Her ay bir şeyler
karalamalı aslında. Dönüp geriye bakmalı, neler yaptık, önümüzdeki ay neler yapsak?
Sahildeki ev diye bir blog var, nefis fotoğrafları için tıklıyorum, her ay
neler yapmalı diye aldığı notları okuyorum. Çok başka çok keyifli bir emeklilik
hayatı, içimi açıyor. Sonra bugün
Gülçin yazmış, eylülden neler öğrendiğini
anlatmış. İki fikri harmanlamış gibi oldum. Hayır, challenge değil, o işi elime
yüzüme bulaştırdım ben! Olsun, boyumdan büyük işlere kalkışmamayı da
öğreniyorum böylece, bahane yok.
Eylül, çok büyük
değişikliklerle geçti. Taşınma, Arca’nın okula başlaması, bakıcısız/yardımcısız
bir hayatla tanışma, yeni düzeni oturtmayla geçti.
Ben bu eylül en çok
organizasyonu öğrendim, organize olabildiğinde, iyi ve uygulanabilir bir plan
yaptığında işlerin tıkırında gittiğini fark ettim. Haftalık menü, alışveriş,
çamaşır, ütü… Hepsini detaylıca planlarsan bir şekilde halloluyor. İlk zamanlar
her işi tek günde yapmaya kasıyordum. Artık öyle değil, bugün ütü ise, yarın
iki kap yemek…
Eylülde biraz daha düzenli olmayı öğrendim. (yani bence:P) Marie Kondo’nun kitabında öğrendiklerimi hayata adapte etmeyi başardım. Aldığımı yerine koymaya, fazla eşya ile evi doldurmamaya, kısacası sadeleşmeyi evin her köşesinde uygulamaya dikkat ediyorum. Olacak bence olacak…
Eylül bu yoğunluğun
arasında bence okumaktan yana verimsiz geçti. Sema Kaygusuz’dan Barbarın
Kahkahası’nı, Murat Menteş’ten Ruhi Mücerret’i okumuşum. Ve yazın ilk cildini
bitirdiğim Don Quijote’nin ikinci cildi. Kitap kulübü okuması olmasa bitirmeye
bu kadar kasar mıydım bilmiyorum. Aslında keyifli de gidiyor ama sanırım çok
uzadı.
Kitap kulübünün atölyesi
müthişti, Sıla ve Efe bize unutamayacağımız harika bir akşam yaşattılar. Tüm
detayları anlatmak için beş saat kadar süren bu gerçek atölye deneyimini iple
çekiyorum, umarım ayarlayabiliriz. Kulüpte Eylül ayının kitabı “Renklerden Moru”
idi. Ertesi gün İstanbula gidecek olmasam sabaha kadar konuşurdum kitaptan,
yazık ki benim için o akşam çabuk bitti.
Arca okuluna alıştı gibi.
Arkadaşlarından ve öğretmeninden bahsederken gözleri gülüyor. Galiba o da Eylül’de
en çok görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyi öğrendi. İlker’le akşamüzeri programlarına
uyuyor, erken yatmaya arıza çıkarsa da ödevlerini bitirmeye gayret ediyor.
Çabasının hayranıyım. Aramızda inişli çıkışlı bir ilişki var, eylül biterken
tüm ay bizi sarsan çatışmaları da bitiririz umarım.
Arca piyano derslerine
yeniden başladı bu ay. Tüm yaz çalışmadığı için bocalıyor ve korktuğum gibi
soğuma emareleri gösteriyor. Evde çalışmaya direniyor, hep müzik okulunda
çalışacakmış, evde piyano çalmak hiç eğlenceli değilmiş, oldu, her akşam oraya
götürelim seni:P
Eylülün en güzel
kazanımlarından biri kalamar tavayı sonunda adam akıllı yapmayı başarmak
(yumuşacık ve lokantalarda yediğimiz gibi) bir de tarator sosunda ustalaşmak
oldu. Bir ara tarifini vereyim.
Ve sonunda kuaföre gidebildim! Bu çok mühim bir haber zira en son aylar önce gitmiştim, röflemin diplerinin çıkmasını bırak diplerim güneşten bile açılmıştı:) Sık sık kuaföre gitmeyi gerektirecek (röfle, kesim) bir saç modeline sahip biri için kuaföre gitmekten nefret etmek nasıl bir çelişkidir!
Eylül yeni bir mevsimle
beraber, yeni bir düzeni, yeni bir yaşamı da beraberinde getirdi, giderken bize
Ekim’i bırakıyor.
Peki, Ekim’de ne yapmalı?
O da başka bir posta
kalsın:)