Çamaşırları asmak için balkonu yıkasam mı, içeri mi assam kararsızım. Yoldayken havai fişek gibi şimşekler çaktı şehrin bir yerlerinde. Nerelerinde? Bilinmez, gece biz uyurken bizim semte de uğrayabilir, yaz yağmurudur, her şey beklenir.
9 Ağustos 2015 Pazar
4 Ağustos 2015 Salı
Ebeveyn eğitim kitapları gerekli!
Geçen yazıda "ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?" diye sormuş, "okusan da olur, okumasan da olur" listesi çıkarmıştım. Okuyucuya katkılarım bu kadarla kalacak sanıyorsan yanılıyorsun bacım!
Okuduklarım arasından şiddetle tavsiye ettiklerimi de listeledim, allahım bu kadar fayda sağlayan başka bir blog daha bilmiyorum ve bekle beni, kollarımı açtım sana geliyorum!
Ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?
Bu satırları okumaya
başlamış insan, beni az buçuk tanıdıysan, okuma manyağı olduğumu biliyor, beni
böyle seviyorsundur. Sevmiyorsan canın sağ olsun da, konumuz o değil.
Umumiyetle edebiyat
eserlerini tercih etmeme rağmen ara sıra dellenip kişisel gelişim kitaplarına
da el attığım olmuştur. Ana baba eğitim kitaplarını kişisel gelişim türünden
sayarsak hatırı sayılır adette kişisel gelişim kitabı okuduğumu itiraf etmem
yerinde olur. Tabii geliştik mi gelişmedik mi bilemem, onu zaman gösterecek.
3 Ağustos 2015 Pazartesi
Sandık
Yıllar
evvel, o zaman distribütörlüğünü yaptığımız markanın tüm dünya ülkelerinden
temsilcilerini topladığı bir haftalık forumlara katılırdım. Dünyanın her
yerinden farklı kültürlerde insanlarla tanışmak benim için bulunmaz bir
tecrübeydi. Tarih bilirsiniz, okulda okutmuşlardır, savaşlar, antlaşmalar,
yenilgiler, başarılar… Ama insanları anlatmaz tarih. Yıllarca savaştığımız,
üzerlerinde egemenlik kurduğumuz veya kardeşçe yaşadığımız insanları anlatmaz.
O toplantıların birinde Macar bir bey ile kahvaltı sohbetimizi unutmuyorum.
Türk olduğumu öğrenince, dillerimiz ne kadar farklı olsa da ortak çok sayıda kelimemiz
olduğundan bahsetmişti. Pabuç mesela.
Bu aralar, elimde Macar
yazar Magda Szabo'nun "Iza’nın Şarkısı" kitabı var. Okurken, sık sık o beyle olan
sohbetimizi hatırlıyorum. Ülkelerin kültürlerini, coğrafya veya tarih
derslerinden değil, eğer oralara gidemiyorsak, insanlarıyla tanışamıyorsak,
edebiyatları aracılığı ile öğrenebiliriz. Ve fark ettim ki, her ne kadar Türk
yazarlara öncelik versem de aslında en keyif aldığım kitaplar, farklı
coğrafyaların yazarlarının eserleri…
29 Temmuz 2015 Çarşamba
kısa #7
Sabah daha dokuz olmamış,
karşımdaki memurenin evden çıkmadan duş aldığı aşikar, düşün ki daha saçları
kurumamış. Nüfus kağıdıma bakıyor, bir de bana ve “bu size hiç benzemiyor”
diyor, üslup oldukça ters. Şakaya vuruyorum, eh on beş sene önceki fotoğraf,
benzemez tabii, diyorum. İlker, “bak yaşlandın işte gördün mü” diye dalga
geçiyor, ıslak saçlı memure bizim latifelerimize gülümsemeyi bırak, vaktini
çaldığımız için sinirli “ehliyet filan yok mu” diye soruyor. Bakıyorum aynı
fotoğraf eh ehliyeti de on beş sene önce aldım, o varmış, onu koymuşum. Uyuzuna
denk geleceğimi bilsem pasaportumu taşırdım yanımda. Cüzdanı kurcalıyorum, ilkyardım
sorumlusu kartımı buluyorum. “Niye bunu veriyorsunuz ki” diye soruyor beriki;
tamam artık geriliyorum “inanmadınız ya, son fotoğraflı kimlik” derken içimden
daha fazla terslenemediğime kızıyorum. Ama kimse kusura bakmasın, sabah nemrutu
ben bile bu kadar uyuz olamam. Memure o kadar bezgindi ki, yürümeye mecali
yoktu, fotokopi çekmeye değil de sanki çile çekmeye gidiyordu, Allah
çektirmesin.
