediğim oldu mu oldu! Orçun'un bir haftadır geçmeyen gribi geçti sağ ol Jack abi yaaa. 

Yok lan Jack abiye şükretmeyeceğim, çocukluk arkadaşlarına ve yirmi beş senelik dostluklara şükredeceğim:) şerefe ...



Kitap? Ha evet yarın hayırlısıyla "tutunamayanlar"a başlayacağım önden biraz Tezer iyi gider dedim... Geceye cila... 

18 Ekim 2014 Cumartesi

Cumartesi : #80şükürvesilesi Nr 7

Tüm hafta boyunca İlker, Arca’yı okuldan alabilmek içingünlük işlerini çoğu zaman yarım bırakmak zorunda kalıyor. Bu yüzden cumartesigünleri tam gün çalışıyor. Arca ile baş başa kalıyoruz ve cumartesi günleribizim için Anne-Arca günü.
Arca küçük bir bebekken ve sonrasında yürümeye başladığıdönemlerde cumartesi günleri kabustu, daha doğrusu Arca ile baş başa kaldığımızher gün korkunçtu. Çünkü benim çocuk oyalama becerim yok. Oyun kurmayı vebirlikte oynamayı pek sevmiyorum. Belki kız çocuğum olsaydı, durum farklıolabilirdi, çünkü içimde bir yerlerde hala bebeklerle evcilik oynamak ve kağıtbebeklere elbiseler tasarlamak gibi heyecanlar var. Ama arabalarla oynamayısevmiyorum, zorla mı yav! Oğlan çocuklarının hemen hiçbir oyununu sevmiyorum,hiç sevmedim!
İnsan çocuğuyla büyüyor, değişiyor. Hayır hala arabalarısevmiyorum ama puzzle gibi, kutu oyunları gibi, boyama yapmak gibi sevebileceğimve birlikte zaman geçirebileceğimiz pek çok farklı alternatif yarattıkbirlikte. Yemek yapmak, etraf toplamak, birlikte film seyretmek, sohbet etmek...Kitaplar ise hep vardı…
Bu cumartesi saat kulesi
Ve tabii ki birlikte daha çok vakit geçiriyoruz dışarıda. Oöğle uykusu saati meselesi, yok efendim yemek konusu filan hep gerilerde kaldı.Koca adam yav! Giyiniyoruz, kent kartımızı da atıyoruz cebimize oh mis gibigeziyoruz. Arca zaten metro ve otobüs delisi hiç öyle arabasız gitmem demiyor.Hem daha uzun süreler yürüyebiliyor hem de ne bulsa yiyor… Arca büyüdükçe vetabii ben de büyüdükçe cumartesiler muhteşem olmaya başladı.
Geçen cumartesi, hızlıca giyindik, kahvaltıdan sonra apartopar çıktık, piyano dersine yetişeceğiz. Her hafta da geç kalıyoruz aksi gibi.Metro istasyonuna yürürken Arca "en çok ne yapmayı seviyorum biliyor musun"dedi. Birkaç tahmin yürüttüm, hiçbirini tutturamadım. "En çok seninle piyanodersine gitmeyi seviyorum, birlikte yürüyoruz ve konuşuyoruz" allahım geçkalmamış olsak onu oracıkta yiyip bitirecektim. Ama bitmedi cücenin çenesidüşük (kime çekmiş bilmiyorum ki:P) "sonra en çok anne-arca gününü seviyorum.Sonra anne-baba-arca gününü (birinin bu çocuğa haftanın günlerini öğretmesigerek) sonra ipad oynamayı, sonra bir de pide yemeyi…" ve tabii ki o ilkcümlenin büyüsü bozuldu ama ilk onu saydığına göre hala şükredebiliriz:Anne-Arca günlerine pardon cumartesi günlerine şükür…


17 Ekim 2014 Cuma

Mehmet Pişkin

Mehmet Pişkin’in bir veda videosu yayınladıktan sonra intihar ettiğini öğrenmiştim ama videoyu izlememiştim, çok da bilgim yoktu açıkçası…

Akşam servis Arca’yı annemlere bıraktı, İlker de beni aldı ve oraya gittik, gitmişken yemek de yedik birlikte. Konuyu açtım, İlker videoyu izlemiş, biraz anlattı. Kullandığı kelimeler “gayet sakin, ne yaptığını bilen ve tükenmiş..” sanırım böyleydi.