İlker’le aynı şeyi
düşünmüşüz, göz göze geldiğimizde “insanlar sabahın bu saatinde neden bu kadar
bezgin olur?” diye sordu.
Ve oyuncaklar da sadeleşmeden nasibini alır...
Marie Kondo, kitabında çocuklardan, oyuncaklardan, mutfaktan(!) bahsetmeyi unutmuş! Hanım hanım benim kitaplarıma laf edeceğine mutfak eşyalarına el ataydın! Ama işte bunlar hep Japon. Bunların 1934723974 parça yemek takımları, zilyon tencereleri, her gördüğünü isteyen bebeleri yok tabii!
İşin şakası bir yana, Marie Kondo bahsetmemiş ama oyuncak ciddi bir mesele. Marie Kondo yazmadıysa da siz "Daha sade bir hayat" kitabını okuyun, (ya da benim kitap hakkındaki uzun yazımı okuyun:P) bakın görün evi oyuncaklardan yana sadeleştirirken nasıl da cesaretiniz yerine gelecek.
Sadeleşme dedin mi bacım elini korkak alıştırmayacaksın.
İşin şakası bir yana, Marie Kondo bahsetmemiş ama oyuncak ciddi bir mesele. Marie Kondo yazmadıysa da siz "Daha sade bir hayat" kitabını okuyun, (ya da benim kitap hakkındaki uzun yazımı okuyun:P) bakın görün evi oyuncaklardan yana sadeleştirirken nasıl da cesaretiniz yerine gelecek.
Sadeleşme dedin mi bacım elini korkak alıştırmayacaksın.
24 Temmuz 2015 Cuma
Çeşme’de hayatta kalma rehberi
İzmir’de tatil demek,
aslında deniz demek. Bayramı birleştirmek, bir haftalık “her şey dahil” otellere
taşınmak, daha doğrusu “tatile gitmek” İzmir’linin lügatında yok, “denize gider”
İzmirli. Yazlığı olmasa da, içine mayosunu giyer, arabası olmasa da belediye
otobüsüne biner ve “denize” gider. Bu da bu şehrin güzelliği…
Ya da laneti mi demeli?
22 Temmuz 2015 Çarşamba
Marie Kondo ile "hayatı sadeleştirmek için derle topla rahatla"
Marie Kondo, “derle topla rahatla” demiş ama önce atıyorsunuz! Yani kitabın adı “at,
derle, topla, rahatla” olmalıymış. Evet, her şeyi atıyorsunuz, sonra kalan
sağlarla yeni bir düzen oturtacağınız ve o düzenin devamlılığı vaat ediliyor kitapta.
Her şeyi atmanın bin bir türlüsünün anlatıldığı uzunca bölümü okurken sık sık,
“yav benim muhterem de atıp duruyor, at demek ne zamandan beridir üç milyon
sattırdı” diyor, allah biliyor ya anlamıyordum. O kadar attıktan sonra yani
evde tek çöp eşya kalmadıktan sonra düzenin bozulmasına imkan var mı? Yok! Yani
olmaması lazım.
Çocuklar öldü ama hadi biz sistem geyiği çevirelim. Kitap yorumu: Çi
Çocuklar öldü.
Çok sayıda genç insan öldü.
Gülümseyen, geleceğe umutla bakan, içinde sadece umut olan çocuklar öldürüldü.
Allah biliyor ya, ne için Suruç'a gitmişler, alt kimlikleri ne imiş, isimleri ne imiş, umrumda değil. Ben o fotoğraf karelerinden gülümseyen gözlerin artık olmadığını biliyorum, bu da yeter, yetmez mi?
İyi o halde sizi klavye başında sosyal medya makaleleri derlemesi, farkındalık curcunasına buyur edelim: Çi.
20 Temmuz 2015 Pazartesi
Süper kadın... mı acaba?
Bu aralar bana biri süper
kadın filan derse, tevazu göstermeyeceğim, müsterih olunuz.
Zira dötümde motor,
köpeğin kuyruğu duruyor ben durmuyorum, allah biliyor ya, bu halime kendim de şaşırıyorum.
Çarşamba günüydü, akşam ofisten en son ben çıktım. Eh bayram öncesi cümle alem
arazi… Baktım ofisin önünde kargo arabası, benim bikiniler vardı, verin bakalım
paketimi dedim çocuklara. Yapma abla, nasıl bulalım dediler, araba ağzına kadar
silme paket. Tınmadım, o araçta benim paketim, girer kendim ararım dedim. Adımı
sordular, duyunca bir tanış hissettiler, sohbete daldık. Bir tanesi, “abla sana
ne geliyor böyle ya, sürekli kargo sürekli kargo” “vakitsizlikten kıçımdaki
dona kadar internetten alıyorum” demedim tabii ki elin kargocusuna, “aa n’apayım
bütün alışveriş siteleri de sizin şirketle gönderiyor” dedim, ay babasının şirketi
sanki, bir aidiyet duygusuyla şişindi seninki, paket derhal bulundu. Arca
donlarına ben de bikinilerime kavuştuk neyse ki… Don derken abartmıyorum yani,
vakitsizlik derken hele hiç abartmıyorum.
14 Temmuz 2015 Salı
Yaptığın anana, öğrendiğin karına
Annemin bizi ev işlerine dahil ederken söylediği çok veciz bir söz vardır, "yaptığın bana, öğrendiğin kendine". Ergenken gıcık olurdum, halbuki ne kadar manalı bir söz!
Yaptığını ettiğini boş ver, eminim yaptığımızın ardından anneme daha fazla iş çıkarıyorduk ama ses etmezdi. Arca yaşlarında mutfakta görev almanın benim için ne kadar önemli bir sorumluluk olduğunu hatırlıyorum. O yoğurda sarımsağı ezmenin, o salatanın marulu yıkamanın, o çorbayı karıştırmanın verdiği "büyüdüm, başarabiliyorum" hissini tüm dünya bir araya gelip sırtını sıvazlasa ve aferin dese, veremez.
13 Temmuz 2015 Pazartesi
Bizim evin halleri, tatil ve diğerleri
Allah biliyor ya, çok
yoruldum. Yazlık tatili çocuklar için ne kadar eğlenceliyse, anneler için o
kadar yorucu. Hele ki yazlığa hepten taşınmamışsan ve birkaç günlüğüne
gitmişsen. Yazlığa okullar kapanır kapanmaz giden ve tüm yazı orada geçirenler yazlık
temposuna bir şekilde alışmış oluyor, günlük rutinine ayak uydurabiliyor. Ama
benim gibi kendine dinleneceğim diye manasız hedefler koyarsan fena halde ters
köşe olursun. Baştan kabullen bacım, dinlenemiyorsun. En azından vücuden dinlenemiyorsun.
9 Temmuz 2015 Perşembe
Dumur diyalog #145
Arca şantiyede çalışmaya gitmiştir, heveslidir, lakin hava çok sıcaktır.
Güneş tepeye çıktığında İlker, oturmasını dinlenmesini söyler.
7 Temmuz 2015 Salı
Herkes köşe yazarı olabilir
Bizim gibi blog
köşelerinde köşe yazarcılık oynayanlardan değil, bundan para kazananlardan
bahsediyorum. Hele ki anne-çocuk köşesi filan yazıyorsan, daha da kolay. Biraz
klavye tıngırdatman, biraz da facebook’tan makale okuman, azıcık yabancı
yayınlardan araklaman (pardon kaynaklaman) yeterli. Hatta kaynak, uzman görüşü
filan bildirmene bile gerek yok. Temcit pilavına çevireceğin konuyu sosyal
medya mecralarında ses getirecek cinsten seçtin mi, sırtın yere gelmez.