Sordum, neden video ve neden facebook? Yani ailesine bir intihar mektubu bırakır ve gidersin, selametle… Neden viral bir yayılım? Bir mesajı mı var? Bir mesajı olmalı, illa “çocuklarınızı uyuşturucudan uzak tutun” ya da “örselenmiş bir çocukluk geçirdim, çocuklarınıza daha sıkı sarılın” şeklinde gözüne sokulan cinsinden olmasa da… Olmalı!

Yok, dedi…

Mevsiminde

Sizin yaşadığınız şehri bilmem ama biz burada İzmir’de hala son yaz yaşıyoruz. Yapraklar kurudu, ayaklarımızın dibine düştü, sabahları ise, insan üzerine ince bir mont olsun, almak istiyor. Gel gör ki hala gün içinde ve hatta akşamları hala sıcak. Dilim sonbahar geldi demeye varmıyor. İnsan bir ürperti, bir battaniye sıcaklığı arıyor önce…

Mevsim güze dönerken sebze-meyveler de dönüşüyor. Sevenler tezgahlarda kereviz görünce gülümsüyorlardır, eminim. Aman söyleyeyim henüz soğuk yemedi kerevizler, kış aylarındaki gibi olmaz. Bugünlerde coşkuyla aramıza katılanlar olduğu kadar sessizce aramızdan ayrılanlar da var… Semizotu, taze fasulye, bamya…

Geçen fark ettim ki, bu devir teslim törenleri sırasında ben geçmiş ayların gıdalarıyla ilgili derin bir muhasebeye giriyorum. Hayır, tabii ki, kendimle ilgili değil. Arca ile ilgili…

16 Ekim 2014 Perşembe

#80şükürvesilesi Nr 4 ve Nr 5

Hiçbir şeyi planlamamıştım. Sadece bir poğaça alıp, otobüse binecek ve erkenden ofise gidecektim. Saate baktım, yedi buçuk. Sadece on dakikalık yolum var ve mesainin başlamasına bir saat. Hayır manyak değilim sadece bundan bir yarım saat kadar geç çıktığımda resmen yollarda sefil oluyorum ve küfrede küfrede işe gidiyorum. Belediyeye gönderdiğim ağır tahrik ve taciz içeren dilekçelerimden de artık bıktıklarını düşünüyorum. Pes ettim. Onlar bana yarım saat erken kalk kadın, demeden ben yarım saat erken kalkıyorum. Sabah yogamı da yapamıyorum ama sorun değil, düşünsene sen güneşi selamlıyorsun sonra tıkış tepiş metroda o meditasyonun hükmü kalmıyor ettiğin küfürlerden!

15 Ekim 2014 Çarşamba

Koku: #80şükürvesilesi Nr 3

Beş günlük tatilin ardından ofise döndüm ve masamda bir şeyler ararken en alt çekmeceyi açmış bulundum. Bitki çaylarımın, kuru meyvelerimin ve ara öğün bisküvilerin durduğu çekmece. Birden bir kokuyla irkildim. Zira burnum beni önceki güne uzanan bir zaman yolculuğuna çıkarmıştı.

Tatilin son günüydü. Arca da dahil olmak üzere çok dikkat etmemize rağmen sabah kahvaltısında yine alerjinin nüksettiğini görmüş, çok sıkılmıştım. İlker, balıktaydı. Fotoğraflarını çekip gönderince o da, doktor da alerji konusunda hemfikir oldular. Şurup içti, biraz geçer gibi olasıya kadar benim canım hiçbir şey yapmak istemedi. Tatilin son gününe has o “yarın iş/okul var böhüü” psikolojisinden Arca da ben de nasibimizi almıştık, tahammülsüzdük. Bir de alerji tuz biber ekti. Ama kitap okuyarak çizgi film izleyerek gün geçmiyor. Bisiklet alıştırmalarına ise hiçbirimizin sabrı yok. 

14 Ekim 2014 Salı

Dumur diyalog #133

Poyraz ve Arca sohbet ediyorlar.
A: Poyraz, babamın telefonunda oyun oynayalım mı?
P: Ben artık ipad’de oyun oynuyorum.
A: hıh ben de! Ama etrafta ipad yoksa babamın telefonuna dadanıyorum.
…..

Julie ve Julia : #80şükürvesilesi Nr 2

Aslında bu şükür nesnesini zor zamanlar için saklıyordum. Ama sonra dedim ki aynı nesne farklı sebeplerle ve farklı zamanlarda şükür vesilesi olabilir. Neden olmasın? (bu etiketi “arzu nesnesi”nden devşirdim, nesne yerine vesile mi diyeydim, daha mı iyi olurdu yav? – tam da şu anda aklıma geldi ve hop 3 günlük bir anket koydum sağ tarafa)

Mesela önümüzdeki seksen gün içerisinde sizi kusasıya kadar Arca denen şükür nesnesiyle muhatap edeceğim. Şükretmek için çocuktan daha ala bir vesile olabilir mi? Mutsuz toplumların nüfus yoğunluğunun bu kadar çok olmasının sebebi bu mu acaba? Hmmm…

Ama bugünkü çıkış noktamız bir film. Adı Julie ve Julia. Konusunu pek bilmiyordum, tamam Julia Child denen bir kadın varmış ve yemek denince hazır gıdadan başka bir şey anlamayan Amerikalılara Fransız mutfağını ve yemek yapmayı öğretmiş, bunu biliyordum. Bildiğim diğer şey ise bu karakteri Meryl Streep oynamış. Evet tüm bildiklerim bunlar. Ve sizi bilmem ama, bazı filmleri izlemek için bu kadının rol alıyor olması bence yeterli.

13 Ekim 2014 Pazartesi

"Hepimiz tatil için çalışıyoruz"

Annemle babam Ekim ayının ve bayram sonrasının sakinliğinde küçük bir tatil yapmak istediler. Bayramda bir aradayken  de otel araştıralım dediler. Tam onların isteyeceği gibi bir otel bulduk, odayı satın aldık, rezervasyon bilgilerini de benim e-mail adresine gönderttik.

Buraya kadar her şey güzel…

#80şükürvesilesi Nr 1

Az önce balkona çıktım, saçlarım ıslak, ama kocaman bir şalım var benim. Elvan’ın annesi örmüştü, beni iki tur sarabiliyor, başıma örttüm ve bedenimi, ayaklarımı altıma topladığımda bacaklarımı bile örtüyor, nefis bir şey! Bir sigara yaktım, İlkerin o bir dünya para bayıldığı sigaralarından bir tanesini paketten çektim ve ucunu yaktım. On yıldır ilk defa diyerek demogoji yapmak isterdim ama yapmayacağım, zira on senedir pek çok kereler yaktım. Çok tepem attığında, çok alkol aldığımda, çok düşündüğümde… Nikotinin zihni açan bir tarafı var ve ağlamayı durduruyor. Tekrar başlamıyorum başlar mıyım, salak mıyım bırakmışım o kadar! İçine çekmeyip dumanını atmosfere püfledin mi bir şeycik olmuyor. Püflediğim duman gökyüzünde belli belirsiz bir iz bırakırken ay ilişti gözüme, yarım yamalaktı, hiç sevmem! Karaktersiz bir manzara. Bir hilal değil, bir dolunay hiç değil, bir adı bile yok.

Her kadın kendi döngüsü içinde “hayat – ölüm – hayat”ı yaşar. Menstrual siklus diye bir şey var. Çektiğin sancıların akabinde, yitirdiğin döllenmemiş yumurtalarının yerine yenilerinin gelmesi, yeniden doğmak ve yeni bir hayat döngüsüne girmek değil de ne?

10 Ekim 2014 Cuma

Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi

Kitap kulübü toplantılarından birindeyiz… Henüz Virginia Woolf tartışmaya başlamamışız, trafik malum, herkes aynı saatte gelemiyor. Pidelerimizi götürürken birbirimize verdiğimiz ödünç kitaplardan konuşuyoruz. Tartışmayı gerekli görmediğimiz ama okunsa iyi olur dediğimiz kitapları aramızda döndürüyoruz. Deliduman, Dublörün Dilemması gibi… Tam da benim Sırça Fanus’u isteyen olur belki diye yanımda götürdüğüm gündü, hatta sohbet Virginia üzerine Sylvia bir de üstüne Kafka okumamın sorgulatıcı etkilerine kadar geldi. Evet bu ara sorgulamanın boku çıktı biliyorum…

“Oh yo”, dedim, “önlemimi aldım. Bunların üzerine kafayı dağıtacak bir kitap okuyorum, hem öyle dağıtıyor ki parçalarını toparlayacakken bir daha dağıtıyor.” Kitabın adı öyle uzun ki telaffuz edeceğime çıkardım koydum masaya. Selda hemen “o nefis bir kitap ve karnavalesk türünün ülkemizde ilk örneği” dedi. Ayfer Tunç’u önceden okumuşluğumuz vardı, elbette ki başka yazarlarla devam edecektik okumalarımıza ama Selda’nın verdiği bilgiler herkeste merak uyandırdı. Ama özellikle bende… Boş durmadım – Allah boş duranı sevmez – araştırdım.