Herkesler senden bahseder, sakız olur uzarsın…
Geçen çok dikkatimi çeken
bir hatta birkaç olaya denk geldim, ve taşları yerlerine yerleştirince fark
ettim ki, herkes köşe yazarı olabilir.
Nasıl bak anlatayım.
6 Temmuz 2015 Pazartesi
Küçük siyah elbise
Evdeki sadeleşme girişimleri tam gaz devam ederken sıra fotoğraflara geldi. Bir kutuya elimize ne geçerse atmışız, eski yeniler… Karmakarışık. Annemin çeyizim için özel boyadığı bir sandık var, onu fotoğraf sandığı yapmaya karar verdik. Güzel olacak, eminim. Taşınma öncesi dağınıklık olmasın diye, salondaki çerçeveli fotoğrafları da koyuvereyim, yerleşirken yine konsolun üzerine koyarız dedim. Tam toparlayacağım… gözüme bir şey ilişti.
2 Temmuz 2015 Perşembe
Cesur Yeni Dünya
29 Haziran 2015 Pazartesi
Sadeleşmek mi? Sanata, sanatçıya ihanet mi?
“Hobisini işe
dönüştürmek” diye bir tabir var ya, gerçek anlamda yapmak istediği şeyi değil
de başka işleri meslek edinmiş kimselerin hayalidir, etrafımızda pek çok
örneğini görürüz. Peki ya “işini hobiye dönüştürmek”? Sizi bilmem ama benim
aklıma bu sınıflandırmaya giren tek kişi geliyor: babam. Emekliliğini ilan
ettiğinden beri işi tamamen hobiye dönüşmüş durumda. Yıllardır atmadan
biriktirdiği her parça malzeme, eşya da bu hobi öyküsünde birer karakter.
24 Haziran 2015 Çarşamba
Kıskançlıktan ağladığın oldu mu?
Benim oldu ve inanır
mısın gözyaşlarım kitabı tutmakta olan elime damlayıncaya kadar ağladığımın
farkında bile değildim. Üstelik durum çok komikti. Yani düşününce, duyguların
boyutundan aklın boyutuna inince, neden ağladığımı fark etmek komikti.
Hani televizyonda
skeçlerin oynandığı bir şov var, Kemal Sunal’ın oğlu (allahım o adam
yaşlandıkça babasına benziyor ve ben onu yaşlandıkça daha çok seviyorum)
sunuyor. Hah orada kemgöz Şevket diye bir karakter var. Gözlerini belertip
“kişke benim olsa” cümlesini patlattı mı, kıskandığı şeyin başına bir şey
geliyor. Oyuncunun da karakterin de hastasıyım.
O gün, kıskançlıktan ve
sinirden gözyaşlarımı tutamadığım o gün, biraz daha keyifli bir günümde
olsaydım, zırlamak ve zırlamam karşısında şaşırmak yerine, muhtelemen bir “kişke benim olsa” patlatır neşemi bulurdum. Çünkü saçmaydı.
Saçma olduğu için de şu
anda burada rahatlıkla yazabilirim.
22 Haziran 2015 Pazartesi
Kurtlarla Koşan Kadınlar : Veda
Birlikte okumak çok güzel
ama bazı kitapları birlikte okumak çok daha güzel.
Bir buçuk yıl kadar önce
yıllardır okuma listesinde öylece duran “Kurtlarla Koşan Kadınlar”ı elime
aldım. Geç bile kalmıştım. O kadar etkilendim ki, blogda birkaç kelam ettim
hakkında. Derken yorumlarımı okuyan kitap kulübünden Banu, “kulüpte okuyalım”
dedi. Olmaz, dedim. Bu öyle roman gibi okunup tartışılacak kitap değil dedim.
Bölüm bölüm okuyalım dediler, hatta Sıla “ben size masalları canlandırırım,
oynarım” dedi, bir heyecan dalgası sardı cümlemizi.
19 Haziran 2015 Cuma
Yaz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)