9 Ekim 2014 Perşembe

Dumur diyalog #132

Arca dil çıkarma alışkanlığı ile anasını sinir eder; Y: “Ay Arca lütfen dilini çıkarma, çok ayıp”
A: Aa annem dil bizim özel yerimiz mi?
……………………….

8 Ekim 2014 Çarşamba

Kader benim oyuncağım

Başımı göğe kaldırdım. Ekim rüzgarının bir yandan öte yana usulca savurduğu beyaz bulutları aradım. Görmek ne mümkün. Tam orada, karşımda dikiliyor, dalları ve yapraklarıyla… Mağrur ve umursamaz göğe yükseliyor. Heybetinden nefesi kesilirken insanın, bulutları görmeye çalışmak nafile bir çabadan öteye gidemiyor.

2 Ekim 2014 Perşembe

Bilim adamlığından taksiciliğe…

Arca ile akşam yemeğinde sohbet ediyoruz. Okulda yüzme dersi olmayabilirmiş. Ama olsa keşke kollukları çıkarsan… diyorum. Evet teknenin altından babam gibi dalarak geçebilirim diyor. Ne güzel işte motivasyonun da var be evladım gir şu yüzme derslerine… Yok geçen sene çocuğun bir su sıçratmışmış, o veledi bi yakalasam kafasını suyun dibine dibine sokacam bak bakalım bi daha benim evladımı yüzme dersinden soğutuyor mu!

1 Ekim 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #131

A: Baykuş erkek mi? hiç kız yok mu?
Y: Nasıl yani? erkeği dişisi var.
A: onu demiyorum... kız baykuşa "bayankuş" mu diyeceğiz ne diyeceğiz?
-------------------------------

30 Eylül 2014 Salı

Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü : "Dönüşüm"

Bu yaşıma kadar hakkında o kadar çok şey duydum okudum ki kitabı hiç okumadan da hakkında birkaç kelam edecek birikimi edinmiştim. Daha doğrusu öyle sanıyordum. Ama bir halt edinmemişim, okuyunca anladım.

Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü. Değişim, metamorfoz gibi isimlerle çevrilmiş dilimize. Ama sanırım en doğrusu “Dönüşüm” olmuş. Almanca öğrenmeyi niçin bıraktım, Allah beni n’apsın dedirten başka bir “Almanca okunursa daha iyi olur” hissiyatı veren eser.

“ Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini yatağında ev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”

29 Eylül 2014 Pazartesi

Domates

Daha az düşünenlerin neden mutlu olduğunu anlayabiliyorum.Az düşünce, az kuruntu, az yorgunluk (çünkü kafa yorgunluğu hiçbir şeye benzemez…)
Korkunç bir Cuma günüydü. Akşam son yılların en şiddetli mide ağrısı geçmek bilmedi, ben diyeyim reflü sen de gastirit. Ama Cumartesi Arca ile çok keyifli bir gün geçirdik. Piyano dersinden sonra gezdik, alışveriş yaptık, yemek hazırladık, Atlas Çocuk dergisinin verdiği çıkartmalı Türkiye haritasıyla uzun vakit geçirdik. Hangi yörenin nesi meşhurmuş, sor Arca’ya anlatsın. Truva atının hikayesini defalarca anlattırdı. Digiturk’ü tamire gelen abiler de Arca’nın sorularından nasibini aldı, biri Karslıymış, sınır köyünde yaşarlarmış, Ermenistan’ın dibi, iki halk birbirine el sallarmış, düşün o kadar yakın. Arca’nın çok ilgisini çekti.Önünde harita elinde yer küre, hiç bitmeyen sorular, meraklar meraklar… Gezgin mi olacak acaba, ne olacak çok merak ediyorum.
Boktan bir düzende, boktan bir memlekette yaşıyoruz ama insan çocuğu oldu mu, iyi ki doğurmuşum lan diyor! İyi ki…
Çocuk deyince...